NECİP FAZIL onu burda anlatmakla olacak iş değil kelimeler yetmez buna.Onun şiirlerinde bir şairin okurlarına yaşatması gereken en büyük özellik dikkatimi çekiyor, bu özellikde şairin gözüyle hayata bakmak.Okuyunca anlıyorsun necip fazılı yaşıyorsun, soluyorsun onu hiç unutmam ölünün odası diye yazdığı bir şiiri var o şiiri okuduğumda ölümü yaşamış kadar oldum diye bilirim, Hayat hikayesiylede örnek alınması gereken bir insandı o.Ama malesef türkiyede unun değeri çok fazla bilinmiyor umarım birgün hak etdiği o değeri alır bu emlektde.......
necip fazil, bireysel psikolojiyi edebiyatimiza en basarili bir sekilde tasiyan sairdir. gerci bir ilk degildir, daha once de boyle tesebbuslere bazi duzeylerde rastlanmistir ama ustad kisisel dunyayi siirimize acmistir.ama bu tarz bir siir, yazilis bakimindan oldukca zordur cunku inanilmaz bir ice kivrim istemektedir.dis dunyayi gozlemlemek ice gore cok kolaydir ama ic dunyayi gozlemlemek oldukca zordur ve birkac merhale ileridir. dolayisiyla bu tarz bir siire tesebbus edebilmek icin curet lazimdir ve malum bu curet ustadda hayli fazladir...
bundan baska necip fazil siirinin en buyuk ozelliklerinden biri de ahenktir...sairin ilk ciktigi zamanlarda bile olusturdugu ahenk cevrelerce muthis bir heyecan dalgalanmasina donusmustur...iste turkiyenin baudelaire'i geldi gibi laflar bunu gostermektedir...bunlardan baska kelime kullaniminda gosterdigi basari ise dehasinin bir ispatidir...mesela kafatasi, cinnet vb. o zamana kadar siir disi ogeleri buyuk bir basariyla siirine ozumsetmistir....ayrica necip fazil esine az rastlanir bir goruntu ustadidir...hatta onun bu ozelligini tabiri caizse dusmanlari bile itiraf etmektedirler...
son olarak ahmet hasim'in 20 yaslarindaki necip fazil'in siirlerini okuduktan sonra soyledigi su sozleri yaziyorum: 'cocuk sen bu sesi nereden buldun! ..'
Osmanlıca arapça-farsça-türkçe karışımıdır bunu bilmeyen yok heralde.. ve arapçanın büyük bir üstünlüğü vardır burda... Yazı arap alfabeleriyle, sağdan sola doğru yazılırdı... Buna da itirazı yok kimsenin... Şimdi Osmanlıca'da şu an kullanılmayan Türkçeleşmemiş Arapça ve Farsça kelimeler çok var... Mesela Neyzen Tevfik'te de öyle... Tanpınar'da da öyle... Ama bir Orhan Veli'de, Nazım'da, (serbest nazımcılar ve 1.yeniciler) saf, akıcı, daha kolay anlaşılabilir bir Türkçe bulabilirsiniz.... Bunu demek istemiştim anlatamadıysam veya anlayamadıysanız üzgünüm...
Tekrarladığım üzere ben Necip Fazıl'a saygı duyuyorum; benim için 'edebiyatta' Nazım'ın üstüne yoktur.. Necip Fazıl'ı kötülemediğim gibi (osmanlıca kullanmak suç değil elbet!) Nazım'ı eleştirenlere de laf atmıyorum; gel gör ki karşılıklı değil bazı şeyler...
26 Mayıs 1905'da doğdu. Maraş'lı bir soydan gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'ta ki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi (Akseki) , İbrahim Aşkı gibi isimler vardı.
İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris'te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı(1939-43) . Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.
Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü
Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Necip Fazıl' ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır.
Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergiler ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi(1936,17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi, Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır. Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı.1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla büyük ilgi topladı.
1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981) , Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.
Her kadının bastığı yerde sanki kalbim var Kalbimki vahşi bir zevk alır ezilişinden.
Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü, Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın. Bir lisandır onların, duruşu, bükülüşü, Kadınlar! Onlar varken konuşmayınız sakın.
İnce sütünlardaki ilahi güzelliğe Bacakların ruhudur şekil veren diyorum. Bacakları bir kalın örtüde saklı diye Mermerde kalbi çarpan Venüs'ü sevmiyorum.
Ömrümüzün geçtiği yolda, bana sorsalar Gidiyorum bir kadın bacağı peşinden.
Boynuma doladığım güzel putu görseler İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını. Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler İsa'nın eli diye bir kadın bacağını.
1930 larda boyle bir tokusturmanin yapilacagini zannetmiyorum cunku o zamanlarda necip fazil icin 'bir misrasi bile bir millete seref vermeye yeter' naralari atiliyordu...bu vaziyet taaa ustadin dini kimligini on plana aldigi zamana kadar.ondan sonra komunistler bir tutustu, isine gelmeyenler bir...boylece necip fazil'in buyuk siirine siyasi ve ideolajik tenkitler gelmeye basladi.yani necip fazil'i karalama ameliyesi.ama goruyorum ki bu bosa sarfedilmis bir ugrasti ve inaniyorum ki boyle cabalarin hepsi de bosa gitmeye mahkum.cunku ortada ben buradayim diyen bir uslup, iste mana nakis ve his abidesi diyen bir siir vardir... ver cucuye onun olsun sairlik benim gozum buyuk sanatkarlikta... buyuk sanatkara sonsuz saygi ve sevgilerle...
necip fazıl diince aklıma ne geldi: bir dergi 1930'larda idi heralde necip fazılla nazım kafa kafaya tokuşturulurken bir karikatür yapmış karagöz-hacivat (nazım-necip) hangisi karagöz hangi hacivat bilmiom ama dialog şu: necip fazıl nazım'a: sen hiç birşeysin nazı necip fazıl'a: sen hiç bir şey bile değilsin
nazım böyle dedi mi bilinmez ama dergiye bakacak olursak lafı iyi komuş vesselam....
yeryuzunde yalniz benim serseri yeryuzunde yalniz ben derbederim herkesin dunyada varsa bir yeri bende butun dunya benimdir derim... beni bile bana anlatiyor ya soze gerek yok.her sseye ragmen seviyorum onu..
ŞİMDİKİ ZAMAN ÇEKİMİNDE BİR MAHKUMA MEKTUP 12 Eylül sonrası tutuklanan Alparslan TÜRKEŞ ve bütün dava arkadaşlarına... Sana bu mektubu bir gece yarısında yazıyorum Azatlığın zirvesinde sohbete dalmış yıldızlar Zühre bir aşkı tutturmuş Bâbil’ de kalan Zavallı dünya habersiz, zavallı dünya sağır Bir Hârût’la Marut bir de ben dinliyorum Derken kayıp gidiyor yıldızlardan birisi Bir intikam fişeği gibi saplanıyor karanlığın karnına Senin namına yıldızları kıskanıyorum. Kim bilir kaç ışık yılı uzakta Öfkeyle kollarını çeviriyor yalancı fecir İmanım gibi biliyorum vakit asılmak vaktidir Ve taksim gazinolarında trahomlu şairler Mısra arıyorlar masaların altında Kanını içiyorlar bilmeden “Cennet atları” nın Ben yurdumun en sert tütününden bir sigara sarıyorum Dumanı ciğerlerime değil iliklerime çekiyorum Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde Domaniç yaylasında ne kadar dizginsiz at Başlıyorlar koşmaya kılcal damarlarımda Sıcak solukları yalarken alnımı Toynaklarını hissediyorum alyuvarlarımda.
Sana bu mektubu evimin balkonunda yazıyorum Sağ elimi koyuyorum tam yüreğimin üstüne Çankaya yokuşunda söylediğimiz marşı duyuyorum Ulu kayalar parçalanıyor beynimin bir yerinde Bir yerinde demirden dağlar eriyor Atlas yelkenli gemileri unutmuş birkaç levent Viski kokulu bulvarlarda yavaş yavaş ölüyor İstediğin o seccadeyi hemen gönderiyorum Üstünde Kabe resmi ve anamın duaları var Ve bildiğin sebeplerden ben gelemiyorum. Yine biliyorsun ki, Sevmedim ülküden başkasını Başı dumanlı dağları, dolunayı, ufukları Bir de Çankaya yokuşunda rüzgara tutulmuş saçlarını Önce Allah, sonra genlerim şahit. Sevgimi üçbin yıl sonra doğacak torunuma yolluyorum Trahomlu şairler doğruluyorlar masaların altından Elleri fahişelerin karanlık saçlarında Benim kalemimden kan değil süt damlıyor Geceler boyu böyle geleceği emziriyorum Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını Bir de seni çok seviyorum.
sairler sultani bana cok sey ifade eder. bunlardan yalnizca bir seyi soyleyeyim: soz necip fazil'in elinde tarihte cok az kiside oldugu kadar ehlilesti.bence necip fazil mevlana fuzuli yunus emre kadar buyuk bir soz ustasidir. muazzam bir tecessus muazzam bir yetenek ve muazzam bir mana: sultanu-s suera necip fazil...
sokaktayım kisesiz bir sokak ortasında yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum yolumun karanlığa saplanan noktasında sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum
Tam anlamıyla bir şair.Aldığı 'şairler sultanı' ünvanını fazlasıyla hak ediyor.Ölçüyü ve kafiyeyi onun kadar güzel kullanan belki de kimseyi görmedim.Şiirlerinde arapça, farsça karışık olmasını yadırgamamak gerek, çünki o ilk şiir yazmaya başladığı zamanlar bu, günlük konuşma diliydi.
NECİP FAZIL onu burda anlatmakla olacak iş değil kelimeler yetmez buna.Onun şiirlerinde bir şairin okurlarına yaşatması gereken en büyük özellik dikkatimi çekiyor, bu özellikde şairin gözüyle hayata bakmak.Okuyunca anlıyorsun necip fazılı yaşıyorsun, soluyorsun onu hiç unutmam ölünün odası diye yazdığı bir şiiri var o şiiri okuduğumda ölümü yaşamış kadar oldum diye bilirim, Hayat hikayesiylede örnek alınması gereken bir insandı o.Ama malesef türkiyede unun değeri çok fazla bilinmiyor umarım birgün hak etdiği o değeri alır bu emlektde.......
one number....
Dokuz kişiye bir pul/Bir kişiye tam dokuz pul/Bu taksimi kurt yapmaz/Kuzulara şah olsa NECİP FAZIL
necip fazil, bireysel psikolojiyi edebiyatimiza en basarili bir sekilde tasiyan sairdir. gerci bir ilk degildir, daha once de boyle tesebbuslere bazi duzeylerde rastlanmistir ama ustad kisisel dunyayi siirimize acmistir.ama bu tarz bir siir, yazilis bakimindan oldukca zordur cunku inanilmaz bir ice kivrim istemektedir.dis dunyayi gozlemlemek ice gore cok kolaydir ama ic dunyayi gozlemlemek oldukca zordur ve birkac merhale ileridir. dolayisiyla bu tarz bir siire tesebbus edebilmek icin curet lazimdir ve malum bu curet ustadda hayli fazladir...
bundan baska necip fazil siirinin en buyuk ozelliklerinden biri de ahenktir...sairin ilk ciktigi zamanlarda bile olusturdugu ahenk cevrelerce muthis bir heyecan dalgalanmasina donusmustur...iste turkiyenin baudelaire'i geldi gibi laflar bunu gostermektedir...bunlardan baska kelime kullaniminda gosterdigi basari ise dehasinin bir ispatidir...mesela kafatasi, cinnet vb. o zamana kadar siir disi ogeleri buyuk bir basariyla siirine ozumsetmistir....ayrica necip fazil esine az rastlanir bir goruntu ustadidir...hatta onun bu ozelligini tabiri caizse dusmanlari bile itiraf etmektedirler...
son olarak ahmet hasim'in 20 yaslarindaki necip fazil'in siirlerini okuduktan sonra soyledigi su sozleri yaziyorum:
'cocuk sen bu sesi nereden buldun! ..'
www.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/necip_fazil_kisakurek.html
Osmanlıca arapça-farsça-türkçe karışımıdır bunu bilmeyen yok heralde.. ve arapçanın büyük bir üstünlüğü vardır burda... Yazı arap alfabeleriyle, sağdan sola doğru yazılırdı... Buna da itirazı yok kimsenin... Şimdi Osmanlıca'da şu an kullanılmayan Türkçeleşmemiş Arapça ve Farsça kelimeler çok var... Mesela Neyzen Tevfik'te de öyle... Tanpınar'da da öyle... Ama bir Orhan Veli'de, Nazım'da, (serbest nazımcılar ve 1.yeniciler) saf, akıcı, daha kolay anlaşılabilir bir Türkçe bulabilirsiniz.... Bunu demek istemiştim anlatamadıysam veya anlayamadıysanız üzgünüm...
Tekrarladığım üzere ben Necip Fazıl'a saygı duyuyorum; benim için 'edebiyatta' Nazım'ın üstüne yoktur.. Necip Fazıl'ı kötülemediğim gibi (osmanlıca kullanmak suç değil elbet!) Nazım'ı eleştirenlere de laf atmıyorum; gel gör ki karşılıklı değil bazı şeyler...
ustadin dili osmanlica mi? (dikkat burada osmanlica'nin turkceden farkli olmasi varsayimi yapilmistir! sadece varsayimi yapilmistir ama! ..) Bu sorunun cevabini evet olarak bilenler ornek vermeli degil mi? asagida ustadin onceki donemine ait kadin bacaklari siiri duruyor.simdi o siirin ustunde nasil olunabiliyor da ustadin dili osmanlica'dir denilebiliyor.hayret!
dusmanim sen benim ifadem ve hizimsin
gunduz geceye muhtac bana da sen lazimsin!
sairler sultani...
Necip Fazıl Kısakürek (1905 - 1983)
26 Mayıs 1905'da doğdu. Maraş'lı bir soydan gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'ta ki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi (Akseki) , İbrahim Aşkı gibi isimler vardı.
İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris'te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı(1939-43) . Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.
Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü
Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Necip Fazıl' ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır.
Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergiler ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi(1936,17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi, Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır. Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı.1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla büyük ilgi topladı.
1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981) , Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.
Bugnün anısına (!) ... Necip Fazıl'dan:
KADIN BACAKLARI
Her kadının bastığı yerde sanki kalbim var
Kalbimki vahşi bir zevk alır ezilişinden.
Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,
Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın.
Bir lisandır onların, duruşu, bükülüşü,
Kadınlar! Onlar varken konuşmayınız sakın.
İnce sütünlardaki ilahi güzelliğe
Bacakların ruhudur şekil veren diyorum.
Bacakları bir kalın örtüde saklı diye
Mermerde kalbi çarpan Venüs'ü sevmiyorum.
Ömrümüzün geçtiği yolda, bana sorsalar
Gidiyorum bir kadın bacağı peşinden.
Boynuma doladığım güzel putu görseler
İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını.
Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler
İsa'nın eli diye bir kadın bacağını.
1930 larda boyle bir tokusturmanin yapilacagini zannetmiyorum cunku o zamanlarda necip fazil icin 'bir misrasi bile bir millete seref vermeye yeter' naralari atiliyordu...bu vaziyet taaa ustadin dini kimligini on plana aldigi zamana kadar.ondan sonra komunistler bir tutustu, isine gelmeyenler bir...boylece necip fazil'in buyuk siirine siyasi ve ideolajik tenkitler gelmeye basladi.yani necip fazil'i karalama ameliyesi.ama goruyorum ki bu bosa sarfedilmis bir ugrasti ve inaniyorum ki boyle cabalarin hepsi de bosa gitmeye mahkum.cunku ortada ben buradayim diyen bir uslup, iste mana nakis ve his abidesi diyen bir siir vardir...
ver cucuye onun olsun sairlik
benim gozum buyuk sanatkarlikta...
buyuk sanatkara sonsuz saygi ve sevgilerle...
necip fazıl diince aklıma ne geldi: bir dergi 1930'larda idi heralde necip fazılla nazım kafa kafaya tokuşturulurken bir karikatür yapmış karagöz-hacivat (nazım-necip) hangisi karagöz hangi hacivat bilmiom ama dialog şu:
necip fazıl nazım'a: sen hiç birşeysin
nazı necip fazıl'a: sen hiç bir şey bile değilsin
nazım böyle dedi mi bilinmez ama dergiye bakacak olursak lafı iyi komuş vesselam....
yeryuzunde yalniz benim serseri
yeryuzunde yalniz ben derbederim
herkesin dunyada varsa bir yeri
bende butun dunya benimdir derim...
beni bile bana anlatiyor ya soze gerek yok.her sseye ragmen seviyorum onu..
'Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber..
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber'
ölümü böyle güzel görebilen ve gösterebilen bir şair getirin karşıma..O, varlık sebebinin farkına varmış güzel İnsan..
Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı bosluk,
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!
Ensemin örsünde bir demir balyoz
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz
Yepyeni bir dünya etti hediye.
Bu nasıl bir dünya hikayesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.
Çile'den
Bu eşsiz dizelerin sahibi üstadı nasıl anlatabiliriz ki?
Kaldırımları kaldırım yapan...
Hayatın yanlızca göruneniyle yetinmeyen, bunun ötesinde varlıgın özüne inebilen bir insandır.
Sultan-us Şüara...(Şairlerin Sultanı) Gayri söze ne gerek...
sadece ama sadece üstadımız.
ŞİMDİKİ ZAMAN ÇEKİMİNDE BİR MAHKUMA MEKTUP
12 Eylül sonrası tutuklanan Alparslan TÜRKEŞ ve bütün dava arkadaşlarına...
Sana bu mektubu bir gece yarısında yazıyorum
Azatlığın zirvesinde sohbete dalmış yıldızlar
Zühre bir aşkı tutturmuş Bâbil’ de kalan
Zavallı dünya habersiz, zavallı dünya sağır
Bir Hârût’la Marut bir de ben dinliyorum
Derken kayıp gidiyor yıldızlardan birisi
Bir intikam fişeği gibi saplanıyor karanlığın karnına
Senin namına yıldızları kıskanıyorum.
Kim bilir kaç ışık yılı uzakta
Öfkeyle kollarını çeviriyor yalancı fecir
İmanım gibi biliyorum vakit asılmak vaktidir
Ve taksim gazinolarında trahomlu şairler
Mısra arıyorlar masaların altında
Kanını içiyorlar bilmeden “Cennet atları” nın
Ben yurdumun en sert tütününden bir sigara sarıyorum
Dumanı ciğerlerime değil iliklerime çekiyorum
Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde
Domaniç yaylasında ne kadar dizginsiz at
Başlıyorlar koşmaya kılcal damarlarımda
Sıcak solukları yalarken alnımı
Toynaklarını hissediyorum alyuvarlarımda.
Sana bu mektubu evimin balkonunda yazıyorum
Sağ elimi koyuyorum tam yüreğimin üstüne
Çankaya yokuşunda söylediğimiz marşı duyuyorum
Ulu kayalar parçalanıyor beynimin bir yerinde
Bir yerinde demirden dağlar eriyor
Atlas yelkenli gemileri unutmuş birkaç levent
Viski kokulu bulvarlarda yavaş yavaş ölüyor
İstediğin o seccadeyi hemen gönderiyorum
Üstünde Kabe resmi ve anamın duaları var
Ve bildiğin sebeplerden ben gelemiyorum.
Yine biliyorsun ki, Sevmedim ülküden başkasını
Başı dumanlı dağları, dolunayı, ufukları
Bir de Çankaya yokuşunda rüzgara tutulmuş saçlarını
Önce Allah, sonra genlerim şahit.
Sevgimi üçbin yıl sonra doğacak torunuma yolluyorum
Trahomlu şairler doğruluyorlar masaların altından
Elleri fahişelerin karanlık saçlarında
Benim kalemimden kan değil süt damlıyor
Geceler boyu böyle geleceği emziriyorum
Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını
Bir de seni çok seviyorum.
sairler sultani bana cok sey ifade eder.
bunlardan yalnizca bir seyi soyleyeyim: soz necip fazil'in elinde tarihte cok az kiside oldugu kadar ehlilesti.bence necip fazil mevlana fuzuli yunus emre kadar buyuk bir soz ustasidir.
muazzam bir tecessus muazzam bir yetenek ve muazzam bir mana: sultanu-s suera necip fazil...
BEKLENEN
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti, istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar? ..
mehmet akif kadar olmasa da sevdiğim bir şairdir...gerçek bir şair..söylemek istediği şeyi çok güzel anlatanlardan...
'ölümü bile sevdiren şair'
onun üstüne şair tanımıyorum
sokaktayım kisesiz bir sokak ortasında
yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum
yolumun karanlığa saplanan noktasında
sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum
tam otuz beş yıl saatim işlemiş ben durmuşum
gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum
Tam anlamıyla bir şair.Aldığı 'şairler sultanı' ünvanını fazlasıyla hak ediyor.Ölçüyü ve kafiyeyi onun kadar güzel kullanan belki de kimseyi görmedim.Şiirlerinde arapça, farsça karışık olmasını yadırgamamak gerek, çünki o ilk şiir yazmaya başladığı zamanlar bu, günlük konuşma diliydi.
Sanatına saygı duyarım Necip Fazıl'ın ama ben onun şiir tarzına alışamadım. Sürekli Türkçe-Arapça arası bir dille şiir yazmış oluşunu beğenmiyorum.