Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt” kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye, iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab; Zebidî,Tacu’l-Arus.)
Bu kelimeler kullanıldıkları yere göre, bir şeyin üzerinde sabit durmak, kendini hapsetmek, başkasından kesilip bir şeye tam yönelmek gibi manalar da taşımaktadır. (Razî, Tefsir-i Kebir; Kurtubî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an; İbnu Kesir, Tefsir.)
Kur’an ve Sünnet’te anlatılan rabıta çeşitleri de, bu manaların birini veya birkaçını içermektedir.Nur-ı MUHAMMEDiye’den Hakk dostlarınına sirâyet eden nurun mürşidin kalbine dolması, oradan da müritlerin gönlüne akmasıdır. Tarikat-ı âliye’de irşad ehlinin kalbine gelen nurdan müridinin kalbine nur geçer, müridin kalbine geçen bu nur dolayısı ile ona ilham kapısı, mübeşşerât kapısı ve feraset kapısı açılır. Bu nur kapılarını açmak için öncelikle mürit şeyhinin elini tutar ve ona bey’at eder. Kendi kalbini şeyhinin kalbine bağlar, rabıta yapar. Kalpten kalbe yol vardır. Rabıtanın gayesi, gönülden gönüle geçen feyizden istifade ederek, ALLAHrasulü’nün nurundan tâ müridin gönülüne gelen nur aracılığı ile gönüldeki ilham kapılarını açmaktır. Bunu şu misal ile açıklayabiliriz; Bebekler anne karnındayken annesine göbek bağıyla bağlıdır. Çocuk annenin yeme içmesinden bu bağ sayesinde istifade eder. Eğer bu bağ bir vesile ile koparsa veya işlevini yitirirse çocuk anne karnında ölür. Çocuk bu bağ sebebiyle beslenir, kemalleşir ve neticede dünyaya gelir. İşte rabıta buradaki göbek bağı gibidir. Mürit kemalleşene kadar feyiz, aşk, muhabbet gibi şeyhindeki bütün haller rabıta vasıtasıyla müride geçer. Mürid böylelikle kemalleşir ve ona ilham gelir.Tasavvuf büyüklerinin tarif ve tatbik ettiği rabıta tefekkür çeşitlerinden birisidir. Rabıta, görülmesi Yüce ALLAH’ı hatırlatan kâmil bir veliyi gönül aynasında seyretmek ve üzerinde zuhur eden ilâhi tecellileri görüp, Yüce ALLAH’ı zikretmekten ibarettir.
Diğer bir yönüyle rabıta, Yüce ALLAH’ın dostu ile gönülde beraber olmaktır. Onun kalbine emanet edilen ilâhi nura bağlanmaktır. Onun ilâhi aşkla kaynayan kalbine inen feyizden nasiplenmektir. Velideki dostluk sırrını düşünmektir. Salihleri özlemek ve onlardaki güzel ahlâka özenmektir. Sevgi atmosferi içinde kalbi uyandırıp Hakka yöneltmektir.
Kısaca rabıta, ALLAH’ın yeryüzündeki şahidine bakarak ALLAH’ı tanımaktır. İşte tefekkürün özü de budur.
Bismillahirrahmanirrahim Elhamdulillah vesalutu vesselamu ala resulullah Değerli okuyucu Rabıta Tarikatçıların Nakşi kolu ve diğer bazı tarikatçıların zikir esnasında Şeyhlerini düşünüp silsilelerini düşünüp zikir yaptıkları sözde onların yardımını ve himmetini aldıklarına inadıkları bir ayindir.tamamen islamda olmayan sonradan dine sokulan bir hurafa bidat ve bazen insanı şirke düşüren bir ameldir.Çünkü Allah suphanehu Fatiha suresinde Yanlız sana kulluk eder ve Senden medet umarız ayeti ile ona bağlanmamızı ondan yardım istememizi emerdiyor.Felak ve Nas suresinde sığınılacak ve medet istenecek zatın Allah Celle ve Ala olduğu açıktır. Allah la kul arasına kimse girmez.Hidayet ve Davet Peygamberi Muhammed Aleyhiselam hep sahabelerine Allah Tan yardım istemeyi ondan medet ummayı emretmiştir.İmam Ebu Hanife Rahimeullah bir adam gelir Ey imam Falanca yerde bazı adamlar var Türbelere gidip dua ediyorlar ordaki salihlerin ismini zikrediyorlar bu konuda ne dersin diye sorduğunda Cevap Olarak şöyle dedi En güzel İsimler Allah'ın dır. Allaha o isimlerle dua edin.Araf 180 Ayet değerli okuyucu bilmediğin şeyleri alimlere sorman caizdir Diyanet işl.Başk.sorabilirsin. Ama Allah CelleCelaluhu noksanlardan münezzehtir. Senin duanı işitir.Senin zikrini işitir.Ne kadar günahkar olursan ol. ondan iste ona bağlan.Kur'an oku
rabita,bag,alaka,vuslat anlamlarina gelmektedir. rabita her ne kadar naksibendiyye tarikatina has bir ozellik olarak dikkati cekse bile aslinda butun tarikatlerede mahsusdur.tasavvufda rabitanin amaci,rabita-i huzurdur.yani salikin yani bu yola girmis sofinin daima huzuru ilah-i de bulundugu duygusunu saglamaktir.her an allah`i karsimizda goruyormuscasina yasamaktir. rabita birbakima baskalarina benzeme ve taklid arzusunun tezahuru olarak,tasavvufi egitimde bir arac olarak gorulmustur. rabita sevenle sevilenin bir olmasidir. genel anlamiyla rabita incelenmis ve uc kisima ayrilmistir. 1-tabii rabita:evlat ve yakinlara duyulan sevgi bagi. 2-bayagi rabita:mubah olup bazen de asiriya gidildigi zaman kerih gorulen dunyevi degerlere duyulan sevgi. 3-mukaddes degerler ve ulvi seylere karsi gonul bagi:allah ve rasul sevgisi veya o`nun salih kullarindan birine duyulan sevgi. iste bu ucuncu derece tasavvuftaki rabitanin seklidir.
Rabıta: kelime anlamı olarak bağlanmaktır. Tasavvuftaki anlamı ile düşünür isek Müridin Mürşidine manevi yollar ile bağlanmasıdır. Bunu şöyle açıklayabiliriz, herşeyin bir şekilde birşeylerle bağlantısı vardır. Buna maddi gözlede baksak manevi gözlede baksak akıl sahipleri görecektir.Düşünün bir insan olarak yer olmasa havada kalırdınız, vücudunuz olmasa organlarınız ne olurdu gibi pekçok dünyadan örnek verebileceğimiz gibi manevi gözlede bakmaya çalışılırsa aynı sonuç elde edebiliriz.Ey Müslümanlar siz siz olun Ehli Sünnet ve Cemaat mensubu bir din büyüğünün yolunu bulun. Dünyanız içinde Ahiretiniz içinde buna kendinizi mecbur kılın. kurtuluş bir şekilde sizi bulacaktır. Allah son nefes dahil rabıta ile ölmeyi nasip etsin. Bütün okuyuculara selamlar olsun.
Diğer bir yönüyle rabıta, Yüce Allah’ın dostu ile gönülde beraber olmaktır. Onun kalbine emanet edilen ilâhi nura bağlanmaktır. Onun ilâhi aşkla kaynayan kalbine inen feyizden nasiplenmektir. Velideki dostluk sırrını düşünmektir. Salihleri özlemek ve onlardaki güzel ahlâka özenmektir. Sevgi atmosferi içinde kalbi uyandırıp Hakka yöneltmektir.
Kısaca rabıta, Allah’ın yeryüzündeki şahidine bakarak Allah’ı tanımaktır. İşte tefekkürün özü de budur.
Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt” kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye, iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab; Zebidî,Tacu’l-Arus.)
tam bilmiyorum ama.....Rabıta'yı Süleymancıların(Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin evledları) yaptığını biliyorum....belki diğer gruplarda yapıyordur...Allah'la kulun arasında olan bi ibadet....yani o an Yaradan'la beraber oluyorlar....dua ediyorlar...benim bildiğim bu...daha teferruatlı bilgisi olan varsa bizi aydınlatsın...
Rabıta, Allah (CC) Hz.leri’ne, O’nun (CC) Yüce Resulü (SAV) Efendimiz’e ve Cenab-ı Hakk’ın veli kullarına duyulan bir sevgiden ibarettir. Rabıta, lügatta “artırmak”, “kuvvetlendirmek”, “güçlendirmek” ve “bağlamak” manalarına gelir.
KAZIM YARDIMCI'NIN VARLIK ADLI KİTABINDA RABITA ŞÖYLE ANLATILIYOR:
RABITA
İslâm dininde, kul ile Allah arasında vasıta –aracı yoktur ve olamaz da. Rabıta -irtibat- kurmak, biat –bağlanmak, bunlar kişinin herhangi çiğ ve cahil birine rabıta ve biatı değildir.Rabıta ve
34
biat,Tanrının kutsi ruh -kutsal ruhu taşıyan (ki, bu ruh, Tanrının emridir ve Tanrının başta ilim olmak üzere, tüm sıfatları ile sıfatlanmıştır) Alim ve Arif, Nebi ve Velilerin ruhlarınadır. Yani, Kâmil insanadır. Demek ki rabıta ve biat, ilim ve marifetedir. Yoksa beşere değildir. Ruh, mahluk değildir. O Tanrının emir sıfatı olup, Haktır, nurdur,
Rabıta ve biat Hakkadır. Halka, rabıta ve biat olmaz. Güneşin ışığına yönelmek nasıl ki güneşe yönelmek ise, Alim ve Arif olan kutsal ruh taşıyan Olgun İnsana yönelmek de Tanrıya yönelmektir.Buna vasıta denmez. Çünkü ruh, Hakkın ziyası, ışığıdır, ziyasız da Güneş ile irtibat kurmak mümkün olmaz ve de güneş bilinmez. Bunun gibi, kutsal ruhla ilişki kuramayan bir kimse de, Tanrı ile ilişki kuramaz. Çünkü Tanrı, çok büyük ve sonsuz nurdur. Eğer o nur, birden zahir olsa, bütün kainat yanar.
Bu nedenle Tanrı, nurdan mahrum olmamamız için, kutsal ruh taşıyan Peygamberleri ve Yıldızlar gibi bize göndermiş ve ruh alemimizi onlarla aydınlatmak, büyük ve sonsuz nurdan haberdar etmek istemiştir. İnsan-ı Kâmil, nur-aydınlıktır. Allah, muazzam nurdur. Şimdi bir gerçek vardır, onu açıklıyoruz: “Az ışığı sevmeyen ve kabul etmeyen, çok ışığı hiç sevmez ve kabul etmez”. Bu durumdakiler, yarasa kuşları gibidir.Öyleyse, ruhları ve kalpleri birer ampül gibi parlayan, - nur olan-Nebileri ve Velileri sevmeyen ve kabul etmeyenler, Tanrı Güneşi Muhammed Mustafa’yı ve sonsuz, kenarsız nur olan Allah’ı nasıl sevip, kabul ederler? Bazılarının: “Biz Tanrıya inanıyoruz, Tanrıya bağlıyız, Peygamberler de neymiş, biz de insanız” ve bazılarının: “Biz Tanrının Peygamberine bağlıyız, Veliler de ne imiş” gibi saçma, aslında küfr – gerçeği örtme – lafları boştur. Kaide şudur: “Az ışığı sevmeyen, çok ışığı hiç sevmez.” Güneş doğup battığına, dünya yaşadığına, insanlar dünyada var olduğuna göre, muhakkak bu insanlar içerisinde Tanrıyı tam bilen, Kutsi ruh taşıyan, güzel ahlakla bezenmiş Kâmil insanlar da olacaktır.Çünki Tanrı, alemleri kendisi bilinsin yani gerçek bütün kemâlı ile anlaşılsın diye yaratmıştır. “Men Araf” dersini görmeyen ve Ledünni –Alem-i Kutsiyanın esrarına mahrem olmayanlar ise, Tanrıyı, gerçeğin özünü kemali ile bilemezler. Ahlak bütünlüğüne bir türlü ulaşamazlar.
Alem yaşadığına göre, içinde İnsan-ı Kamiller var demektir. Eğer kalmamış denilse, o zaman bu aleme lüzum yoktur. Yaratılış sırrına aykırı düşer. Bir bağda koruklar var ise, herhalde birer tane de üzüm vardır. Bu milyonlarca koruk misali, çiğ adamlar içinde de muhakkak ve muhakkak Kâmil İnsanlar vardır. İşte bunlar, Tanrı Velileridir. İnsan-ı Kâmil ile temas kuramayan, koyu karanlık ve dalalet-şaşkınlık- içindedir. İnsan-ı Kâmil’siz Tanrı bilinmez ve Tanrının gerçek ilminden, feyzinden faydalanılamaz.
Adem – Olgun İnsan-, Tanrının zatını yansıtan bir ayna, Onun ruhu ve kalbi Tanrının nuru, Tanrının sıfatıdır.
Kazım YARDIMCI http://www.varliktanveriler.com/new/kitap/varlikyeni/
Ben rabıta nedir daha yeni öğrendim, valla ne desem bilmiyorum. Ama rabıta bana göre Mürşidini düşünmek, Peygamberimizi sav düşünmektir. Dahada genişletirsek bence rabıta ALLAHI (C.C.) düşünmektir.
Yaratan yeryüzüne nurunu alimleri ve sevdiği kulları vasıtasıyla saçarmış ve kimki onları sever ve onlara dost olursa, onlar vasıtasıyla Allahu Teala' nın nurundan istifade eder.
Eğer vesikalık resim taşımazsanız şeyh yerine bir eşek ile de hayali rabıta yapabilrsiniz. Bu durum tarikatça sorun değildir. Umulan sizin o eşeği bir gün şeyh haline dönüştürmenizdir.
4- Rabıta: Hibenin hemen ardından 5 dakika süren rabıta şu şekildedir: Abdurrahim Efendim, iki kaşımın hizasında bir altın koltuk üzerinde oturmuş sohbet ediyor. Ayın onüç, ondördü gibi ışıklı olan yüzünden hasıl olan bir nur beni çadır gibi ihata etmiş (her yanımı kaplayıp kuşatmış) her nefes alışta o nur kalbime doluyor, nefesimi dışarı verdikçe de içimden siyah bir zulmet çıkıp benden ayrılıyor. Nefsimi de siyah ve uyuz bir it şeklinde (düşünerek) şeyhimin ayakları dibine atmışım, başımdan aşağıya şeriat kamçısı ile vurarak O nefsimi terbiye ediyor. Sağ elimde bir altın tabak içinde tuttuğum kalbime, şeyhimin iki kaşı arasından baş parmağımın kalınlığında bir çeşme gibi feyiz akıp kalbimi temiz, tahir ve safi ediyor, ben de şeyh efendimin mübarek yüzünü, cemalini seyrediyorum...
* Nefs ejderhası ancak rabıtanın gölgesinde ölür. * Zikir kalbi arındırır, rabıta ile yükselinir, kamil velinin sohbeti ise hayat iksiridir. .. .. * 'Alem iyi de; bir ben kötüyüm' demeyi benimse. * Aman yarabbi! .. yi dilden düşürme. * Her işinde şeriat terazisini elinden bırakma. * Bir işe başlarken yiyip-içerken hep şöyle de: - Bismillahi destur ya hazreti pirim. - Yarabbi! Elimi mürşidimin eteğinden kesme. - Yarabbi! Noksanıyla kabul buyur. - Yarabbi! Fazlı tevfikini üstümüzden eksik etme.
Hayali Rabıta ve Hafızikir
1- Tevbe guslü: El tutup ders tarifi alınca, ilk gece sanki bütün vücudumuz bir günah çamuruna bulanmış da çamur ve kir akıp, kaybolarak vücudumuzdan ayrılıyor diye düşünüp itikat ederek ve adabına uygun gusül yapılacak.
2- Tevbe namazı: Gusülden sonra 2 rekat tevbe maksatlı namaz kılınır.
3- Fatiha hibesi: Tevbe namazından sonra kıbleye karşı oturulur, gözler yumulur, 25 defa kalben ve sonları uzatılarak estağfirullah denilir. 5 defa Fatiha okunur. 'Yarabbi bu okuduğum Fatihaları kabul buyur. Abdurrahim Efendim (tarikatın o andaki şeyhi) nası hibe etti ise öylece hibe ettim vasıl eyle, amin' denir.
4- Rabıta: Hibenin hemen ardından 5 dakika süren rabıta şu şekildedir: Abdurrahim Efendim, iki kaşımın hizasında bir altın koltuk üzerinde oturmuş sohbet ediyor. Ayın onüç, ondördü gibi ışıklı olan yüzünden hasıl olan bir nur beni çadır gibi ihata etmiş (her yanımı kaplayıp kuşatmış) her nefes alışta o nur kalbime doluyor, nefesimi dışarı verdikçe de içimden siyah bir zulmet çıkıp benden ayrılıyor. Nefsimi de siyah ve uyuz bir it şeklinde (düşünerek) şeyhimin ayakları dibine atmışım, başımdan aşağıya şeriat kamçısı ile vurarak O nefsimi terbiye ediyor. Sağ elimde bir altın tabak içinde tuttuğum kalbime, şeyhimin iki kaşı arasından baş parmağımın kalınlığında bir çeşme gibi feyiz akıp kalbimi temiz, tahir ve safi ediyor, ben de şeyh efendimin mübarek yüzünü, cemalini seyrediyorum...
Her gün yapılacak ders tarifi:
Üç dakikadan az beş dakikadan fazla olmamak kaydıyla rabıta yapıldıktan sonra namazda oturulan halde veya bağdaş hangisi kolayınıza geliyorsa, o biçimde oturmaya devam ederek, başımız da ya sola ya da sağa eğik olarak, sol el sol diz üzerinde, sağ el de sol memenin 4 parmak aşağısında, işaret parmak ile ortak parmak arasında tespihimizi diğer parmakların müdahalesi olmadan ve 2-3 veya daha fazla tespih tanesi alacak şekilde, kalben, asla ses çıkarmadan, dil damağa yapışmış vaziyette, gönül zikri olarak 'Allah, Allah' diye çekilir. Tesbih başlarında 'ilahi ente maksudi ve rızake matlubi' denilir. Sol elin parmakları açılıp kapatılarak tesbih tur sayısı belirlenir ve asla fazla tesbih çekilmez.
İlk ders alanlar kalben yapılan Allah zikrinde bin ile beşbin adet arasında serbest bırakılmıştır. Beşbinin üstüne ancak ve ancak emirle çıkılır. Dersin kazası olmaz. Kızan küsen payını keser.
rabıta yapmak için doğru mürşidin bulunması şarttır.aksi takdirde bu durum ehil olmayan doktora gidip,yanlış ilaç alıp,alınan ilacın saatinde ve doğru biçimde alınmasına benzer..ki yapılan iş görünürde doğru bile olsa temeli bozuktur.kişiye hiçbir fayda vermez aksine çok da zararlıdır..bu kişiler de mürşidim dedikleri yanlış kişinin yanlış halleriyle hallenirler.
o yüzden bu konudaki yanlış itikadınızı ehli sünnet ulemanın kitaplarını okuyarak düzeltmenizi tavsiye ederim..Allahı gördüğünü iddia edenler istidrac halindedir..bu halde kişi doğru yolda olduğunu zanneder,ancak açık denizde yada çölde kaybolmuş durumdadır..bu halde kişi bazı noktalara gelmesini kendi nefsinden bilir,benliği ön plana çıkmış,nefsi,şeytanı onu pohpohlamaya başlamıştır..sonra gaybten bilgiler aldığını söyler,kendisine birtakım makamlar mevkiler biçer.. ama gerçek Allah dostlarına baktığınızda onlardan bırakın benliği,ağızlarından ben lafnı duymak bile zordur..
Rabıta, kelime olarak bir şeyi diğerine bağlamak, onunla ilgi ve alaka kurmak demektir. Dinimizde rabıta, tefekkürün bir diğer şeklidir. Tefekkür, varlıkları ve olayları düşünüp onlarda gizlenen ilahi rahmeti, hikmeti, kudreti fark etmek ve bu vesile ile kalbi zikre geçirmektir. Aşağıdaki yazılan ile rabıta arasına ne ilgi var anlayamadım....
rabıta örgütü özellikle 12 eylül 1980 sonrasında turgut özal'ın başbakanlığa gelmesi ile birlikte türkiye'de büyük bir güç kazanmaya başlamıştır. yurt dışındaki imamların maaşlarının ödenmesinden, türkiye'de yasaklanan süleymancılık, kadirilik, nakşibendilik gibi tarikatların yeniden organize bir hale gelmesine, devlet kademelerine takkıyyesci ve şeriatçı sempatizanların yerleştirilmesine kadar pek çok çalışmaya maddi ve manevi destek vermiştir.
cezayir'de yaşananlar, türkiye'de ortaya çıkan hizbullah katliamları rabıta örgütünün birer uzantısıdır. bosna savaşından sonra özellikle boşnak ve müslüman halkın yaşadığı bölgelerde çalışmalarına ağırlık veren rabıta örgütü başlangıcında cia destekli bir oluşum iken bu gün almanya'da da el altından kollanmaktadır.
rabıta örgütü türkiye'de medya desteğine ilk olarak türkiye gazaetesi ve türkiye çocuk dergisi ile başlamış, daha sonra bakanlıkların ve müsteşarlıkların çıkardığı aylık dergilere sponsor olmuştur.
ama. suudi arabistan tarzı bir şeriatçı yapılanmanın halkı müslüman olan bütün ülkelerde yerleşmesini sağlamaktır. rahmetli uğur mumcu bu konuyu 80 lerin ortasında cumhuriyet gazetesindeki köşesinde en ince ayrıntıları ile işlemiştir.
ankaralı dostlarımız bilirler, atakule'den çankaya'ya doğru çıkan şimdi adını hatırlayamadığım solunuzda kalan ilk sokaktan girin. işte bu sokağın sonundaki, sondan üçüncü apartmanın birinci ikinci, üçüncü ve dördüncü katları 90 lı yılların başına kadar rabıta örgütü ile bağlantılı pek çok tarikat şeyhi ve bunların müridinin buluşma noktası olmuştur. karşısında ise sanırım donanma nın bir tesisi olması lazım. şu an için öyle hatırlıyorum. buranın seçilmesi bile son derece ilginç tesadüflerle mi olmuştur acab? diye sormadan edemiyor insan.
rabıta örgütü son yıllarda adını sıkça duyduğumuz şevki yılmazlar, korkut özallar, ve bu gü s iyaset sahnesinde boy gösteren eski milli görüş teşkilatı üyesi pek çok genci yetiştirmiştir türkiye'de. erbakan zamanından ayyuka çıkan tarikat şeyhlerine başbakanlık konutunda iftar yemeği verme olayı ise turgut özal zamanında bunlardan destek almaya çalışan ve iktidara gelince yerini sağlamlaştırma çabasına düşen milli görüşçülerin küçük bir taktiği idi. oysa bu olaydan önce gazetecilerin önünde rahmetli ile birlikte cirit atarlarken gazetelere haber olmamaları da tesadüf değildir.
asıl adı 'rabıtat-al-allam-al-islami' olan suudi arabistan kökenli şeriatçı örgüt.. örgütün misyonu kısaca dünya üstünde şeriat adına yapılan ne varsa ona maddi ve politik destek vermektir.. bu örgüt bakanlar kurulu kararnamesiyle 1982-1984 yılları arası batı avrupa'daki türk imamlara maaş ödemiştir.. uğur mumcu tamamladığı son kitabı olan 'rabıta'da bu konunun ve türkiye üstünde oyun oynayan şeriatçı örgütlerin üzerine cesurca gitmiştir.. birçok çevreyi rahatsız ettiği için kendi sukiastinin sebebi de bu kitaptır..
Rabıta; Kur'ân-ı Kerim'de; Al-i İmran Suresinin 200. âyet-i kerimesinde emredilmiştir. Bütün insanlar için bir farzdır.
3/AL-İ İMRAN-200: Yâ eyyuhellezîne âmenûsbirû ve sâbirû ve râbitû vettekullâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne) . Ey îmân edenler! Sabredin… Sabrın sahibi olun... Ve rabıta kurun… Allah'a (karşı) takva sahibi olun ki; (böylece) felâha eresiniz.
Rabıtanın tahakkukunu, tasavvufta yüzlerce delilleriyle görmek mümkündür.
Rabıta, insanın gönül gözüyle, bağlı olduğu kişiyi görmesi halidir. Allah'ın bütün evliyasında bu konu, üst seviye evliya olduğu zaman tahakkuk etmiştir. Herkes mürşidini rabıtayla görür. Rabıta, gönül gözünün açılmasını gerektirir. Allahû Tealâ, bir insana başlangıçta kalp gözünü ihsan etmez. Bir insanın kalp gözünü mutlak olarak aldığı yer, Allahû Tealâ'nın indinde, daimî zikre ulaştığı yerdir.
Nedir kalp gözü?
Kalp gözü ve kalp kulağı, kalbimizin görme ve işitme hassasıdır. Baş gözüyle gören bir insan, baş kulağıyla işiten bir insan, bir fıkıh sahibidir. Bir belli idrak seviyesinin sahibidir. Bunun adına Kur'ân-ı Kerim'imiz, 'fıkıh' diyor. Ama ne zaman, bir insanın kalp gözü açılırsa ve kalp kulağı açılırsa, kalbinin gözü ile görür ve kalbinin kulağıyla, o kişi işitmeye başlarsa; o zaman, o kişinin iç alemindeki idrak, fıkhı aşıyor ve 'fuad' ismini alıyor. İşte bir insan, mutlaka fuad sahibi olmalıdır ki; o kişi mürşidini görebilsin.
'BİR MÜRŞİDE BAĞLAMAZSAN ÖZÜNÜ,
HAKK'IN HUZURUNDA VAR OLAMAZSIN.'
Rabıta için, o kişinin mürşidini düşünmeye başlaması gerekir. Üç tane Âyetel Kursî okunacaktır. Kişi sükûnetle seccadenin üzerine oturmuş ve mürşidini düşünür olacaktır. Böyle bir dizayn içerisinde o kişi, baştan mürşidini hayalinde canlandırmaya çalışır. Kalp gözü açık olan bir kişi, bir süre sonra mürşidini mutlaka görecektir. O'ndan sorduğu bütün suallerin cevabını mutlak olarak alır. İşte bu işlem rabıtanın tahakkukudur.
Allah'a göre, bir insanın mürşidiyle aynı şehirde yan yana olmasıyla, arada sonsuz mesafeler olması neticeyi değiştirmez. Ve onların, kendi aralarındaki anlaşmalarında telefona da ihtiyaçları yoktur. Allah'ın televizyonu her ikisinde de çalışır. Allahû Tealâ, her ikisine de aynı şeyleri her zaman gösterir.
Bir insanın manevî değerlere sahip olması, o insanın kalp gözünü ve kalp kulağının açılması demektir. Böyle şeylerden Kur'ân-ı Kerim bahsediyor mu? Bahsediyor.
İşte A'raf 179'da Allahû Tealâ buyuruyor:
7/A'RAF-179: Ve lekad zere'nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a'yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en'âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne) . Ve andolsun ki; cehennemi insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık) . Onların kalpleri (idrak hassaları) vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
Onlar bu hedefe, fuad hassasının hedefine ulaşamazlar. Kalp gözleri görmediği için, kalp kulakları işitmediği için fıkıh edemezler, idrak edemezler. Casiye 23'de de aynı husustan bahsediyor:
45/CASİYE-23: Efereeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem'ıhî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten) , fe men yehdîhi min ba'dillâh(ba'dillâhi) , e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne) . Hevalarını (nefslerini) kendilerine ilâh edinenleri görmedin mi (habibim) ? Allah, onları bir ilim üzere dalâlette bırakır. Onların kalplerindeki sem'î (işitme) hassasını ve kalplerini (kalpteki idrak hassasını) mühürler ve onların kalplerindeki basar (görme) hassasının üzerine gışavet (isimli bir perde) çeker. Öyleyse (artık) Allah'tan sonra kim bu kişiyi hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?
İşte mürşidler de müridler de, birbirlerini kalp gözü ile görürler ve müridin böyle bir hedefe ulaşabilmesi, onun devamlı rabıta yapmasına bağlıdır. Rabıtayı yapan bir mürid için, neticede mutlaka mürşidini görmesi söz konusu olur.
Bir insan rabıtayı, müridse, mürşidi ile yapar. Ama mürşid olduktan sonra rabıta, Allah'la tahakkuk eder. O zaman Allahû Tealâ'yı görmek söz konusu mu? Evet! Allahû Tealâ, Zatı'nın görüleceğine dair birçok âyet-i kerimeler koymuş. Bir defa bütün sahâbenin, Allahû Tealâ'yı gördüğü, Yusuf Suresinin 108. âyet-i kerimesiyle kesinleşmiş.
12/YUSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed'û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne) . De ki: 'Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.'
Allahû Tealâ kendisini gören herkese 'şahit' ünvanını veriyor. Bu, Allah'ın Zatı'nda görme işlemidir. Allah'ın Zatı'nı görmektir. Bir kişi, Allah'ın Zatı'nı salâhta görür. Hakk'ul yakînin sahibi odur. İşte böyle bir insan, salâhta irşad kademesine tayin edilirse, o kişi mürşiddir ve mutlaka Allah'ı görmüştür. Allah'ın söylediklerini çoktan beri işitebilmektedir.
Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt” kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye, iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab; Zebidî,Tacu’l-Arus.)
Bu kelimeler kullanıldıkları yere göre, bir şeyin üzerinde sabit durmak, kendini hapsetmek, başkasından kesilip bir şeye tam yönelmek gibi manalar da taşımaktadır. (Razî, Tefsir-i Kebir; Kurtubî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an; İbnu Kesir, Tefsir.)
Kur’an ve Sünnet’te anlatılan rabıta çeşitleri de, bu manaların birini veya birkaçını içermektedir.Nur-ı MUHAMMEDiye’den Hakk dostlarınına sirâyet eden nurun mürşidin kalbine dolması, oradan da müritlerin gönlüne akmasıdır. Tarikat-ı âliye’de irşad ehlinin kalbine gelen nurdan müridinin kalbine nur geçer, müridin kalbine geçen bu nur dolayısı ile ona ilham kapısı, mübeşşerât kapısı ve feraset kapısı açılır. Bu nur kapılarını açmak için öncelikle mürit şeyhinin elini tutar ve ona bey’at eder. Kendi kalbini şeyhinin kalbine bağlar, rabıta yapar. Kalpten kalbe yol vardır. Rabıtanın gayesi, gönülden gönüle geçen feyizden istifade ederek, ALLAHrasulü’nün nurundan tâ müridin gönülüne gelen nur aracılığı ile gönüldeki ilham kapılarını açmaktır. Bunu şu misal ile açıklayabiliriz; Bebekler anne karnındayken annesine göbek bağıyla bağlıdır. Çocuk annenin yeme içmesinden bu bağ sayesinde istifade eder. Eğer bu bağ bir vesile ile koparsa veya işlevini yitirirse çocuk anne karnında ölür. Çocuk bu bağ sebebiyle beslenir, kemalleşir ve neticede dünyaya gelir. İşte rabıta buradaki göbek bağı gibidir. Mürit kemalleşene kadar feyiz, aşk, muhabbet gibi şeyhindeki bütün haller rabıta vasıtasıyla müride geçer. Mürid böylelikle kemalleşir ve ona ilham gelir.Tasavvuf büyüklerinin tarif ve tatbik ettiği rabıta tefekkür çeşitlerinden birisidir. Rabıta, görülmesi Yüce ALLAH’ı hatırlatan kâmil bir veliyi gönül aynasında seyretmek ve üzerinde zuhur eden ilâhi tecellileri görüp, Yüce ALLAH’ı zikretmekten ibarettir.
Diğer bir yönüyle rabıta, Yüce ALLAH’ın dostu ile gönülde beraber olmaktır. Onun kalbine emanet edilen ilâhi nura bağlanmaktır. Onun ilâhi aşkla kaynayan kalbine inen feyizden nasiplenmektir. Velideki dostluk sırrını düşünmektir. Salihleri özlemek ve onlardaki güzel ahlâka özenmektir. Sevgi atmosferi içinde kalbi uyandırıp Hakka yöneltmektir.
Kısaca rabıta, ALLAH’ın yeryüzündeki şahidine bakarak ALLAH’ı tanımaktır. İşte tefekkürün özü de budur.
Bismillahirrahmanirrahim Elhamdulillah vesalutu vesselamu ala resulullah
Değerli okuyucu Rabıta Tarikatçıların Nakşi kolu ve diğer bazı tarikatçıların zikir esnasında Şeyhlerini düşünüp silsilelerini düşünüp zikir yaptıkları sözde onların yardımını ve himmetini aldıklarına inadıkları bir ayindir.tamamen islamda olmayan sonradan dine sokulan bir hurafa bidat ve bazen insanı şirke düşüren bir ameldir.Çünkü Allah suphanehu Fatiha suresinde Yanlız sana kulluk eder ve Senden medet umarız ayeti ile ona bağlanmamızı ondan yardım istememizi emerdiyor.Felak ve Nas suresinde sığınılacak ve medet istenecek zatın Allah Celle ve Ala olduğu açıktır. Allah la kul arasına kimse girmez.Hidayet ve Davet Peygamberi Muhammed Aleyhiselam hep sahabelerine Allah Tan yardım istemeyi ondan medet ummayı emretmiştir.İmam Ebu Hanife Rahimeullah bir adam gelir Ey imam Falanca yerde bazı adamlar var Türbelere gidip dua ediyorlar ordaki salihlerin ismini zikrediyorlar bu konuda ne dersin diye sorduğunda Cevap Olarak şöyle dedi En güzel İsimler Allah'ın dır. Allaha o isimlerle dua edin.Araf 180 Ayet değerli okuyucu bilmediğin şeyleri alimlere sorman caizdir Diyanet işl.Başk.sorabilirsin. Ama Allah CelleCelaluhu noksanlardan münezzehtir. Senin duanı işitir.Senin zikrini işitir.Ne kadar günahkar olursan ol. ondan iste ona bağlan.Kur'an oku
rabıta,merbut,revabıt,rapt ü zapt,raptiye...
rabita,bag,alaka,vuslat anlamlarina gelmektedir. rabita her ne kadar naksibendiyye tarikatina has bir ozellik olarak dikkati cekse bile aslinda butun tarikatlerede mahsusdur.tasavvufda rabitanin amaci,rabita-i huzurdur.yani salikin yani bu yola girmis sofinin daima huzuru ilah-i de bulundugu duygusunu saglamaktir.her an allah`i karsimizda goruyormuscasina yasamaktir.
rabita birbakima baskalarina benzeme ve taklid arzusunun tezahuru olarak,tasavvufi egitimde bir arac olarak gorulmustur.
rabita sevenle sevilenin bir olmasidir.
genel anlamiyla rabita incelenmis ve uc kisima ayrilmistir.
1-tabii rabita:evlat ve yakinlara duyulan sevgi bagi.
2-bayagi rabita:mubah olup bazen de asiriya gidildigi zaman kerih gorulen dunyevi degerlere duyulan sevgi.
3-mukaddes degerler ve ulvi seylere karsi gonul bagi:allah ve rasul sevgisi veya o`nun salih kullarindan birine duyulan sevgi.
iste bu ucuncu derece tasavvuftaki rabitanin seklidir.
dar tahta parçaları ile yapılmış zemin veya tavan kaplaması.
25 estağfirullah'tan sonra gözlerin kapanarak, rahmet deryasına dalınması......zamanla öyle bir hâl alırsınız ki....lezzetine doyum olmaz...
Rabıta: kelime anlamı olarak bağlanmaktır. Tasavvuftaki anlamı ile düşünür isek Müridin Mürşidine manevi yollar ile bağlanmasıdır. Bunu şöyle açıklayabiliriz, herşeyin bir şekilde birşeylerle bağlantısı vardır. Buna maddi gözlede baksak manevi gözlede baksak akıl sahipleri görecektir.Düşünün bir insan olarak yer olmasa havada kalırdınız, vücudunuz olmasa organlarınız ne olurdu gibi pekçok dünyadan örnek verebileceğimiz gibi manevi gözlede bakmaya çalışılırsa aynı sonuç elde edebiliriz.Ey Müslümanlar siz siz olun Ehli Sünnet ve Cemaat mensubu bir din büyüğünün yolunu bulun. Dünyanız içinde Ahiretiniz içinde buna kendinizi mecbur kılın. kurtuluş bir şekilde sizi bulacaktır. Allah son nefes dahil rabıta ile ölmeyi nasip etsin. Bütün okuyuculara selamlar olsun.
bence rabıta her şey demek rabıta her şey var rabıta yok hiç bir şey yok
ilişki... bağlılık..
bağ demektir seher vaktinde yapmak en eftali anlayan anladı hahahahah :))))
Diğer bir yönüyle rabıta, Yüce Allah’ın dostu ile gönülde beraber olmaktır. Onun kalbine emanet edilen ilâhi nura bağlanmaktır. Onun ilâhi aşkla kaynayan kalbine inen feyizden nasiplenmektir. Velideki dostluk sırrını düşünmektir. Salihleri özlemek ve onlardaki güzel ahlâka özenmektir. Sevgi atmosferi içinde kalbi uyandırıp Hakka yöneltmektir.
Kısaca rabıta, Allah’ın yeryüzündeki şahidine bakarak Allah’ı tanımaktır. İşte tefekkürün özü de budur.
Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt” kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye, iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab; Zebidî,Tacu’l-Arus.)
tam bilmiyorum ama.....Rabıta'yı Süleymancıların(Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin evledları) yaptığını biliyorum....belki diğer gruplarda yapıyordur...Allah'la kulun arasında olan bi ibadet....yani o an Yaradan'la beraber oluyorlar....dua ediyorlar...benim bildiğim bu...daha teferruatlı bilgisi olan varsa bizi aydınlatsın...
rabıt tasavvufta bir öğretme metodudur. amacının dışına çıkarsa şirke girer ve büyük günahlar arasında sayılır.
rabıta-i şerife demek insanın hz.üstadımıza yaklaşmasıdır...
Rabıta, Allah (CC) Hz.leri’ne, O’nun (CC) Yüce Resulü (SAV) Efendimiz’e ve Cenab-ı Hakk’ın veli kullarına duyulan bir sevgiden ibarettir. Rabıta, lügatta “artırmak”, “kuvvetlendirmek”, “güçlendirmek” ve “bağlamak” manalarına gelir.
KAZIM YARDIMCI'NIN VARLIK ADLI KİTABINDA RABITA ŞÖYLE ANLATILIYOR:
RABITA
İslâm dininde, kul ile Allah arasında vasıta –aracı yoktur ve olamaz da. Rabıta -irtibat- kurmak, biat –bağlanmak, bunlar kişinin herhangi çiğ ve cahil birine rabıta ve biatı değildir.Rabıta ve
34
biat,Tanrının kutsi ruh -kutsal ruhu taşıyan (ki, bu ruh, Tanrının emridir ve Tanrının başta ilim olmak üzere, tüm sıfatları ile sıfatlanmıştır) Alim ve Arif, Nebi ve Velilerin ruhlarınadır. Yani, Kâmil insanadır. Demek ki rabıta ve biat, ilim ve marifetedir. Yoksa beşere değildir. Ruh, mahluk değildir. O Tanrının emir sıfatı olup, Haktır, nurdur,
Rabıta ve biat Hakkadır. Halka, rabıta ve biat olmaz. Güneşin ışığına yönelmek nasıl ki güneşe yönelmek ise, Alim ve Arif olan kutsal ruh taşıyan Olgun İnsana yönelmek de Tanrıya yönelmektir.Buna vasıta denmez. Çünkü ruh, Hakkın ziyası, ışığıdır, ziyasız da Güneş ile irtibat kurmak mümkün olmaz ve de güneş bilinmez. Bunun gibi, kutsal ruhla ilişki kuramayan bir kimse de, Tanrı ile ilişki kuramaz. Çünkü Tanrı, çok büyük ve sonsuz nurdur. Eğer o nur, birden zahir olsa, bütün kainat yanar.
Bu nedenle Tanrı, nurdan mahrum olmamamız için, kutsal ruh taşıyan Peygamberleri ve Yıldızlar gibi bize göndermiş ve ruh alemimizi onlarla aydınlatmak, büyük ve sonsuz nurdan haberdar etmek istemiştir. İnsan-ı Kâmil, nur-aydınlıktır. Allah, muazzam nurdur. Şimdi bir gerçek vardır, onu açıklıyoruz: “Az ışığı sevmeyen ve kabul etmeyen, çok ışığı hiç sevmez ve kabul etmez”. Bu durumdakiler, yarasa kuşları gibidir.Öyleyse, ruhları ve kalpleri birer ampül gibi parlayan, - nur olan-Nebileri ve Velileri sevmeyen ve kabul etmeyenler, Tanrı Güneşi Muhammed Mustafa’yı ve sonsuz, kenarsız nur olan Allah’ı nasıl sevip, kabul ederler? Bazılarının: “Biz Tanrıya inanıyoruz, Tanrıya bağlıyız, Peygamberler de neymiş, biz de insanız” ve bazılarının: “Biz Tanrının Peygamberine bağlıyız, Veliler de ne imiş” gibi saçma, aslında küfr – gerçeği örtme – lafları boştur. Kaide şudur: “Az ışığı sevmeyen, çok ışığı hiç sevmez.” Güneş doğup battığına, dünya yaşadığına, insanlar dünyada var olduğuna göre, muhakkak bu insanlar içerisinde Tanrıyı tam bilen, Kutsi ruh taşıyan, güzel ahlakla bezenmiş Kâmil insanlar da olacaktır.Çünki Tanrı, alemleri kendisi bilinsin yani gerçek bütün kemâlı ile anlaşılsın diye yaratmıştır. “Men Araf” dersini görmeyen ve Ledünni –Alem-i Kutsiyanın esrarına mahrem olmayanlar ise, Tanrıyı, gerçeğin özünü kemali ile bilemezler. Ahlak bütünlüğüne bir türlü ulaşamazlar.
Alem yaşadığına göre, içinde İnsan-ı Kamiller var demektir. Eğer kalmamış denilse, o zaman bu aleme lüzum yoktur. Yaratılış sırrına aykırı düşer. Bir bağda koruklar var ise, herhalde birer tane de üzüm vardır. Bu milyonlarca koruk misali, çiğ adamlar içinde de muhakkak ve muhakkak Kâmil İnsanlar vardır. İşte bunlar, Tanrı Velileridir. İnsan-ı Kâmil ile temas kuramayan, koyu karanlık ve dalalet-şaşkınlık- içindedir. İnsan-ı Kâmil’siz Tanrı bilinmez ve Tanrının gerçek ilminden, feyzinden faydalanılamaz.
Adem – Olgun İnsan-, Tanrının zatını yansıtan bir ayna, Onun ruhu ve kalbi Tanrının nuru, Tanrının sıfatıdır.
Kazım YARDIMCI
http://www.varliktanveriler.com/new/kitap/varlikyeni/
Ben rabıta nedir daha yeni öğrendim, valla ne desem bilmiyorum. Ama rabıta bana göre Mürşidini düşünmek, Peygamberimizi sav düşünmektir. Dahada genişletirsek bence rabıta ALLAHI (C.C.) düşünmektir.
Yaratan yeryüzüne nurunu alimleri ve sevdiği kulları vasıtasıyla saçarmış ve kimki onları sever ve onlara dost olursa, onlar vasıtasıyla Allahu Teala' nın nurundan istifade eder.
Eğer vesikalık resim taşımazsanız şeyh yerine bir eşek ile de hayali rabıta yapabilrsiniz. Bu durum tarikatça sorun değildir. Umulan sizin o eşeği bir gün şeyh haline dönüştürmenizdir.
Rabıta için şeyhin vesikalık çekilmiş bir resmini taşımak şarttır. Çünkü hayali zikirde şeyhi düşünmek lazımdır. O yüzden her müritte bir resim olur.
4- Rabıta: Hibenin hemen ardından 5 dakika süren rabıta şu şekildedir:
Abdurrahim Efendim, iki kaşımın hizasında bir altın koltuk üzerinde
oturmuş sohbet ediyor. Ayın onüç, ondördü gibi ışıklı olan yüzünden hasıl
olan bir nur beni çadır gibi ihata etmiş (her yanımı kaplayıp kuşatmış) her
nefes alışta o nur kalbime doluyor, nefesimi dışarı verdikçe de içimden
siyah bir zulmet çıkıp benden ayrılıyor. Nefsimi de siyah ve uyuz bir it
şeklinde (düşünerek) şeyhimin ayakları dibine atmışım, başımdan aşağıya
şeriat kamçısı ile vurarak O nefsimi terbiye ediyor. Sağ elimde bir altın
tabak içinde tuttuğum kalbime, şeyhimin iki kaşı arasından baş parmağımın
kalınlığında bir çeşme gibi feyiz akıp kalbimi temiz, tahir ve safi ediyor,
ben de şeyh efendimin mübarek yüzünü, cemalini seyrediyorum...
rabıta, tam anlamı ile brahmnizmdeki yoga felsefesinin güya islam uygulanmış şeklidir. rabıta, en kısa anlamı ile şirkin ta kendisidir.
* Nefs ejderhası ancak rabıtanın gölgesinde ölür.
* Zikir kalbi arındırır, rabıta ile yükselinir, kamil velinin sohbeti ise
hayat iksiridir.
..
..
* 'Alem iyi de; bir ben kötüyüm' demeyi benimse.
* Aman yarabbi! .. yi dilden düşürme.
* Her işinde şeriat terazisini elinden bırakma.
* Bir işe başlarken yiyip-içerken hep şöyle de:
- Bismillahi destur ya hazreti pirim.
- Yarabbi! Elimi mürşidimin eteğinden kesme.
- Yarabbi! Noksanıyla kabul buyur.
- Yarabbi! Fazlı tevfikini üstümüzden eksik etme.
Hayali Rabıta ve Hafızikir
1- Tevbe guslü: El tutup ders tarifi alınca, ilk gece sanki bütün vücudumuz
bir günah çamuruna bulanmış da çamur ve kir akıp, kaybolarak vücudumuzdan
ayrılıyor diye düşünüp itikat ederek ve adabına uygun gusül yapılacak.
2- Tevbe namazı: Gusülden sonra 2 rekat tevbe maksatlı namaz kılınır.
3- Fatiha hibesi: Tevbe namazından sonra kıbleye karşı oturulur, gözler
yumulur, 25 defa kalben ve sonları uzatılarak estağfirullah denilir. 5 defa
Fatiha okunur. 'Yarabbi bu okuduğum Fatihaları kabul buyur. Abdurrahim
Efendim (tarikatın o andaki şeyhi) nası hibe etti ise öylece hibe ettim
vasıl eyle, amin' denir.
4- Rabıta: Hibenin hemen ardından 5 dakika süren rabıta şu şekildedir:
Abdurrahim Efendim, iki kaşımın hizasında bir altın koltuk üzerinde
oturmuş sohbet ediyor. Ayın onüç, ondördü gibi ışıklı olan yüzünden hasıl
olan bir nur beni çadır gibi ihata etmiş (her yanımı kaplayıp kuşatmış) her
nefes alışta o nur kalbime doluyor, nefesimi dışarı verdikçe de içimden
siyah bir zulmet çıkıp benden ayrılıyor. Nefsimi de siyah ve uyuz bir it
şeklinde (düşünerek) şeyhimin ayakları dibine atmışım, başımdan aşağıya
şeriat kamçısı ile vurarak O nefsimi terbiye ediyor. Sağ elimde bir altın
tabak içinde tuttuğum kalbime, şeyhimin iki kaşı arasından baş parmağımın
kalınlığında bir çeşme gibi feyiz akıp kalbimi temiz, tahir ve safi ediyor,
ben de şeyh efendimin mübarek yüzünü, cemalini seyrediyorum...
Her gün yapılacak ders tarifi:
Üç dakikadan az beş dakikadan fazla olmamak kaydıyla rabıta yapıldıktan sonra namazda oturulan halde veya bağdaş hangisi kolayınıza geliyorsa, o biçimde oturmaya devam ederek, başımız da ya sola ya da sağa eğik olarak, sol el sol diz üzerinde, sağ el de sol memenin 4 parmak aşağısında, işaret parmak ile ortak parmak arasında tespihimizi diğer parmakların müdahalesi olmadan ve 2-3 veya daha fazla tespih tanesi alacak şekilde, kalben, asla ses çıkarmadan, dil damağa yapışmış vaziyette, gönül zikri olarak 'Allah,
Allah' diye çekilir. Tesbih başlarında 'ilahi ente maksudi ve rızake
matlubi' denilir. Sol elin parmakları açılıp kapatılarak tesbih tur sayısı
belirlenir ve asla fazla tesbih çekilmez.
İlk ders alanlar kalben yapılan Allah zikrinde bin ile beşbin adet arasında
serbest bırakılmıştır. Beşbinin üstüne ancak ve ancak emirle çıkılır. Dersin kazası olmaz. Kızan küsen payını keser.
rabıta yapmak için doğru mürşidin bulunması şarttır.aksi takdirde bu durum ehil olmayan doktora gidip,yanlış ilaç alıp,alınan ilacın saatinde ve doğru biçimde alınmasına benzer..ki yapılan iş görünürde doğru bile olsa temeli bozuktur.kişiye hiçbir fayda vermez aksine çok da zararlıdır..bu kişiler de mürşidim dedikleri yanlış kişinin yanlış halleriyle hallenirler.
o yüzden lütfen dikkat!
o yüzden bu konudaki yanlış itikadınızı ehli sünnet ulemanın kitaplarını okuyarak düzeltmenizi tavsiye ederim..Allahı gördüğünü iddia edenler istidrac halindedir..bu halde kişi doğru yolda olduğunu zanneder,ancak açık denizde yada çölde kaybolmuş durumdadır..bu halde kişi bazı noktalara gelmesini kendi nefsinden bilir,benliği ön plana çıkmış,nefsi,şeytanı onu pohpohlamaya başlamıştır..sonra gaybten bilgiler aldığını söyler,kendisine birtakım makamlar mevkiler biçer..
ama gerçek Allah dostlarına baktığınızda onlardan bırakın benliği,ağızlarından ben lafnı duymak bile zordur..
Rabıta, kelime olarak bir şeyi diğerine bağlamak, onunla ilgi ve alaka kurmak demektir.
Dinimizde rabıta, tefekkürün bir diğer şeklidir. Tefekkür, varlıkları ve olayları düşünüp onlarda gizlenen ilahi rahmeti, hikmeti, kudreti fark etmek ve bu vesile ile kalbi zikre geçirmektir.
Aşağıdaki yazılan ile rabıta arasına ne ilgi var anlayamadım....
rabıta örgütü özellikle 12 eylül 1980 sonrasında turgut özal'ın başbakanlığa gelmesi ile birlikte türkiye'de büyük bir güç kazanmaya başlamıştır. yurt dışındaki imamların maaşlarının ödenmesinden, türkiye'de yasaklanan süleymancılık, kadirilik, nakşibendilik gibi tarikatların yeniden organize bir hale gelmesine, devlet kademelerine takkıyyesci ve şeriatçı sempatizanların yerleştirilmesine kadar pek çok çalışmaya maddi ve manevi destek vermiştir.
cezayir'de yaşananlar, türkiye'de ortaya çıkan hizbullah katliamları rabıta örgütünün birer uzantısıdır. bosna savaşından sonra özellikle boşnak ve müslüman halkın yaşadığı bölgelerde çalışmalarına ağırlık veren rabıta örgütü başlangıcında cia destekli bir oluşum iken bu gün almanya'da da el altından kollanmaktadır.
rabıta örgütü türkiye'de medya desteğine ilk olarak türkiye gazaetesi ve türkiye çocuk dergisi ile başlamış, daha sonra bakanlıkların ve müsteşarlıkların çıkardığı aylık dergilere sponsor olmuştur.
ama. suudi arabistan tarzı bir şeriatçı yapılanmanın halkı müslüman olan bütün ülkelerde yerleşmesini sağlamaktır. rahmetli uğur mumcu bu konuyu 80 lerin ortasında cumhuriyet gazetesindeki köşesinde en ince ayrıntıları ile işlemiştir.
ankaralı dostlarımız bilirler, atakule'den çankaya'ya doğru çıkan şimdi adını hatırlayamadığım solunuzda kalan ilk sokaktan girin. işte bu sokağın sonundaki, sondan üçüncü apartmanın birinci ikinci, üçüncü ve dördüncü katları 90 lı yılların başına kadar rabıta örgütü ile bağlantılı pek çok tarikat şeyhi ve bunların müridinin buluşma noktası olmuştur. karşısında ise sanırım donanma nın bir tesisi olması lazım. şu an için öyle hatırlıyorum. buranın seçilmesi bile son derece ilginç tesadüflerle mi olmuştur acab? diye sormadan edemiyor insan.
rabıta örgütü son yıllarda adını sıkça duyduğumuz şevki yılmazlar, korkut özallar, ve bu gü s iyaset sahnesinde boy gösteren eski milli görüş teşkilatı üyesi pek çok genci yetiştirmiştir türkiye'de. erbakan zamanından ayyuka çıkan tarikat şeyhlerine başbakanlık konutunda iftar yemeği verme olayı ise turgut özal zamanında bunlardan destek almaya çalışan ve iktidara gelince yerini sağlamlaştırma çabasına düşen milli görüşçülerin küçük bir taktiği idi. oysa bu olaydan önce gazetecilerin önünde rahmetli ile birlikte cirit atarlarken gazetelere haber olmamaları da tesadüf değildir.
asıl adı 'rabıtat-al-allam-al-islami' olan suudi arabistan kökenli şeriatçı örgüt.. örgütün misyonu kısaca dünya üstünde şeriat adına yapılan ne varsa ona maddi ve politik destek vermektir.. bu örgüt bakanlar kurulu kararnamesiyle 1982-1984 yılları arası batı avrupa'daki türk imamlara maaş ödemiştir.. uğur mumcu tamamladığı son kitabı olan 'rabıta'da bu konunun ve türkiye üstünde oyun oynayan şeriatçı örgütlerin üzerine cesurca gitmiştir.. birçok çevreyi rahatsız ettiği için kendi sukiastinin sebebi de bu kitaptır..
bilmiyorum
Rabıta nedir?
Rabıta nasıl yapılır?
RABITA
Rabıta; Kur'ân-ı Kerim'de; Al-i İmran Suresinin 200. âyet-i kerimesinde emredilmiştir. Bütün insanlar için bir farzdır.
3/AL-İ İMRAN-200: Yâ eyyuhellezîne âmenûsbirû ve sâbirû ve râbitû vettekullâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne) .
Ey îmân edenler! Sabredin… Sabrın sahibi olun... Ve rabıta kurun… Allah'a (karşı) takva sahibi olun ki; (böylece) felâha eresiniz.
Rabıtanın tahakkukunu, tasavvufta yüzlerce delilleriyle görmek mümkündür.
Rabıta, insanın gönül gözüyle, bağlı olduğu kişiyi görmesi halidir. Allah'ın bütün evliyasında bu konu, üst seviye evliya olduğu zaman tahakkuk etmiştir. Herkes mürşidini rabıtayla görür. Rabıta, gönül gözünün açılmasını gerektirir. Allahû Tealâ, bir insana başlangıçta kalp gözünü ihsan etmez. Bir insanın kalp gözünü mutlak olarak aldığı yer, Allahû Tealâ'nın indinde, daimî zikre ulaştığı yerdir.
Nedir kalp gözü?
Kalp gözü ve kalp kulağı, kalbimizin görme ve işitme hassasıdır. Baş gözüyle gören bir insan, baş kulağıyla işiten bir insan, bir fıkıh sahibidir. Bir belli idrak seviyesinin sahibidir. Bunun adına Kur'ân-ı Kerim'imiz, 'fıkıh' diyor. Ama ne zaman, bir insanın kalp gözü açılırsa ve kalp kulağı açılırsa, kalbinin gözü ile görür ve kalbinin kulağıyla, o kişi işitmeye başlarsa; o zaman, o kişinin iç alemindeki idrak, fıkhı aşıyor ve 'fuad' ismini alıyor. İşte bir insan, mutlaka fuad sahibi olmalıdır ki; o kişi mürşidini görebilsin.
'BİR MÜRŞİDE BAĞLAMAZSAN ÖZÜNÜ,
HAKK'IN HUZURUNDA VAR OLAMAZSIN.'
Rabıta için, o kişinin mürşidini düşünmeye başlaması gerekir. Üç tane Âyetel Kursî okunacaktır. Kişi sükûnetle seccadenin üzerine oturmuş ve mürşidini düşünür olacaktır. Böyle bir dizayn içerisinde o kişi, baştan mürşidini hayalinde canlandırmaya çalışır. Kalp gözü açık olan bir kişi, bir süre sonra mürşidini mutlaka görecektir. O'ndan sorduğu bütün suallerin cevabını mutlak olarak alır. İşte bu işlem rabıtanın tahakkukudur.
Allah'a göre, bir insanın mürşidiyle aynı şehirde yan yana olmasıyla, arada sonsuz mesafeler olması neticeyi değiştirmez. Ve onların, kendi aralarındaki anlaşmalarında telefona da ihtiyaçları yoktur. Allah'ın televizyonu her ikisinde de çalışır. Allahû Tealâ, her ikisine de aynı şeyleri her zaman gösterir.
Bir insanın manevî değerlere sahip olması, o insanın kalp gözünü ve kalp kulağının açılması demektir. Böyle şeylerden Kur'ân-ı Kerim bahsediyor mu? Bahsediyor.
İşte A'raf 179'da Allahû Tealâ buyuruyor:
7/A'RAF-179: Ve lekad zere'nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a'yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en'âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne) .
Ve andolsun ki; cehennemi insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık) . Onların kalpleri (idrak hassaları) vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
Onlar bu hedefe, fuad hassasının hedefine ulaşamazlar. Kalp gözleri görmediği için, kalp kulakları işitmediği için fıkıh edemezler, idrak edemezler. Casiye 23'de de aynı husustan bahsediyor:
45/CASİYE-23: Efereeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem'ıhî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten) , fe men yehdîhi min ba'dillâh(ba'dillâhi) , e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne) .
Hevalarını (nefslerini) kendilerine ilâh edinenleri görmedin mi (habibim) ? Allah, onları bir ilim üzere dalâlette bırakır. Onların kalplerindeki sem'î (işitme) hassasını ve kalplerini (kalpteki idrak hassasını) mühürler ve onların kalplerindeki basar (görme) hassasının üzerine gışavet (isimli bir perde) çeker. Öyleyse (artık) Allah'tan sonra kim bu kişiyi hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?
İşte mürşidler de müridler de, birbirlerini kalp gözü ile görürler ve müridin böyle bir hedefe ulaşabilmesi, onun devamlı rabıta yapmasına bağlıdır. Rabıtayı yapan bir mürid için, neticede mutlaka mürşidini görmesi söz konusu olur.
Bir insan rabıtayı, müridse, mürşidi ile yapar. Ama mürşid olduktan sonra rabıta, Allah'la tahakkuk eder. O zaman Allahû Tealâ'yı görmek söz konusu mu? Evet! Allahû Tealâ, Zatı'nın görüleceğine dair birçok âyet-i kerimeler koymuş. Bir defa bütün sahâbenin, Allahû Tealâ'yı gördüğü, Yusuf Suresinin 108. âyet-i kerimesiyle kesinleşmiş.
12/YUSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed'û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne) .
De ki: 'Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.'
Allahû Tealâ kendisini gören herkese 'şahit' ünvanını veriyor. Bu, Allah'ın Zatı'nda görme işlemidir. Allah'ın Zatı'nı görmektir. Bir kişi, Allah'ın Zatı'nı salâhta görür. Hakk'ul yakînin sahibi odur. İşte böyle bir insan, salâhta irşad kademesine tayin edilirse, o kişi mürşiddir ve mutlaka Allah'ı görmüştür. Allah'ın söylediklerini çoktan beri işitebilmektedir.
kaynak:http://64.185.226.168/webs/mutlulugunsirri/rabita.htm