ve mükemmel tespitlerini, sanatla öyle güzel yoğuruyorsun ki akıl ve gönül anlamında hiçbir boşluk bırakmıyorsun.. heyy şaire, seni daha iyi anlamak için galiba yüreğinin dillenip kaleminden sözcük olarak akanları didik didik incelemek de lazım :)
Şiire heves eden eli öpülesi büyüklerimiz ve bir şekilde şiiri kendinin yaşam biçimi sanan kızlarımız gençlerimiz falan eğer bir şekilde muvaffak olamamışlarsa bu şiir olayında. Bu kez de böyle bir yol denerler. Hani şiirsel. Şiir değil de efendim, böyle kulağa siir gibi gelen. Şiir mi bu desek, yok şiirsel anlatım derler. Yırtarlar bir nevi. Mevcudiyetlerinin anlamı olan şiiri yazamamış olmanın acısını kalplerine gömerler de yok derler. Şiir gibi yani. Şiirsel.
Şiir; az, özlü, damıtılmış membalardan kristalize edilmiş sözlerle, anlamın engin deryasında yüklü gemileri ustaca yürütmektir.
Her güzel şiir, çağlarının, devirlerinin insani bir soluğudur ve yalnızca, hırçın atların alaca toynaklarıyla çiğnenmemiş o bakir toprakların koynunda filizlenir katıksız ve sevda kokulu şiir tohumları…
Biz şiiri karnımız doysun diye değil ruhumuzu doyursun diye yazdık. Ki “tüm meslekler yıpratır ama şairlik müstesna” der eskiler. Çünkü şair midesi için değil kendisinin ve tüm yaralı/örselenmiş/ötekileştirilmiş ruhların sağaltılması, yüceltilmesi ve aydınlatılması için çalışır, çalışmalıdır…
Şiir kalesinin soylu duvarları öyle ince ve öyle özenle döşenmelidir ki, tuğlalardan herhangi birinin çekilip alınmasıyla duvarın yıkılması nasıl kaçınılmaz ise, mısralardan birinin şiirin tam ortasından çekilip alınması ile de şiir/eser öylece bozulmalıdır. Güçlü, y/etkin ve olgun bir şiirin altın kuralıdır bu.
Şair kendini savunmaz, şiiri savunur. Kelamın büyüsünü ustaca bir kurguyla kullanmak ve oluşturulan kelimeler kuyusundan gelecek kuşaklara/ardıllara içilebilecek arı-duru- buzul sulardan avuç içi kadar bile olsa sunabilmek gayesiyle çırpınmaktır. Harflerin sarraflığıdır belki, bulutlardan süt sağmaktır birazda..
Şiir; hayal deryasının kuytuluklarında sosyal-ekonomik-siyasi olayların örselenmiş/ hırpalanmış ruhumuzdaki kesik yaraların dikiş tutmaz izlerini, ilhamın büyüsünden ve katıksız sevdaların kucaklar dolusu mutluluğundan, kederlerin, ayrılığın, zorbalığın ve yoksulluğun inançlı ve körpe ruhlarda açtığı derin kesiklerden, kırılmalardan ve yaralardan izler taşımalıdır.
Doğru işleri takdir edebilmenin yanında Şairin muhalif bir duruşu olmalı. Postmodern zamanın şu kaypak ve albenili zemininde; yerlere düşmeden, el etek öpmeden, onurundan ve özgünlüğünden asla ödün vermeden, hep sorgulamalı, aramalı, gediğine eksik konulmuş bir taş/söz/cevap var ise onu bularak ısrarla yerine koymaya çalışmalıdır…
Dil şairin ekmeğidir. S/öz suyudur, tuzudur. Toplumun asla yüz vermeyeceği, günübirlik, lümpen, entel, yozlaşmış ve müstehcen kelimelere şair kesinlikle yüz vermemeli. kalıcı, yılların acımasızlığına ve mimlenmişliğine direnebilecek has kelimeleri bilge bir telkari titizliğiyle, ustalıkla işlemeli ve onu insan/toplum yararına kullanmalıdır.
Öykünmek, körü körüne bir taklit değil; yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ulaşabilmenin beyindeki/yürekteki ilk kıvılcımlarıdır. Edebiyatın kadim, sonsuz ve derin okyanusunda boğulmamak için çırpınan her genç kalem, bir deniz fenerine rastladığında kulaçlarını ve yönünü o tarafa doğru çevirir. Kaçınılmaz bir gerçekliktir bu. Aslolan o uzak deniz fenerine ulaştıktan sonrasıyla yetinmeyip, kendi gideceği yönü, mesafeyi ve muhtemel riskleri hesaplayabilmek ve ona göre denenmemiş özgün/yalın/rasyonel bir rota çizebilmektir. Sonrasında kaleme alacağı her yeni şiirini bir önceki şiirinden daha olgun bir tatla okuyucularına sunabilmek için…
Zorlu bir arayıştır şiir. Ham sözü olgun bir meyva tadına varana dek sabırla işleyerek ona sonsuz edebi değerler katma sanatıdır. Kelimelerin ardınca yalınayak koşmak ve sözün kör karanlık kuyusundan iğneyle su taşımaktır susuz bozkırlara. Hayatımızdaki nice sorulara yanıt verebilmenin, haksızlıklardan ve zorbalıklardan korkusuzca hesap sorabilmenin, yapılan bireysel yanlışlıklara göz yumulmuşsa eğer özeleştiri yapıp hesap verebilmenin, sorgulamanın, ideal bir dünyanın tesisi için yeni yol/yöntem ve arayışların ardına düşme isteğidir…
Bir şairin sevdiklerine verebileceği en güzel armağanı şiiridir. Her kim ki insanlık kalesinin o soylu/kadim duvarlarına bir tuğla koymuş ise, ona önyargılardan arındırılmış bir saygı duymak lazım. Sağlam bir şiiri var eden okurunun ona biçtiği değer ve okurken ondan aldığı edebi haz ile ölçülür. Duygusuz, şoven, kurgusuz, basit, kuru laf canbazlığını, günü birlik aşklarını, hayvani içsel dürtülerini ve ucuz söz oyunlarını şiir diye kitlelere (egemen medyanın da emsalsiz desteğiyle) cilalayarak sunanlar, şimdiden edebi mezarlıktaki kimsesizler bölümünden bir yer ayartsın kendine…
Gözlerimizi, kulaklarımızı ve bireysel algılarımızı tersyüz ederek beynimizin kıvrımlarına “usta” diye gösterilen/dayatılan/sokulan nice şair müsveddesi var ki, zamanla adı bile hatırlanmaz olmuştur. Çok yazmak bir ölçüde şairin üretkenliğine işaret edebilir. Ancak; çok söz bazen de anlamı/konuyu/temayı sıradanlaştırabilir. “Sözün fazlası molozdur.” kavlince az söz, az şiir, ama öz ve mükemmel bir şiirin peşinden koşmalıdır şair. Bu yaklaşımı edebi kısırlık olarak görmek isteyenler, bozuk plak gibi aynı nakaratları allayıp süsleyerek piyasaya sürerek üretken olduğunu varsayanlar, Ahmed Arif’ten ders almalılar biraz. Kendine has kokusunu en sert rüzgarlara bile direnerek, gelecek kuşaklara/yarınlara tüm zorluklara/badirelere/yasaklamalara rağmen taşımıştır O. Her şiir soyludur ve insanlık için önemli bir yapı taşıdır. Yazmak bu sebeple elzemdir…
Şair yalnız doğar, yalnız ölür.Yalnızlık silinmez/kaçınılmaz kara bir leke gibi yapışmıştır ve yazılmıştır alnına. Kalabalıklar içinde bile hep yalnızlık sancısı çeker. Yaşamına anlam katan sevdikleri/değerleri/halkı/umudu da olmasa hepten çıldıracaktır O. Yalnızlık şiirin iksiridir. kalabalığı gürültüyü, yarışa sürülmüş deli taylar/tazılar gibi koşuşturmacayı, kaosu, hengâmeyi sevmez. Dinginliği, huzuru ve sessizliği sever. Mısraların otantik kokusu Şehirlerde değil, görkemli dağlardan esen hoyrat rüzgarların doğal serinliğinde hissedilebilir ancak ve şiir dokunulmamış/sürülmemiş körpe topraklarda serpilir uç verebilir ancak…
Halkın yalın diliyle söz tarlasını harman yerlerine yığarak, kelimeleri usulca toplayıp buğdayın una çevrilişidir biraz da. Dolambaçlı, çetrefil ve zifiri karanlık bir yolda el yordamıyla yürümeye çalışmak cesaret ister ve bu yiğit şairlere has bir tutumdur. Çünkü o toplumun el feneri, halkının yorgun/umutsuz/ve öfkeli gözlerinin yaşamsal ışığıdır…
Şiir; az, özlü, damıtılmış membalardan kristalize edilmiş sözlerle, anlamın engin deryasında yüklü gemileri ustaca yürütmektir.
Her güzel şiir, çağlarının, devirlerinin insani bir soluğudur ve yalnızca, hırçın atların alaca toynaklarıyla çiğnenmemiş o bakir toprakların koynunda filizlenir katıksız ve sevda kokulu şiir tohumları…
Biz şiiri karnımız doysun diye değil ruhumuzu doyursun diye yazdık. Ki “tüm meslekler yıpratır ama şairlik müstesna” der eskiler. Çünkü şair midesi için değil kendisinin ve tüm yaralı/örselenmiş/ötekileştirilmiş ruhların sağaltılması, yüceltilmesi ve aydınlatılması için çalışır, çalışmalıdır…
Şiir kalesinin soylu duvarları öyle ince ve öyle özenle döşenmelidir ki, tuğlalardan herhangi birinin çekilip alınmasıyla duvarın yıkılması nasıl kaçınılmaz ise, mısralardan birinin şiirin tam ortasından çekilip alınması ile de şiir/eser öylece bozulmalıdır. Güçlü, y/etkin ve olgun bir şiirin altın kuralıdır bu.
Şair kendini savunmaz, şiiri savunur. Kelamın büyüsünü ustaca bir kurguyla kullanmak ve oluşturulan kelimeler kuyusundan gelecek kuşaklara/ardıllara içilebilecek arı-duru- buzul sulardan avuç içi kadar bile olsa sunabilmek gayesiyle çırpınmaktır. Harflerin sarraflığıdır belki, bulutlardan süt sağmaktır birazda..
Şiir; hayal deryasının kuytuluklarında sosyal-ekonomik-siyasi olayların örselenmiş/ hırpalanmış ruhumuzdaki kesik yaraların dikiş tutmaz izlerini, ilhamın büyüsünden ve katıksız sevdaların kucaklar dolusu mutluluğundan, kederlerin, ayrılığın, zorbalığın ve yoksulluğun inançlı ve körpe ruhlarda açtığı derin kesiklerden, kırılmalardan ve yaralardan izler taşımalıdır.
Doğru işleri takdir edebilmenin yanında Şairin muhalif bir duruşu olmalı. Postmodern zamanın şu kaypak ve albenili zemininde; yerlere düşmeden, el etek öpmeden, onurundan ve özgünlüğünden asla ödün vermeden, hep sorgulamalı, aramalı, gediğine eksik konulmuş bir taş/söz/cevap var ise onu bularak ısrarla yerine koymaya çalışmalıdır…
Dil şairin ekmeğidir. S/öz suyudur, tuzudur. Toplumun asla yüz vermeyeceği, günübirlik, lümpen, entel, yozlaşmış ve müstehcen kelimelere şair kesinlikle yüz vermemeli. kalıcı, yılların acımasızlığına ve mimlenmişliğine direnebilecek has kelimeleri bilge bir telkari titizliğiyle, ustalıkla işlemeli ve onu insan/toplum yararına kullanmalıdır.
Öykünmek, körü körüne bir taklit değil; yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ulaşabilmenin beyindeki/yürekteki ilk kıvılcımlarıdır. Edebiyatın kadim, sonsuz ve derin okyanusunda boğulmamak için çırpınan her genç kalem, bir deniz fenerine rastladığında kulaçlarını ve yönünü o tarafa doğru çevirir. Kaçınılmaz bir gerçekliktir bu. Aslolan o uzak deniz fenerine ulaştıktan sonrasıyla yetinmeyip, kendi gideceği yönü, mesafeyi ve muhtemel riskleri hesaplayabilmek ve ona göre denenmemiş özgün/yalın/rasyonel bir rota çizebilmektir. Sonrasında kaleme alacağı her yeni şiirini bir önceki şiirinden daha olgun bir tatla okuyucularına sunabilmek için…
Zorlu bir arayıştır şiir. Ham sözü olgun bir meyva tadına varana dek sabırla işleyerek ona sonsuz edebi değerler katma sanatıdır. Kelimelerin ardınca yalınayak koşmak ve sözün kör karanlık kuyusundan iğneyle su taşımaktır susuz bozkırlara. Hayatımızdaki nice sorulara yanıt verebilmenin, haksızlıklardan ve zorbalıklardan korkusuzca hesap sorabilmenin, yapılan bireysel yanlışlıklara göz yumulmuşsa eğer özeleştiri yapıp hesap verebilmenin, sorgulamanın, ideal bir dünyanın tesisi için yeni yol/yöntem ve arayışların ardına düşme isteğidir…
Bir şairin sevdiklerine verebileceği en güzel armağanı şiiridir. Her kim ki insanlık kalesinin o soylu/kadim duvarlarına bir tuğla koymuş ise, ona önyargılardan arındırılmış bir saygı duymak lazım. Sağlam bir şiiri var eden okurunun ona biçtiği değer ve okurken ondan aldığı edebi haz ile ölçülür. Duygusuz, şoven, kurgusuz, basit, kuru laf canbazlığını, günü birlik aşklarını, hayvani içsel dürtülerini ve ucuz söz oyunlarını şiir diye kitlelere (egemen medyanın da emsalsiz desteğiyle) cilalayarak sunanlar, şimdiden edebi mezarlıktaki kimsesizler bölümünden bir yer ayartsın kendine…
Gözlerimizi, kulaklarımızı ve bireysel algılarımızı tersyüz ederek beynimizin kıvrımlarına “usta” diye gösterilen/dayatılan/sokulan nice şair müsveddesi var ki, zamanla adı bile hatırlanmaz olmuştur. Çok yazmak bir ölçüde şairin üretkenliğine işaret edebilir. Ancak; çok söz bazen de anlamı/konuyu/temayı sıradanlaştırabilir. “Sözün fazlası molozdur.” kavlince az söz, az şiir, ama öz ve mükemmel bir şiirin peşinden koşmalıdır şair. Bu yaklaşımı edebi kısırlık olarak görmek isteyenler, bozuk plak gibi aynı nakaratları allayıp süsleyerek piyasaya sürerek üretken olduğunu varsayanlar, Ahmed Arif’ten ders almalılar biraz. Kendine has kokusunu en sert rüzgarlara bile direnerek, gelecek kuşaklara/yarınlara tüm zorluklara/badirelere/yasaklamalara rağmen taşımıştır O. Her şiir soyludur ve insanlık için önemli bir yapı taşıdır. Yazmak bu sebeple elzemdir…
Şair yalnız doğar, yalnız ölür.Yalnızlık silinmez/kaçınılmaz kara bir leke gibi yapışmıştır ve yazılmıştır alnına. Kalabalıklar içinde bile hep yalnızlık sancısı çeker. Yaşamına anlam katan sevdikleri/değerleri/halkı/umudu da olmasa hepten çıldıracaktır O. Yalnızlık şiirin iksiridir. kalabalığı gürültüyü, yarışa sürülmüş deli taylar/tazılar gibi koşuşturmacayı, kaosu, hengâmeyi sevmez. Dinginliği, huzuru ve sessizliği sever. Mısraların otantik kokusu Şehirlerde değil, görkemli dağlardan esen hoyrat rüzgarların doğal serinliğinde hissedilebilir ancak ve şiir dokunulmamış/sürülmemiş körpe topraklarda serpilir uç verebilir ancak…
Halkın yalın diliyle söz tarlasını harman yerlerine yığarak, kelimeleri usulca toplayıp buğdayın una çevrilişidir biraz da. Dolambaçlı, çetrefil ve zifiri karanlık bir yolda el yordamıyla yürümeye çalışmak cesaret ister ve bu yiğit şairlere has bir tutumdur. Çünkü o toplumun el feneri, halkının yorgun/umutsuz/ve öfkeli gözlerinin yaşamsal ışığıdır…
Saygı ile..Matematikçiyim. Felsefeye ve şiire yakın dururum.Ünlü gazete yazarlarımızdan biri, karşı tarafı -nedense- şöyle suçlamıştı: -Sizler daha şiirin ne olduğunu bile tanımlayamamışsınız. Bu söylemler, beni 'şiir' tanımını araştırmaya, gerekirse yeniden tanımlamaya sürükledi. Şu söylemleri hepimiz duymuşuzdur: -Şiir gibi konuşuyor. -Tanrı'nın yazdığı şiircesine. (Şarkı sözü.)
Birbiriyle hiç akrabalığı olmayan iki yazı, 'şiir' iddiasıyla sunulmakta. Bir çerçeve çizmemiz gerekmez mi? Ben, yayınlanacak kitabımın sunuşuna, şu çerçeveyi çizdim:
'Şiir bir duyguyu, düşünceyi, tasarımı, görüntüyü; zengin imge ve simgelerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, coşkulu anlatım sanatıdır. *Nadir ŞENER HATUNOĞLU: matematikçi-bilim uzmanı*
ve mükemmel tespitlerini, sanatla öyle güzel yoğuruyorsun ki akıl ve gönül anlamında hiçbir boşluk bırakmıyorsun..
heyy şaire, seni daha iyi anlamak için
galiba yüreğinin dillenip kaleminden sözcük olarak akanları
didik didik incelemek de lazım :)
Şiire heves eden eli öpülesi büyüklerimiz ve bir şekilde şiiri kendinin yaşam biçimi sanan kızlarımız gençlerimiz falan eğer bir şekilde muvaffak olamamışlarsa bu şiir olayında. Bu kez de böyle bir yol denerler. Hani şiirsel. Şiir değil de efendim, böyle kulağa siir gibi gelen. Şiir mi bu desek, yok şiirsel anlatım derler. Yırtarlar bir nevi. Mevcudiyetlerinin anlamı olan şiiri yazamamış olmanın acısını kalplerine gömerler de yok derler. Şiir gibi yani. Şiirsel.
Dinle şiiri, al ibreti. :)
Şiir; az, özlü, damıtılmış membalardan kristalize edilmiş sözlerle, anlamın engin deryasında yüklü gemileri ustaca yürütmektir.
Her güzel şiir, çağlarının, devirlerinin insani bir soluğudur ve yalnızca, hırçın atların alaca toynaklarıyla çiğnenmemiş o bakir toprakların koynunda filizlenir katıksız ve sevda kokulu şiir tohumları…
Biz şiiri karnımız doysun diye değil ruhumuzu doyursun diye yazdık. Ki “tüm meslekler yıpratır ama şairlik müstesna” der eskiler. Çünkü şair midesi için değil kendisinin ve tüm yaralı/örselenmiş/ötekileştirilmiş ruhların sağaltılması, yüceltilmesi ve aydınlatılması için çalışır, çalışmalıdır…
Şiir kalesinin soylu duvarları öyle ince ve öyle özenle döşenmelidir ki, tuğlalardan herhangi birinin çekilip alınmasıyla duvarın yıkılması nasıl kaçınılmaz ise, mısralardan birinin şiirin tam ortasından çekilip alınması ile de şiir/eser öylece bozulmalıdır. Güçlü, y/etkin ve olgun bir şiirin altın kuralıdır bu.
Şair kendini savunmaz, şiiri savunur. Kelamın büyüsünü ustaca bir kurguyla kullanmak ve oluşturulan kelimeler kuyusundan gelecek kuşaklara/ardıllara içilebilecek arı-duru- buzul sulardan avuç içi kadar bile olsa sunabilmek gayesiyle çırpınmaktır. Harflerin sarraflığıdır belki, bulutlardan süt sağmaktır birazda..
Şiir; hayal deryasının kuytuluklarında sosyal-ekonomik-siyasi olayların örselenmiş/ hırpalanmış ruhumuzdaki kesik yaraların dikiş tutmaz izlerini, ilhamın büyüsünden ve katıksız sevdaların kucaklar dolusu mutluluğundan, kederlerin, ayrılığın, zorbalığın ve yoksulluğun inançlı ve körpe ruhlarda açtığı derin kesiklerden, kırılmalardan ve yaralardan izler taşımalıdır.
Doğru işleri takdir edebilmenin yanında Şairin muhalif bir duruşu olmalı. Postmodern zamanın şu kaypak ve albenili zemininde; yerlere düşmeden, el etek öpmeden, onurundan ve özgünlüğünden asla ödün vermeden, hep sorgulamalı, aramalı, gediğine eksik konulmuş bir taş/söz/cevap var ise onu bularak ısrarla yerine koymaya çalışmalıdır…
Dil şairin ekmeğidir. S/öz suyudur, tuzudur. Toplumun asla yüz vermeyeceği, günübirlik, lümpen, entel, yozlaşmış ve müstehcen kelimelere şair kesinlikle yüz vermemeli. kalıcı, yılların acımasızlığına ve mimlenmişliğine direnebilecek has kelimeleri bilge bir telkari titizliğiyle, ustalıkla işlemeli ve onu insan/toplum yararına kullanmalıdır.
Öykünmek, körü körüne bir taklit değil; yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ulaşabilmenin beyindeki/yürekteki ilk kıvılcımlarıdır. Edebiyatın kadim, sonsuz ve derin okyanusunda boğulmamak için çırpınan her genç kalem, bir deniz fenerine rastladığında kulaçlarını ve yönünü o tarafa doğru çevirir. Kaçınılmaz bir gerçekliktir bu. Aslolan o uzak deniz fenerine ulaştıktan sonrasıyla yetinmeyip, kendi gideceği yönü, mesafeyi ve muhtemel riskleri hesaplayabilmek ve ona göre denenmemiş özgün/yalın/rasyonel bir rota çizebilmektir. Sonrasında kaleme alacağı her yeni şiirini bir önceki şiirinden daha olgun bir tatla okuyucularına sunabilmek için…
Zorlu bir arayıştır şiir. Ham sözü olgun bir meyva tadına varana dek sabırla işleyerek ona sonsuz edebi değerler katma sanatıdır. Kelimelerin ardınca yalınayak koşmak ve sözün kör karanlık kuyusundan iğneyle su taşımaktır susuz bozkırlara. Hayatımızdaki nice sorulara yanıt verebilmenin, haksızlıklardan ve zorbalıklardan korkusuzca hesap sorabilmenin, yapılan bireysel yanlışlıklara göz yumulmuşsa eğer özeleştiri yapıp hesap verebilmenin, sorgulamanın, ideal bir dünyanın tesisi için yeni yol/yöntem ve arayışların ardına düşme isteğidir…
Bir şairin sevdiklerine verebileceği en güzel armağanı şiiridir. Her kim ki insanlık kalesinin o soylu/kadim duvarlarına bir tuğla koymuş ise, ona önyargılardan arındırılmış bir saygı duymak lazım. Sağlam bir şiiri var eden okurunun ona biçtiği değer ve okurken ondan aldığı edebi haz ile ölçülür. Duygusuz, şoven, kurgusuz, basit, kuru laf canbazlığını, günü birlik aşklarını, hayvani içsel dürtülerini ve ucuz söz oyunlarını şiir diye kitlelere (egemen medyanın da emsalsiz desteğiyle) cilalayarak sunanlar, şimdiden edebi mezarlıktaki kimsesizler bölümünden bir yer ayartsın kendine…
Gözlerimizi, kulaklarımızı ve bireysel algılarımızı tersyüz ederek beynimizin kıvrımlarına “usta” diye gösterilen/dayatılan/sokulan nice şair müsveddesi var ki, zamanla adı bile hatırlanmaz olmuştur. Çok yazmak bir ölçüde şairin üretkenliğine işaret edebilir. Ancak; çok söz bazen de anlamı/konuyu/temayı sıradanlaştırabilir. “Sözün fazlası molozdur.” kavlince az söz, az şiir, ama öz ve mükemmel bir şiirin peşinden koşmalıdır şair. Bu yaklaşımı edebi kısırlık olarak görmek isteyenler, bozuk plak gibi aynı nakaratları allayıp süsleyerek piyasaya sürerek üretken olduğunu varsayanlar, Ahmed Arif’ten ders almalılar biraz. Kendine has kokusunu en sert rüzgarlara bile direnerek, gelecek kuşaklara/yarınlara tüm zorluklara/badirelere/yasaklamalara rağmen taşımıştır O. Her şiir soyludur ve insanlık için önemli bir yapı taşıdır. Yazmak bu sebeple elzemdir…
Şair yalnız doğar, yalnız ölür.Yalnızlık silinmez/kaçınılmaz kara bir leke gibi yapışmıştır ve yazılmıştır alnına. Kalabalıklar içinde bile hep yalnızlık sancısı çeker. Yaşamına anlam katan sevdikleri/değerleri/halkı/umudu da olmasa hepten çıldıracaktır O. Yalnızlık şiirin iksiridir. kalabalığı gürültüyü, yarışa sürülmüş deli taylar/tazılar gibi koşuşturmacayı, kaosu, hengâmeyi sevmez. Dinginliği, huzuru ve sessizliği sever. Mısraların otantik kokusu Şehirlerde değil, görkemli dağlardan esen hoyrat rüzgarların doğal serinliğinde hissedilebilir ancak ve şiir dokunulmamış/sürülmemiş körpe topraklarda serpilir uç verebilir ancak…
Halkın yalın diliyle söz tarlasını harman yerlerine yığarak, kelimeleri usulca toplayıp buğdayın una çevrilişidir biraz da. Dolambaçlı, çetrefil ve zifiri karanlık bir yolda el yordamıyla yürümeye çalışmak cesaret ister ve bu yiğit şairlere has bir tutumdur. Çünkü o toplumun el feneri, halkının yorgun/umutsuz/ve öfkeli gözlerinin yaşamsal ışığıdır…
2012/
Şiir; az, özlü, damıtılmış membalardan kristalize edilmiş sözlerle, anlamın engin deryasında yüklü gemileri ustaca yürütmektir.
Her güzel şiir, çağlarının, devirlerinin insani bir soluğudur ve yalnızca, hırçın atların alaca toynaklarıyla çiğnenmemiş o bakir toprakların koynunda filizlenir katıksız ve sevda kokulu şiir tohumları…
Biz şiiri karnımız doysun diye değil ruhumuzu doyursun diye yazdık. Ki “tüm meslekler yıpratır ama şairlik müstesna” der eskiler. Çünkü şair midesi için değil kendisinin ve tüm yaralı/örselenmiş/ötekileştirilmiş ruhların sağaltılması, yüceltilmesi ve aydınlatılması için çalışır, çalışmalıdır…
Şiir kalesinin soylu duvarları öyle ince ve öyle özenle döşenmelidir ki, tuğlalardan herhangi birinin çekilip alınmasıyla duvarın yıkılması nasıl kaçınılmaz ise, mısralardan birinin şiirin tam ortasından çekilip alınması ile de şiir/eser öylece bozulmalıdır. Güçlü, y/etkin ve olgun bir şiirin altın kuralıdır bu.
Şair kendini savunmaz, şiiri savunur. Kelamın büyüsünü ustaca bir kurguyla kullanmak ve oluşturulan kelimeler kuyusundan gelecek kuşaklara/ardıllara içilebilecek arı-duru- buzul sulardan avuç içi kadar bile olsa sunabilmek gayesiyle çırpınmaktır. Harflerin sarraflığıdır belki, bulutlardan süt sağmaktır birazda..
Şiir; hayal deryasının kuytuluklarında sosyal-ekonomik-siyasi olayların örselenmiş/ hırpalanmış ruhumuzdaki kesik yaraların dikiş tutmaz izlerini, ilhamın büyüsünden ve katıksız sevdaların kucaklar dolusu mutluluğundan, kederlerin, ayrılığın, zorbalığın ve yoksulluğun inançlı ve körpe ruhlarda açtığı derin kesiklerden, kırılmalardan ve yaralardan izler taşımalıdır.
Doğru işleri takdir edebilmenin yanında Şairin muhalif bir duruşu olmalı. Postmodern zamanın şu kaypak ve albenili zemininde; yerlere düşmeden, el etek öpmeden, onurundan ve özgünlüğünden asla ödün vermeden, hep sorgulamalı, aramalı, gediğine eksik konulmuş bir taş/söz/cevap var ise onu bularak ısrarla yerine koymaya çalışmalıdır…
Dil şairin ekmeğidir. S/öz suyudur, tuzudur. Toplumun asla yüz vermeyeceği, günübirlik, lümpen, entel, yozlaşmış ve müstehcen kelimelere şair kesinlikle yüz vermemeli. kalıcı, yılların acımasızlığına ve mimlenmişliğine direnebilecek has kelimeleri bilge bir telkari titizliğiyle, ustalıkla işlemeli ve onu insan/toplum yararına kullanmalıdır.
Öykünmek, körü körüne bir taklit değil; yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ulaşabilmenin beyindeki/yürekteki ilk kıvılcımlarıdır. Edebiyatın kadim, sonsuz ve derin okyanusunda boğulmamak için çırpınan her genç kalem, bir deniz fenerine rastladığında kulaçlarını ve yönünü o tarafa doğru çevirir. Kaçınılmaz bir gerçekliktir bu. Aslolan o uzak deniz fenerine ulaştıktan sonrasıyla yetinmeyip, kendi gideceği yönü, mesafeyi ve muhtemel riskleri hesaplayabilmek ve ona göre denenmemiş özgün/yalın/rasyonel bir rota çizebilmektir. Sonrasında kaleme alacağı her yeni şiirini bir önceki şiirinden daha olgun bir tatla okuyucularına sunabilmek için…
Zorlu bir arayıştır şiir. Ham sözü olgun bir meyva tadına varana dek sabırla işleyerek ona sonsuz edebi değerler katma sanatıdır. Kelimelerin ardınca yalınayak koşmak ve sözün kör karanlık kuyusundan iğneyle su taşımaktır susuz bozkırlara. Hayatımızdaki nice sorulara yanıt verebilmenin, haksızlıklardan ve zorbalıklardan korkusuzca hesap sorabilmenin, yapılan bireysel yanlışlıklara göz yumulmuşsa eğer özeleştiri yapıp hesap verebilmenin, sorgulamanın, ideal bir dünyanın tesisi için yeni yol/yöntem ve arayışların ardına düşme isteğidir…
Bir şairin sevdiklerine verebileceği en güzel armağanı şiiridir. Her kim ki insanlık kalesinin o soylu/kadim duvarlarına bir tuğla koymuş ise, ona önyargılardan arındırılmış bir saygı duymak lazım. Sağlam bir şiiri var eden okurunun ona biçtiği değer ve okurken ondan aldığı edebi haz ile ölçülür. Duygusuz, şoven, kurgusuz, basit, kuru laf canbazlığını, günü birlik aşklarını, hayvani içsel dürtülerini ve ucuz söz oyunlarını şiir diye kitlelere (egemen medyanın da emsalsiz desteğiyle) cilalayarak sunanlar, şimdiden edebi mezarlıktaki kimsesizler bölümünden bir yer ayartsın kendine…
Gözlerimizi, kulaklarımızı ve bireysel algılarımızı tersyüz ederek beynimizin kıvrımlarına “usta” diye gösterilen/dayatılan/sokulan nice şair müsveddesi var ki, zamanla adı bile hatırlanmaz olmuştur. Çok yazmak bir ölçüde şairin üretkenliğine işaret edebilir. Ancak; çok söz bazen de anlamı/konuyu/temayı sıradanlaştırabilir. “Sözün fazlası molozdur.” kavlince az söz, az şiir, ama öz ve mükemmel bir şiirin peşinden koşmalıdır şair. Bu yaklaşımı edebi kısırlık olarak görmek isteyenler, bozuk plak gibi aynı nakaratları allayıp süsleyerek piyasaya sürerek üretken olduğunu varsayanlar, Ahmed Arif’ten ders almalılar biraz. Kendine has kokusunu en sert rüzgarlara bile direnerek, gelecek kuşaklara/yarınlara tüm zorluklara/badirelere/yasaklamalara rağmen taşımıştır O. Her şiir soyludur ve insanlık için önemli bir yapı taşıdır. Yazmak bu sebeple elzemdir…
Şair yalnız doğar, yalnız ölür.Yalnızlık silinmez/kaçınılmaz kara bir leke gibi yapışmıştır ve yazılmıştır alnına. Kalabalıklar içinde bile hep yalnızlık sancısı çeker. Yaşamına anlam katan sevdikleri/değerleri/halkı/umudu da olmasa hepten çıldıracaktır O. Yalnızlık şiirin iksiridir. kalabalığı gürültüyü, yarışa sürülmüş deli taylar/tazılar gibi koşuşturmacayı, kaosu, hengâmeyi sevmez. Dinginliği, huzuru ve sessizliği sever. Mısraların otantik kokusu Şehirlerde değil, görkemli dağlardan esen hoyrat rüzgarların doğal serinliğinde hissedilebilir ancak ve şiir dokunulmamış/sürülmemiş körpe topraklarda serpilir uç verebilir ancak…
Halkın yalın diliyle söz tarlasını harman yerlerine yığarak, kelimeleri usulca toplayıp buğdayın una çevrilişidir biraz da. Dolambaçlı, çetrefil ve zifiri karanlık bir yolda el yordamıyla yürümeye çalışmak cesaret ister ve bu yiğit şairlere has bir tutumdur. Çünkü o toplumun el feneri, halkının yorgun/umutsuz/ve öfkeli gözlerinin yaşamsal ışığıdır…
2012/
En anlamlı yemin söz vermektir,
En büyük intikam affetmektir,
En adi söz hiç sevmedim demek;
Ve en güzel cevap gülüp geçmektir.
~Victor Hugo~
Yusuf Kadar Güzel Rüyalarım, Şimdi Musab Kadar Paramparça bir halde. Meryem Kadar Temiz Duygularım, Bilal kadar Sessiz bir halde...
Saygı ile..Matematikçiyim. Felsefeye ve şiire yakın dururum.Ünlü gazete yazarlarımızdan biri, karşı tarafı -nedense- şöyle suçlamıştı:
-Sizler daha şiirin ne olduğunu bile tanımlayamamışsınız.
Bu söylemler, beni 'şiir' tanımını araştırmaya, gerekirse yeniden tanımlamaya sürükledi. Şu söylemleri hepimiz duymuşuzdur:
-Şiir gibi konuşuyor.
-Tanrı'nın yazdığı şiircesine. (Şarkı sözü.)
Birbiriyle hiç akrabalığı olmayan iki yazı, 'şiir' iddiasıyla sunulmakta. Bir çerçeve çizmemiz gerekmez mi?
Ben, yayınlanacak kitabımın sunuşuna, şu çerçeveyi çizdim:
'Şiir bir duyguyu, düşünceyi, tasarımı, görüntüyü; zengin imge ve simgelerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, coşkulu anlatım sanatıdır.
*Nadir ŞENER HATUNOĞLU: matematikçi-bilim uzmanı*