O kadar da değil canım. Tamam Necip Fazılı Çok severim ama sadece o dediğin zaman. Şairlerimizin sayısını indirmiş olmuyormusunuz. Osmanlı patişahlarının neredeysehemen hemen hepsi bir şairdi. Bir Kanuni'nin Divanı Muhibbisini okuyun bir de ecevit'in sözüm ona şiir saçmalıklarını... Sadece ikisi arasındaki şiir farkı bile yönetimdeki kapasiteleri bile belirliyor. Bu çercevede. Necip fazıl güzel iyi bir şair başka başka güzellerde var...
Necip Fazılı anlayabilmek için kitaplarını okumak gerekir. Haricten gazel okumakla bir kişi övülemez veya eleştirilemez. Necip Fazılı eleştiren kişilerin hangi kitabını okuduğunu çok merak ediyorum. O Türk dilinin en büyük üsdatlarından biridir...
'Çetin; 'Hürriyet' isimli yazını okudum. Seni tebrik ederim. Arada, ruhuna nûranî mânalar inebiliyor. Böyle söylediğim için kusuruma bakma! .. Beni ve sana karşı fikirlerimi bilirsin... Beni sorma; zindandayım! .. Bu kadarı kâfi değil mi? .. Bir gün beni görmeye değecek kadar maziden mâna ve hatıra taşıyorsan gel! ..
Büyük Doğu... Doğu mekân anlamında değil ruh anlamındadır. Herşeyin çürümeye başladığı, çürüdüğü son iki asırlık devrede çürük batıya karşı doğuyu savunmuştur Necip Fazıl. Mekan olarak değil, ruh olarak... Bir düşünün güneş bile doğudan doğar ve batıdan batar! bdcu
Üstad; nasıl dediğinden çok, ne dediği üzerinde durulması gereken, yani; şairliği, piyes ve hikaye yazarlığı hep tuz-biber olma makamında görülmesi lazım gelen, İslami mücadelenin bütün telif haklarını elinde bulunduran, bir büyük mücahid ve mütefekkirdir.
Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyâr: Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr, Bir rüya uğrunda ben diyar diyar, Gölgemin peşinden yürür giderim..(1924)
Kim olmasın ki, kim ağaç gibi köklerini bağlansın bir yere, hiç kımıldamasın ya da bir sutun gibi sönük durabilsin... insan arayış içersindedir. Bu açıdan kişi değişebilir... buna isteyen ihanet ya da döneklik desin, insan doğumundan ölümüne kadar bir değişim, bir arayış içersindedir... ve nu değişim çilelidir. Şairimiz de Yunus'la başlayan açık bir kimlik edinir:
Rüzgâra bir koku ver ki, hırkandan; Geleyim izine doğru arkandan; Bırakmam artık, tutmuşum yakandan Medet ey dervişim, Yunus'um medet! ,
ve bu arayış tamamlanır, ne mutludur ki o insana ki bunu dile getirebilmiştir:
'...hayatımda öyle bir gün doğdu ki, kundaktan patiğe, emzikten kısa pantolona, oyuncaktan boyunbağına, karalama defterinden polis hafiyesi romanına, beştaştan iskambil kağıdına ve ayva tüyünden kır saça kadar, anne, baba, dadı, mektep, arkadaş, kitap, hoca, tabiat, şehir, cemiyet, kimden ne aldımsa hepsini geriye verdim. Ruhuma istifledikleri hazırlop dünya bir sarsılışta yıkılıp gitti(...) Her şeyi o türlü kayıp ettim ki, Allah'ı kazandım'
ve değişim tamamlanıktan sonra tabiki her ruh gibi o da başlar çağrıya:
'Haykırsam geçenlere kavşağında her yolun, Aman müslüman olun, aman müslüman olun! '
artık şair kendinden emindir, ve... 'çilesi çekilmemiş hiç bir şey insana faydalı değildir' diyerek sakınmaz sözlerinden:
'Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor, Çilesiz suratlara tüküresim geliyor.! '
ve şimdi soruyorum elinde şarap ile patlatsaydı bir kaç mısra daha mı sevilecekti ama eksik olsun onların hayranlığı çünkü idrak etmenin çilesinden çekinirler ve denildiği gibi onlar gibi olunmadıkça onlar sizden asla razı veya memnun olmazlar.
Daha önceden şairimizden aktardığım gibi 'Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık; Kimse edemez bana, benim kadar düşmanlık.' Bundan dolayı esasında ne desem boş çünkü ister biri yersin, isterse biri askeri gibi savunmaya çalışsın, zaten şair kendini eserleriyle edebileştirmiştir.
Vezin ve kafiyeyi atalım mı? İSKENDER PALA Divan şiirinin her çevrede yeniden gündeme gelmeye başladığı bir dönemi yaşıyoruz.
Klasik şairlerin şiirlerini yeniden serbest şiire dönüştürüp söyleme çabaları, çeviri çalışmalarının secili bir üslupla yapılma gayretleri, antolojilerin eskisinden daha güzel hazırlanıp basılmaya başlanması, en azından Divan şiiri kitaplarının eskisinden birkaç misli daha fazla muhatap bulması sevindiricidir. Bunun bir nedeni geleneği arama ve yitik hazineyi bulma gayreti, bir başka nedeni sosyal alanlara yönelmenin gittikçe daha fazla prim yapması ve son nedeni de bu çağa ait söyleyecek sözlerimizin azalmış olmasıdır. Biz bu son neden üzerinde durmak istiyoruz. Günümüzde maalesef söyleyecek sözleri besleyen kültür ortamı zayıflamış, birikimler gelgeç söylemlere kilitlenmiş, kuşatıcı bilgi ile şiir, yollarını ayırmıştır. Divan şairi için durum bunun tam tersidir. O, rafine bir kültür ve işlenmiş bir dili önemsemiş, söylediklerini bu zenginlik ile kalıcı yapabilmiş ve işte bu yüzden çağımızda yeniden okuyucuya gülümsemeye başlamıştır. Öyle görünüyor ki günümüz Türk şiirinin biçimsellik arayışını henüz tamamlayamamış olması da Divan şiirinin yeniden gündeme gelmesinde önemli bir etkendir. Vezin (ölçü) ve kafiyeden (uyak) uzaklaşan Türk şiiri, biçim olarak gelebileceği yeri hâlâ sorgulamakta ve zaman zaman kaçamaklar yapıp eski tavır üzre ölçülü, uyaklı koçaklama yahut gazeller söyleyebilmektedir. Belki de şairler bunca light şiir içinde vezinli ve kafiyeli şiir söylemeyi, hiç de farkında olmadan taş fırın misaline benzetmekte ve o eski lezzetleri özlemektedirler. Günümüz Türk şairleri, kendilerini yeni (modern) şiir içinde formatladıkları, yahut öyle bir ortama mahkum oldukları için gelenek şiirini dışlama yoluna gitmekte ve belki de vezin ve kafiyenin dışına çıkmakla kendilerine ayak bağı olabilecek unsurlardan kurtulduklarını sanmaktadırlar. Nitekim vezin ve kafiyenin şiir söyleme konusundaki özgürlükleri kısıtladığını öne süren şairler bile vardır. Onlar, kafiye bağından kurtulan yahut veznin dışına çıkan şairin kendini daha iyi ifade edebileceğini düşünürler. Oysa bana göre her söz kafiyeli söylenebilir, vezin ile ahenkli hale getirilebilir, yeni sözler de, sözlerin en yenisi de kafiye kalıbına sığdırılabilir. Mevlana “Artık yeni şeyler söylemek zamanıdır cancağızım” derken şüphesiz şekli ve kafiyeyi gözardı eden kalıbın (dış yapının) değil, sözü ve mânâyı öne çıkaran ruhun (iç yapının) yeniliğini kastetmekteydi. Bugüne kadar Türk şiirinde Yunus’tan yahut Fuzuli’den daha yeni bir söz söyleyen şairi doğrusu ben görmedim. Bugünün vezinsiz ve kafiyesiz söylenmiş ‘light’ şiiri içinde pek çok söz vardır ki beş yüz yıl önce, yedi yüz yıl önce daha güzelleri vezin ve kafiye ile söylenmiştir. Gökkubbenin altında söylenmedik söz yoktur elbette; ve elbette sonra gelen önce gideni aşmalıdır. O halde bir şiirde yeniliğin ölçüsü tarzın değil, mesajın yeniliği olmalıdır. Madem söylenmedik söz yoktur, o halde bin yıl önceki mesajı bu çağa göre, yeniden söylemektir önemli olan. Eskiler bunu kafiye ve vezin ile başarabilmiş ve sözlerini bu sayede günümüze kadar ulaştırabilmişlerdir. Bir şair çıkmalı, eskilerin mânâ renklerinden, sevgi desenlerinden, ruh kokularından süzdüğü dizeleri kendi yorumuyla pekiştirip bugünün sözcükleriyle ve çağın düşüncesine uygun olarak özenle dillendirmelidir. Bu şiir, elbette yeni bir şiir olacaktır ve bu şiir serbest olsa da gam değil; ama kafiyeli ve vezinli olursa gelecek zamanlara da hitap edecektir, emin olunuz. Çünki gökkubbe, ahenkli ve kafiyeli (musıkî gibi) sözlere, vezinsiz ve kafiyesiz sözlerden daha munis davranıyor.
Tarıhın dıpnotlari Bir gönülde iki sevgili Bir derviş, Basra şehrine giderken susadı. Bir kapıdan bir içim su istedi. O evden bir kız bir bardak su çıkardı. Derviş suyu içerken gözü, kızın cemaline erdi. Gönül kuşu kızın zülfü tuzağına giriftar oldu. Adımını atmağa dermanı kalmadı. Kapıda düştü. Ev ıssı (sahibi) geldi. Gördü ki aşk leşkeri (ordusu) dervişin gönlünü yağmalamış, gözünden yaş revan oldu. Sordu: –Derviş ne oldun, sana ne geldi? Derviş eydür (söyler) , –Ya hoca (Ey efendi) ! Hiç bilmezem ne oldum. Evet o kadar bilirim ki bir kişi işbu evden bir içim su verdi. İçtim. Gönlüm ki “Hû! ” hazinesidir; yağmalandım. Uş (şimdi) banda kaldım (şaşırdım) . Ya hoca! Ben bu pazara razı değilem. İçtiğim suyu ödeyeyim, gönlümü geri versin, gideyim. Hoca evine girdi, sordu. – Dervişe suyu kim verdi? Kızı eyitti (söyledi) , –Ben verdim. Hoca sevindi, geri çıktı, eyitti: –Derviş! Gönlünü hoş tut ki maksadın olacaktır. Hoca buyurdu, dervişi hamama ilettiler. Dervişin hırkasını çıkardılar, fahir donlar (gösterişli elbiseler) giydirdiler. Kıza nikah ettiler. Dervişi kız ile halvet kıldılar. Çün derviş elini uzattı kızın döşeğine, geri hemen naralandı, düştü. Kıza eyitti: – Hani benim o eskicek hırkam, sancağım ve asam; bana verin, ben giderim. Kız sordu: – Ne oldun? Derviş eydür: – Çün senden yana el uzattım, Tanrıdan ün (ses) geldi kulağıma ki; “Ey yalancı derviş! Gözün görmez mi ki Benden geriye bir kez nazar kıldın, teninden salihler donun (giysisini) çıkardım. Bir dahi nazar kılar isen, gönlünden iman hil’atin çıkarırım. Eğer beni diler isen cihandan elini çek. Bu meseldir (atasözüdür ki) ‘İki nesne sevgisi bir gönülde sığmaz’! ..”
(Mustafa Ankaravi’den; XIV. yy.)
Berceste Eski eş’ârda dûrbîn ile ma’nâ görülür Yeni eş’ârda ma’nâ diye külfet yoktur Şair Eşref
Eski şiirde mânâ ancak dürbün ile görülebilecek derecede derinlere gizlenmiş olurdu. Yeni şiirde ise mana diye bir külfet hiç yok! ..
Seviyoruz Necip Fazıl'ı sevmeyenler olsada... Kendi düşüncesinde onun gibi bir şair bulamadıkları için kıskananlar hasedinden çatlayanlar olsada. O bir dağın zirvesinde. Çukurda olanlar bağırarak sesini yükseltmeye çalışıyorlar...
Merakımı mazur görün. Bizim; toplum olarak, Necip Fazıl Kısakürek'i ıskalama lüksümüz olabilir mi? Özellikle de edebi kişiliğini, şiirlerini mesela görmezden gelmek, yok saymak nasıl bir aymazlıktır? Neymiş, Necip Fazıl belli bir dünya görüşünün 'malı'ymış. Hadi oradan Allah aşkına. Ne malından söz ediyorsunuz siz? Bir grubun, ya da belli ideoloji takipçilerinin bir sanatçıya sahip çıkması, onu onların malı yapmaz biiir. Hiçbir sanatçı kimsenin tekelinde, tapusunda bir 'mal' değildir ikiii.
Nazım'a karşı olanlar da aynı noktadan hareket etmediler mi? Ne vatan hainliğini, ne devlet düşmanlığını bırakmadılar, yıllarca mahpus yatırdılar Nazım Hikmet'i de.
Aslında kıyıcı bir toplumuz biz. Kıyıcı, kırıcı, parçalayıcı taraflarımız çok fazla maalesef. En çok da yaratıcı, üretici insanlarımıza hoyrat davranmakta pek mahiriz. Kendi payıma severek, saygı ve hayranlık duyarak okuyorum üstadın eserlerini. Hele de yan tarafa yazıp paylaşmak istediğim Kaldırımlar'da ne kadar çok bizden var, ne kadar çok sizden var anlaşılsın istiyorum. Ve böyle bir müthiş şair nasıl yok sayılmaya çalışılır, bir kez de kendinize sormanızı diliyorum. Büyük ozanın ölümünün 19. yılı anısına buyrun Kaldırımlar'a.
KALDIRIMLAR Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında,
Yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn-cin uykuda bir tek iki yoldaş uyanık
Biri benim biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler,
Üstüme camlarını hep simsiyah dikiyor.
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş insanların annesi,
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir insandır.
Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! ..
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.
Ben gideyim, yol gitsin ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak tak ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim!
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse başım taşlara boydan boya,
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya.
Ölse, kaldırımların bu kara sevdalı eşi.
Üstad, Çile'nin önsözünde şöyle anlatır
'Bahanesi tuhaf' şairlik 'Şairliğim 12 yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır. Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim... Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter... Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde... Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp
'- Senin dedi, şair olmanı ne kadar isterdim! '
Annemin bu dileği bana, içimde besleyip de 12 yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı, içimden kararımı verdim;
'- Şair olacağım! '
Ve oldum. O gün bugün, şairliği küçük ve adi hissiliklerin üstünde gören, onu idrakin en ileri merhalesi sayan ben, bu küçük ve adi bahaneyi hiç unutmadım'
Necip Fazıl, önce Bahriye Mektebi'ne kaydolur. Öğrenim gördüğü okul o yıl bir yıl daha uzatılınca okulunu terkederek Darülfünun'un Felsefe Bölümü'ne girer. Bu arada yazdığı şiirlerin bir bölümünü Yakup Kadri'ye götürür.1 Temmuz 1923 yılında, 'Kitabe' adlı şiirini yayımlayan Necip Fazıl'a ilk övgü, Ahmet Haşim'den gelir. 'Çocuk bu sesi nereden buldun sen? ' diye Necip Fazıl'a hitap eden Haşim, yakın gelecekte onun Türkiye'nin yetiştirdiği en ünlü şairlerinden biri olacağını öngörmüştür.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek, geçen yüzyılın başında 26 Mayıs 1904'te yine kendi ifadesiyle 'Çemberlitaş'tan Sultanahmet'e doğru inen sokaklardan birinde, kocaman bir konakta' doğdu.
Büyük Doğu...
Kirilirda bir gun butun disliler
Doner sanli sanli carkimiz bizim
Gokten bir el yasli gozleri siler
Senlenir evimiz, barkimiz bizim
Yokuslar kaybolur cikariz duze
Kavusuruz sonu gelmez gunduze
Sapan taslarinin yaninda fuze
Baska alemlerle farkimiz bizim
Gideriz nur yolu izde gideriz
Tas bagirda, sular dizde gideriz
Bir gun aksam olur, bizde gideriz
Kalir dudaklarda sarkimiz bizim
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman
Gorurler nasilmis, neymis kahraman
Yer ve gok su vermem dedigi zaman
Her tarlayi sular arkimiz bizim
Gideriz Hak yolu uzre gideriz
Sehidlik, gazilik icin gideriz
Bir gun aksam olur sehid duseriz
Kalir cephelerde mevzimiz bizim
Aynası ufkumun ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, karatoprak!
Şahit ol ey kılıç, kalem ve orak!
Doğsun BÜYÜK DOĞU benden doğarak!
Aynası ufkumun ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, karatoprak!
Biri aşk, biri nefret; bizim kanadımız çift.
Ateş saçmalı ki nur erisin kapkara zift! ..
Şöyle diyelim:
Ondan önce şairler vardı.
O kadar da değil canım. Tamam Necip Fazılı Çok severim ama sadece o dediğin zaman. Şairlerimizin sayısını indirmiş olmuyormusunuz. Osmanlı patişahlarının neredeysehemen hemen hepsi bir şairdi. Bir Kanuni'nin Divanı Muhibbisini okuyun bir de ecevit'in sözüm ona şiir saçmalıklarını... Sadece ikisi arasındaki şiir farkı bile yönetimdeki kapasiteleri bile belirliyor. Bu çercevede. Necip fazıl güzel iyi bir şair başka başka güzellerde var...
onunla sıralamaya girecek ikinci biri yok....
sadece o....
Necip Fazılı anlayabilmek için kitaplarını okumak gerekir. Haricten gazel okumakla bir kişi övülemez veya eleştirilemez. Necip Fazılı eleştiren kişilerin hangi kitabını okuduğunu çok merak ediyorum. O Türk dilinin en büyük üsdatlarından biridir...
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya!
Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk SAKARYA!
Sakarya daha da sürüneceğe benzer...
'Çetin;
'Hürriyet' isimli yazını okudum. Seni tebrik ederim. Arada, ruhuna nûranî mânalar inebiliyor. Böyle söylediğim için kusuruma bakma! .. Beni ve sana karşı fikirlerimi bilirsin... Beni sorma; zindandayım! .. Bu kadarı kâfi değil mi? .. Bir gün beni görmeye değecek kadar maziden mâna ve hatıra taşıyorsan gel! ..
Sana Hak'tan gerçek selamet ve saadet dua ederim.
Necip Fazıl Toptaşı Cezaevi- Üsküdar (2.12.1960)
Zindan iki hece Mehmed'im lafta;
Baba katiliyle baban bir safta.
Bir de geri adam boynunda yafta.
Hâlimi düşünüp yanma Mehmed'im;
Kavuşmak mı? ... Belki... Daha ölmedim
(.......)
Mehmed'im sevinin, başlar yüksekte;
Ölsek de sevinin, eve dönsek de;
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte.
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış ebet bizimdir!
(NFK)
Hapis yılları üniversite yıllarından uzun dava adamı...
Allahın selamı üzerine olsun!
'Genç adam, bundan böyle senden beklediğim; manevi babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını da gediğine koymandır!
Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes!
Ey kahpe rüzgar, artık ne yandan esersen es!
Necip Fazıl Kısakürek(Hitabelerim)
Büyük Doğu... Doğu mekân anlamında değil ruh anlamındadır. Herşeyin çürümeye başladığı, çürüdüğü son iki asırlık devrede çürük batıya karşı doğuyu savunmuştur Necip Fazıl. Mekan olarak değil, ruh olarak...
Bir düşünün güneş bile doğudan doğar ve batıdan batar!
bdcu
Gaiplerden bir ses geldi. Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde.
Ve uçtu tepemden birdenbire dam,
Gök devrildi künde üstüne künde!
Gaiplerden gelen sese kulak veren adam. Sultan-üş şüara. Kabul edin veya etmeyin, o,20. asrın en büyük şairidir...21. asırda da şair yoktur.
Aşk Korkusu
Ask korkuya perdedir, korku da aska perde;
Allah'tan nasil korkmaz insan O'nu sever de...
o mavi gözlü bir devdi...
yanlış yere mi yazdım? yoo
Üstad; nasıl dediğinden çok, ne dediği üzerinde durulması gereken, yani; şairliği, piyes ve hikaye yazarlığı hep tuz-biber olma makamında görülmesi lazım gelen, İslami mücadelenin bütün telif haklarını elinde bulunduran, bir büyük mücahid ve mütefekkirdir.
Necip Fazıl bir arayış içindedir:
Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyâr:
Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,
Bir rüya uğrunda ben diyar diyar,
Gölgemin peşinden yürür giderim..(1924)
Kim olmasın ki, kim ağaç gibi köklerini bağlansın bir yere, hiç kımıldamasın ya da bir sutun gibi sönük durabilsin... insan arayış içersindedir. Bu açıdan kişi değişebilir... buna isteyen ihanet ya da döneklik desin, insan doğumundan ölümüne kadar bir değişim, bir arayış içersindedir... ve nu değişim çilelidir. Şairimiz de Yunus'la başlayan açık bir kimlik edinir:
Rüzgâra bir koku ver ki, hırkandan;
Geleyim izine doğru arkandan;
Bırakmam artık, tutmuşum yakandan
Medet ey dervişim, Yunus'um medet! ,
ve bu arayış tamamlanır, ne mutludur ki o insana ki bunu dile getirebilmiştir:
'...hayatımda öyle bir gün doğdu ki, kundaktan patiğe, emzikten kısa pantolona, oyuncaktan boyunbağına, karalama defterinden polis hafiyesi romanına, beştaştan iskambil kağıdına ve ayva tüyünden kır saça kadar, anne, baba, dadı, mektep, arkadaş, kitap, hoca, tabiat, şehir, cemiyet, kimden ne aldımsa hepsini geriye verdim. Ruhuma istifledikleri hazırlop dünya bir sarsılışta yıkılıp gitti(...) Her şeyi o türlü kayıp ettim ki, Allah'ı kazandım'
ve değişim tamamlanıktan sonra tabiki her ruh gibi o da başlar çağrıya:
'Haykırsam geçenlere kavşağında her yolun,
Aman müslüman olun, aman müslüman olun! '
artık şair kendinden emindir, ve... 'çilesi çekilmemiş hiç bir şey insana faydalı değildir' diyerek sakınmaz sözlerinden:
'Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor,
Çilesiz suratlara tüküresim geliyor.! '
ve şimdi soruyorum elinde şarap ile patlatsaydı bir kaç mısra daha mı sevilecekti ama eksik olsun onların hayranlığı çünkü idrak etmenin çilesinden çekinirler ve denildiği gibi onlar gibi olunmadıkça onlar sizden asla razı veya memnun olmazlar.
Daha önceden şairimizden aktardığım gibi 'Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık; Kimse edemez bana, benim kadar düşmanlık.' Bundan dolayı esasında ne desem boş çünkü ister biri yersin, isterse biri askeri gibi savunmaya çalışsın, zaten şair kendini eserleriyle edebileştirmiştir.
ey genç adam byu dustür sana emanet olsun
ötelerden habersiz nizama lanet olsun...
Necip Fazıl'ın Şiirlerini andırıyor yazı...
Vezin ve kafiyeyi atalım mı?
İSKENDER PALA
Divan şiirinin her çevrede yeniden gündeme gelmeye başladığı bir dönemi yaşıyoruz.
Klasik şairlerin şiirlerini yeniden serbest şiire dönüştürüp söyleme çabaları, çeviri çalışmalarının secili bir üslupla yapılma gayretleri, antolojilerin eskisinden daha güzel hazırlanıp basılmaya başlanması, en azından Divan şiiri kitaplarının eskisinden birkaç misli daha fazla muhatap bulması sevindiricidir. Bunun bir nedeni geleneği arama ve yitik hazineyi bulma gayreti, bir başka nedeni sosyal alanlara yönelmenin gittikçe daha fazla prim yapması ve son nedeni de bu çağa ait söyleyecek sözlerimizin azalmış olmasıdır. Biz bu son neden üzerinde durmak istiyoruz.
Günümüzde maalesef söyleyecek sözleri besleyen kültür ortamı zayıflamış, birikimler gelgeç söylemlere kilitlenmiş, kuşatıcı bilgi ile şiir, yollarını ayırmıştır. Divan şairi için durum bunun tam tersidir. O, rafine bir kültür ve işlenmiş bir dili önemsemiş, söylediklerini bu zenginlik ile kalıcı yapabilmiş ve işte bu yüzden çağımızda yeniden okuyucuya gülümsemeye başlamıştır. Öyle görünüyor ki günümüz Türk şiirinin biçimsellik arayışını henüz tamamlayamamış olması da Divan şiirinin yeniden gündeme gelmesinde önemli bir etkendir. Vezin (ölçü) ve kafiyeden (uyak) uzaklaşan Türk şiiri, biçim olarak gelebileceği yeri hâlâ sorgulamakta ve zaman zaman kaçamaklar yapıp eski tavır üzre ölçülü, uyaklı koçaklama yahut gazeller söyleyebilmektedir. Belki de şairler bunca light şiir içinde vezinli ve kafiyeli şiir söylemeyi, hiç de farkında olmadan taş fırın misaline benzetmekte ve o eski lezzetleri özlemektedirler.
Günümüz Türk şairleri, kendilerini yeni (modern) şiir içinde formatladıkları, yahut öyle bir ortama mahkum oldukları için gelenek şiirini dışlama yoluna gitmekte ve belki de vezin ve kafiyenin dışına çıkmakla kendilerine ayak bağı olabilecek unsurlardan kurtulduklarını sanmaktadırlar. Nitekim vezin ve kafiyenin şiir söyleme konusundaki özgürlükleri kısıtladığını öne süren şairler bile vardır. Onlar, kafiye bağından kurtulan yahut veznin dışına çıkan şairin kendini daha iyi ifade edebileceğini düşünürler. Oysa bana göre her söz kafiyeli söylenebilir, vezin ile ahenkli hale getirilebilir, yeni sözler de, sözlerin en yenisi de kafiye kalıbına sığdırılabilir. Mevlana “Artık yeni şeyler söylemek zamanıdır cancağızım” derken şüphesiz şekli ve kafiyeyi gözardı eden kalıbın (dış yapının) değil, sözü ve mânâyı öne çıkaran ruhun (iç yapının) yeniliğini kastetmekteydi. Bugüne kadar Türk şiirinde Yunus’tan yahut Fuzuli’den daha yeni bir söz söyleyen şairi doğrusu ben görmedim. Bugünün vezinsiz ve kafiyesiz söylenmiş ‘light’ şiiri içinde pek çok söz vardır ki beş yüz yıl önce, yedi yüz yıl önce daha güzelleri vezin ve kafiye ile söylenmiştir. Gökkubbenin altında söylenmedik söz yoktur elbette; ve elbette sonra gelen önce gideni aşmalıdır. O halde bir şiirde yeniliğin ölçüsü tarzın değil, mesajın yeniliği olmalıdır. Madem söylenmedik söz yoktur, o halde bin yıl önceki mesajı bu çağa göre, yeniden söylemektir önemli olan. Eskiler bunu kafiye ve vezin ile başarabilmiş ve sözlerini bu sayede günümüze kadar ulaştırabilmişlerdir.
Bir şair çıkmalı, eskilerin mânâ renklerinden, sevgi desenlerinden, ruh kokularından süzdüğü dizeleri kendi yorumuyla pekiştirip bugünün sözcükleriyle ve çağın düşüncesine uygun olarak özenle dillendirmelidir. Bu şiir, elbette yeni bir şiir olacaktır ve bu şiir serbest olsa da gam değil; ama kafiyeli ve vezinli olursa gelecek zamanlara da hitap edecektir, emin olunuz. Çünki gökkubbe, ahenkli ve kafiyeli (musıkî gibi) sözlere, vezinsiz ve kafiyesiz sözlerden daha munis davranıyor.
Tarıhın dıpnotlari
Bir gönülde iki sevgili
Bir derviş, Basra şehrine giderken susadı. Bir kapıdan bir içim su istedi. O evden bir kız bir bardak su çıkardı. Derviş suyu içerken gözü, kızın cemaline erdi. Gönül kuşu kızın zülfü tuzağına giriftar oldu. Adımını atmağa dermanı kalmadı. Kapıda düştü. Ev ıssı (sahibi) geldi. Gördü ki aşk leşkeri (ordusu) dervişin gönlünü yağmalamış, gözünden yaş revan oldu. Sordu:
–Derviş ne oldun, sana ne geldi? Derviş eydür (söyler) ,
–Ya hoca (Ey efendi) ! Hiç bilmezem ne oldum. Evet o kadar bilirim ki bir kişi işbu evden bir içim su verdi. İçtim. Gönlüm ki “Hû! ” hazinesidir; yağmalandım. Uş (şimdi) banda kaldım (şaşırdım) . Ya hoca! Ben bu pazara razı değilem. İçtiğim suyu ödeyeyim, gönlümü geri versin, gideyim. Hoca evine girdi, sordu.
– Dervişe suyu kim verdi?
Kızı eyitti (söyledi) ,
–Ben verdim.
Hoca sevindi, geri çıktı, eyitti:
–Derviş! Gönlünü hoş tut ki maksadın olacaktır.
Hoca buyurdu, dervişi hamama ilettiler. Dervişin hırkasını çıkardılar, fahir donlar (gösterişli elbiseler) giydirdiler. Kıza nikah ettiler. Dervişi kız ile halvet kıldılar. Çün derviş elini uzattı kızın döşeğine, geri hemen naralandı, düştü. Kıza eyitti:
– Hani benim o eskicek hırkam, sancağım ve asam; bana verin, ben giderim.
Kız sordu:
– Ne oldun?
Derviş eydür:
– Çün senden yana el uzattım, Tanrıdan ün (ses) geldi kulağıma ki; “Ey yalancı derviş! Gözün görmez mi ki Benden geriye bir kez nazar kıldın, teninden salihler donun (giysisini) çıkardım. Bir dahi nazar kılar isen, gönlünden iman hil’atin çıkarırım. Eğer beni diler isen cihandan elini çek. Bu meseldir (atasözüdür ki) ‘İki nesne sevgisi bir gönülde sığmaz’! ..”
(Mustafa Ankaravi’den; XIV. yy.)
Berceste
Eski eş’ârda dûrbîn ile ma’nâ görülür
Yeni eş’ârda ma’nâ diye külfet yoktur
Şair Eşref
Eski şiirde mânâ ancak dürbün ile görülebilecek derecede derinlere gizlenmiş olurdu. Yeni şiirde ise mana diye bir külfet hiç yok! ..
Seviyoruz Necip Fazıl'ı sevmeyenler olsada... Kendi düşüncesinde onun gibi bir şair bulamadıkları için kıskananlar hasedinden çatlayanlar olsada. O bir dağın zirvesinde. Çukurda olanlar bağırarak sesini yükseltmeye çalışıyorlar...
Necip Fazıl'ı ıskalama lüksü! ..
Merakımı mazur görün. Bizim; toplum olarak, Necip Fazıl Kısakürek'i ıskalama lüksümüz olabilir mi? Özellikle de edebi kişiliğini, şiirlerini mesela görmezden gelmek, yok saymak nasıl bir aymazlıktır? Neymiş, Necip Fazıl belli bir dünya görüşünün 'malı'ymış. Hadi oradan Allah aşkına. Ne malından söz ediyorsunuz siz? Bir grubun, ya da belli ideoloji takipçilerinin bir sanatçıya sahip çıkması, onu onların malı yapmaz biiir. Hiçbir sanatçı kimsenin tekelinde, tapusunda bir 'mal' değildir ikiii.
Nazım'a karşı olanlar da aynı noktadan hareket etmediler mi? Ne vatan hainliğini, ne devlet düşmanlığını bırakmadılar, yıllarca mahpus yatırdılar Nazım Hikmet'i de.
Aslında kıyıcı bir toplumuz biz. Kıyıcı, kırıcı, parçalayıcı taraflarımız çok fazla maalesef. En çok da yaratıcı, üretici insanlarımıza hoyrat davranmakta pek mahiriz. Kendi payıma severek, saygı ve hayranlık duyarak okuyorum üstadın eserlerini. Hele de yan tarafa yazıp paylaşmak istediğim Kaldırımlar'da ne kadar çok bizden var, ne kadar çok sizden var anlaşılsın istiyorum. Ve böyle bir müthiş şair nasıl yok sayılmaya çalışılır, bir kez de kendinize sormanızı diliyorum. Büyük ozanın ölümünün 19. yılı anısına buyrun Kaldırımlar'a.
KALDIRIMLAR
Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında,
Yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn-cin uykuda bir tek iki yoldaş uyanık
Biri benim biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler,
Üstüme camlarını hep simsiyah dikiyor.
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş insanların annesi,
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir insandır.
Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! ..
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.
Ben gideyim, yol gitsin ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak tak ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim!
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse başım taşlara boydan boya,
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya.
Ölse, kaldırımların bu kara sevdalı eşi.
Üstad, Çile'nin önsözünde şöyle anlatır
'Bahanesi tuhaf' şairlik
'Şairliğim 12 yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır. Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim... Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter... Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde... Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp
'- Senin dedi, şair olmanı ne kadar isterdim! '
Annemin bu dileği bana, içimde besleyip de 12 yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı, içimden kararımı verdim;
'- Şair olacağım! '
Ve oldum. O gün bugün, şairliği küçük ve adi hissiliklerin üstünde gören, onu idrakin en ileri merhalesi sayan ben, bu küçük ve adi bahaneyi hiç unutmadım'
Necip Fazıl, önce Bahriye Mektebi'ne kaydolur. Öğrenim gördüğü okul o yıl bir yıl daha uzatılınca okulunu terkederek Darülfünun'un Felsefe Bölümü'ne girer. Bu arada yazdığı şiirlerin bir bölümünü Yakup Kadri'ye götürür.1 Temmuz 1923 yılında, 'Kitabe' adlı şiirini yayımlayan Necip Fazıl'a ilk övgü, Ahmet Haşim'den gelir. 'Çocuk bu sesi nereden buldun sen? ' diye Necip Fazıl'a hitap eden Haşim, yakın gelecekte onun Türkiye'nin yetiştirdiği en ünlü şairlerinden biri olacağını öngörmüştür.
Savaş Ay/Sabah Gazetesi/27.05.2003
Allah taksiratını afetsin...mekanı cennet olsun....
beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız...(n.fazıl)
Allahı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! hele düşmanlarını! ...olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız....(n.fazıl)
öleceğiz müjdeler olsun müjdeler olsun
ölümüde ölüdren rabbe secdeler olsun....
Üstad Necip Fazıl Kısakürek, geçen yüzyılın başında 26 Mayıs 1904'te yine kendi ifadesiyle 'Çemberlitaş'tan Sultanahmet'e doğru inen sokaklardan birinde, kocaman bir konakta' doğdu.
www.yenisafak.com/diziler/nfk/
___________________________________