Aşk gördüğünü gözleriyle değil, hayaliyle görür, Kanatlı Cupid resimlerde işte bu yüzden kördür. Durup düşünme nedir, hiç bilmez aşk, Kanadı var, gözü yoktur; bakmadan uçar gider. Aşk bir çocuktur derler ya, nedeni budur işte, Öyle çok yanılır ki yaptığı seçimlerde.
Schubert, Die Schöne Müllerin (Güzel değirmenci kız) lied dizisini Alman şair Wilhelm Müller'in (1794-1827) 'Av kornocusu bir gezginin terekesinden şiirler' adlı 25 şiirlik dizisinden seçtiği yirmisi üzerine bestelemiştir... Schubert 1823'te bir tanıdığını ziyaret ettiği zaman bu şiirleri masa üzerinde bulmuş, cebine sokmuş, birkaç gün sonra arkadaşı kitabını almaya geldiğinde bestelenmiş liedlerle karşılaşmıştı... Tüm 1823 yazında, hattâ hastanede yattığı sürede de bunlarla meşgul olan Schubert, Ekim ayında diziyi tamamlamıştı... Aslında şiirler, bir değirmenci çırağının yaşamını bir öykü gibi anlatıyordu: Çırağın gezginler gibi dolaşmasını, bir değirmene gelerek iş bulmasını, değirmencinin güzel kızına âşık olmasını, çiçeklerle ve yıldızlarla konuşmasını, önce aşkına karşılık alamamasını, merakını, sabırsızlığını, aşkına karşılık bulmasını, oraya gelen genç bir avcıyı kıskanmasını, âşıkların ölümünü ve en sonda da derenin dile getirdiği mezar şarkısı ninniyi canlandırıyordu... Bu liedlerin 2/4'lük ölçüde, ağır (Langsam) tempoda ve Si Majör tondaki altıncısı Der Neugierige (Meraklı) adını taşır: 'Hiçbir çiçeğe, hiçbir yıldıza bir şey sormuyorum, onların hiçbiri benim çok öğrenmek istediğim şeyi söyleyemezler' diye başlayan lied, gencin 'Söyle, derecik o beni seviyor mu? ' diye sormasıyla sona erer...
İğreti de olsa birine kitap vermeği hiç sevmeyen amcam, güzel kadını cevapsız bırakıp, beni bekleme salonundan dışarıya çıkardı... Pembeli madamın aşkından tamamıyla aklımı kaybetmiş bir halde, amcamın tütün kokularına bulaşmış yanaklarından öptüm, öptüm ve o, epeyce büyük bir sıkıntı ile bana bu ziyaretin tafsilâtından evdekileri haberdar etmemem lâzım geleceğini gizli kapaklı bir şekilde tavsiyeye çalışırken, ben ona gözlerim yaşla dolu dolu, minnettarlığımı izaha çabalıyor ve kendisinden gördüğüm iyilikleri bir gün, elbette ödemeye çalışacağımı söylüyordum... Lâkin, o dakikada çok samimi ve çok kuvvetli olan bu minnet duygularım, hakikatta o kadar hafifmiş ki, amcama verdiğim teminatın üstünden daha iki saat geçmeden, annemle babamın yanında ağzımdan kaçıveren birtakım esrarlı lâkırdıları önlemek şöyle dursun, içimde taşıdığım mühim havadisi büsbütün açığa vurmaktan ve o gün başımdan geçen bütün sergüzeşti en küçük teferruatına kadar hikâye etmekten kendimi alamadım... Bu suretle hareket etmeyi daha dürüst bulmuş ve bu yüzden amcamın başına birtakım gaileler gelebileceğini asla düşünmemiştim... Ben, bu ziyarette kötü bir şey bulmadığım için annemle babamın da bunda bir kötülük bulmayacaklarını tahmin ediyordum... Bazen dostlarımızdan biri, ziyaretine girmekte bulunduğumuz bir kadına, cevap vermekte geciktiği bir mektup meselesinden dolayı kendi namına özür dilememizi rica edip de bizim, belki o kadın, dostumuzun bu sükûtuna hiçbir ehemmiyet vermemiştir düşüncesiyle işi açmaya bile lüzum görmediğimiz zamanlar olmaz mı? Herkes gibi, ben de, başkalarının beynini, oraya ne verilirse, hiç tepmeden kabul eden hareketsiz ve pasif bir 'ahize' telakki ederim... Onun için, annemle babamın beynine, amcamın evindeki tanışma hâdisesini nakşederken aynı zamanda, bu hâdiseye dair taşıdığım iyi ve müsbet duygularla, hayırhah tefsir ve mülâhazaları da oraya nakletmiş olduğumu sanıyordum... Lâkin, ne yazık ki, annemle babam amcamın hareketini, benim telkine çalıştığım fikirlerin büsbütün zıddı olan bambaşka prensiplerle muhakeme etmişlerdi... Babamla büyük babam, zavallı amcamla birtakım şiddetli münâkaşalarda bulunmuşlar ve bu münâkaşaların yankıları, dolayısıyla, benim kulağıma kadar gelmişti... Bundan birkaç gün sonra, sokakta yürürken, amcamın bir açık arabada önümden geçtiğini görünce, ona yüreğimi dolduran bütün acıları, minnettarlıkları ve pişmanlıkları bildirmek istedim... Fakat, bu duyguların derinliğini ve genişliğini şapkamı çıkarmak suretiyle vereceğim bir selam nasıl ifade edebilir diye düşündüm; bu kadarcık bir terbiye nezaket hareketi amcama, aramızda geçen ağır hâdiseyi âdeta hiçe saymış olduğum hissini verebilirdi... Bundan dolayı ona bu yarım sevgi nişanesini göstermektense, onu hiç görmemezlikten gelmeyi tercih ettim ve başımı çevirip geçtim... Amcam, bu kaba hareketimi, şüphesiz evden aldığım talimata atfetmiştir... Bunun için bizimkileri hiç affetmedi ve uzun yıllar sonra ölüp aramızdan kayboluncaya kadar bizden hiç kimse gidip onu görmedi...
François Boucher - The Enchanted Home...
...
Aşk gördüğünü gözleriyle değil, hayaliyle görür,
Kanatlı Cupid resimlerde işte bu yüzden kördür.
Durup düşünme nedir, hiç bilmez aşk,
Kanadı var, gözü yoktur; bakmadan uçar gider.
Aşk bir çocuktur derler ya, nedeni budur işte,
Öyle çok yanılır ki yaptığı seçimlerde.
...
Schubert, Die Schöne Müllerin (Güzel değirmenci kız) lied dizisini Alman şair Wilhelm Müller'in (1794-1827) 'Av kornocusu bir gezginin terekesinden şiirler' adlı 25 şiirlik dizisinden seçtiği yirmisi üzerine bestelemiştir... Schubert 1823'te bir tanıdığını ziyaret ettiği zaman bu şiirleri masa üzerinde bulmuş, cebine sokmuş, birkaç gün sonra arkadaşı kitabını almaya geldiğinde bestelenmiş liedlerle karşılaşmıştı... Tüm 1823 yazında, hattâ hastanede yattığı sürede de bunlarla meşgul olan Schubert, Ekim ayında diziyi tamamlamıştı... Aslında şiirler, bir değirmenci çırağının yaşamını bir öykü gibi anlatıyordu: Çırağın gezginler gibi dolaşmasını, bir değirmene gelerek iş bulmasını, değirmencinin güzel kızına âşık olmasını, çiçeklerle ve yıldızlarla konuşmasını, önce aşkına karşılık alamamasını, merakını, sabırsızlığını, aşkına karşılık bulmasını, oraya gelen genç bir avcıyı kıskanmasını, âşıkların ölümünü ve en sonda da derenin dile getirdiği mezar şarkısı ninniyi canlandırıyordu... Bu liedlerin 2/4'lük ölçüde, ağır (Langsam) tempoda ve Si Majör tondaki altıncısı Der Neugierige (Meraklı) adını taşır: 'Hiçbir çiçeğe, hiçbir yıldıza bir şey sormuyorum, onların hiçbiri benim çok öğrenmek istediğim şeyi söyleyemezler' diye başlayan lied, gencin 'Söyle, derecik o beni seviyor mu? ' diye sormasıyla sona erer...
İçi temiz olduğu ve herkesi kendisi gibi bilen dolayısıyla kolay aldatılmaya müsait saf kimse.
...
İğreti de olsa birine kitap vermeği hiç sevmeyen amcam, güzel kadını cevapsız bırakıp, beni bekleme salonundan dışarıya çıkardı... Pembeli madamın aşkından tamamıyla aklımı kaybetmiş bir halde, amcamın tütün kokularına bulaşmış yanaklarından öptüm, öptüm ve o, epeyce büyük bir sıkıntı ile bana bu ziyaretin tafsilâtından evdekileri haberdar etmemem lâzım geleceğini gizli kapaklı bir şekilde tavsiyeye çalışırken, ben ona gözlerim yaşla dolu dolu, minnettarlığımı izaha çabalıyor ve kendisinden gördüğüm iyilikleri bir gün, elbette ödemeye çalışacağımı söylüyordum... Lâkin, o dakikada çok samimi ve çok kuvvetli olan bu minnet duygularım, hakikatta o kadar hafifmiş ki, amcama verdiğim teminatın üstünden daha iki saat geçmeden, annemle babamın yanında ağzımdan kaçıveren birtakım esrarlı lâkırdıları önlemek şöyle dursun, içimde taşıdığım mühim havadisi büsbütün açığa vurmaktan ve o gün başımdan geçen bütün sergüzeşti en küçük teferruatına kadar hikâye etmekten kendimi alamadım... Bu suretle hareket etmeyi daha dürüst bulmuş ve bu yüzden amcamın başına birtakım gaileler gelebileceğini asla düşünmemiştim... Ben, bu ziyarette kötü bir şey bulmadığım için annemle babamın da bunda bir kötülük bulmayacaklarını tahmin ediyordum... Bazen dostlarımızdan biri, ziyaretine girmekte bulunduğumuz bir kadına, cevap vermekte geciktiği bir mektup meselesinden dolayı kendi namına özür dilememizi rica edip de bizim, belki o kadın, dostumuzun bu sükûtuna hiçbir ehemmiyet vermemiştir düşüncesiyle işi açmaya bile lüzum görmediğimiz zamanlar olmaz mı? Herkes gibi, ben de, başkalarının beynini, oraya ne verilirse, hiç tepmeden kabul eden hareketsiz ve pasif bir 'ahize' telakki ederim... Onun için, annemle babamın beynine, amcamın evindeki tanışma hâdisesini nakşederken aynı zamanda, bu hâdiseye dair taşıdığım iyi ve müsbet duygularla, hayırhah tefsir ve mülâhazaları da oraya nakletmiş olduğumu sanıyordum... Lâkin, ne yazık ki, annemle babam amcamın hareketini, benim telkine çalıştığım fikirlerin büsbütün zıddı olan bambaşka prensiplerle muhakeme etmişlerdi... Babamla büyük babam, zavallı amcamla birtakım şiddetli münâkaşalarda bulunmuşlar ve bu münâkaşaların yankıları, dolayısıyla, benim kulağıma kadar gelmişti... Bundan birkaç gün sonra, sokakta yürürken, amcamın bir açık arabada önümden geçtiğini görünce, ona yüreğimi dolduran bütün acıları, minnettarlıkları ve pişmanlıkları bildirmek istedim... Fakat, bu duyguların derinliğini ve genişliğini şapkamı çıkarmak suretiyle vereceğim bir selam nasıl ifade edebilir diye düşündüm; bu kadarcık bir terbiye nezaket hareketi amcama, aramızda geçen ağır hâdiseyi âdeta hiçe saymış olduğum hissini verebilirdi... Bundan dolayı ona bu yarım sevgi nişanesini göstermektense, onu hiç görmemezlikten gelmeyi tercih ettim ve başımı çevirip geçtim... Amcam, bu kaba hareketimi, şüphesiz evden aldığım talimata atfetmiştir... Bunun için bizimkileri hiç affetmedi ve uzun yıllar sonra ölüp aramızdan kayboluncaya kadar bizden hiç kimse gidip onu görmedi...
...
gönül+iç yüz
kalbi temiz kişiler için söylenen bir tabir.. fakat, şimdilerde kolay aldatılan insanlar için kullanılıyor..