Aynı tempoda (L'istessi tempo) ve aynı partilerle devam eden 5. Bölüm 'Trotz dem alten Drachen' (Eski canavarlara rağmen) , motetin dramatik doruğudur... Sanki şeytanî güçler melodiyi parçalamak istemektedir... Sivri, kesik ve unison söylenen ezginin forte ve piano kontrastları bas partisinin kıvraklığı büyük bir enerjiyi yansıtır...
Derler ki ahmaktan ziyade 'aklıselim sahibi' insan vardır... Mebzûl olan aklıselimin kıymetsizliği karşısında 'deha'ya, onun haricinde bir yer vermek icap etmez mi? Filhakika, aklıselimin durduğu yerde koşan, çiğnenip gerildiği yerde gözünü yumup atlayan muammalı zekâya verdiğimiz 'deha' ismi, henüz hiç bir ilimde anlaşılır bir mânâ almış değildir... 'Deha' kelimesi bir muadile, meçhulün yerini tutan 's' harfi mâhiyetinde bir tabirdir ki arzın üzerinden, muhayyirü'l-ukul birer mahlûk pervazıyla geçen ve bir 'sır'rın anahtarını bırakıp ebediyetin ufuklarında kaybolanlara karşı aklıselimin yalnız belâhetini ve hayretini ifade eder...
Onun için Cem bir dehadır... Cem'in gözü gayr-ı kabil-i izah bir uzvî ucube ve görüşü henüz anlaşılmamış kuvvetlerin cinsinden bir kuvvettir... Bu göz bizim gözlerimiz gibi yalnız görmez, fakat bilhassa tahattur eder... Eşhasını görerek tersîm ettiği zaman, Cem'in alelâde bir ressama nazaran temâyüz ve rüchanını anlamak güç olur... Bu garip hususiyetin sırrını soranlara Cem şöyle cevap verir:
- Model karşısında bulunduğum zaman 'tabiat' beni mütemadiyen iğfal eder... Zira modelin ne önden, ne yandan, ne aşağıdan ve ne yukarıdan görülen şekli, ruhî evsafı tesbit eden başlıca hattı göstermez... Benim aradığım ise bütün mer'î ve maddî hatların muhassalası olan o büyük 'manevî hayat hattıdır.'
Bu sözler esrarengiz bir derûnî sa'yin ve belki de bütün bir sanatın düsturunu ihtiva eder... Cem'in dediği mahz-ı hakikattir: Şeklimiz bir hile ve bir yalandır... İnsan, meyveleri aksine yapılmış bir mahlûktur, tatlı eti dışarıda ve iç tarafı ele alınmayacak olan tarafıdır... Tebessüm, gülüş ve ağlayış, hep saklamak istediği gülünç veya iğrenç ruhun etrafında tuttuğu perdelerdir ki 'ruh' onun arkasında çarpık ve ürkek bir hayvan gibi, endişeli gözlerle bakarak çömelmiş oturur... Cem'in gözü işte bu perdelerin arkasında gizlenen çirkinliği gören ve ruhun bütün hile ve oyunlarını boşa çıkartıp onu en keskin bir tarassut altında tutmayı bilen gözdür... Nasıl? Onu ondan başka kim bilebilir!
Cem'in dârü'l-mesaisine girmek mazharına nâil olanlar, duvarlarda fecî bir insanlığın parça parça asılıp teşhir edilmiş olduğunu görürler... Derisi yüzülmüş et gibi ruhları üzerlerinde titreyen bu çarpık, şişman, zayıf veya kısa insanlar bir 'hırs', bir 'hased', bir 'kin', bir 'gurur' veya bir 'hamakat'dır ki, tanıdığınız ve her gün görüştüğümüz falan veya filanın ismini taşırlar...
Şüphe duyulması şaşırtıcı olmayan, söz konusu fiili yapmaya muktedir, yapmaya meyilli olan kimse.
...
Aynı tempoda (L'istessi tempo) ve aynı partilerle devam eden 5. Bölüm 'Trotz dem alten Drachen' (Eski canavarlara rağmen) , motetin dramatik doruğudur... Sanki şeytanî güçler melodiyi parçalamak istemektedir... Sivri, kesik ve unison söylenen ezginin forte ve piano kontrastları bas partisinin kıvraklığı büyük bir enerjiyi yansıtır...
...
keizer soze. tek hamlede.
Derler ki ahmaktan ziyade 'aklıselim sahibi' insan vardır... Mebzûl olan aklıselimin kıymetsizliği karşısında 'deha'ya, onun haricinde bir yer vermek icap etmez mi? Filhakika, aklıselimin durduğu yerde koşan, çiğnenip gerildiği yerde gözünü yumup atlayan muammalı zekâya verdiğimiz 'deha' ismi, henüz hiç bir ilimde anlaşılır bir mânâ almış değildir... 'Deha' kelimesi bir muadile, meçhulün yerini tutan 's' harfi mâhiyetinde bir tabirdir ki arzın üzerinden, muhayyirü'l-ukul birer mahlûk pervazıyla geçen ve bir 'sır'rın anahtarını bırakıp ebediyetin ufuklarında kaybolanlara karşı aklıselimin yalnız belâhetini ve hayretini ifade eder...
Onun için Cem bir dehadır... Cem'in gözü gayr-ı kabil-i izah bir uzvî ucube ve görüşü henüz anlaşılmamış kuvvetlerin cinsinden bir kuvvettir... Bu göz bizim gözlerimiz gibi yalnız görmez, fakat bilhassa tahattur eder... Eşhasını görerek tersîm ettiği zaman, Cem'in alelâde bir ressama nazaran temâyüz ve rüchanını anlamak güç olur... Bu garip hususiyetin sırrını soranlara Cem şöyle cevap verir:
- Model karşısında bulunduğum zaman 'tabiat' beni mütemadiyen iğfal eder... Zira modelin ne önden, ne yandan, ne aşağıdan ve ne yukarıdan görülen şekli, ruhî evsafı tesbit eden başlıca hattı göstermez... Benim aradığım ise bütün mer'î ve maddî hatların muhassalası olan o büyük 'manevî hayat hattıdır.'
Bu sözler esrarengiz bir derûnî sa'yin ve belki de bütün bir sanatın düsturunu ihtiva eder... Cem'in dediği mahz-ı hakikattir: Şeklimiz bir hile ve bir yalandır... İnsan, meyveleri aksine yapılmış bir mahlûktur, tatlı eti dışarıda ve iç tarafı ele alınmayacak olan tarafıdır... Tebessüm, gülüş ve ağlayış, hep saklamak istediği gülünç veya iğrenç ruhun etrafında tuttuğu perdelerdir ki 'ruh' onun arkasında çarpık ve ürkek bir hayvan gibi, endişeli gözlerle bakarak çömelmiş oturur... Cem'in gözü işte bu perdelerin arkasında gizlenen çirkinliği gören ve ruhun bütün hile ve oyunlarını boşa çıkartıp onu en keskin bir tarassut altında tutmayı bilen gözdür... Nasıl? Onu ondan başka kim bilebilir!
Cem'in dârü'l-mesaisine girmek mazharına nâil olanlar, duvarlarda fecî bir insanlığın parça parça asılıp teşhir edilmiş olduğunu görürler... Derisi yüzülmüş et gibi ruhları üzerlerinde titreyen bu çarpık, şişman, zayıf veya kısa insanlar bir 'hırs', bir 'hased', bir 'kin', bir 'gurur' veya bir 'hamakat'dır ki, tanıdığınız ve her gün görüştüğümüz falan veya filanın ismini taşırlar...
Cem'in gözü ruhların dârülazâbıdır...
Dergâh, 20 Eylül 1337/1921