Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Münevver Erilmez
Münevver Erilmez

GÜNE GÜLEREK BAŞLAYINIZ (GÜLERGÜL)

  • ayal19.02.2015 - 06:15

    karı,eş,zevce

  • aşk16.05.2009 - 09:35

    'AŞK' elma şekeri
    yalarsın,yersin,
    Elinde Kazığı kalır...

  • kuru fasulye07.12.2007 - 11:51

    yanına pilav, turşu ve yoğurt, üzerine de şeker pare ya da kemal paşa tatlısı ile dört dörtlük hale gelebilecek klasik* türk yemeği.

  • bir03.09.2007 - 21:26

    Dünya birdir,

  • tors05.03.2007 - 12:07

    Heykel yaratma işlemi yontma, modelleme, birleştirme ve döküm gibi işlemlerden oluşur. Eğer şekil taş, mermer gibi sert malzemelerden yapılacaksa ilk işlem yontma işlemidir; fakat kil, balmumu gibi malzemeler kullanılacaksa modelleme işlemiyle başlanır. Tarih boyunca heykel yapımında bir sürü malzeme kullanılmış. Kil, kireçtaşı, bronz, tunç, granit, alçı, fil dişi, altın ve gümüş gibi değerli madenler, balmumu ve ahşap bunlardan birkaçıdır. En çok tercih edilen şekiller ise insan figürleri, anıtlar, büstler, rölyef ve at sırtında savaşçı figürleridir. Heykeller büst, rölyef ve TORS gibi çeşitlere ayrılır. Büst kafa heykeli, rölyef duvar üzerinde kabartma heykel; TORS ise kolları, bacakları ve başı olmayan heykel anlamına geliyor.

  • karamürsel sepeti28.01.2007 - 15:06

    Sokağın köşesinde küçük bir dükkân... Dışarıda asılı boy boy sepet, hediyelik eşyalar arasında yitip gitmiş. Girişte de farklı boylarda beyaz çamaşır sepetleri var; yanı başına küçük ekmek sepetleri yerleştirilmiş. Bir kenarda asılı duran yarım koniyi andıran Karamürsel sepetleri aralarında zor seçiliyor. İkinci katın vitrininde duran bambu sandalye ise dikkat çekmede birinciliği kimseye kaptırmıyor...
    40 yaşlarında biri beliriyor içeriden. Küskün bir yüz ifadesiyle bizi karşılayan Ali Kaygun’un sepet sorumuza yanıtı, “Ne var anlatacak? Bir sepetin fiyatı beş lira. Bu bile çok geliyor. Allahtan dükkân bizim. Yoksa kirası zor çıkar” oluyor.
    Adı, hemen her zaman sepetiyle anılan Karamürsel’in merkezindeki tek sepetçi dükkânının sahibi olan Kaygun, bu isyanında pek de haksız sayılmaz. Çünkü görünen o ki ünlü Karamürsel sepetinin dillere destan öyküsünün de yavaş yavaş sonu geliyor.
    Gazeteci Erdoğan Özdemir, “Kaptan–ı Derya Karamürsel” adlı kitabında, Karamürsel sepetinin ününün Sultan Abdülaziz dönemine dayandığına işaret ediyor:
    “Sultan Abdülaziz’in Hereke’deki av köşküne geldiğini haber alan Karamürsel eşrafı, padişaha bir hediye götürmeye karar verir. ‹tina ile toplanan kirazlar bir sepetin içinde padişaha sunulur. Bu değişik ve oldukça sade hediyeyi gören padişah, biraz şaşırarak biraz da küçümseyerek hediye sepetini şöyle bir süzer. Bir yandan da içinde ne olduğunu merak eder. Gümüş bir tepsi getirilir ve sepetin içindeki kirazlar tepsiye boşaltılır. Sultan Abdülaziz hayretle şöyle mırıldanır: ‘Sepeti ufak tefek gördük amma, içindekini tepsiye sığdıramadık.’”
    Karamürselliler, “Ufacık tefecik gördün de Karamürsel sepeti mi sandın? ” esprisinin bu efsaneden doğduğunu anlatıyor...
    Kurutulmuş kestane çıtalarından yapılan Karamürsel sepeti yüzyılların birikimiyle ortaya çıkan ölçülere sahip. Sepetlerin tabanı 5–8, ağız genişliği 15–20, boyu ise 35–40 santimetre.
    Sepetçilik tarımın bölgede yaygınlaşmasıyla birlikte gelişmiş. Ustalar da bu ölçüleri yıllar boyu el ve göz yordamı ile yakalamış.
    Bir zamanlar bahçelerde çalışanlar İstanbul’a sandıkla taşınan meyvelerin bozulup, ezilmeden toplanması amacıyla sepetleri iple bellerine bağlarmış.
    Günümüzde de kiraz toplamada bu sepetler kullanılıyor ama eskisi kadar rağbet görmüyor. Ne usta kalmış artık geride, ne de kestane ağaçlarının ve tarımın o eski bereketi.
    Dayanıklı kestane ağacının yerini de artık daha ucuz olan ve kolay bulunan fındık ağacı almış. Belediye’nin açtığı sepet yapımı kursu ise beklenen ilgiyi görmemiş.
    Ali Kaygun, “Çok iyi bir usta günde üç dört sepet yapabilir. Alet edevat yok; bir bıçak ve el emeği. O kadar emeğe, bir sepet beş yeni liraya satılınca... işin ucunda para yok ki, gençler rağbet etsin” diyor. Ve ardından ekliyor:
    “Fabrikasyon daha zahmetsiz; şu bambu sandalyeyi 100 yeni liraya satıyorum.”
    İzmit Körfezi’nin güneyinde yer alan Kocaeli’nin Karamürsel ilçesi, bir söylentiye göre adını, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarında ilk Osmanlı Tersanesi’ni ve Deniz Üssü’nü Kavak Mevkii Armutçuk Koyu’nda kurduğu rivayet edilen Karamürsel Bey’den alıyor...
    Karamürsel’in yükseltilerinde bugün yeşillerin içinden köy evleri kırmızı çatılarıyla benek benek göz kırpıyor.
    Günümüzde Karamürsel’in üzerine oturduğu topraklar bir zamanlar “bataklık”mış. Sonuçta da, farklı dönemlerde yöreye Batum, Bulgaristan, Kafkasya, Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya’dan gelen göçmenler arasında kıyılar pek rağbet görmemiş. Bu nedenle de bölgeye gelenler “sıtma” korkusuyla dağ köylerine yerleşmiş.
    Yolun bir yanına saklanmış bu dağ köylerinde Boşnaklar, Lazlar, Gürcüler, Pomaklar, Arnavutlar yaşıyor...
    Karamürsel merkezine yakın köylerden biri olan ve balkonlarda asılı mısırları ve çiçek açmış kara lahanalarıyla tipik bir Karadeniz köyünü andıran Çamçukur’da köy kahvesi arayışımız sonuçsuz kalıyor.
    Köy muhtarı Şaban Yamak merakımızı hemen gideriyor:
    “Lazlar ekmeğini dışarıda arar. Akşam olsun, torba dolsun yaşar gideriz. Kim oturacak kahvede? ”
    Yamak’ın söylediğine göre bu köyde herkes Arhavi’den, herkes inşaatçı.
    “Erkeklerin köyde kalmaması daha iyi, kimse kimseye bulaşmaz. Biz Lazlar ayranı kabarık insanlarız, aniden parlarız. Ama ölüm, düğün, dernek; hemen geliriz bir araya” diye anlatıyor.

  • eylülde gel20.12.2006 - 22:49

    EYLÜLDE GEL
    Eylülde gel üzüm gözlüm
    Eylülde,
    Hazan yaprakları gibi,
    Rüzgârlara kapılmadan gel.
    Kışı beraber yaşayalım,
    Aydınlık, sımsıcak.
    Kıştan sonra bahar var,
    Üzüm gözlüm,
    Hazan yaprakları gibi,
    Sararıp solmadan gel,
    Eylülde gel üzüm gözlüm,
    Eylülde...


    Münevver Erilmez

  • oyun03.03.2006 - 20:44

    Oyun bence ,yaşam.
    Yaşayan her şey,kendisine verilen rolü oynuyor.