Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Elvanı Seba
Elvanı Seba

'YA RABBÎ! BENİM İLMİMİ ARTIR.' TAHA 114

  • hal ile anlatmak25.06.2010 - 06:33

    İslam dünyasının boşluğu bir HAL boşluğudur.
    Günümüzde simalara akseden bir inanmışlık tavrı görmek oldukça zor.

    M.F.Gülen

  • hal ile anlatmak23.06.2010 - 17:07

    Hâl;

    mutlak irâdenin muradına uygun vakitlerde, ara ara gelen tecelliler.. bu tecellilerin yayılma sahası kalp ufku.. avlayıp bir kalıba ifrağ eden de his ve şuurdur. Bu itibarla makama, dalgaları dinmiş, istikrara ulaşmış bir pâye nazarıyla bakılmasına karşılık; hâl, yüksek takdîrlere bağlı gelgitlerin ağında, her zuhur bir evvelkisinden ayrı ve farklı kareler içinde, sürekli belirip-kaybolan ve tıpkı güneşten gelen değişik boy ve renklerdeki dalga paketlerine benzetilebilir.

    Hassas ruh ve marifete uyanmış şuurlar, suyun üzerindeki kabarcıklarda, güneşin akislerini gördükleri gibi, gönül yamaçlarında da, hâl dalgalanmalarını öyle görür, hisseder ve ayrı ayrı idrâkla mukâbelede bulunurlar. Kalp balansını iyi ayarlayamamış, dolayısıyla da irtibatsız kalmış kopuk ruhlar, bunları birer vehim ve hayâl sanabilirler; varlığa Hakk’ın nûruyla bakanlar için bunlar ayânlardan ayân gerçeklerdir.

    En büyük Hâl Eri, bir önceki mazhariyetlerini, bir sonraki durumu îtibâriyle dûn gördüğünden -o dûn hâlin nuruyla Allah gönüllerimizi donatsın! - 'Ben günde yetmiş defa istiğfar ediyorum..' [3] buyururlardı.

    Zaten, Nâmütenâhî’ye dönük bir ebedî yolculukta, ebedî ışık ve ebedî buraka ihtiyâcını hisseden dupduru bir gönlün, başka türlü düşünmesi de mümkün değildi...

    M.F. GÜLEN

  • Mütrefin14.06.2010 - 18:00

    'Biz bir memleketi helak etmek istediğimiz zaman varlıklı kimselerine (itaat) emrederiz de onlar kötülük işlerler. Böylece orası azabı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz.'
    İSRA SURESİ AYET 16

    'Helâl şeylere aşırı muhabbet küfre sebebiyet vermez. Hatta helâlin çok fazlası ve suiistimali için bile küfre götürür demek doğru değildir. Ancak, insan bazı şeylere alışınca o yolla gelen suiistimalâtın açacağı başka kapılar olabilir. Bu hususta Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha'da Mütrefin' diye bir zümreden bahsedilir. Bunlar yemesinde-içmesinde, yatmasında-kalkmasında aşırı aristokrat davranan insanlardır. Allah, bir beldeyi helâk etmek istediğinde o beldenin kaderine, mütrefini hakim kılar deniyor. Dolayısıyla yemeyi-içmeyi, yatmayı gâye-i hayal hâline getirmiş insanlar, ilâhî tehdide sebep teşkil ediyor olabilirler.

    Aynı zamanda, bu kadar tenperver ve cesetperver olan insanların, hakperest olmaları da çok zordur. Onun için Üstad, ilk eserlerinden olan Mesnevi'de şöyle der: 'Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına yüksel.' Zaten beden dünyası içinde çark edip dönen bir insanın da, ruh dünyasının âdâp ve erkanına riayet etmesi mümkün değildir.

    Bu meseleye zühd açısından yaklaşılacak olunursa, yeme-içme gibi bedenî fonksiyonlarda yetecek kadar bir şeyle, iktifa edip sonra da Allah'ın bize olan ihsanlarını yine O'nun rızasını kazanma istikametinde sarf etmek önemli bir esastır. Bu itibarla da, mübahlardan, helâllerden bile fazla yararlanma peşinde olan bir insan, tehlike 'sath-ı mailinde' dolaşıyor demektir. Hz. Resûlallah'ın, 'Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır.' sözü, günahların küfre atılan birer adım olduklarını ifade etmektedir.. evet bir kere yalan söyleme, küfre doğru atılmış bir adım ve aynı zamanda imandan da o miktar soğuma demektir. Keza, bir kere zinaya yaklaşma, küfre doğru bir adım, imana da o ölçüde yabancılaşma demektir.

    Ayrıca her bir günah, emsaline bir çağrı ve davetiyedir. Bu da fasit bir dairenin oluşması demektir ki, işlenen her günah, yanında yeni bir günah ister ve derken insanı reyn'e götürür. Efendimizin hadis-i şeriflerde işaret buyurduğu 'reyn', günahlar karşısında kalbin paslanması demektir. Günahlar istiğfarla yıkanıp temizlenmezse kalb paslanır ve işte bu hâlin tekerrür etmesi kalbin ölümünü netice verir.

    Günahın bu dezavantajının yanında, Allah'ın, bizim güzel işlerimiz hakkında, rahmetle, lütufla tecellisi de söz konusudur. Hatta Cenâb-ı Hakk'ın bize karşı muamelesi daha ziyade hep bu istikamettedir.

    Kur'ân-ı Kerim'in ifadesiyle rahmet, her şeyden daha geniş, daha engin ve her şeyi istiab edecek ölçüdedir. Onun için Allah, çok defa o fasit daire zincirini kırar ve bunun zıddı olan 'velud döngü' -doğurgan döngü- de diyebileceğimiz hasenatın hasenatı doğurmasını temin buyurur.

    İnsanın mahiyetinde fenalıklara karşı temayül daha şiddetli, daha azgın, daha amansızdır ama, beri tarafta Cenâb-ı Hakk'ın inayetinin, iyilikler istikametinde bizi desteklemesi de, o şer cephesine karşı, bizim için çok önemli bir avantaj teşkil etmektedir. Bunu şöyle ifade edebiliriz' şeytanın idlaline maruz kalan insan, onun gözünün içine baka baka şöyle der: 'Evet sen güçlü görünüyorsun ve benim tabiatımı da yanına alıyorsun şehvet, öfke, hiddet, şiddet dinamitlerini her zaman ateşleyebiliyorsun ama, unuttuğun bir şey oluyor benim öyle bir yâr-ı vefadarım var ki, Kur'ân-ı Kerim'de kimbilir kaç yerde 'Ni'me'l-Mevlâ ve ni'men-Nasîr O ne güzel yar ve yardımcı, O ne güzel destekçi' diye bana hep kendisini anlatıyor.'

    İşte bu mülâhaza ile çok defa kıtmirane ettiğim dualarımdan biri şudur: 'Allahümme eyyidna biruhin min indik Allah'ım! Kendi nezdi uluhiyetinden bir ruhla, bir mânâyla, bir güç kaynağıyla bizi teyit buyur, destekle.' Amin!

    fasıldan fasıla 4

  • Lehvel Hadis14.06.2010 - 17:36

    Müzik, her türlü boş oyun, eğlence.

    Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
    İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, bilgisizce (hissettirmeden) Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlence yerine tutmak için lehvel-hadîs'e müşteri çıkar. İşte bunlara şiddetli bir azâb vardır. (Lokman sûresi: 6)


    Lehvel-hadîs ile ilgili âyet-i kerîmenin nâzil olmasının (gönderilmesinin) sebebi şöyle bildirilmiştir: Müşriklerden Nadr bin Hâris ticâret yapmak için Fâris (İran) diyârına giderdi.
    Oradan Acemlerin hikâye ve efsâne kitablarını getirirdi. Bunları Ku reyşlilere, Mekke halkına; 'Muhammed size Âd ve Semûd kavminin kıssalarını bildiriyor, gelin ben de size Rüstem'in, İsfendiyâr'ın, Kisrâ'nın hikâyelerini anlatayım' diyerek pekçok kimsenin Kur'ân-ı kerîmi dinlemesine mâni olurdu. Ayrıca bir de şarkıcı câriye satın almıştı. Bir kimsenin müslüman olacağını işitince, hemen şarkıcı câriyesini alıp müslüman olmaya karar veren kimsenin yanına gider, şarkıcı câriyeye, haydi bu kimseye yedir-içir, şarkı söyleyiver derdi. Böylece o kimseyi eğlendirip, gördün mü senin için bu daha iyi değil mi? derdi. Bunun üzerine hem Nadr bin Hâris ve hem de böyle yapanların uygunsuz hareketleri üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur.

  • Aziz Mahmut Hüdai13.06.2010 - 17:42

    Gönül dostlarına hep yokuşlardan sonaramı ulaşılır.Ruh ve gönülleri misali hep mi zirveler tepeler mekanlarıdır.Şimdi orda olup havasını soluyup suyuna kanmak vardı.

  • yahya efendi dergahı13.06.2010 - 13:23

    Yavaş yavaş çıkılan yokuştan sonra varılan huzur...

  • TESANÜD09.06.2010 - 22:34

    Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir.
    Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.

    Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa’ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.
    İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.
    Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.
    21.Lem'a