Zen (…) «tek-bir» tanrısı olmayan bir dindir – bir «tek» tanrının içinde bulunabileceği yer, Zen’de boş tutulur: orada bir şey yok-tur / orası hiç’tir; mu’-dur: Başka dinlerin yaptığı gibi, anlamı; yaşamın amacını, ölümün anlamını, «sağlam» «tek-bir» yere dayandırmaya çalışmaz Zen – daha doğrusu, bunları, hiçbir yere dayandır(ma) maya çalışır: Anlam uçucudur; yaşam geçicidir; ömür sonludur; ölüm zorunludur. Dolayısıyla, kişi yalnızdır – Zen ona bu yalnızlığı sağlamanın yollarını geliştirir – onun bu yalnızlığı kavramasını sağlayacak Yol’u – yürüye yürüye sonuna varabileceği; sonunda da, kavrayabileceği biricik Yol’u…
ne karanlık ne kaos. karanlık gören göz ister, sesin ve sessizliğin kulakları gereksindiği gibi ve ayna, biçimler ister kendini mesken tutan. ne uzam nede zaman. hatta ne de kafasında kuran bir tanrısal güç, zamanın ilk gecesinden önceki sessizliği, sonsuzlaşacak olan o ilk geceden. karanlık herakleitos un koca ırmağı gizemli yatağında dur durak bilmeden akar gider geçmişten geleceğe, akar gider unutuştan ötekine. hala acı çeken bir şey. yakaran bir şey. sonra gelir dünya tarihi.şimdi.
hepimizle bir karşıtlık oyununa girişti. hiçbirimiz farkına varamadık işin başında. oyunun kuralı, çevresindekilerin her birine karşı gelmek, onlara da kendisine karşı gelmeleri fırsatı vermek... karşısındakiler, kendisiyle çatışarak düşüncelerini -sırasında- kabul ettirmek, başkalarını, kişiliklerini ortaya koymak olanağı buluyorlardı. öte yanda, kendisi de, çatışılan, çatılaşacak kişi olarak kendini kabul ettiriyor, karşısındakilerin tepkisiyle birlikte ilgisini de diri tutuyordu. dediği dedik bir taş olmanın insanları ne çabuk usandırdığını iyi anlamıştı. bir yandan da haz duyuyordu bu oyundan. belki de en büyük kazancı bu sınırsız hazdı. karşısındakilerin bile tepkisini bile kendi yaratıyor, bunu biliyordu. ama bir şey daha vardı bu oyunda. herkese aynı konumda kalarak değil, kişiye göre konum değiştirerek karşı çıkmak, bu karşıtlık oyununda durmadsan değişen kişi olmak...
karşısındakiler, çevresindekiler (kendi aralarında ondan söz edecek ölçüde gözüpek davrandıkları zaman bile) aynı adam olduğu halde, onu, değişik kişiler olarak tanıyor, neyi, kimi tartışacaklarını şaşırıyorlardı. olsa olsa 'yanlış' düşüncelerinden, görüşlerinden, kanılarından ötürü, biribirilerini küçümsemekle yetiniyorlardı.
Elemantarizm 1926 da Theo van Doesburg un ileri sürdüğü Mondrian ın Neo Plastisizmine karşı bir harekettir. o günün konseptine göre ' fiigür yok sanat elemanları var'yani SOYUT anlamına gelir. çok sayıda kişinin yaptığı resimleri tamamen rastlantısal olarak biraraya getirmek. Yüzdeyüz rastlantısal olması için, tamamen sanatçının denetimimden çıkması için bilinçli kontrol ve bilgi gerektirir.... rastlantıyla bir araya gelirler.
bu gece biraz önce yarım bir ay gördüm, bülbül ötünce_ söyle; yarın, ışır mı, biz gidince bülbül susunca, gül çürüyünce kapanır, batar, gider mi,_ ölür mü; olur mu bu tümce biz gidince bu gece bitince?
Gerçeklik, Gerçeğin Tekrarıdır Biriyle iletişime geçtiğimde ya o kabın şeklini alırım ya da onun şeklimi almasına izin veririm. Bunun yüksek oktavdaki adı ‘aktarım’, düşük oktavdaki adı aşktır. Dönüşen ve dönüştüren, mutlak bir ‘dönüşmüş’ olmanın hazzında yalnızca birbirlerine bölünür ve yine yalnızca Bir’inde çoğalırlar. Oysa bu kez O’nun ne olduğunu bilmemeye karşı direniyorum. Çünkü her şeyi tanımlama gereksinimi duyan, sessizliği bölüşülemeyen tek lanet olarak dışlayan, bu yüzden konuştukça kendi sesini hiçleştiren, her ayak izini doğru ağırlıkla eşlemeye çalışan ve yitirdiği her kadının sağlamasını bir sonrakinde yapan zihinsel patolojimin O’nu çarpıtmasını istemiyorum.
Tutkuların düğümlendiği acı ile bilinçliliğin getirdiği acı çok farklı şeylerdir. Tutkunluktan çıkan 'sevdanın kararıp, kişinin içine çökmesi' sonucu oluşan acıyla da gene ancak bilinç baş edebilir. Yoksa, tutkululuğun kendisi de bir tutkudan ibaret kalırsa, kişinin iç bütünlüğü tehlikeye girer; hem, 'güzelim tutulmuşluk' diye nida ederken, bir bilinci dilegetirmiyor musun? 'Tutkularımla hareket edeceğim' diye bir karar da bilinçlilik gerektirir, yoksa kişi sürüklenir gider... o.a.
sahici bilgi, hem gerçek, hem hayal kaynağından eşit ölçülerde su çekebilen bir etkinliğin ürünüdür. hayalleri dolduran bir gerçekliğin ve gerçeklere boşvermeyen bir hayalin ortak ürünü... çünkü gerçek, hayal olmaksızın, biçimsizdir; hayal de gerçek olmaksızın içeriksiz...
Zen (…) «tek-bir» tanrısı olmayan bir dindir – bir «tek» tanrının içinde bulunabileceği yer, Zen’de boş tutulur: orada bir şey yok-tur / orası hiç’tir; mu’-dur: Başka dinlerin yaptığı gibi, anlamı; yaşamın amacını, ölümün anlamını, «sağlam» «tek-bir» yere dayandırmaya çalışmaz Zen – daha doğrusu, bunları, hiçbir yere dayandır(ma) maya çalışır:
Anlam uçucudur; yaşam geçicidir; ömür sonludur; ölüm zorunludur.
Dolayısıyla, kişi yalnızdır – Zen ona bu yalnızlığı sağlamanın yollarını geliştirir – onun bu yalnızlığı kavramasını sağlayacak Yol’u – yürüye yürüye sonuna varabileceği; sonunda da, kavrayabileceği biricik Yol’u…
EVRENİN OLUŞUMU
ne karanlık ne kaos. karanlık
gören göz ister, sesin
ve sessizliğin kulakları gereksindiği gibi
ve ayna, biçimler ister kendini mesken tutan.
ne uzam nede zaman. hatta ne de
kafasında kuran bir tanrısal güç,
zamanın ilk gecesinden önceki sessizliği,
sonsuzlaşacak olan o ilk geceden.
karanlık herakleitos un koca ırmağı
gizemli yatağında dur durak bilmeden
akar gider geçmişten geleceğe,
akar gider unutuştan ötekine.
hala acı çeken bir şey. yakaran bir şey.
sonra gelir dünya tarihi.şimdi.
BORGES
'gece' den tasarım üzerine bir metnin alıntısı:
hepimizle bir karşıtlık oyununa girişti. hiçbirimiz farkına varamadık işin başında. oyunun kuralı, çevresindekilerin her birine karşı gelmek, onlara da kendisine karşı gelmeleri fırsatı vermek... karşısındakiler, kendisiyle çatışarak düşüncelerini
-sırasında- kabul ettirmek, başkalarını, kişiliklerini ortaya koymak olanağı buluyorlardı.
öte yanda, kendisi de, çatışılan, çatılaşacak kişi olarak kendini kabul ettiriyor, karşısındakilerin tepkisiyle birlikte ilgisini de diri tutuyordu.
dediği dedik bir taş olmanın insanları ne çabuk usandırdığını iyi anlamıştı.
bir yandan da haz duyuyordu bu oyundan. belki de en büyük kazancı bu sınırsız hazdı. karşısındakilerin bile tepkisini bile kendi yaratıyor, bunu biliyordu.
ama bir şey daha vardı bu oyunda. herkese aynı konumda kalarak değil, kişiye göre konum değiştirerek karşı çıkmak, bu karşıtlık oyununda durmadsan değişen kişi olmak...
karşısındakiler, çevresindekiler (kendi aralarında ondan söz edecek ölçüde gözüpek davrandıkları zaman bile) aynı adam olduğu halde, onu, değişik kişiler olarak tanıyor, neyi, kimi tartışacaklarını şaşırıyorlardı.
olsa olsa 'yanlış' düşüncelerinden, görüşlerinden, kanılarından ötürü, biribirilerini küçümsemekle yetiniyorlardı.
bilge karasu
yaşanamayanları yaşamak da bir çelişki - ya da sözcük oyunu- değil.
istek, arzu, ihtiras...- hangi düzeyde olursa olsun;
gidiyor, olsun istiyor, arzuluyor, gerçekleştirmeye çalışıyor;
ama, gerçekliğin kendisi eksik kalıyor, gelmiyor, olmuyor...
oysa, olmuyordur! ...
ama, kabullenmez bunu: olmalıdır; olmalımış; olmalımıştır.
dili de gerçekliği de zorlar
.....
sonra, ben boyuneğerim (iki durum da da...):
ama o, hiç ödün vermez - takırdatır durur kıskacını, herzamanki gibi...
......
çünkü o, zamanın dışında bir varoluş sürdürüyor galiba.
zaman ne yaptırıyor onu, ne de eskitiyor (oysa benim yaşlanmam...) :
bengi bir 'gençlik' içinde, yönelimlerini, arzularını, özlemlerini - hayallerini- canlı tutuyor, sürdürüyor, gerçekleşmelerini bekliyor-benden...
......
benim için anı olan şeyler, onun için zamanın hiç yıpratamadığı gerçekler...
.......
zamanın dışında sanki:
benim, diyelim, yirmibeş yıl önce yaşadığım birşey onun için 'şimdi-burada' olan bir şey olarak varlığını - ve etkinliğini- sürdürüyor:
yalnızca bir anı da olmuyor bu;
kanlı canlı bir gerçek, san ki...
.......
daha doğrusu, 'zamanın dışında' olduğu herhalde söylenemez - zamanı çok iyi bildiğini biliyorum çünkü-;
daha çok, sanki, zamanı yoketmek istiyor.
zamandan kurtulmak istiyor.
benim en çok gereksediğim; eksikliğinin sıkıntısını en çok çektiğim-ama bol bol çarçur ettiğim-, zaman, onun için yokedilmesi gereken bir şey.
- ama zamansız varolamaz ki...
-bunu da biliyor sanırım
.......
hiçbir şeyi unutmuyor olmalı-o, benim bengi belleğim....
.......
benden de eylem istiyor;
oysa ben, onunla uğraşmaktan, eylemde bulunamıyorum. ben eylemde bulunmağa hazır olduğumda da, o bunu istemiyor.
belki, tam da bana bir şeyler yaptırmağa çalışmasından dolayı, benim bir şeyler yapmama engel oluyor.
.........
sonsuzca bu devam ediyor...
Elemantarizm 1926 da Theo van Doesburg un ileri sürdüğü Mondrian ın Neo Plastisizmine karşı bir harekettir.
o günün konseptine göre ' fiigür yok sanat elemanları var'yani SOYUT anlamına gelir.
çok sayıda kişinin yaptığı resimleri tamamen rastlantısal olarak biraraya getirmek.
Yüzdeyüz rastlantısal olması için, tamamen sanatçının denetimimden çıkması için
bilinçli kontrol ve bilgi gerektirir.... rastlantıyla bir araya gelirler.
bu gece
biraz önce
yarım bir ay gördüm, bülbül ötünce_
söyle; yarın, ışır mı, biz gidince
bülbül susunca, gül çürüyünce
kapanır, batar, gider mi,_
ölür mü; olur mu
bu tümce
biz gidince
bu gece
bitince?
oruç aruoba
duran duran
Union of the Snake
Gerçeklik, Gerçeğin Tekrarıdır
Biriyle iletişime geçtiğimde
ya
o kabın şeklini alırım
ya da
onun şeklimi almasına izin veririm.
Bunun yüksek oktavdaki adı ‘aktarım’,
düşük oktavdaki adı aşktır.
Dönüşen ve dönüştüren,
mutlak bir ‘dönüşmüş’ olmanın hazzında
yalnızca birbirlerine bölünür
ve yine
yalnızca Bir’inde çoğalırlar.
Oysa bu kez
O’nun ne olduğunu bilmemeye karşı direniyorum.
Çünkü her şeyi tanımlama gereksinimi duyan,
sessizliği bölüşülemeyen tek lanet olarak dışlayan,
bu yüzden konuştukça kendi sesini hiçleştiren,
her ayak izini doğru ağırlıkla eşlemeye çalışan
ve
yitirdiği her kadının sağlamasını
bir sonrakinde yapan zihinsel patolojimin
O’nu çarpıtmasını istemiyorum.
demiş... a. breton
Tutkuların düğümlendiği acı ile bilinçliliğin getirdiği acı çok farklı şeylerdir. Tutkunluktan çıkan 'sevdanın kararıp, kişinin içine çökmesi' sonucu oluşan acıyla da gene ancak bilinç baş edebilir.
Yoksa, tutkululuğun kendisi de bir tutkudan ibaret kalırsa, kişinin iç bütünlüğü tehlikeye girer;
hem, 'güzelim tutulmuşluk' diye nida ederken, bir bilinci dilegetirmiyor musun?
'Tutkularımla hareket edeceğim' diye bir karar da bilinçlilik gerektirir,
yoksa kişi sürüklenir gider...
o.a.
sahici bilgi, hem gerçek, hem hayal kaynağından eşit ölçülerde su çekebilen bir etkinliğin ürünüdür.
hayalleri dolduran bir gerçekliğin ve gerçeklere boşvermeyen bir hayalin ortak ürünü...
çünkü gerçek, hayal olmaksızın, biçimsizdir;
hayal de gerçek olmaksızın içeriksiz...
o.a.