Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • hz.muhammed18.08.2004 - 10:35

    'En iyi insanlar, başkalarına yararlı olanlardır.'(Hz.Muhammed)

  • kuran-ı kerim18.08.2004 - 10:32

    Secde suresinin 5. ve Mearic suresinin 4. ayetleri hem zamanın izafiyetine işaret etmekte, hem de 'yevm' kelimesinin anlamının doğru anlaşılmasını sağlamaktadır. Arapça 'yevm' kelimesi 'gün' olarak çevrildiği gibi, aynı zamanda 'devir' olarak da çevrilebilmektedir. Yani Arapça 'yevm' deyince sadece 24 saatlik gündüz ve geceden oluşan bir devir olan 'gün' anlaşılmaz, aynı zamanda genel anlamda 'devir' de 'yevm' kelimesiyle kastedilmiş olabilir. Söz konusu iki ayette bir 'yevm'in bin senelik bir 'yevm'e veya elli bin senelik bir 'yevm'e eşit olabildiğinin söylenmesi bunun bir delilidir.

    Bu açıklamanın iyi anlaşılması Evren’in ve yeryüzünün altı 'yevm'de yaratıldığını söyleyen Kuran ayetlerinin doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlar. (Bakın 7-Araf Suresi 54, 11-Hud Suresi 7, 10-Yunus Suresi 3, 25-Furkan Suresi 59, 32-Secde Suresi 4, 57-Hadid Suresi 4) . Evren ve Dünya yaratılmadan önce gece ve gündüzden oluşan anlamda 'gün' de yoktu. Bu yüzden altı 'yevm'de yaratılmadan bahsedilen ayetlerde altı 'devir'de yaratılmadan bahsedildiğini anlamak gerekir.

    Böylece Kuran’ın 'yevm' kelimesini kullanış tarzı Yahudilerin, Hıristiyanların da altı günde yaratılmadan neyi anlamaları gerektiğini açıklamakta, onların da anlayışlarına katkıda bulunmaktadır. Uzay fiziğindeki tüm bulgular, Evren’in ve Dünya’mızın ayrı devirlerden, aşamalardan geçip yaratıldığını ortaya koymaktadırlar. Gaz bulutlarından galaksilere, Dünya’mızda ilk Atmosfer’in oluşumundan, suların, madenlerin oluşumuna kadar hep değişik aşamalar, değişik devreler geçmiştir. Bu noktada Evren’in farklı 'devreler'den geçip yaratıldığının söylenmesi de Kuran’ın bir mucizesidir. Bu devrelerin nasıl altı devre bölünüp incelenebileceğini başka bir yazımıza bırakıyoruz. Fakat Evren’in ayrı devirlerden geçip oluştuğu hiç kimsenin itiraz edemediği bir gerçektir.

    Eski Mısır, Çin, Hint uygarlıklarının Evren hakkındaki görüşlerini inceleyelim. Kimisi Evren’i kaplumbağaların sırtına oturtmuş, kimisi Evren sonsuzdan beri varmış gibi açıklamalarda bulunmuştur. Tüm bu uygarlıklardan hiçbiri Evren’in değişik devirlerden geçip oluştuğu gibi önemli bir noktanın altını çizmemişlerdir. Kuran böylece önemli bir noktaya işaret etmekte ve Yahudilerin, Hıristiyanların 'gün' kavramını doğru yorumlamalarına yardımcı olmaktadır. Ayrıca Yahudilerin, 'Allah altı günde Evren’i ve yeryüzünü yarattı, yedinci günde ise dinlendi.' izahını Kuran düzeltmekte ve Allah için yorgunluğun söz konusu olmadığını söylemektedir.

    Andolsun Evren’i, yeryüzünü ve ikisinin arasında bulunanları altı devirde(yevm) yarattık, hiçbir yorgunluk da duymadık.

    50-Kaf Suresi 38

  • melamilik (Melametilik)18.08.2004 - 10:22

    Ekmek Teknesi' dizisinde de bu oluşum canlandırılıyormuş diyorlar.

  • dergah18.08.2004 - 10:20

    İslam Alimlerinin büyükleri tarafından öğrencilerine, tasavvuf yani islam ahlakı ve diğer dini ilimlerin ve zamanın fen ilimlerinin okutulduğu yer..

  • dergah18.08.2004 - 10:19

    'Kültürel islamcı' çizgiye yakın edebiyat dergisi. Uzun yıllardır çizgisini ve kalitesini bozmadan yayına devam etme başarısı göstermekte. İsmet Özel'in de sık sık şiirlerini yayınlattığı dergi, İslami kanattan pek çok yetenekli şairi de edebiyata kazandırdı.

  • peygamber18.08.2004 - 10:02

    Kuran-ı kerim de adları bildirilen peygamberler:
    Adem
    İdris
    Nuh
    Hud
    Salih
    İbrahim
    Lut
    İsmail
    İshak
    Yakub
    Yusuf
    Eyyüb
    Şuayb
    Musa
    Harun
    Davud
    Süleyman
    İlyas
    Elyesa
    Yunus
    Zülkifl
    Zekeriyya
    Yahya
    İsa
    Muhammed

    Üzeyir, Lokman ve Zülkarneyn'in peygamberlikleri ise ihtilaflıdır.

  • tayy-ı zaman18.08.2004 - 09:57

    Hz.Muhammed'in miraca çıkması kendisine bütün kainatın gosterilmesi sonrasında 'Döndüğünde yatağı hala sıcaktı' seklinde bahsedilir bazı kaynaklarda, Tayyı Mekan kavramı ile içiçedir

  • tayy-ı zaman18.08.2004 - 09:56

    Tasavvufta bir kişinin yaşadığı zamanın dışına çıkarak daha önce yasanmış olayların yaşandığı yere gitmesidir.

  • molla gurani18.08.2004 - 09:52

    Gercek adı Ahmed bin İsmail olan, kökeni Suriye'ye dayanan dönemin alimi. Molla Yegan'ın 2.Murat han'a tavsiyesi üzerine, merkeze çektirilir ve oglu Mehmet(Fatih) 'in egitimi görevi verilir. Fatih, sultan olduktan sonra kendisini vezir yapmak ister ama kabul etmez, bir ara Mısır'a gider ve orda kalmasi icin kendisine teklifte bulunulur ama Fatih Sultan Mehmet'le olan gönül bağını bahane ederek istanbul'a geri döner. Bursa'da uzun seneler kadılık yaptıktan sonra 1480'de Şeyhülislamlık makamına getirilir, 1488'de vefat eder.

    Molla Gurani nin Fatih Sultan Mehmet i disipline sokmak için bir keresinde falakaya bile yatırdığı söylenir.

  • idris-i muhtefi18.08.2004 - 09:44

    16. ve 17. yüzyıllarda Anadolu'da yaşamış olan evliyâdan.

    Bayramiyye yolunun Melâmiyye koluna mensuptur. İsmi Ali'dir. Halk arasında Hacı Ali Bey diye bilinir. Terzilik mesleğiyle meşgûl olduğu için İdris, kendi hallerini ve yakınlarını insanlardan gizlediği için Muhtefî lakaplarıyla anılmıştır. Aslen Rumeli'deki Tırhala'dandır. Doğum târihi bilinmemektedir. 1615 (H.1024) senesinde İstanbul'da vefât etti. Kabri, Kasımpaşa'da Kulaksız Câmii karşısında Okmeydanı'nın Haliç Tersânesi'ne bakan kısmındadır.

    Kânûnî Sultan Süleymân'ın vezîr-i âzamı olan Rüstem Paşanın terzibaşısının kardeşinin oğlu olan Ali Efendi, Tırhala'dan getirilerek amcasının yanında yetiştirildi. Rüstem Paşa, 1548'de İran Seferinden dönerken Ankara yakınlarına gelince, Bayramiyye yolu büyüklerinden Hüsâm Efendiyi berâberindekilerle birlikte ziyârete gitti. Sohbet esnâsında orada bulunanlarla tek tek tanışan Hüsâm Efendi, Terzibaşının yeğeni olan genç Ali Efendiye gelince onun ne işle meşgûl olduğunu sordu. Terzilik mesleğiyle uğraştığı söylenince, terzilerin pîri olarak kabûl edilen İdris aleyhisselâma nisbetle ona İdris lakabını verdi. Ali Efendiyi hizmetine ve talebeliğe kabûl etti. Bir müddet Hüsâm Efendinin hizmetinde ve sohbetinde bulunan Ali Efendi, tasavvuf yolunda ilerledi. Daha sonra İstanbul'a gelen Ali Efendi, ticâretle meşgûl oldu. İlk zamanlar ticâret sebebiyle Belgrad, Filibe, Sofya, Edirne, Gelibolu gibi memleketlere gitti. Gittiği yerlerdeki âlim ve evliyâ zâtların sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda yükseldi. Defâlarca hac vazîfesini yapmak için Hicaz'a gitti. Oradan Yemen'e gitti. Son zamanlarında ticâreti bırakıp İstanbul Fâtih Çarşamba'da Mehmed Ağa Câmii yakınındaki evinde ikâmet etti. Ticâreti, emrinde bulunan kimseler yürüttüler. Çevresinde Hacı Ali Bey diye meşhûr olan bu zât, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Bir çok halleri ve kerâmetleri görüldüğü halde bunları insanlardan gizledi. Bu sebeple gizleyen mânâsına 'Muhtefî' lakabıyla anılmaya başlandı.

    Sözleri, halleri ve yaşayışıyla İslâmiyetin emrettiği gibi olmasına rağmen onu çekemeyen bâzı kimseler aleyhinde dedikodu etmeye başladılar. Onu küfürle ve sapıklıkla ithâm edenler oldu. Hattâ hakkındaki ileri geri konuşmalar zamânın pâdişâhına kadar ulaştı. Pâdişâh, hakkında araştırma yapılıp, söylenilenler doğru ise cezâlandırılmasını emretti. Fakat halk arasında Hacı Ali Bey diye meşhûr olduğu için 'İdris-i Muhtefî' isminde kimseyi bulamıyorlardı. Onun hakkında soruşturma yapmakla vazîfelendirilen tercüman Şeyhi Ömer Efendi, iyi halleriyle ve akıllı bir kimse olarak tanıdığı Hacı Ali Beyi dâvet etti. İdris-i Muhtefî hakkında bâzı şeyler sordu ve onun bozuk inanış ve hareketlerinden bahsederek; 'Şehrimizde büyük bir fitne peydâ oldu. Hiçbir yolla mâni olunamadı. Netice nereye varacak bilemiyoruz. Ali Bey bu hususta sizin görüşünüz ve düşünceniz nedir acabâ? Bu fitne nasıl bertaraf edilebilir. İdris derler bozuk îtikâtlı ve sapık bir kimse ortaya çıkmış. Sözleri ve hareketleri sebebiyle katl edilmesi gereken bu kimse nice müslümanın dalâlet ve sapıklık çukuruna düşmesine sebeb olmuş, başına topladığı serseri kimselerden olan bir gürûhla birlikte fitnelerini yaymaktaymış. Bu zamâna kadar ne kendisi, ne de etrâfındakilerden kimse ele geçirilemedi. Bu hususta sizin bildiğiniz bir şey var mı, yardımınız olur mu? ' dedi.

    Ömer Efendinin sözü bitince söz alan Hacı Ali Bey; 'Siz hiç o adamı gördünüz mü? Dediğiniz halleri o kimse sizin huzûrunuzda îtirâf etti mi? Yâhut o kimsenin halleriyle ilgili olarak size kesin bir bilgi ulaştı mı? ' diye sordu. Ömer Efendi ve yanındakiler bu sorulara 'Hayır' diye cevap verdiler. Hacı Ali Bey tekrar söz alıp; 'O halde hakkında kesin bilgi sâhibi olmadığınız bir müslüman hakkında bu derece iftirâ ve taşkınlık edilmesinin sebebi nedir? İşte sizin bahsettiğiniz ve hakkında pekçok şeyler söylediğiniz kimse benim. İsmim Ali, lakabım İdris'tir. Beni nasıl bilirsiniz? Bu söylediğiniz haller bende var mıdır? ' deyince, Ömer Efendi söylediklerine tövbe edip pişman oldu. Hacı Ali Beyden özür diledi ve helallığını istedi. Söze devâm ederek; 'Ben sizi salâh, iyi hal ve takvâda yâni haramlardan sakınmak husûsunda üstün bir zât ve pîrim, azîzim makâmında bilirim. Sizden bu anlatılanlar doğrultusunda ne bir söz işittim, ne de bir hareket gördüm.' dedi. Hacı Ali Bey; 'O halde meseleyi böylece bilin. Hakkında kesin bilgi sâhibi olmadığınız kimseler hakkında uygunsuz konuşulmasına müsâde etmeyin.' dedi. Ömer Efendi ve yanındakiler pâdişâha, anlatılanların aslının olmadığını bildirdiler. Böylece bir fitne ve iftirâ ateşi söndürülmüş oldu.

    İdris-i Muhtefî diye anılan Hacı Ali Bey birçok talebe yetiştirdi. Tanınmış âlimler ve edipler onun sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda ilerlediler. 1615 (H.1024) senesinde İstanbul'da vefât etti. Kasımpaşa'da Kulaksız Câmiinin karşısında Okmeydanı'nın Tersâneye bakan tarafında defnedildi. Arûz vezniyle yazdığı şiirlerinin toplandığı mecmuaları vardır. Yûnus Emre'nin Şathiyesi tarzında yazdığı hece vezniyle ve on beş dörtlük hâlinde yazdığı Şathiye'si meşhurdur.