Tarih milletlerin boy aynasıdır. Kendimizi bu aynada nasıl görmek istiyorsak ona göre bir hayat idame ettirmeliyiz. Zira tarih, geçmişte yaşananların bugüne yansımasıdır. Fakat tarih yapanla tarih yazanın birbirlerine sadık olması, yazılanla yaşananın aynı düzlemde cereyan etmesi gerekir. Aksi halde her devletin kendi penceresinden gördüğü ve sımsıkı sarıldığı yalan yanlış malumatlarla sahrada gemi yüzdürürüz.
İnsanlar tarihî geçmişlerini, kültür ve medeniyetlerini asla unutmamalıdır. Çünkü bize mertebe kazandıracak veya kaybettirecek bu birikimlerimizdir. Maziyi yâd ederek yaşamak, geleceği şekillendirmek için elzemdir. Fakat geçmişe takılıp kalmak da en az geçmişi unutmak kadar tehlikelidir. Geçmişteki hatalarımızdan ders, başarılarımızdan ise hız almalıyız. Böylelikle gayret ve motivasyonumuzu en üst seviyede tutabiliriz.
İlim ve irfanın tarlası hükmündeki Osmanlı devleti bizim şanlı mazimizin dönüm noktalarından birisidir. Altı yüz yılı aşkın bir dönemi kapsayan bu süreç hafızalarımızda yaşatılmalıdır. Çünkü bu uzun zaman diliminden öğreneceğimiz çok şeyler vardır. Ak ve kara sayfalarıyla dünya tarihine yön veren bu tarih silsilesinden nasibimize düşen ibretleri almalı ve geleceğimizi o tecrübelerin verdiği güçle şekillendirmeliyiz.
İstikbale endişesiz bakmak ve yön vermek maziden beslenmekle mümkündür. Bizim koca tarihimizde irfan, şan ve şeref levhaları sayılamayacak kadar çoktur. Bizim tarihimiz ve kültürümüz fedakârlık numuneleriyle doludur. Örnek hadiseler ve buna bağlı kişilikler aramak için uzaklara gitmemize hiç mi hiç gerek yoktur. Uzun yıllardan beri Batı’da aranan kaynak aslında içerdedir. Avrupa’da insanlık vahşet ve dehşet içerisinde kırılırken ecdadımız hikmet ve adaletin, ilim ve irfanın, şan ve şerefin doruklarında seyrü sefer ediyordu. Fakat ne yazık ki hâlâ bunun farkına varamamışız. Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete.
Tarih şuuru sihirli bir anahtardır. Hayatımızın her safhasında karşımıza çıkan kapalı kapıları bu anahtarın esrarengiz gücüyle açabiliriz. Şayet anahtar tutukluk yapsa bile tarih şuurunun verdiği sarsılmaz güçle o çelikten kapıları yumruklarımızla kırarak içeri girebiliriz.
Köklü bir millet olan Türkleri köksüzlüğün uçurumuna sürüklemek isteyenler, onları popüler kültürün boyalı şeker hükmündeki sahte tatlarıyla avutmaktadırlar. Bağımlılık yapan ve kişinin komaya girmesine yol açan bu sahte tatlar, ruhumuzun damak zevkini de bozmaktadır. Mankurtlaşmaya kadar uzayan bu süreçte çok keskin ve tehlikeli dönemeçler mevcuttur. Böyle kaygan bir yolda giden şoförün mahir ve uyanık olması elzemdir.
Tarihî değerlerimiz, millet yapısının köşe taşlarını birbirine bağlayan ve sağlamlaştıran çimento hükmündedir. Tarihe bakınca görürüz ki milletlerin yaşadığı zor dönemler birlik ve beraberlik ruhuyla aşılmıştır. Ortak değerlerimiz birliğimizin altın halkaları olmuştur. İrade sahibi insanlar bu halkaları sağlamlaştırırken, yaşamayı taklitten ve tezyinden ibaret görenler, halkaların zayıf noktaları olmuşlardır. Bu güçsüz noktalar her geçen gün iyice aşınarak kopma noktasına gelmiştir. Bazı kesimler de bu zayıflamayı ve kopmayı hızlandırmışlardır. Fakat inanç, dil, kültür, örf ve ahlak gibi yüce değerler çelikten daha güçlü bir tesir uyandırarak mukaddes yapının çöküşüne engel olmuşlardır.
Tarihte bizi cephede yıkamayan milletler ya masa başında, ya da kapalı kapıların ardında kurdukları çirkin tezgâhlarla kutsal yapımızı parçalamaya çalışmışlardır. Fakat çok şükür ki bu hususta istedikleri düzeyde başarı sağlayamamışlardır. Çünkü basiret sahibi insanlar düşmanın hedefini sezmiş ve onların açtıkları kuyuya düşmemişlerdir. Üstelik o insanların çoğu, okuma yazması olmayan kişilerdi. Zira Milli Mücadele zamanında okuryazar oranımızın yüzde on iki civarında olduğu söylenmektedir. Yine o zamanlar üniversite mezunlarımız parmakla gösterilecek kadar azdı. Fakat buna rağmen o insanlar barış içerisinde yaşadıkları, karınlarını doyurdukları ve huzur buldukları topraklara ihanet etmemişlerdir. Günümüzde bazı aydınlar birkaç okul bitirmiş olmalarına rağmen vatan sevgileri, dinî ve millî hassasiyetleri o zamanki avamınkinden kat be kat azdır. Demek ki bazı aydınlar bilgi hamalıdır. Bildikleri şeyler onları ihanet uçuruma yuvarlanmaktan kurtaramamıştır. Yakın zamanda bunun taze örneklerine şahit oluyoruz.
Hamuru Müslümanlıkla yoğrulmuş bir milletin fertleri olarak, tarihimizden ve manevî kıymetlerimizden hız alarak yarınlara koşmalıyız. Garba semer olmak yerine semeri taşıyana kılavuz olmalıyız. Kurtuluşu başka adreslerde arayanlar ya haindir, ya da basiret fakiridir.
Yalan söyleyen tarih utansın terimine günde üç defadan fazla yazamadığım için (günde beş yazabilirsiniz diye yalan söyleyen antoloji utansın bu arada... :))) buraya yazıyorum.......
Resmi tarih diye küçümsediğiniz şey de tamamen belgelere dayandırılarak yazılmıştır... Bu kitabın belge diye sunduklarına kaynaklarına bilgi kabul ettiği donelere bi bakmak lazım... Yalan söyleyenin bu kitap olduğu kanısındayım hala... Çünkü dedelerimden ve büyüklerden dinlediklerim genellikle resmi tarihi destekler yönde... Resmi tarih için referans olan belgelerinde yeterince sağlam olduğunu düşünüyorum...
Tarih bilinci olmayan insan bekleksiz gibidir başkasının giydirdiği kimliği alır onunla yaşar.
TARİH ŞUURU
M.NİHAT MALKOÇ
Tarih milletlerin boy aynasıdır. Kendimizi bu aynada nasıl görmek istiyorsak ona göre bir hayat idame ettirmeliyiz. Zira tarih, geçmişte yaşananların bugüne yansımasıdır. Fakat tarih yapanla tarih yazanın birbirlerine sadık olması, yazılanla yaşananın aynı düzlemde cereyan etmesi gerekir. Aksi halde her devletin kendi penceresinden gördüğü ve sımsıkı sarıldığı yalan yanlış malumatlarla sahrada gemi yüzdürürüz.
İnsanlar tarihî geçmişlerini, kültür ve medeniyetlerini asla unutmamalıdır. Çünkü bize mertebe kazandıracak veya kaybettirecek bu birikimlerimizdir. Maziyi yâd ederek yaşamak, geleceği şekillendirmek için elzemdir. Fakat geçmişe takılıp kalmak da en az geçmişi unutmak kadar tehlikelidir. Geçmişteki hatalarımızdan ders, başarılarımızdan ise hız almalıyız. Böylelikle gayret ve motivasyonumuzu en üst seviyede tutabiliriz.
İlim ve irfanın tarlası hükmündeki Osmanlı devleti bizim şanlı mazimizin dönüm noktalarından birisidir. Altı yüz yılı aşkın bir dönemi kapsayan bu süreç hafızalarımızda yaşatılmalıdır. Çünkü bu uzun zaman diliminden öğreneceğimiz çok şeyler vardır. Ak ve kara sayfalarıyla dünya tarihine yön veren bu tarih silsilesinden nasibimize düşen ibretleri almalı ve geleceğimizi o tecrübelerin verdiği güçle şekillendirmeliyiz.
İstikbale endişesiz bakmak ve yön vermek maziden beslenmekle mümkündür. Bizim koca tarihimizde irfan, şan ve şeref levhaları sayılamayacak kadar çoktur. Bizim tarihimiz ve kültürümüz fedakârlık numuneleriyle doludur. Örnek hadiseler ve buna bağlı kişilikler aramak için uzaklara gitmemize hiç mi hiç gerek yoktur. Uzun yıllardan beri Batı’da aranan kaynak aslında içerdedir. Avrupa’da insanlık vahşet ve dehşet içerisinde kırılırken ecdadımız hikmet ve adaletin, ilim ve irfanın, şan ve şerefin doruklarında seyrü sefer ediyordu. Fakat ne yazık ki hâlâ bunun farkına varamamışız. Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete.
Tarih şuuru sihirli bir anahtardır. Hayatımızın her safhasında karşımıza çıkan kapalı kapıları bu anahtarın esrarengiz gücüyle açabiliriz. Şayet anahtar tutukluk yapsa bile tarih şuurunun verdiği sarsılmaz güçle o çelikten kapıları yumruklarımızla kırarak içeri girebiliriz.
Köklü bir millet olan Türkleri köksüzlüğün uçurumuna sürüklemek isteyenler, onları popüler kültürün boyalı şeker hükmündeki sahte tatlarıyla avutmaktadırlar. Bağımlılık yapan ve kişinin komaya girmesine yol açan bu sahte tatlar, ruhumuzun damak zevkini de bozmaktadır. Mankurtlaşmaya kadar uzayan bu süreçte çok keskin ve tehlikeli dönemeçler mevcuttur. Böyle kaygan bir yolda giden şoförün mahir ve uyanık olması elzemdir.
Tarihî değerlerimiz, millet yapısının köşe taşlarını birbirine bağlayan ve sağlamlaştıran çimento hükmündedir. Tarihe bakınca görürüz ki milletlerin yaşadığı zor dönemler birlik ve beraberlik ruhuyla aşılmıştır. Ortak değerlerimiz birliğimizin altın halkaları olmuştur. İrade sahibi insanlar bu halkaları sağlamlaştırırken, yaşamayı taklitten ve tezyinden ibaret görenler, halkaların zayıf noktaları olmuşlardır. Bu güçsüz noktalar her geçen gün iyice aşınarak kopma noktasına gelmiştir. Bazı kesimler de bu zayıflamayı ve kopmayı hızlandırmışlardır. Fakat inanç, dil, kültür, örf ve ahlak gibi yüce değerler çelikten daha güçlü bir tesir uyandırarak mukaddes yapının çöküşüne engel olmuşlardır.
Tarihte bizi cephede yıkamayan milletler ya masa başında, ya da kapalı kapıların ardında kurdukları çirkin tezgâhlarla kutsal yapımızı parçalamaya çalışmışlardır. Fakat çok şükür ki bu hususta istedikleri düzeyde başarı sağlayamamışlardır. Çünkü basiret sahibi insanlar düşmanın hedefini sezmiş ve onların açtıkları kuyuya düşmemişlerdir. Üstelik o insanların çoğu, okuma yazması olmayan kişilerdi. Zira Milli Mücadele zamanında okuryazar oranımızın yüzde on iki civarında olduğu söylenmektedir. Yine o zamanlar üniversite mezunlarımız parmakla gösterilecek kadar azdı. Fakat buna rağmen o insanlar barış içerisinde yaşadıkları, karınlarını doyurdukları ve huzur buldukları topraklara ihanet etmemişlerdir. Günümüzde bazı aydınlar birkaç okul bitirmiş olmalarına rağmen vatan sevgileri, dinî ve millî hassasiyetleri o zamanki avamınkinden kat be kat azdır. Demek ki bazı aydınlar bilgi hamalıdır. Bildikleri şeyler onları ihanet uçuruma yuvarlanmaktan kurtaramamıştır. Yakın zamanda bunun taze örneklerine şahit oluyoruz.
Hamuru Müslümanlıkla yoğrulmuş bir milletin fertleri olarak, tarihimizden ve manevî kıymetlerimizden hız alarak yarınlara koşmalıyız. Garba semer olmak yerine semeri taşıyana kılavuz olmalıyız. Kurtuluşu başka adreslerde arayanlar ya haindir, ya da basiret fakiridir.
Yalan söyleyen tarih utansın terimine günde üç defadan fazla yazamadığım için (günde beş yazabilirsiniz diye yalan söyleyen antoloji utansın bu arada... :))) buraya yazıyorum.......
Resmi tarih diye küçümsediğiniz şey de tamamen belgelere dayandırılarak yazılmıştır... Bu kitabın belge diye sunduklarına kaynaklarına bilgi kabul ettiği donelere bi bakmak lazım...
Yalan söyleyenin bu kitap olduğu kanısındayım hala...
Çünkü dedelerimden ve büyüklerden dinlediklerim genellikle resmi tarihi destekler yönde... Resmi tarih için referans olan belgelerinde yeterince sağlam olduğunu düşünüyorum...