Artır aşkımı...artır En cinnet nöbetlerimin en tatlısı Ey hançerin etime girişi Ey bıcağın içimdeki titreyişi Artır batmışlığımı ey kadınım Deniz beni cağırıyor Artır ölümü bende... Belki ölüm deriltir beni Öldürdüğünde! ...
Bedenin haritamdır Artık bana dünya harıitası Bir şey ifade etmiyor Ben hüznün en eski başkentiyim Yaralarım Firavun devrinden nakışlardır Acılarım...Beyrut'tan Çine uzanır Denizdeki petrol birikintisi gibi Acılarım...bir kafiledir Şam halifelerinin Asırlar önce Çine gönderdiği Yedi başlı ejderhanın ağızından kaybolan...
Kalbimin serçesi... Nisanda gelen sevgilim Ey deniz kumları Ve ey zeytin ormanları Ey karın ve ateşin tadı Ey kuşkumun ve imanımın lezzeti Bilinmeyenden korkuyorum... Koru beni Karanlıktan korkuyorum...Sarıl bana Üşüyorum...Ört beni Bana çocuk hikayelerini anlat Yanıma uzan... Şarkılar söyle bana...
Ben yaratılışın başından beri Alnımı dayayacağım bir vatan arıyorum Beni duvarlara kazıyıp Sonra silecek olan Kadının şiirini arıyorum Beni alıp...güneşin sınırlarına götürüp Fırlatacak kadının sevgisini arıyorum Beni öğütülmüş altın tozlarına dönüştürecek Kadının dudaklarını arıyorum...
Ömrümün ışığı Pervanem Kandilim Bahçemin gül kokusu Limon kokularından bir köprü uzat bana Fildişi bir tarak gibi bırak beni Saçının karanlıklarına Ve unut beni orada Ben şaşırmış bir su damlacığım Sonbahar defterlerinde kalakalmış
Eziyor beni sevgin Delişmen Kafkas atları gibi Alıyor ayaklarının altına Göz pınarlarımda oynaşıyor...
Artır gücümü artır Ey cinnet nöbetlerimin en tatlısı Senin yüzünden azat ettim Tüm kadınlarımı Yok ettim kimliğimi Ve kopardım tüm damarlarımı...
(Yasak Şiirler) çeviren: Kemal Yüksel Nizar Kabbani
Bir papatya tarlası düşün... ilkbahar ayı Ve sen onun yanından gecen yolda yürüyorsun. Ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker. Binlercesinden birisidir, ama sen onun yanına gidersin. Onda seni çeken bir şeyler vardır. O papatyayı olduğu yerden koparırsın. Sadece senin olsun istersin. Sadece senin.Öleceğini düşünmeden ve gidersin o tarladan İçindeki şiddetin durduramadığı bir bencillik ama bir o kadar güzel ve hapsedici. TUTKU bu olsa gerek
Önemli olan yaseminlere ulaşabilmek değildi, O yaseminler uğruna sarf dilen çaba... Böyle demiş yazarın biri... Okumak isteyenlere ismi 'Doğmamış Çocuğa Mektuplar' Yazarın adını hatırlayamıyorum :)
aşkın ayak izlerini izleyen bir kaşifin kıtaya ilk ayak bastığında karşılaştığı duygunun adıdır, bir başka ifadeyle gökyüzüne aşık filozof için yıldızların anlamı, denize aşık kadırgaların dalgalarla buluştuğunda çıkardığı,denizcilerin bir benzerinin dünyanın hiçbiryerinde olmadığına yeminler ettiği sesler, yeldeğirmenlerinin ruhu rüzgar ve bulutların özü yağmur gibidir tutku.. insan yüreğinin derinliklerinde var olan en delice isteğin, bedendeki yokoluşun sihrine karıştığı ve anın vuruşlarının gözlerin derinliklerinde kaybolmaya başladığı zaman, en uçtaki hücrelerden hissedilmeye başlanan derin, ten kadar bedensi, sevgi kadar yüce, en kutsal dokunuşlar kadar sarsıcı istektir tutku.. o ana kadar tek başına,tek bir bedenle ve tek bir ruhla sürdürdüğün yaşamın, boşluklarını hissederek, boşluklarının acılarını,karanlıklarını duyarak yaşadığın hayatının anlarının; yaşamdaki çelişkilerin varlığının farkına varılmasıyla, en azından bir başka yaşam olabileceğine ilişkin ilk şüphelerin var olmasıyla, boşluklarını hızla dolduran med dalgaları gibi yerini düşlere bırakmasıyla yavaş yavaş, beliren duygudur tutku. tutku aşkın ve düşlerin en şiddetli ve ilk acımasız duygusudur. belki de yaşamın vazgeçilmez yedi duygusunun en tanrısal olanıdır tutku.. tutku bir fırtınadır kalbin ortasında başlayan ve giderek tüm bedene yayılan. onsuz olamayacağını hissettiğin ilk anı anımsarsın, gece yarısıdır, nedense bardağındaki çay soğumaktadır ve sana eskisi kadar tat vermemektedir. birşey olmuştur, kendine bulduğun mutluluklar gölgelenmiştir sanki.. bir gece yarısı daha geçer, uzakta parlayan ışıklar sana onu anımsatır, eski şarkılara merak sarmışsındır yeniden, ışıkları kapatmak istersin, içinde hep olduğuna inandığın huzur seni terketmiştir sanki.. bir parça daha yalnızdındır, kalabalıklar daha çok yalnızlığı anımsatmatadır sana. alevlerin bir ateş parçasından daha çok anlamlar taşıdığına inanmaya hazırsındır, kalbinde daha güçlü kıvılcımlar olduğunu ilk düşündüğün anlardır.. onsuz olamayacağını sürekli tekrarlamaya başlarsın, yaşam ikiye ayrılmıştır senin için, onunla geçirdiğin anlar, onsuz geçen anlar.. anlamlı olanlar ve yaşamdan silebileceğin kadar anlamsız olanlar. onunla geçirdiğin her an vazgeçilmez olmaya başlamıştır, içinde ölümsüzlük ateşleri yanmaya başlar..sanki, yaşam bir tuvalın üzerindeki desenler gibidir ve o siyah ve beyaz gibi vezgeçilmez, yokluğu ölümcül bir renktir. sanki ölümün sessizliği gibidir, fırtınanın rüzgarı, denizin tuzlu mavisi, yaranın acısı gibidir yaşamın içinde. onsuzluktan korkmaya başladığını hissedersin.. … gün doğarken, yüzünün hayallerinden sıyrılan silueti derin bir tutku denizine dönüşür,aşkın vazgeçilmezi yerine gelmiştir, artık sen bir tutkunsundur.. “ben sana tutkunum “ dersin, şafak sökmektedir az ötende.
yıllar boyunca köklerini yüreğine salmasına izin verdiğin, yalnızlıktan ürperdiğin gecelerde üzerine yıldırım düşüren, dallarıyla yüreğinden gökyüzüne uçsuz bucaksız açılmış ağaç...hiç bir zaman kurumasını istemediğin istesende kesemediğin...
aşkın susamışlığında pınardan su içer gibi
Bedenin Haritamdır
Artır aşkımı...artır
En cinnet nöbetlerimin en tatlısı
Ey hançerin etime girişi
Ey bıcağın içimdeki titreyişi
Artır batmışlığımı ey kadınım
Deniz beni cağırıyor
Artır ölümü bende...
Belki ölüm deriltir beni
Öldürdüğünde! ...
Bedenin haritamdır
Artık bana dünya harıitası
Bir şey ifade etmiyor
Ben hüznün en eski başkentiyim
Yaralarım Firavun devrinden nakışlardır
Acılarım...Beyrut'tan
Çine uzanır
Denizdeki petrol birikintisi gibi
Acılarım...bir kafiledir
Şam halifelerinin
Asırlar önce Çine gönderdiği
Yedi başlı ejderhanın ağızından kaybolan...
Kalbimin serçesi...
Nisanda gelen sevgilim
Ey deniz kumları
Ve ey zeytin ormanları
Ey karın ve ateşin tadı
Ey kuşkumun ve imanımın lezzeti
Bilinmeyenden korkuyorum...
Koru beni
Karanlıktan korkuyorum...Sarıl bana
Üşüyorum...Ört beni
Bana çocuk hikayelerini anlat
Yanıma uzan...
Şarkılar söyle bana...
Ben yaratılışın başından beri
Alnımı dayayacağım bir vatan arıyorum
Beni duvarlara kazıyıp
Sonra silecek olan
Kadının şiirini arıyorum
Beni alıp...güneşin sınırlarına götürüp
Fırlatacak kadının sevgisini arıyorum
Beni öğütülmüş altın tozlarına dönüştürecek
Kadının dudaklarını arıyorum...
Ömrümün ışığı
Pervanem
Kandilim
Bahçemin gül kokusu
Limon kokularından bir köprü uzat bana
Fildişi bir tarak gibi bırak beni
Saçının karanlıklarına
Ve unut beni orada
Ben şaşırmış bir su damlacığım
Sonbahar defterlerinde kalakalmış
Eziyor beni sevgin
Delişmen Kafkas atları gibi
Alıyor ayaklarının altına
Göz pınarlarımda oynaşıyor...
Artır gücümü artır
Ey cinnet nöbetlerimin en tatlısı
Senin yüzünden azat ettim
Tüm kadınlarımı
Yok ettim kimliğimi
Ve kopardım tüm damarlarımı...
(Yasak Şiirler)
çeviren: Kemal Yüksel
Nizar Kabbani
Bir papatya tarlası düşün... ilkbahar ayı Ve sen onun yanından gecen yolda yürüyorsun. Ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker. Binlercesinden birisidir, ama sen onun yanına gidersin. Onda seni çeken bir şeyler vardır. O papatyayı olduğu yerden koparırsın. Sadece senin olsun istersin. Sadece senin.Öleceğini düşünmeden ve gidersin o tarladan İçindeki şiddetin durduramadığı bir bencillik ama bir o kadar güzel ve hapsedici. TUTKU bu olsa gerek
aşkın küçük kardeşi, karanlıktadır...
tutkularımıza karşı koyabiliyorsak bu irademizin güçlü olmasından çok tutkularımızın zayıflığındadır...........
Alışkanlıkların vazgeçilmez hale gelmesi..
müptelası olmak
Önemli olan yaseminlere ulaşabilmek değildi, O yaseminler uğruna sarf dilen çaba... Böyle demiş yazarın biri... Okumak isteyenlere ismi 'Doğmamış Çocuğa Mektuplar' Yazarın adını hatırlayamıyorum :)
Insan, önünde sonunda tutkusunu sever, dilegini degil..
aşkın ayak izlerini izleyen bir kaşifin kıtaya ilk ayak bastığında karşılaştığı duygunun adıdır, bir başka ifadeyle gökyüzüne aşık filozof için yıldızların anlamı, denize aşık kadırgaların dalgalarla buluştuğunda çıkardığı,denizcilerin bir benzerinin dünyanın hiçbiryerinde olmadığına yeminler ettiği sesler, yeldeğirmenlerinin ruhu rüzgar ve bulutların özü yağmur gibidir tutku..
insan yüreğinin derinliklerinde var olan en delice isteğin, bedendeki yokoluşun sihrine karıştığı ve anın vuruşlarının gözlerin derinliklerinde kaybolmaya başladığı zaman, en uçtaki hücrelerden hissedilmeye başlanan derin, ten kadar bedensi, sevgi kadar yüce, en kutsal dokunuşlar kadar sarsıcı istektir tutku..
o ana kadar tek başına,tek bir bedenle ve tek bir ruhla sürdürdüğün yaşamın, boşluklarını hissederek, boşluklarının acılarını,karanlıklarını duyarak yaşadığın hayatının anlarının;
yaşamdaki çelişkilerin varlığının farkına varılmasıyla, en azından bir başka yaşam olabileceğine ilişkin ilk şüphelerin var olmasıyla, boşluklarını hızla dolduran med dalgaları gibi yerini düşlere bırakmasıyla yavaş yavaş, beliren duygudur tutku. tutku aşkın ve düşlerin en şiddetli ve ilk acımasız duygusudur. belki de yaşamın vazgeçilmez yedi duygusunun en
tanrısal olanıdır tutku..
tutku bir fırtınadır kalbin ortasında başlayan ve giderek tüm bedene yayılan. onsuz olamayacağını hissettiğin ilk anı anımsarsın, gece yarısıdır, nedense bardağındaki çay soğumaktadır ve sana eskisi kadar tat vermemektedir. birşey olmuştur, kendine bulduğun mutluluklar gölgelenmiştir sanki.. bir gece yarısı daha geçer, uzakta parlayan ışıklar sana onu anımsatır, eski şarkılara merak sarmışsındır yeniden, ışıkları kapatmak istersin, içinde hep olduğuna inandığın huzur seni terketmiştir sanki.. bir parça daha yalnızdındır, kalabalıklar daha çok yalnızlığı anımsatmatadır sana. alevlerin bir ateş parçasından daha çok anlamlar taşıdığına inanmaya hazırsındır, kalbinde daha güçlü kıvılcımlar olduğunu ilk düşündüğün anlardır..
onsuz olamayacağını sürekli tekrarlamaya başlarsın, yaşam ikiye ayrılmıştır senin için, onunla geçirdiğin anlar, onsuz geçen anlar.. anlamlı olanlar ve yaşamdan silebileceğin kadar anlamsız olanlar. onunla geçirdiğin her an vazgeçilmez olmaya başlamıştır, içinde ölümsüzlük ateşleri yanmaya başlar..sanki, yaşam bir tuvalın üzerindeki desenler gibidir ve o siyah ve beyaz gibi vezgeçilmez, yokluğu ölümcül bir renktir. sanki ölümün sessizliği gibidir, fırtınanın rüzgarı, denizin tuzlu mavisi, yaranın acısı gibidir yaşamın içinde. onsuzluktan korkmaya başladığını hissedersin..
… gün doğarken, yüzünün hayallerinden sıyrılan silueti derin bir tutku denizine dönüşür,aşkın vazgeçilmezi yerine gelmiştir, artık sen bir tutkunsundur..
“ben sana tutkunum “ dersin, şafak sökmektedir az ötende.
Çok tutkulu insanlar tanıdım.
Benim tek tutkum güzel bir yeşlılık.
vazgeçilmez olandır.her ne pahasına olursa olsun bırakamadıklarındır, bu her neyse.
Heves değil, gerçekten arzu..
yıllar boyunca köklerini yüreğine salmasına izin verdiğin, yalnızlıktan ürperdiğin gecelerde üzerine yıldırım düşüren, dallarıyla yüreğinden gökyüzüne uçsuz bucaksız açılmış ağaç...hiç bir zaman kurumasını istemediğin istesende kesemediğin...
Tutku gelmez ele avuca. Cıva misali zehirledikçe cezbeder cezbettikçe zehirler.
tutku,80 yaşında bir insanın kaburgası kırık olmasına ve yaşından dolayı garip hareket etmesine rağmen bir türlü koltuğu bırakamamasıdır.