Kültür Sanat Edebiyat Şiir

necip fazıl kısakürek sizce ne demek, necip fazıl kısakürek size neyi çağrıştırıyor?

necip fazıl kısakürek terimi Çç tarafından tarihinde eklendi

  • İsmail Özaydın
    İsmail Özaydın

    Büyük üstad.Ülkücülerin fikir babası...Değerli şair..Muhterem şahsiyet

  • İsmail Ak
    İsmail Ak

    söz verdiğimiz gibi devam ediyoruz..
    Üstadın Mehmetçik Hitabesinden..

    Mehmetçik...

    anadolu yaylasında helozon helozon yükselen öyle bir dağ başıki bütün istikametlerin çeşidi onda..
    derinliğine göç genişliğine yer onda nezaret ufkunu açmadığı ayak altına sermediğim hiçbir mesele yok..

    milli saadetlerimiz, içtima-i felaketlerimiz, çıkışlı inişli tarihimiz, gerçek oluşumuz, yedi iklim dört bucak hükmedişimiz, duraklayışımız, çırpınışımız, olamaz oluşumuz, sürünüşümüz, bozgundan bozguna yuvarlanışımız...

    hasılı bir zamanlar güneşten ruh hamurumuz ve bu hamura musallat mikroplar sebebi ve neticeleri ile hep onda mehmetçiğin ruh röntgeninde...

    Mehmetçik...

    Türkün ruhunu islam nuruyla dolduruşundan sonra islam potasında eri-ye-rek islam kalıbında billurlaşarak darphaneden çıkma harp altınlar gibi meydana döktüğü ferdiyet üstü milli ve içtima-i vahiddir...

    aslındaki kıymet ve hususiyetlede böyle bir vahide türkten başka malik bu cihanda ikinci bir millet yok! ....

    Üstadın Mehmetçik hitabesinden... devam edecektir...

  • Almıla Akgül
    Almıla Akgül

    Asla anlatılamayacak,kelimelerle kirletilmekten hicap edilecek bir mütefekkir...

  • Ahmet Peker
    Ahmet Peker

    bu dünya bir tamamdan eksiklikler alemi;
    kopuşlar, ayrılıklar, kesiklikler alemi.

  • İsmail Ak
    İsmail Ak

    Üstadın Sultân-üş Şuara töreninde yaptığı konuşmada yeni kurbağa dilinin şahsiyetimizden neler kaybettirdiğini anlatırken şu misali veriyor.

    Üstad konuşmasında kurbağaları bile güldürücü tabirini kullanıyor ve devam ediyor.

    'Demin kurbağaları bile güldürücü tabirini kullandım yeri geldi işte size tepeden inme halis Türkçe bir cümle;

    Türkiyeyi batıran saiklerin bir müessire bağlanamamasındaki amil sebep nedendir, nedir?

    sebebi bir çok istikametlerden arayan bir mana...

    aynı cümlenin kurbağacası;

    Türkiyeyi batıran nedenlerin bir nedene bağlanamamasındaki neden neden nedendir, nedir?

    devam edecek...

  • Cem Nizamoglu
    Cem Nizamoglu

    Necip Fazıl ve Cemil Meriç'e dair


    “Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
    Nefesten yumuşak yağan bu yağmur
    Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
    Aynalar yüzünü tanımaz olur.”

    Yetmişli yılların başı. Rize Öğretmen Okulu’na yeni gelmişim. Gurbetteyim; çünkü ailemden uzağım. Bir evde yalnız kalıyorum. Yağmurlu ve kasvetli bir gün. Odanın içinde bir o yana, bir bu yana debelenip duruyorum. Canım bir şeyler okumak istiyor, ama okuyacak pek bir şey de yok. Televizyon mu? O zaman Rize’de tek televizyon bile yok. Nasıl bir şey olduğunu dahi bilmiyoruz. Radyonun bile lüks olduğu günler. O da yok!

    Yağmur yağıyor. Damlalar camdan aşağı süzülüyor. Komşu evin penceresi açık. Oradan, o zaman daha yeni şöhret olmuş Mine Koşan döktürüyor: “Yağmurun sesine bak/Aşka davet ediyor! ” Bu türkü, on sekizindeki bir delikanlının dünyasına melankolik bir iniş yapmaz mı?

    Canım çok sıkkın. Kese kâğıdıyla eve getirdiğim erikleri yemek için mutfağa giriyorum. (O zaman naylon poşetler yoktu, gazete kâğıtlarından poşet yapılır ve buna “kese kâğıdı” denilirdi.) Kese kâğıdına, erik almak için elimi sokarken, gazetedeki bir şiire odaklanıp kalıyorum. Şiirin adı: “Bu yağmur.” Bir çırpıda okuyorum. Bir daha, bir daha okuyorum! Zaman, mekân, şiir o kadar iç içe ki, uçan halıdayım ve yere inmek istemiyorum! .. Yazarını merak ediyorum! Biraz yapışık duruyor, ama aralayıp bakıyorum. (Kese kâğıtlarının dip kısmı hamurla yapıştırılırdı ve hamur fazlaca kullanılarak bir kese kâğıdının yüz gram gelmesi sağlanırdı. Hırsızlığın tarihi yoktur.) İşte şiirin yazarı: “Necip Fazıl Kısakürek! ” Kim bu adam? Bu soru, bana Üstad’ı tanımamda bütün kapıları açtı, yıllardır. O kese kâğıdıyla meğer eve ben erik getirmemişim, erik bahane, o kese kâğıdıyla bey ruhumu poşetlemişim!

    Yıl 1974. Mart ayı. Toprakta az da olsa kar var. Pazar’dan kalkıp, elli kilometre mesafedeki vilayete, Rize’ye gidiyorum. Üç saatimi alıyor. O zamanki yollar asfalt değil, stabilize. Vilayetiniz bile size gurbet gibi geliyor. Bir şiirden bir dize hatırlıyorum: “Eskiden gurbet idi karşı dağın arkası/Şimdi bir komşu evi iki kıta arası.” Tam da o dönemi anlatıyor. Rize’ye kitap okumaya gidiyorum. Rahmetli kitapçı Ali Karali her türlü sıkıntımızı çekiyor. Yeni çıkan kitapları bile tavsiye ediyor. O gün de, “Evlât” demişti bana, “Sen okuyorsun, bu kitap yeni çıktı, yazarını da tanıyorum, çok kaliteli bir insan. Al oku, ben ölürsem arkamdan rahmet yollarsın.” Kitabı heyecanla elime alıyorum. Kitabın adı: “Bu ülke.” Yazarı: Cemil Meriç. İstanbul, Ötüken Yayınevi tarafından basılmış. Baskı tarihi 1974 (demek ki yeni basılmış) Anda Dağıtım tarafından piyasaya sürülmüş. Fiyatı 12.5 lira. Biraz pahalı, ama olsun. (Beş porsiyon döner fiyatına) 170 sayfalık kitabı hiç açmadan paketletiyorum. Yolda, kitap hakkında heyecanlanmak en büyük hobim. Akşam, büyük bir aşkla evde açacağım ve kitabın sihirli dünyasına dalacağım. Köyde yapacak bir şeyim yok, tek işim, kitap okumak, notlar almak.

    O güne kadar “Cemil Meriç” adını hiç duymamış değildim; ama nereden, nasıl duyduğumu şimdi hatırlamıyorum. Her çeşit dergi okurdum, onlardan birinde veya birkaçında bu isme rastlamış olabilirdim.

    Akşam köydeki evime geldim. (Tütüncüler Köyü) Dışarıda yer yer kar var. Yatma zamanı bekâr odama çekildim. O zamanki evimiz ahşap ev. Tavan ve döşeme tahtadan yapılmış. Odada soba yok. Hatta evde (köyde) henüz elektrik de yok. Gaz lâmbasını yakıyorum ve soyunuyorum. Ardınan pijamalarımı giyeceğim, yatağıma gireceğim ve isli lâmbanın ışığıyla “Bu Ülke”yi okumaya başlayacağım. Fakat düşündüğüm gibi olmuyor; üstümü çıkarıyorum, ama daha pijamalarımı giymeden ayak üstü, “Bu Ülke”yi açıyorum. Aman Allah’ım! Bu ne böyle? “Kavga, insanla KADER arasında değil artık, insanla KELİME arasında. Rüyaları bayraklaştırıyor. Yığınlar onun için yaşıyor, onun için dövüşüyor, onun için ölüyorlar. Mukaddeslerin rengine bürünen bir bukalemun kelime; semavi kitapların şeytanı. Ve en tehlikelileri, toprağımızda doğmayanlar. Sol’la sağ, bu karanlık kafilenin öncülerinden ikisi.”

    Evet, ben, ayaküstü 170 sayfalık kitabı hiç kapatmadan ve kendimden geçerek okuyorum. Kitap bittiği zaman uyanıyorum, ama soğuk iliklerime işlemiş durumda. Uyuyamadan sabahlıyorum! Öğleye doğru bir karın sancısına tutuluyorum ki, anlatılır gibi değil. Adeta bütün vücudum uyuşuyor. Köydeki tek kamyonla hastaneye kaldırılıyorum; iğne, serum, atlatıyorum sancıyı. Fakat o günden beri “Cemil Meriç” adı ve eserleri sürekli beynimi sancıtıyor. Üstad N.Fazıl’ın: “İç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapattığı sahici münevver” dediği Cemil Meriç, fildişi kulesinde hep münzevi yıldız olarak kalacaktır.

    Ülkemizin fikir hayatını yoğuran her iki üstada da rahmetler diliyorum.

    D. Ali Taşcı
    Vakit gazetesi

  • Yusuf Altındağ
    Yusuf Altındağ

    'Keman gene muzdarip,ney gene gam yüklüdür,
    Tambur bir muammayı çözüyor tellerinde,
    Çizgiler biraz isyan,biraz ilham yüklüdür,
    Necip Fazıl okuyan genç kızın ellerinde...'

  • Nilhan Cihan
    Nilhan Cihan

    • ÇIFITA CEVAP!

    Kâfirin Abdullah, ahmağın Zeki, erzelin Afif ismini alması gibi kendisini (Vatan) diye isimlendirmiş ufunet bezinin, bize bundan onbeş gün kadar evvel çıkmış bir nüshasını gösterdiler.

    Bu paçavrayı, hakkımızdaki deni ve şenî tahrike iştirak etmemek suretiyle Türlüklerini, mukaddesatçılıklarını, insanlıklarını gösteren ve büyük Türk okuyucusu kütlesine tamamen malik bulunan gazetelerin hiçbir şartına sahip telâkki etmemekle beraber, üzerimize ondan bir hücum gelmesi ihtimalini hayal bile edemezdik. Zira, o gazeteyi temsil eden, ona renk ve seciye veren insanlık lekesinin bütün cemaziyülevvel ve âhirine, dosyalık çapta bir bilgi, görüş ve anlayışla vâkıf bulunuyorduk. O da bu kuvvetimizi herkesten iyi bilenlerdendi. Zira bundan evvel Fatih'in muazzez ruhaniyeti huzurunda patriklere fâtiha okuttuğu, Türk ocaklarına burnunu soktuğu, Nâzım Hikmet vesilesiyle resmen ve alenen komünizmayı müdafaaya kalkıştığı zaman maskesini o tarzda düşürmüş ve öyle bir söz söylemiştik ki, bir insanın bu sözü duymamazlıktan gelmesi için ancak 'bütün ahlâki kayıtlarla alâkasını kesmiş' olması lâzımdı. Fakat duymamazlıktan geldi. Zira korktu. Zira o günlerde aleyhimizde bir hava görmemekte, gerçek âmme vicdanı ve gençlik kütlesinin saflarımızda oludğunu bilmekte; ve bembeyaz 'Müslüman -Türk' tenimize arkadan sokmağa yelteneceği pıhtı kusan kıskacını kullanabilmek için gereken hain şartları ittifakına alamamış bulunmaktaydı.

    Nihayet, fırsat bu fırsattır sandı; ve zehirini, metodların esfellik ve erzellikte yektâ bir nümunesiyle dökmiye yeltende. Ne yaptı, biliyor musunuz? Gûya mücerret ve umuî, bizimle ve şahıslarla alâkasız bir başmakale içine ayrı bir fasıl ekleyerek, böylece hakikî kastını cesaret ve sarahatle belirtmek erkekliğini gösteremeyerek, sadece birkaç okuyucusuna ve hükûmete karşı bize çattığını belli ederek, fakat bunu bizim gözümüzden saklıyabilecek olursa bir kat daha mes'ut olacağını ve bu suretle yerin dibine geçirilmekten kurtulacağını düşünerek, hâsılı cihanda en pespaye bir insanın dahi tenezzül etmeyeceği bir sinsilik derekesine düşerek, bize, kundakçılık, hayâsızlık, pervasızlık, fesat ve irtica isnat etti. Hakkımızda, koskoca bir başmakalenin içine gömülü ve dışından belirsiz olarak da 'her türlü ahlâki kayıtla alâkasız' tabirini kullanmaya kadar gitti. İşte adam, işte usul, işte hayâ, işte hüner! Bu denî taktiğinde de kısmen muvaffak oldu. Çünkü hâdibeden, tam onbeş gün sonra haberdar olabildik. Yukarıda insanlık lekesi diye sıfatlandırdığımız ve daima böyle sıfıtlandıracağımız bu adam, eğer hakkımızdaki iğrenç tahkirin, hiçbir fezahat ve redaet yuvasında eşine rastgelinmez serseriler ve şantajcılar arasından elde ettiği, Polis ikinci şubesindeki dosyalarından başka kimsenin tanımadığı tiplerden olsaydı, derhal bu yazısiyle onu kanun huzuruna çeker, kendisiyle orada hesaplaşmayı tercih ederdik. Fakat bu insanlık lekesi, gûya bir başmuharrirdir, yılan vücutlu bir gazetenin tepesinde başkuş kafasıdır, son derece hain ve gizil bir metodun sahibidir, içtimaî bir suikast eserinin seri müelliflerinden birisidir, binaenaleyh kendisiyle hesaplaşacak yer, mahkeme değil, âmme huzurudur, kalem ve kelâm kürsüsüdür, dâva meydanıdır, babıâli kubbesidir! ! !

    Gel berû, iman ve ahlâk kayıtlarının (K) harfini bile rüyasında bir kere görmemiş olan sefil!

    Sen ne cesaretle müslüman Türkler memleketinde konuşabilirsin ki, bir dönmesin; büyük baban Sabatay Sevi'nin zakkum kanını taşıyor; ve İslâm diyanetini, Türk milletini parçalamak gayesini güdüyorsun!

    Sen, birtakım bulanık şartlara güvenip nasıl kuruyası dudaklarını kıpırdatabilirsin ki, bir zamanlar, Türk İstiklâk Hareketinin mâsûm günlerinde resmen ve alenen Amerikan mandasını istemek suretiyle vatan hainliğini göstermiş ve bu babda hakkında broşürler neşrolunmuş müseccel bir nâmertsin!

    Sen nasıl ve ne yüzle 'ahlâk' kelimesini kanalizasyon lezzetli ağzına alabilirsin ki, 'ahlâk' kelimesinin baş harfi diye (a) işaretini gördüğün her yerde sıhhi imdat çağırması icap eden bir tipsin! (Büyük Doğu) sahibinin 'Bir Adam Yaratmak' piyesi temsil edilirken 'oradaki kadınla kimi kastettiniz? ' sualinden, tâ Elhamra sineması ve klüp hikâyelerine kadar, istersen ve dilersen, bu mevzua senin için baş vurmaya lüzum görmediğimiz Türk hâkiminin huzurunda ve senin müracaatınla konuşalım! Eğer ister ve dilersen, bize edeceğin tek mukabeleyle, bu işi Linotipler ve baskı makineleri huzurunda da konuşabiliriz. Her şey senin istek ve dileğine bağlıdır.

    Elverir ki, bir zamanlar, muazzez ve mübarek bir soydan gelen 'Ehli Sünnet' gazetesinin ismet ve nezaket örneği sahibine yaptığın ve bütün zayıf müslümanlara tevcih ettiğin gibi, hakikatte bize değil, Allaha ve Resûlüne düşman olan suikastçı kalemini (Büyük Doğu) ya yöneltmek cesaretini göstermeyesin; ve hesabını görecekleri güne kadar menfur ve melûn köşende 'sus, pus' oturasın! ... Sen bilirsin, tercih hakkını sana bırakıyoruz.

    (25 Kasım 1949)

  • Var Mısın?
    Var Mısın?

    - Yegane beğendiğim genç şair Necip Fazıl'a -
    -----Abdülhak Hamid
    -------1935

  • Var Mısın?
    Var Mısın?

    - Hakkında her sıfatın aciz kaldığı şair Necip Fazıl'a -
    26.9.1938
    Hasan Âli YÜCEL

  • Var Mısın?
    Var Mısın?

    şiirde iyilik herkese göre değişir..insan nasıl düşünmek istiyorsa öyle düşünür, buna bir sınırlama koyamazsınız..necip fazıl ideolojiyi aşmış biridir..

  • Nagehan Ppp
    Nagehan Ppp

    'imrenilecek bir ÜSTAD belki de..'

  • Yusuf Altındağ
    Yusuf Altındağ

    'Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes,
    Ey kahpe rüzgar,artık ne yönden esersen es! '

  • Feyza Yüksel
    Feyza Yüksel

    '............................................
    Yol O'nun,varlık O'nun,gerisi hep angarya
    Yüzüstü çok süründün,ayağa kalk Sakarya'

    İnanılmaz derecede güzel şiirlere imza atmış,yeri kesinlikle doldurulamayacak bir üstat.Bu arada onun Sakarya Türküsü adlı şiirini Sakarya nehrine paralel yaptığı bir tren yolculuğu sırasında yazdığını yeni öğrendim.
    İnsanı nehre benzetmek ve bu benzetmeye mükemmel bir şekilde yapabilmek başka kime kısmet olabilirdi ki.

  • Yusuf Altındağ
    Yusuf Altındağ

    'Bir Necip Fazıl olabilmenin ahmakça saadetine ne kadar muhtacım'
    A.Hamdi Tanpınar

  • Mm
    Mm

    üstad..100 yaşında...

  • Ersen Ibıs
    Ersen Ibıs

    Yüzüne siyah beyaz fotoğraftan bile olsa bakıp da bir emniyet duygusu hissettiğiniz kaç insan vardı hayatınızda. Hayat denen, dünya denen bu keşmekeşe kafa yoran, inancını sonuna kadar sahiplenen ve davasının çilesini düşmanlarının bile hayranlık duyduğu bir samimiyetle çeken kaç insan görmüştünüz onun gibi? Necip Fazıl bana neyi mi çağrıştırıyor? Dalgalı bir denizde çalkalanan geminin aradığı gibi sığınılacak güvenli bir liman...

  • Yavuz Ak
    Yavuz Ak

    beni kimsecikler okşamaz madem
    öp beni alnımdan,sen öp seccadem

  • Yavuz Ak
    Yavuz Ak

    o benim için çok yönlü biri, o bana aşkı sevgiyi çağrıştırıyor,ömrüm onunla geçecek

  • Cem Türkbiner
    Cem Türkbiner

    İdeali aramakla, toprağa bağlanmak arasında bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıztırabını, İslam'a nispetle heykelleştiren adam...15. İslam asrının (21. yy) bunca keşmekeşi içinde yaşanmaya değer hayatın 'nasıl'ını getiren...Türkiye'de İslam davasının babası ve biricik vücut sebebi...Büyük Doğu Mimarı...

  • Arthas
    Arthas

    Daha yaşarken böyle anılmaya başlar Necip Fazıl. Sanatının büyüklüğü itiraf edilmiş ve kendisine törenle “Şairler Sultanı” unvanı verilmiştir.

    Attila İhan’ın deyişiyle “bizde heceyi yerine oturtan ilk şair” Necip Fazıl’dır. Şiirlerinde Türk halk şiiri geleneği ile Avrupai şiir anlayışını birleştirmiştir. Günümüz dilini kullandığı için de herkes tarafından anlaşılmıştır.



    Daha çok şair kimliğiyle tanınan Necip Fazıl, hikaye, tiyatro, roman, hatıra ve hitabet gibi hemen her türde eserler vermiştir. Bugün tiyatrolarının pek çoğu sahnelenmiş, bazıları televizyon filmi olarak çekilmiştir.

    Üstad, verdiği sayısız eser arasında, Kafa Kağıdı, O ve Ben, Cinnet Müstatili, Aynadaki Yalan, Bir Adam Yaratmak gibi eserlerinde kendini anlatmıştır. Kendini anlatırken, o dönemin aile ve toplum çevresini, yaşanan büyük değişimi de ortaya koymaktadır.

    Çile’nin ıstıraplı şairi

    Türkiye’de hiçbir şair, şiiri böyle anlamamış ve anlatmamıştır. Bütün şiirlerinin toplandığı “Çile” isimli kitabı, inancının destanıdır. İşte bu kitabının başına yazdığı şiir hakkındaki düşüncelerinde, şiiri “mutlak hakikati yani Allah’ı arama işi” diye tanımlar.

    “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış.

    Marifet bu gerisi, yalnız çelik çomakmış.”

    Şiirlerinde, olması gereken Allah-kul ilişkisini, irtibatını en güzel ve en yalın ifadelerle vermiştir.

    “Güzel Allah’ım senden ne gelecekse gelsin.

    Sen ki, rahmetinle de, kahrınla da güzelsin…”

    Gençlere peygamber aşkını ve edebini, O’nun ismi anılınca hürmetle salat u selam getirme borcunu öğretmeye çalışan Necip Fazıl, o ufuk Peygamber’e olan muhabbetini şu mısralarla anlatır:

    “Düşünüyorum: O’ndan evvel zaman var mıydı?

    Hakikatler, boşluğa bakan aynalar mıydı? ”

    Düşünün, ben ne büyük rütbeye tutkuluyum!

    Çünkü O’nun kulunun kölesinin kuluyum!

    Şaire göre ölüm bile, O’nun ölümüyle güzelleşmiştir:

    “Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber…

    Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? ..”

    Şairler sultanı Necip Fazıl kimdir?

    Necip Fazıl 1904 yılında, İstanbul’da büyük bir konakta dünyaya gelir. Köklü bir aileye mensup olan Fazıl’ın babası, İstanbul’a gelen ilk otomobili satın alacak zenginliktedir. Kabına sığmayan zekası sebebiyle çok yaramaz bir çocukluk geçirir. Daha dört beş yaşındayken okuma yazmayı öğrenmiş olan küçük Fazıl’ı, babaannesi, yaramazlıklarından kurtulmak için 6 yaşında roman okumaya alıştırır. Bütün çocukluğu hastalıklarla geçer Necip Fazıl’ın. “On-on beş yaşıma kadar, bir çocuğun çekmesi mümkün ne kadar hastalık varsa hemen hepsini çektim.” der kendisi.

    10 yaşına kadar mahalle mektebinden yatılı mektebe, Fransız mektebinden Amerikan kolejine kadar pek çok okul değiştirir. Bahriye Mektebi’nde, yazılarıyla, Yahya Kemal gibi tanınmış hocalarının dikkatini çeker ve daha o zamandan okulda el yazması haftalık dergiler çıkarmaya başlar. Geleceğin cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ve Nazım Hikmet gibi meşhur isimler o günlerde okul arkadaşlarıdır.

    18 yaşındayken edebiyat büyüklerinin yazdığı Yeni Mecmua isimli dergide şiirleri çıkmaya başlar. Bu arada, eğitimine Darulfünun Felsefe Bölümü’nde ve Yüksek Öğretmen Okulu’nda devam eder. Zamanın Milli Eğitim Bakanlığı tarafından felsefe eğitimi için Paris’e gönderilir. Ancak o, okulunu yarıda bırakarak geri döner. Bundan sonraki yıllarda çeşitli bankalarda memur olarak çalışır ve müfettişliğe kadar yükselir. Bu arada şiirleri çeşitli dergilerde yayınlanmakta ve edebiyat çevrelerinde büyük şair olarak kabul edilmektedir. O zamanlar şiirlerinde kendisini ve bitmez arayışını şöyle anlatır:

    “Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar;

    Ne kendisine yar, ne kimseye yar,

    Bir rüya uğrunda ben diyar diyar,

    Gölgemin peşinde yürür giderim…”

    Hayatında dönüm noktası

    1934, hocası Abdülhakim Arvasi ile tanıştığı, hayatının dönüm noktası sayılabilecek bir senedir. Böylece, içindeki hakikati arayış çilesi, yaşadığı serbest gençlik hayatı sonrasında, hedefini bulmuştur. Bundan sonra geçirdiği değişimi, şiirlerinde açık şekilde görmek mümkündür. Kendi ifadesiyle şiirini, hocasını tanıdığı zamana göre “ondan önce, onunla beraber ve ondan sonra” şeklinde sınıflandıracaktır. O zamana kadar yaşadığı yılları ve yaptıklarını mısralarıyla şöyle anlatır:

    Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum.

    Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.

    Çileli yıllar

    Yaşadığı değişimle birlikte şiirinin mevzuları farklılaşır. Artık pek çok çevre tarafından dışlanmaya ve tepkiler almaya başlamıştır. Çıkardığı Büyükdoğu isimli dergi defalarca kapatılır ve kendisi sayısız mahkemelere çıkar. Uzun seneler hapis yatmış, yokluklar yaşamış olmasına rağmen, doğru bildiğini söylemekten ve yazmaktan asla geri durmamıştır.

    Sayısız eserlerle, konferans ve derslerle insanları aydınlatan Necip Fazıl kadar sevilen başka bir şahsiyet olmamıştır. 1983 yılında vefatıyla İstanbul sokakları insan seliyle dolmuş, cenazesi ellerde taşınmıştır. Eyüp Mezarlığı’na defnedilmiş olan Necip Fazıl, hayatında olduğu gibi, hâlâ sevilmekte ve eserleri okunmaya devam etmektedir.

    Necip Fazıl, hayatı boyunca mutlak hakikate yani Allah’a ulaşma hedefi için çırpınmıştır. Bizlere de bu arayışının hikâyesini, şiirleri ve eserleriyle miras bırakmıştır.

  • Kevser Elif Kasal
    Kevser Elif Kasal

    Utansın


    Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
    Hedefe varmayan mızrak utansın!

    Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
    Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

    Eski çınar şimdi noel ağacı;
    Dallarda iğreti yaprak utansın!

    Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
    Onu sürdürmeyen çırak utansın!

    Ölümden ilerde varış dediğin,
    Geride ne varsa bırak utansın!

    Ey binbir tanede solmayan tek renk;
    Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!

    Necip Fazıl Kısakürek

  • Yusuf Altındağ
    Yusuf Altındağ

    necip fazıl allahın sevgilisi resulullaha ulaşabilmemiz için kullanabileceğimiz en büyük basamaklardan biridir....

  • Mm
    Mm

    ‘hayatım,başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu.şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum.BİRİNİ…
    O,kim mi?
    Allahın Sevgilisi …
    Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedilik sarayının paslanmaz tacı…
    Tek dava O’nu bulmakta,bulduracak olanı bulmaktaydı.
    Binbir istikamette seke seke,sağa sola büküle büküle,renkten renge bulana bulana,hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın,hep o BİR etrafında helezonlar içinde bir hayat…
    Benim hayatım budur! (necip fazıl KISAKÜREK)

  • Mm
    Mm

    Ve bir gece…onun için daima sırlarla dolu Mayıs ayında bir gece(25 mayıs1983) yatağında doğrulup bal rengi gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa dikti.ne gördü ki; pembeden daha kırmızı dudakları hafifçe kıpırdadı:
    ‘-demek böyle ölünürmüş!) ’

  • Mm
    Mm

    26 mayıs 1904-25 mayıs 1983

  • Mm
    Mm

    vefatının 21.yılında rahmetle anıyoruz...mekanı cennet olsun...ruhuna el fatiha....

  • Ahmet Peker
    Ahmet Peker

    zamanın olmadığı diyar acaba nasıl;
    kesiksiz bir ân mıdır bundan sonraki fasıl?

  • Onur Antabi
    Onur Antabi

    O ve Ben.Rabbim kurtuluşa erdirmek istediği kullarının karşısına mutlaka bir vesile çıkarırmış.

  • Dax Dax
    Dax Dax

    onun hakkında ne söylene bilir ki sadece dünyanın en büyük şairlerinden biridir desek yeter herhalde ve türk dünyasında fuzuliden sonra gelen ve onun derecesinde ki tek adam ayrıca mükemmel birisi bizim için bıraktığı onca eser ve incelenmesi gerektiğine inandığım bir hayatı olan üstad nur içinde yatsın ne diyelim