. ... . ve belki de panayırda kaybolmuş bir çocuktum, tuzlu kocaman gözlerimle ve, atlı karınca döndükçe, hareleri oyuncak çemberiydi ne malum,
ve belki mutlu çocuk yüzleri biriktiriyordum, yüzümü yasladığım parlak bir yıldızın yanağında; zaman, pastasını bir kez daha keserken…,
derken gök; matem giysisini geçirip üstüne, tülden siyah örtüsüyle, sildi tuzlarını çocuğun gözlerinden, ve üfledi mumu…,
bir dilek panayıra düştü, belki de yine bir düştü…, kaybolmuş bir çocuktum belki kendi karanlık ormanımda ve yağmur kokusu avuç içlerimde, alnı buz gibi bir çocuk…,
ve bir kerametli ve ismiyle müsemma kalbi gördü, o panayırda kaybolmuş çocuk ve, gömüldü; yürek boşluğuna uysal kalbinin kuş tüyleri…,
korku tünelindeki gürültü, içinden hızla geçerken, aralık kapılar bırakıyordu, ve hep o; aralık kapılardan süzüldü o/nun ol tecellisi, her seferinde açık kalan o kapılardan…,
ve haylaz bir çocuk gibi, sak/lan/baç zamanı derdi; - çık ortaya…,
tebessümü ılık taze süt kokusu, yüzünde iki mürdüm eriği…, elma yanağında yıldız izi…; parıl parıl parıldıya koşardım ona, panayırda kardeşini bulmuş çocuk gibi, koşardım o, sahipsizlerin icapçısı hekime, ciğerindeki yara izlerini takip ederek...,
yok ki kimsenin böyle bir muhabbet ve özlemek sandığı…, en yaşanmış ve en yaşanmamış düşlerle nakışlı ve pamuklara sarılıp saklanmış kalsın, kemirmesin sohbetin s/özünü tahta kuruları ve, lavanta koksun her daim, düşümüz…,
buluşuruz düşte bir yerde, lavanta tak o kalabalıkta göğsüne ki, kokun yaslansın yüreğime peygamber torunu, ve istediğimiz kadar çok sarılalım, ağaçlar gibi ayakta ölebilen evvel gidenlere…, eflatun ve sonsuz bir uykuda, ah; . ... .
.
...
.
ve belki de panayırda kaybolmuş bir çocuktum,
tuzlu kocaman gözlerimle ve,
atlı karınca döndükçe,
hareleri oyuncak çemberiydi ne malum,
ve belki mutlu çocuk yüzleri biriktiriyordum,
yüzümü yasladığım parlak bir yıldızın yanağında;
zaman, pastasını bir kez daha keserken…,
derken gök;
matem giysisini geçirip üstüne,
tülden siyah örtüsüyle,
sildi tuzlarını çocuğun gözlerinden,
ve üfledi mumu…,
bir dilek panayıra düştü,
belki de yine bir düştü…,
kaybolmuş bir çocuktum belki
kendi karanlık ormanımda
ve yağmur kokusu avuç içlerimde,
alnı buz gibi bir çocuk…,
ve bir kerametli ve ismiyle müsemma kalbi gördü,
o panayırda kaybolmuş çocuk ve,
gömüldü; yürek boşluğuna
uysal kalbinin kuş tüyleri…,
korku tünelindeki gürültü,
içinden hızla geçerken,
aralık kapılar bırakıyordu,
ve hep o; aralık kapılardan süzüldü
o/nun ol tecellisi,
her seferinde açık kalan o kapılardan…,
ve haylaz bir çocuk gibi,
sak/lan/baç zamanı derdi;
- çık ortaya…,
tebessümü ılık taze süt kokusu,
yüzünde iki mürdüm eriği…,
elma yanağında yıldız izi…;
parıl parıl parıldıya koşardım ona,
panayırda kardeşini bulmuş çocuk gibi,
koşardım o, sahipsizlerin icapçısı hekime,
ciğerindeki yara izlerini takip ederek...,
yok ki kimsenin böyle bir muhabbet ve
özlemek sandığı…,
en yaşanmış ve en yaşanmamış düşlerle nakışlı
ve pamuklara sarılıp saklanmış kalsın,
kemirmesin sohbetin s/özünü tahta kuruları ve,
lavanta koksun her daim,
düşümüz…,
buluşuruz düşte bir yerde,
lavanta tak o kalabalıkta göğsüne ki,
kokun yaslansın yüreğime peygamber torunu,
ve istediğimiz kadar çok sarılalım,
ağaçlar gibi ayakta ölebilen evvel gidenlere…,
eflatun ve sonsuz bir uykuda,
ah;
.
...
.