asagidaki yazida ustadin nesrine yonelik sozler onemsenmeli...hep soylemisimdir, necip fazil buyuk bir sairdir tamam buna herhalde kimsenin bir diyecegi yoktur ama ustad oyle bir usluba ulasmistir ki nesirde bunu farkeden zanneder ki bir daha boylesine ilginc ve tatli bir uslub bulamayacaktir Turk dilinde...evet benim ilk dikkatimi cektiginden bu yana hayran hayran okumusumdur necip fazili...gerci bu bazen oyle hadlere varirdi ki sadece uslubu okurdum, yani usluba dalar giderdim de ne olup bittiginden bir haberim olmazdi....evet, ustadin eserleri kadar beni alip goturen bir usluba sahip baska bir edebiyat adami bulamadi ruhum, bilmem acaba boyle birisi var mi? ...yoksa leibniz'in o unlu tasnifi burada ise yarar mi? ...hani o olumsal olan, zaruri olan, zaruru olmayan(iste burasi) onermeler falan...
'Necip Fâzıl Kısakürek âhirete yürüyeli 20 sene olmuş. Dün Nevşehir’de yapılan panele rahatsızlığım sebebiyle katılamadığım için müteessirim.
Necip Fâzıl, Türkiye’de “sağ” kavramını biçimlendirmiş ve ona plastik kazandırmaya yıllarını vermiş bir insandı ama ne gariptir ki halefi yoktur. Sağın en vahim derdi “ferd”e yatırım yapmaması ve işi –hariçten demokrat gibi görünse bile– totaliter ve otoriter bir anlayışla yürütmeye çalışmasıydı. Necip Fâzıl, sadece “sağ”ın değil, Cumhuriyet devrinin en mühim ve dikkate değer “fert”lerinden birisiydi; o, yaşadıkları ile yazdıkları arasındaki mesafede kendisi gibi kalmayı bu meziyetiyle başarabilmişti.
Üstâdın siyasetle ilişkisi hep “naif” seviyede kaldı; angajmanları ve düşmanlıkları ile naifti; aynı özelliği dini ve tarihi meselelerle ilgili olarak kaleme aldığı monografilerde de görürüz. Şiirdeki kudreti ve bir aksiyon adamı olarak samimiyeti, naif taraflarını setreden bir başka üstünlüğü idi.
Halefinin olmayışı meselesi önemli; şairâne bakışı, onda sosyoloji birikiminin yufkalığını ikaame eden bir başka cihettir. Siyasi davranışlarındaki tutarsızlığı, egosunun gücü kadar sosyoloji vadisindeki yalınkatlığına da işaret eder. Bir “Büyük Doğu” gençliği hiç olmadı; “yetişsin” diye binbir emek verdiği fidanı her sulayışında başka gelişimlerle karşılaşıyor, kısa bir infial nöbetinden sonra yeniden işe koyuluyordu.
Türk nesrinde bir “Necip Fâzıl cümlesi” vardır ve bu cümle üslûbu, neredeyse yan yana duran üç kelimesinden bile tanınacak ölçüde kendisine mahsustur. Onun hakkıyla kazandığı “Sultan’üş Şuârâ”lık ünvânı, nesrini gölgelememelidir; yeni kuşakların Necip Fâzıl’ı bu dikkatle okumalarını da isterim.
O kadar “nevi şahsına münhasır”dı ki, yeri dolmamıştır; böyle insanların yerini, kendilerinden başka hiç kimse dolduramaz.
Necip Fazıl Kısakürek 26 Mayıs 1905 - 25 Mayıs 1983
Rahmetle anıyoruz...
»Eserleri Cinnet Mustatili, Hikayelerim, Çile, Aynadaki Yalan, İdeolocya Örgüsü, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, O ve Ben, İman ve İslam Atlası, İhtilal, Bab-ı Ali, Raporlar, Para Mukaddes Emanet, Senaryo Romanlarım, Reis Bey Parmaksız Salih, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Benim Gözümde Menderes, Nur Harmanı, Yeniçeri, Müdafaalarım, Türkiye'nin Manzarası, Namık Kemal, Sabır Taşı Ahşap Konak, Yunus Emre Kanlı Sarık, Peygamber Halkası, Konuşmalar, Moskof, Ulu Hakan İkinci Abdülhamit Han, Bir Adam Yaratmak, Kafa Kağıdı, Çöle İnen Nur, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, At'a Senfoni, Hazret-i Ali, Hücum ve Polemik, Öfke ve Hiciv, Tohum, Hitabeler, Son Devrin Din Mazlumları, Hesaplaşma, Doğru Yolun Sapık Kolları, ...
'Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini...
O, kim mi? Allah'ın Sevgilisi...
Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı...
Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.
Binbir istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o bir etrafında helezonlar çizen bir hayat...
niye özel olarak bu insan içki içiyormuş gibi lanse edilmek isteniyor.30 yaşına kadar içki de içmiştir, başka şeyler de yapmış olabilir. ama sonra içki içtiğine inanamam, çünkü 30 yaş onun için dönüm noktasıdır. o, elbette kusursuz olamaz. ama o da tüm kusurlarıyla 'kusursuzu' bize anlatabilmeyi hayat gayesi yapmış halis niyetli bir insan...
Necip Fazılın uslubuyla yazılmış güzel bir yazı okumak isteyenlere...
Zarafet
Zarafet kelimesinin içini doldurabilecek özellikler nelerdir? Acaba hiç düşündünüz mü, zarif insan kime denir? Zarif kelimesi zarf kelimesi ile aynı köktendir. Zarf, “içine bir şey konulan kap” anlamını taşır. Mektup zarfı gibi. O halde zarif insan da, “içinde latif ve hoş şeyler bulunan kişi” anlamına gelecektir. Soru şu: Zarafetin içini dolduran bu latif ve hoş şeyler acaba nelerdir? ! .. Zarif olmanın ilk şartı hiç şüphesiz nazik olmaktır. Nazik olmanın ilk şartı da hatayı kendinde aramak. Konfüçyüs, insaniyeti tanımlarken “Kendine hakim olmak ve nezaketli olmak.” der. Bu bir bakıma zarafetin de tanımıdır. Çünki zarif kişi hiç kimseye zararı dokunmayan, bilakis kendisinden çevresine güzellik ve iyilik yansıyan kişidir. Zarafeti olmayan, nezaketle terbiye edilmeyen bütün varlıklar, gitgide canavarlaşır. O halde zarafet haddi aşmamak da demektir. Haddi aşan her şey çevresine zarar verir çünki. Rüzgar, saba yeli yahut meltem iken güzeldir de haddini aşıp şiddetlenince fırtınaya, boraya, kasırgaya durur. Dalgalar belli bir ahenkle sahile vururken hoşa gider de şiddetini artırınca çevresini yıkmaya başlar. Sevgi belli ölçülerde erdemdir de haddi aşınca adı aşk olur, cinnete varır. Yerinde bir öfke edep içindir de haddi aşınca insanı katil eder. Şakanın normali nükte ve mizahtır; ama aşırısı maskaralık olur. Velhasıl zarafet bir itidaldir. Hani mevsimler içinde bahar gibi. Kış ve yaz haddi aşan hava şartlarıyla vardır; ama baharda sıcak ile soğuğun, gece ile gündüzün, belki tabiattaki ölüm ile canlılığın eşit ve dengeli olduğu görülür. Bunun insan ruhuna yansıması da aslında insanın itidali, fıtratın en beğenilen yüzüdür. İnsan ruhu iyilik ve güzellik ile gerçek kimliğine kavuştuğuna göre, bir bahar zarafeti de insana en uygun olan tavrı sunar. Ne buyrulduğunu biliriz: “İşlerin hayırlısı, orta hallice olanıdır. “Bu düstur, derinine bakıldığında, aşırılıktan kaçmaktan öte zarafeti bize telkin etmektedir. Her tavrın bir zarafeti vardır. Oturmanın, kalkmanın, iş görmenin, eşyaya bakmanın, sosyal ilişkilerin, çalışmanın, dinlemenin ve tabii söz söylemenin... Gönüllerdeki zarafet dışa yansıdıkça hayat güzelleşir ve kalite kazanır. Söz gelimi sanat eserleri ancak zarif bir duyuş, zarif bir bakış ile ortaya çıkabilir. Sözün zarafeti şiir, rengin zarafeti resim, taşın zarafeti mimari, sesin zarafeti beste olarak dışa yansıdığı vakit eşya da zarafet kazanır ve sanat olur. O halde sanatın kullandığı yöntem, baştan başa bir zarafetten ibarettir. Ortaya çıkan şey edepten sıyrılmış olsa bile yöntemin zarafetine halel getirmez. Eşyanın zarafeti insanın ona yüklediği anlam ile ölçülür. Çivi, iğne, çengel, giyotin, mengene, kerpeten vb. eşya bir zindanda da bulunabilir, bir ciltevinde de. Zindanda aynı eşya ile işkence yapılır ama ciltevinde onlar bir sanat eseri için vardır. Yani birisi nezaket ve zarafet adına kullanılır, diğeri nezaketsizlik ve zulüm adına. Birinden estetik, diğerinden kötülük çıkar. Bunlardan ilki insan tabiatına uygun olan, diğeri onu insanlıktan çıkaran tavırlar olduğuna göre insanlığın da ölçüsü zarafete vabeste kalır. İnsaniyetli olmak demek, önce zarif olmak demektir. Zarif kişide bulunması gereken özellikler arasında yüzün aydınlığı, vücut ve elbisenin temizliği, güzel koku sürünme, görünümün iç açıcı oluşu, konuşmanın düzgün ve akıcılığı, fikirlerin mantık ve akıl çerçevesinde olması, müstehcenlikten kaçınma ve pis şeylerden uzaklaşma gibi özellikler vardır.* Buna gülümseme, kararlılık, samimiyet, tek yüzlülük, sevgi, takdir hissi vs. de eklenebilir. Ama bizce hepsinden önemlisi sözün güzel olmasıdır. Sözün güzel olmasından kasıt, onu düzgün ve akıcı ifade etmekten, süslemekten ziyade içinin dolu olması, değerli bir fikri ifade etmesi, yüksek anlamlar taşıması, yapıcı olması, gönül almasıdır. Yerinde bir teşekkür, uygun bir selamlaşma, gerektiğinde özür dileyiş, takdir ve sevgiyi ifade gibi. Bunlar yoksa mutluluk yoktur çünki. Yani ki söz, candan ibarettir. Ve canın tek gıdası zarafettir.
aslinda kimse misralara tam olarak sigmaz...cemil meric bolumunde birisi cemil meric'in bir sozunu aktarmisti galiba istirab hulasa edilemez gibi birseydi...istirab ise insanin sadece bir yonu...madem istirabsiz insan yok, o zaman kimsenin misralarla hulasa edilemeyecegini garantiledik... iyi sair kendini misralarina en cok sigdirabilmis sairdir....necip fazil boyledir iste....ama bir de misralara buyuk bir insani buyuk bir sair sigdirmaya calisirsa ne olur....ortaya necip fazil siiri cikar....
hayır..onların anlamakaistemediği..yada anlıyamadığı...insanın din ile nerden nereye geldiği, gelebileceği....hz.ömer i bilir misiniz....nerden nereye gelmişti..bu da dinin bir mucizesi...hiç nasuh tevbe etmiyen nerden bilecek nasuh tevbeyi....
Çelişkili ama hasta olan arkadaşına yardım etmediği ve, ona ilaç alması için verilen parayla kumar oynadığını ve arkadaşlarınında onu böyle cezalandırdığını bende birkaç yerde okumuş ve pekçok kişiden duymuştum.... İnanıp inanmamak sizin elinizde :)))
İsnadında peşpeşe iki veya daha fazla ravisi düşen hadistir. Düşen raviler içinde sahabi olsun olmasın böyledir. Bu durumda isnadsız her hadis 'mu'dal'dir. Bunun yerine 'mürsel' diyenler de vardır.
el-Hakim, Tabii'ye nisbet edilen 'muttasıl maktu' hadise 'mu'dal' adını verir. Yine isnadında 'mübhem' veya 'mechul' ravi bulunan 'muttasıl'a da bu adı verir.
o ki pına5r başında çeker suya hasreti kadınında kadına yurdund ayurda hasret yalan dünyada bütün görünüşler iğreti her şey o şeye hazin benzeyişten ibaret
var olan yoklukların ömrünü sürüyorum aşklar boboş kuruntu hürriyetler esaret yalnız rakip ismi ile Allah ı görüyorum bir yokluk ki bu dünya var oalndan işaret.....
'mal sahibi bensem, bunları istemediğim, tanımadığım, ve çöplüğe attığım bilinsin...attıklarım, aldıklarımdan çok olan eski şiirlerimi yenileri ile demetledikten ve bu kitapta(çile) derledikten sonra meydana gelen şu kadar parça şiir, şu ana kadar şairliğimin tam ve eksiksiz kadrosu oluyor....işte şiir kitabım.(çile) bu, hepsi bu kadar...ve bu kitaba gelinceye dek başka hiç bir şiir bana, adıma ve ruhuma mal edilemez....(necip fazıl)
ne hasta bekler sabahı ne taze ölüyü mezar ne de şeytan bir günahı seni beklediğim kadar............ necip fazıl deyince aklıma Allah, Peygamber sevgisi, Tasavvuf ve ölüm, yalnızlık, hafakanlar gelmektedir.
cumhuriyet dönemi türk siirinin en büyük sairi... tiyatroda da muammer karaca'nin ifadesiyle bu isi shakespeare, molier ayarinda yapan birisi... aynadaki yalan oldukca güzel bir roman...
Necip Fazıl Kısakürek 1904 yılında İstanbul’da doğdu. Çeşitli okullarda, bu arada Amerikan Koleji'nde okudu ve orta öğrenimini Bahriye Mektebi'nde yaptı(1922) . Bu askeri okulda, din derslerini, Aksekili Ahmed Hamdi, tarih derslerini Yahya Kemal'den görmüş, ama asıl anlamda 'edebiyat ve felsefeden riyaziyeye ve fiziğe kadar iç ve dış bir çok ilimde derin ve mahrem mıntıkalara kadar nüfuz edebilmiş' dediği İbrahim Aşkî'nin etkisinde kalmıştır.İbrahim Aşkî, verdiği kitaplarla onun 'deri üstü deri bir plânda da olsa' tasavvufla ilk temasını sağlamıştır. Kısakürek Bahriye Mektebi'nin 'namzet ve harp sınıflarını bitirdikten sonra' Darülfünun Felsefe Bölümü'ne girmiş ve oradan mezun olmuştur (1921-1924) . Felsefedeki en yakın arkadaşlarından biri Hasan Ali Yücel'dir. Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile bir yıl Paris'te gitmiştir. (1924-1925) . Yurda döndükten sonra Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında memurluk ve müfettişlik gibi görevlerde bulunmuş (1926-1939) , Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı ile İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi'nde dersler vermiştir (1939-1942) . Daha gençlik yıllarında basınla ilişkiye geçen Kısakürek, bu tarihten sonra memurlukla ilişkisini kesmiş, hayatını yazarlık ve dergicilikten kazanmaya başlamıştır.Necip Fazıl Kısakürek 25 Mayıs 1983 tarihinde Erenköy'deki evinde öldü.Naşı, Eyüp sırtlarındaki kabristana defnedilmiştir.
Şair, his cephesinden, daha ilk nefeste vecd çözülüşleriyle yere seriliveren bir afyon, tiryakisi; fikir cephesinden de, bu afyonu esrarlı havanlarda hazırlayan ve tek miligramının tek hücre üzerindeki tesirini hesaplayan bir simyacı...
Şiir, tek kelimeyle üstün idraktir; ve idrak yolunda basit ve kuru fikrin koltuk değneklerini elinden alıp onu en karanlık sezişlerin üzerine çeken ve ışık hızıyle uçuran sihirli seccadedir. Necip Fazıl
asagidaki yazida ustadin nesrine yonelik sozler onemsenmeli...hep soylemisimdir, necip fazil buyuk bir sairdir tamam buna herhalde kimsenin bir diyecegi yoktur ama ustad oyle bir usluba ulasmistir ki nesirde bunu farkeden zanneder ki bir daha boylesine ilginc ve tatli bir uslub bulamayacaktir Turk dilinde...evet benim ilk dikkatimi cektiginden bu yana hayran hayran okumusumdur necip fazili...gerci bu bazen oyle hadlere varirdi ki sadece uslubu okurdum, yani usluba dalar giderdim de ne olup bittiginden bir haberim olmazdi....evet, ustadin eserleri kadar beni alip goturen bir usluba sahip baska bir edebiyat adami bulamadi ruhum, bilmem acaba boyle birisi var mi? ...yoksa leibniz'in o unlu tasnifi burada ise yarar mi? ...hani o olumsal olan, zaruri olan, zaruru olmayan(iste burasi) onermeler falan...
'Necip Fâzıl Kısakürek âhirete yürüyeli 20 sene olmuş. Dün Nevşehir’de yapılan panele rahatsızlığım sebebiyle katılamadığım için müteessirim.
Necip Fâzıl, Türkiye’de “sağ” kavramını biçimlendirmiş ve ona plastik kazandırmaya yıllarını vermiş bir insandı ama ne gariptir ki halefi yoktur. Sağın en vahim derdi “ferd”e yatırım yapmaması ve işi –hariçten demokrat gibi görünse bile– totaliter ve otoriter bir anlayışla yürütmeye çalışmasıydı. Necip Fâzıl, sadece “sağ”ın değil, Cumhuriyet devrinin en mühim ve dikkate değer “fert”lerinden birisiydi; o, yaşadıkları ile yazdıkları arasındaki mesafede kendisi gibi kalmayı bu meziyetiyle başarabilmişti.
Üstâdın siyasetle ilişkisi hep “naif” seviyede kaldı; angajmanları ve düşmanlıkları ile naifti; aynı özelliği dini ve tarihi meselelerle ilgili olarak kaleme aldığı monografilerde de görürüz. Şiirdeki kudreti ve bir aksiyon adamı olarak samimiyeti, naif taraflarını setreden bir başka üstünlüğü idi.
Halefinin olmayışı meselesi önemli; şairâne bakışı, onda sosyoloji birikiminin yufkalığını ikaame eden bir başka cihettir. Siyasi davranışlarındaki tutarsızlığı, egosunun gücü kadar sosyoloji vadisindeki yalınkatlığına da işaret eder. Bir “Büyük Doğu” gençliği hiç olmadı; “yetişsin” diye binbir emek verdiği fidanı her sulayışında başka gelişimlerle karşılaşıyor, kısa bir infial nöbetinden sonra yeniden işe koyuluyordu.
Türk nesrinde bir “Necip Fâzıl cümlesi” vardır ve bu cümle üslûbu, neredeyse yan yana duran üç kelimesinden bile tanınacak ölçüde kendisine mahsustur. Onun hakkıyla kazandığı “Sultan’üş Şuârâ”lık ünvânı, nesrini gölgelememelidir; yeni kuşakların Necip Fâzıl’ı bu dikkatle okumalarını da isterim.
O kadar “nevi şahsına münhasır”dı ki, yeri dolmamıştır; böyle insanların yerini, kendilerinden başka hiç kimse dolduramaz.
Yattığı yer cennet olsun. '
A. Turan Alkan
Necip Fazıl Kısakürek
26 Mayıs 1905 - 25 Mayıs 1983
Rahmetle anıyoruz...
»Eserleri
Cinnet Mustatili, Hikayelerim, Çile, Aynadaki Yalan, İdeolocya Örgüsü, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, O ve Ben, İman ve İslam Atlası, İhtilal, Bab-ı Ali, Raporlar, Para Mukaddes Emanet, Senaryo Romanlarım, Reis Bey Parmaksız Salih, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Benim Gözümde Menderes, Nur Harmanı, Yeniçeri, Müdafaalarım, Türkiye'nin Manzarası, Namık Kemal, Sabır Taşı Ahşap Konak, Yunus Emre Kanlı Sarık, Peygamber Halkası, Konuşmalar, Moskof, Ulu Hakan İkinci Abdülhamit Han, Bir Adam Yaratmak, Kafa Kağıdı, Çöle İnen Nur, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, At'a Senfoni, Hazret-i Ali, Hücum ve Polemik, Öfke ve Hiciv, Tohum, Hitabeler, Son Devrin Din Mazlumları, Hesaplaşma, Doğru Yolun Sapık Kolları, ...
'Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini...
O, kim mi?
Allah'ın Sevgilisi...
Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı...
Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.
Binbir istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o bir etrafında helezonlar çizen bir hayat...
'Benim hayatım budur! '
“Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var; akıl için son tavır, saçlarını yolmak var! ” Necip Fazıl...
niye özel olarak bu insan içki içiyormuş gibi lanse edilmek isteniyor.30 yaşına kadar içki de içmiştir, başka şeyler de yapmış olabilir. ama sonra içki içtiğine inanamam, çünkü 30 yaş onun için dönüm noktasıdır. o, elbette kusursuz olamaz. ama o da tüm kusurlarıyla 'kusursuzu' bize anlatabilmeyi hayat gayesi yapmış halis niyetli bir insan...
Necip Fazılın uslubuyla yazılmış güzel bir yazı okumak isteyenlere...
Zarafet
Zarafet kelimesinin içini doldurabilecek özellikler nelerdir? Acaba hiç düşündünüz mü, zarif insan kime denir?
Zarif kelimesi zarf kelimesi ile aynı köktendir. Zarf, “içine bir şey konulan kap” anlamını taşır. Mektup zarfı gibi. O halde zarif insan da, “içinde latif ve hoş şeyler bulunan kişi” anlamına gelecektir. Soru şu: Zarafetin içini dolduran bu latif ve hoş şeyler acaba nelerdir? ! ..
Zarif olmanın ilk şartı hiç şüphesiz nazik olmaktır. Nazik olmanın ilk şartı da hatayı kendinde aramak. Konfüçyüs, insaniyeti tanımlarken “Kendine hakim olmak ve nezaketli olmak.” der. Bu bir bakıma zarafetin de tanımıdır. Çünki zarif kişi hiç kimseye zararı dokunmayan, bilakis kendisinden çevresine güzellik ve iyilik yansıyan kişidir. Zarafeti olmayan, nezaketle terbiye edilmeyen bütün varlıklar, gitgide canavarlaşır. O halde zarafet haddi aşmamak da demektir. Haddi aşan her şey çevresine zarar verir çünki.
Rüzgar, saba yeli yahut meltem iken güzeldir de haddini aşıp şiddetlenince fırtınaya, boraya, kasırgaya durur. Dalgalar belli bir ahenkle sahile vururken hoşa gider de şiddetini artırınca çevresini yıkmaya başlar. Sevgi belli ölçülerde erdemdir de haddi aşınca adı aşk olur, cinnete varır. Yerinde bir öfke edep içindir de haddi aşınca insanı katil eder. Şakanın normali nükte ve mizahtır; ama aşırısı maskaralık olur. Velhasıl zarafet bir itidaldir. Hani mevsimler içinde bahar gibi. Kış ve yaz haddi aşan hava şartlarıyla vardır; ama baharda sıcak ile soğuğun, gece ile gündüzün, belki tabiattaki ölüm ile canlılığın eşit ve dengeli olduğu görülür. Bunun insan ruhuna yansıması da aslında insanın itidali, fıtratın en beğenilen yüzüdür. İnsan ruhu iyilik ve güzellik ile gerçek kimliğine kavuştuğuna göre, bir bahar zarafeti de insana en uygun olan tavrı sunar. Ne buyrulduğunu biliriz: “İşlerin hayırlısı, orta hallice olanıdır. “Bu düstur, derinine bakıldığında, aşırılıktan kaçmaktan öte zarafeti bize telkin etmektedir.
Her tavrın bir zarafeti vardır. Oturmanın, kalkmanın, iş görmenin, eşyaya bakmanın, sosyal ilişkilerin, çalışmanın, dinlemenin ve tabii söz söylemenin... Gönüllerdeki zarafet dışa yansıdıkça hayat güzelleşir ve kalite kazanır. Söz gelimi sanat eserleri ancak zarif bir duyuş, zarif bir bakış ile ortaya çıkabilir. Sözün zarafeti şiir, rengin zarafeti resim, taşın zarafeti mimari, sesin zarafeti beste olarak dışa yansıdığı vakit eşya da zarafet kazanır ve sanat olur. O halde sanatın kullandığı yöntem, baştan başa bir zarafetten ibarettir. Ortaya çıkan şey edepten sıyrılmış olsa bile yöntemin zarafetine halel getirmez.
Eşyanın zarafeti insanın ona yüklediği anlam ile ölçülür. Çivi, iğne, çengel, giyotin, mengene, kerpeten vb. eşya bir zindanda da bulunabilir, bir ciltevinde de. Zindanda aynı eşya ile işkence yapılır ama ciltevinde onlar bir sanat eseri için vardır. Yani birisi nezaket ve zarafet adına kullanılır, diğeri nezaketsizlik ve zulüm adına. Birinden estetik, diğerinden kötülük çıkar. Bunlardan ilki insan tabiatına uygun olan, diğeri onu insanlıktan çıkaran tavırlar olduğuna göre insanlığın da ölçüsü zarafete vabeste kalır. İnsaniyetli olmak demek, önce zarif olmak demektir.
Zarif kişide bulunması gereken özellikler arasında yüzün aydınlığı, vücut ve elbisenin temizliği, güzel koku sürünme, görünümün iç açıcı oluşu, konuşmanın düzgün ve akıcılığı, fikirlerin mantık ve akıl çerçevesinde olması, müstehcenlikten kaçınma ve pis şeylerden uzaklaşma gibi özellikler vardır.* Buna gülümseme, kararlılık, samimiyet, tek yüzlülük, sevgi, takdir hissi vs. de eklenebilir. Ama bizce hepsinden önemlisi sözün güzel olmasıdır. Sözün güzel olmasından kasıt, onu düzgün ve akıcı ifade etmekten, süslemekten ziyade içinin dolu olması, değerli bir fikri ifade etmesi, yüksek anlamlar taşıması, yapıcı olması, gönül almasıdır. Yerinde bir teşekkür, uygun bir selamlaşma, gerektiğinde özür dileyiş, takdir ve sevgiyi ifade gibi. Bunlar yoksa mutluluk yoktur çünki. Yani ki söz, candan ibarettir. Ve canın tek gıdası zarafettir.
aslinda kimse misralara tam olarak sigmaz...cemil meric bolumunde birisi cemil meric'in bir sozunu aktarmisti galiba istirab hulasa edilemez gibi birseydi...istirab ise insanin sadece bir yonu...madem istirabsiz insan yok, o zaman kimsenin misralarla hulasa edilemeyecegini garantiledik... iyi sair kendini misralarina en cok sigdirabilmis sairdir....necip fazil boyledir iste....ama bir de misralara buyuk bir insani buyuk bir sair sigdirmaya calisirsa ne olur....ortaya necip fazil siiri cikar....
insan melek insan çiyan insan canavar
bilmezki içinde bir nefeslik can var
...
Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık;
Kimse edemez bana, benim kadar düşmanlık.
...
(Halim - Necip Fazıl Kısakürek - 1982)
_______________________________________
0sesimi alıpta kaybetse rüzgar
versem gözlerimi bir sonsuz renge
içimde bir mahşer uğultusu var
ruhumdur çağıran tenimi cenge
gözlerim bir kuyu dilim kördüğüm
bir görünmez alaem ols agördüğüm
mermer bir kabuğa girip öldüğüm
kapansam içimden gelen ahenge
al eline bir değnek
tırman dağlara şöyle
şehir farksız olsun tek
mukavvadan bir köyle
uzasan göğe ersen
cücesin şehirde sen
bir dev olmak istersen
dağlarda şarkı söyle
haykırır baykuşu kumrusu
var yüür garipcik garipcik
aslınd aşiirin adı necipcik değil...
bahçemde yusufcuk adlı kuş
öter hep necipcik necipcik
bir iğnekalbime sokuluş
başımd aküt diye bir dipcik
tabiat gurbetten bir pusu
çırpınır denizi arar su
haykırır baykuşu, kumrusu
var yürü garipcik garipcik
hayır..onların anlamakaistemediği..yada anlıyamadığı...insanın din ile nerden nereye geldiği, gelebileceği....hz.ömer i bilir misiniz....nerden nereye gelmişti..bu da dinin bir mucizesi...hiç nasuh tevbe etmiyen nerden bilecek nasuh tevbeyi....
sen fikrin ne fahişesi oldun...ne zamparası
bilemezsin bir vicdanın kaçtır hava parası....
Çelişkili ama hasta olan arkadaşına yardım etmediği ve, ona ilaç alması için verilen parayla kumar oynadığını ve arkadaşlarınında onu böyle cezalandırdığını bende birkaç yerde okumuş ve pekçok kişiden duymuştum.... İnanıp inanmamak sizin elinizde :)))
Necip Fazılın büyüklüğünü bilen düşmanları hasedinden çatlayacak...
Tek kelimeyle.'ÜSTAD'
necip fazıl...daha iyisi yok...daha kötüsü çok....
MU'DAL HADİS
İsnadında peşpeşe iki veya daha fazla ravisi düşen hadistir. Düşen raviler içinde sahabi olsun olmasın böyledir. Bu durumda isnadsız her hadis 'mu'dal'dir. Bunun yerine 'mürsel' diyenler de vardır.
el-Hakim, Tabii'ye nisbet edilen 'muttasıl maktu' hadise 'mu'dal' adını verir. Yine isnadında 'mübhem' veya 'mechul' ravi bulunan 'muttasıl'a da bu adı verir.
o ki pına5r başında çeker suya hasreti
kadınında kadına yurdund ayurda hasret
yalan dünyada bütün görünüşler iğreti
her şey o şeye hazin benzeyişten ibaret
var olan yoklukların ömrünü sürüyorum
aşklar boboş kuruntu hürriyetler esaret
yalnız rakip ismi ile Allah ı görüyorum
bir yokluk ki bu dünya var oalndan işaret.....
yüzün bir sebepsiz korkuyla uçuk
o gün baş ucuma karalarla gel
arkanda çepçevre kızıl bir ufuk
tepende simsiyah karalarla gel
elinden dal gib düşerken ümit
ne bir hasret dinle ne de bir ah işit
bir yaprak ol esen rüzgarlarla git
kırık bir tekne ol dalgalarla gel...
'mal sahibi bensem, bunları istemediğim, tanımadığım, ve çöplüğe attığım bilinsin...attıklarım, aldıklarımdan çok olan eski şiirlerimi yenileri ile demetledikten ve bu kitapta(çile) derledikten sonra meydana gelen şu kadar parça şiir, şu ana kadar şairliğimin tam ve eksiksiz kadrosu oluyor....işte şiir kitabım.(çile) bu, hepsi bu kadar...ve bu kitaba gelinceye dek başka hiç bir şiir bana, adıma ve ruhuma mal edilemez....(necip fazıl)
bu da güzel....
NECİP FAZIL BANA ŞİİRİ VE YENİ YETME APTAL ŞAİRLERİN NE KADAR APTAL OLDUĞUNU HATIRLATIYOR
ne hasta bekler sabahı
ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar............
necip fazıl deyince aklıma Allah, Peygamber sevgisi, Tasavvuf ve ölüm, yalnızlık, hafakanlar gelmektedir.
cumhuriyet dönemi türk siirinin en büyük sairi...
tiyatroda da muammer karaca'nin ifadesiyle bu isi shakespeare, molier ayarinda yapan birisi...
aynadaki yalan oldukca güzel bir roman...
Necip Fazıl Kısakürek
1904 yılında İstanbul’da doğdu. Çeşitli okullarda, bu arada Amerikan Koleji'nde okudu ve orta öğrenimini Bahriye Mektebi'nde yaptı(1922) . Bu askeri okulda, din derslerini, Aksekili Ahmed Hamdi, tarih derslerini Yahya Kemal'den görmüş, ama asıl anlamda 'edebiyat ve felsefeden riyaziyeye ve fiziğe kadar iç ve dış bir çok ilimde derin ve mahrem mıntıkalara kadar nüfuz edebilmiş' dediği İbrahim Aşkî'nin etkisinde kalmıştır.İbrahim Aşkî, verdiği kitaplarla onun 'deri üstü deri bir plânda da olsa' tasavvufla ilk temasını sağlamıştır. Kısakürek Bahriye Mektebi'nin 'namzet ve harp sınıflarını bitirdikten sonra' Darülfünun Felsefe Bölümü'ne girmiş ve oradan mezun olmuştur (1921-1924) . Felsefedeki en yakın arkadaşlarından biri Hasan Ali Yücel'dir. Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile bir yıl Paris'te gitmiştir. (1924-1925) . Yurda döndükten sonra Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında memurluk ve müfettişlik gibi görevlerde bulunmuş (1926-1939) , Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı ile İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi'nde dersler vermiştir (1939-1942) . Daha gençlik yıllarında basınla ilişkiye geçen Kısakürek, bu tarihten sonra memurlukla ilişkisini kesmiş, hayatını yazarlık ve dergicilikten kazanmaya başlamıştır.Necip Fazıl Kısakürek 25 Mayıs 1983 tarihinde Erenköy'deki evinde öldü.Naşı, Eyüp sırtlarındaki kabristana defnedilmiştir.
Şair, his cephesinden, daha ilk nefeste vecd çözülüşleriyle yere seriliveren bir afyon, tiryakisi; fikir cephesinden de, bu afyonu esrarlı havanlarda hazırlayan ve tek miligramının tek hücre üzerindeki tesirini hesaplayan bir simyacı...
Şiir, tek kelimeyle üstün idraktir; ve idrak yolunda basit ve kuru fikrin koltuk değneklerini elinden alıp onu en karanlık sezişlerin üzerine çeken ve ışık hızıyle uçuran sihirli seccadedir.
Necip Fazıl