İçine kapanık bir çocukmuş.durmadan kendini saray ahalisinden ayırıp sarayı yaslandığı bir duvarın dibinden öylece süzermiş.Saraydaki diğer çocukların üzerindeki takıları onlar uyurken çalarmış.Bazı çevreler onun şahsiyetsiz korkak bir hırsız olduğunu yazarken Necip Fazıl daha çocukluğunda sarayda gelişen oyunları anlamaya çalışan üstün bir zekası olduğunu yazar.Çocukların üzerindeki takıları çalmasının nedeni de, onların daha uyanık olmaları gerektiğini anlatmak istemesi der. (eğer böyle bir şey gerçekten var idiyse diye de ekler.)
Türk tarihi ve sahte inkılaplar bilmecesinin anahtar şahsiyeti yahudi ve (jön Türk elinde asliyetsizlik ve köksüzlük hareketinin kurbanı ulu hakan ikinci Abdülhamid Han, dedesi ikinci mahmud'un yanında birgün bu bilmeceyi çözecek nesilleri beklemektedir. Abdülhamid'i anlamadan bilmeceyi çözemeyiz. Necip Fazıl Kısakürek
Evet efendim, bir varsayımdır ancak. İnsan soyunun gene kendi çıkarları yoluyla düzeltilmesi kuramının kabulü, bence en azından, uygarlığın insanoğlunu yumuşattığını, o nedenle de onları daha az acımasız, daha az savaşçı bir duruma getirdiğini ileri süren Buckle'ü (4) onaylamak demektir. O, kendi mantığıyla böyle bir sonuca varmış olabilir. Ama insanlar dizgelere, birtakım soyut kavramlara öylesine düşkündürler ki, salt mantıklarını haklı çıkarmak için gerçekleri bile bile değiştirmeye, gözlerini kapayıp kulaklarını tıkamaya razıdırlar. Bunu gerçekten anlaşılması kolay bir örnek olduğu için aldım. Çevrenize şöyle bir bakın: Kan gövdeyi götürüyor, hem de şampanya gibi bütün neşesiyle akıyor. İşte size Buckle'ün de yaşadığı 19. yüzyıl! İşte büyük Napolyon ve bugünkü Napolyon! .. İşte Kuzey Amerika'nın sonsuz birliği! Ve işte size karikatüre benzeyen Schlezwig-Holstein Prensliği! .. Uygarlık neyimizi yumuşatmış, anlayalım! Duygularımızın türlerini çoğaltmaktan başka bir işe yaramamıştır uygarlık. Duygularının çeşitliliği yüzünden, insanoğlu, korkarım, kan dökmede bir zevk aramaya kadar varacak. Üstelik böyle bir felaket insanlığın başına çoktan gelmiştir. Cana kıyıcılıkta en ince ustalıkları gösterenlerin uygar kimseler olduklarına hiç dikkat ettiniz mi? Atillaların, Stenka Razinlerin (5) ustalıkla eline su dökemeyecekleri bu baylar, gene de onlar kadar göze batmıyorlarsa, bunun tek sebebi böylelerine sık sık raslanması, görüle görüle bir alışkanlık haline gelmeleridir. Uygarlık sonunda insanlar daha çok kan dökücü olmadılarsa bile, en azından daha kötü, daha iğrenç birer cana kıyıcı olmuşlardır. Eskiden hak uğruna kan dökülür, istendiği kadar insan iç huzuruyla öldürülürdü; çağımızda kan dökmeyi iğrenç bir davranış saydığımız halde yine de bu iğrenç işle uğraşmaktayız, hem de eskisinden daha çok. Hangisinin daha kötü olduğuna varın kendiniz karar verin. Kleopatra (Roma tarihinden örnek aldığım için beni bağışlayın.) odalıklarının memelerine altın iğneler batırmayı sever, onların çığlıklarından, kıvranmalarından zevk alırmış. Şimdi siz bana tutacak, bunların çok eskiden, barbarlık dönemlerinde geçtiğini; şimdi insanlar birbirlerini (mecazi anlamda) iğnelediklerine göre, şimdi bile barbar bir çağda yaşadığımızı; bugünün insanları barbarlık çağlarına oranla her şeyi daha açık seçik görmeyi öğrenmiş olmakla birlikte, henüz mantığın ve bilimin buyurduğu biçimde davranmayı beceremediklerini söyleyeceksiniz. Birtakım eski, kötü alışkanlıklar ortadan kalktıktan sonra, bir de sağduyu ve bilim huylarını kökünden değiştirirse, insanların çok şeyler öğreneceğine saplanmıştır kafanız. İnsanların o zaman bile yanılmaktan vazgeçeceklerine, başka bir deyişle isteklerini çıkarlarıyla ters düşürmeyi istemeyeceklerine yüzde yüz inancımız var. Ayrıca insanların bilimden çok şey öğreneceğini (gerçi bu bence lükstür) : insanların gerçekte hiçbir zaman iradelerinin, kaprislerinin olmadığını: bu yaratıkların ancak bir piyano tuşu ya da org içindeki bir vida kadar değer taşıdıklarını söyleyeceksiniz. Bundan başka, insanlar yeryüzünde doğa yasalarının hüküm sürdüğü, yaptıkları her şeyin isteklerine göre değil, bu yasalara göre oluştuğu gerçeğini öğreneceklerdir. Şu halde bize yalnızca bu yasaları bulmak kalıyor, insanlar böylece davranışlarından sorumlu olmayacakları için yaşamak da kolaylaşacaktır. Bundan sonra bütün davranışlar, matematik yoldan, 100.000'lik logaritma çizelgeleriyle hesaplanıp takvimlere geçirilecek; hatta zamanımızın ansiklopedik sözlükleri cinsinden yararlı yayınlar bile çıkacaktır. İçinde her şeyin büyük bir kesinlikle hesaplanıp belirtildiği bu yayınlar sonunda yeryüzünde ne bir yanlış davranış, ne de boş bir serüven kalacaktır.
Tupac Shakur Machiavelli.öğrenimini güzel sanatlarda tamamlayan bu nadide rap'çi öğrendiği güzel santları şarkılarında kendine hayali bir dünya yaratmakta kullanmış.Burayı bastık, onları becerdik, 30 kişiydiler hepsini fackladık falan filan.Öyle bir dünya yaratmış ki şarkılarında arkasına pekçok takipçi takabilmiş.Adının sonuna eklediği Machiavelli ona: esrarengiz,herşeyin farkında,aşmış bir hava katmış.ama genede all ayez on me güzel parça :)
bir cevap var idi bin oldu aktı gözüm yaşı sel oldu yaz bahara döndü kış oldu öyle ağırımki kendime öyle bıkmışımki kendimden kurudum düştüm dalımdan sanki ruhum çıktı canımdan sen benden gittin gideli
Avrupa koca bir insanlık dıramının suçunu onun üzerine yükleyip sütten çıkmış ak bir kaşık edası ile uygarlıktan, medeniyetten,kültürden bahsetmeye devam ediyor.
Deryada sonsuzluğu zikretmeye ne zahmet! Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet! Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde; Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde? Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta; Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta... Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek. Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek. Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık; Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık. Ebedi gençlik olum, desem kimse inanmaz; Taş ihtiyarlar, servi çürür, olum yıpranmaz. Karacaahmet bana neler söylüyor, neler! Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler, Zaman deli gömleği, onu yırtan da olum; Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bolum... Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep; Bu mu dersin, taslarda donmuş sukuta sebep? Kavuklu, başörtülü, fesli, basacak taşlar; Taslara yaslanmış da küflü kemikten başlar, Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları; Süzüyor, sahi diye toprağa basanları. Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden, Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden. Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar, Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar. Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih! Taslarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!
İçine kapanık bir çocukmuş.durmadan kendini saray ahalisinden ayırıp sarayı yaslandığı bir duvarın dibinden öylece süzermiş.Saraydaki diğer çocukların üzerindeki takıları onlar uyurken çalarmış.Bazı çevreler onun şahsiyetsiz korkak bir hırsız olduğunu yazarken Necip Fazıl daha çocukluğunda sarayda gelişen oyunları anlamaya çalışan üstün bir zekası olduğunu yazar.Çocukların üzerindeki takıları çalmasının nedeni de, onların daha uyanık olmaları gerektiğini anlatmak istemesi der. (eğer böyle bir şey gerçekten var idiyse diye de ekler.)
Türk tarihi ve sahte inkılaplar bilmecesinin anahtar şahsiyeti yahudi ve (jön Türk elinde asliyetsizlik ve köksüzlük hareketinin kurbanı ulu hakan ikinci Abdülhamid Han, dedesi ikinci mahmud'un yanında birgün bu bilmeceyi çözecek nesilleri beklemektedir. Abdülhamid'i anlamadan bilmeceyi çözemeyiz.
Necip Fazıl Kısakürek
Hiçbir övgü O'nun ismi kadar yüce değildir.
Cemil Meriç
MACERA DOLU İZMİR (Bide Ahmet amca ölmeseydi:( kordonda balık tutmaya devam etseydik gitmezdim belki bu şehirden)
Evet efendim, bir varsayımdır ancak. İnsan soyunun gene kendi çıkarları yoluyla düzeltilmesi kuramının kabulü, bence en azından, uygarlığın insanoğlunu yumuşattığını, o nedenle de onları daha az acımasız, daha az savaşçı bir duruma getirdiğini ileri süren Buckle'ü (4) onaylamak demektir. O, kendi mantığıyla böyle bir sonuca varmış olabilir. Ama insanlar dizgelere, birtakım soyut kavramlara öylesine düşkündürler ki, salt mantıklarını haklı çıkarmak için gerçekleri bile bile değiştirmeye, gözlerini kapayıp kulaklarını tıkamaya razıdırlar. Bunu gerçekten anlaşılması kolay bir örnek olduğu için aldım. Çevrenize şöyle bir bakın: Kan gövdeyi götürüyor, hem de şampanya gibi bütün neşesiyle akıyor. İşte size Buckle'ün de yaşadığı 19. yüzyıl! İşte büyük Napolyon ve bugünkü Napolyon! .. İşte Kuzey Amerika'nın sonsuz birliği! Ve işte size karikatüre benzeyen Schlezwig-Holstein Prensliği! .. Uygarlık neyimizi yumuşatmış, anlayalım! Duygularımızın türlerini çoğaltmaktan başka bir işe yaramamıştır uygarlık. Duygularının çeşitliliği yüzünden, insanoğlu, korkarım, kan dökmede bir zevk aramaya kadar varacak. Üstelik böyle bir felaket insanlığın başına çoktan gelmiştir. Cana kıyıcılıkta en ince ustalıkları gösterenlerin uygar kimseler olduklarına hiç dikkat ettiniz mi? Atillaların, Stenka Razinlerin (5) ustalıkla eline su dökemeyecekleri bu baylar, gene de onlar kadar göze batmıyorlarsa, bunun tek sebebi böylelerine sık sık raslanması, görüle görüle bir alışkanlık haline gelmeleridir. Uygarlık sonunda insanlar daha çok kan dökücü olmadılarsa bile, en azından daha kötü, daha iğrenç birer cana kıyıcı olmuşlardır. Eskiden hak uğruna kan dökülür, istendiği kadar insan iç huzuruyla öldürülürdü; çağımızda kan dökmeyi iğrenç bir davranış saydığımız halde yine de bu iğrenç işle uğraşmaktayız, hem de eskisinden daha çok. Hangisinin daha kötü olduğuna varın kendiniz karar verin. Kleopatra (Roma tarihinden örnek aldığım için beni bağışlayın.) odalıklarının memelerine altın iğneler batırmayı sever, onların çığlıklarından, kıvranmalarından zevk alırmış. Şimdi siz bana tutacak, bunların çok eskiden, barbarlık dönemlerinde geçtiğini; şimdi insanlar birbirlerini (mecazi anlamda) iğnelediklerine göre, şimdi bile barbar bir çağda yaşadığımızı; bugünün insanları barbarlık çağlarına oranla her şeyi daha açık seçik görmeyi öğrenmiş olmakla birlikte, henüz mantığın ve bilimin buyurduğu biçimde davranmayı beceremediklerini söyleyeceksiniz. Birtakım eski, kötü alışkanlıklar ortadan kalktıktan sonra, bir de sağduyu ve bilim huylarını kökünden değiştirirse, insanların çok şeyler öğreneceğine saplanmıştır kafanız. İnsanların o zaman bile yanılmaktan vazgeçeceklerine, başka bir deyişle isteklerini çıkarlarıyla ters düşürmeyi istemeyeceklerine yüzde yüz inancımız var. Ayrıca insanların bilimden çok şey öğreneceğini (gerçi bu bence lükstür) : insanların gerçekte hiçbir zaman iradelerinin, kaprislerinin olmadığını: bu yaratıkların ancak bir piyano tuşu ya da org içindeki bir vida kadar değer taşıdıklarını söyleyeceksiniz. Bundan başka, insanlar yeryüzünde doğa yasalarının hüküm sürdüğü, yaptıkları her şeyin isteklerine göre değil, bu yasalara göre oluştuğu gerçeğini öğreneceklerdir. Şu halde bize yalnızca bu yasaları bulmak kalıyor, insanlar böylece davranışlarından sorumlu olmayacakları için yaşamak da kolaylaşacaktır. Bundan sonra bütün davranışlar, matematik yoldan, 100.000'lik logaritma çizelgeleriyle hesaplanıp takvimlere geçirilecek; hatta zamanımızın ansiklopedik sözlükleri cinsinden yararlı yayınlar bile çıkacaktır. İçinde her şeyin büyük bir kesinlikle hesaplanıp belirtildiği bu yayınlar sonunda yeryüzünde ne bir yanlış davranış, ne de boş bir serüven kalacaktır.
DOSTOYEVSKİ
Tupac Shakur Machiavelli.öğrenimini güzel sanatlarda tamamlayan bu nadide rap'çi öğrendiği güzel santları şarkılarında kendine hayali bir dünya yaratmakta kullanmış.Burayı bastık, onları becerdik, 30 kişiydiler hepsini fackladık falan filan.Öyle bir dünya yaratmış ki şarkılarında arkasına pekçok takipçi takabilmiş.Adının sonuna eklediği Machiavelli ona: esrarengiz,herşeyin farkında,aşmış bir hava katmış.ama genede all ayez on me güzel parça :)
bir cevap var idi bin oldu
aktı gözüm yaşı sel oldu
yaz bahara döndü kış oldu
öyle ağırımki kendime
öyle bıkmışımki kendimden
kurudum düştüm dalımdan
sanki ruhum çıktı canımdan
sen benden gittin gideli
Avrupa koca bir insanlık dıramının suçunu onun üzerine yükleyip sütten çıkmış ak bir kaşık edası ile uygarlıktan, medeniyetten,kültürden bahsetmeye devam ediyor.
Gelecek kafalardan çok gönüllere aittir
V.HUGO
Karacaahmet
Deryada sonsuzluğu zikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?
Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...
Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.
Ebedi gençlik olum, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, olum yıpranmaz.
Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,
Zaman deli gömleği, onu yırtan da olum;
Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bolum...
Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taslarda donmuş sukuta sebep?
Kavuklu, başörtülü, fesli, basacak taşlar;
Taslara yaslanmış da küflü kemikten başlar,
Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.
Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.
Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.
Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taslarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!
Necip Fazıl Kısakürek