Bir baska uyenin ya da uyelerin yazdigi anlama direk atifta bulunan, yanit veren, destek olan, elestiren mesajlar artik pasiflenmektedir.
Yazinizi uygun hale getirip yeniden aktarabilirsiniz...
Nedir forum bolumu degildir. Duyurularinizi, argumanlarinizi, sorularinizi lutfen forum ya da mesaj bolumlerinde tasiyiniz.
Uyeleri direk laf kavgasina goturecek yazilar pasiflenmektedir.
Rakı şişesinde balık olmaktan, Makinalaşmaktan, Devrimden, Dikdatörlere tapınmaktan, Gavur hayranlığından, Şehvetten vs bahsetmediği için ''gereksiz şeyler'' konu ettiği zannedilen FİKİR ADAMI... BAYRAKTAROĞLU (Tokat, Bay, 25) 25.9.2004 22:27
Ellerime uzanan dudakları tepeyim ALLAH diyen,gel seni ayağından öpeyim... üstad necip fazıl kısakürek. üstad,dev şair, mütevazı,eminim şu dönemde yaşıyor olsaydı birilerinin ağzını öyle kapatırdı ki ahirette Rabbin kim sorusuna Allah diyerek açarlardı ağızlarını......
GÖKLERİN ÇEKTİĞİ KARTAL Altmış yıl durmadan dinlenmeden bin bir çile içinde, eserler vererek, mücadeleler yaparak Milletin varoluş savaşında yerini alan bir Millet Büyüğü, düşünce ve edebiyat hayatımızın dinmez ve sinmez kalemi, Üstad Necib Fazıl, aramızdan sıyrılıp, adeta bir kuş gibi uçup gitti.
Fanilik arkadadır artık.
Dev sulara karşı bir ömür boyu gerilmiş kollar düştü.
Ve yüz yılımıza şeref olan şiir saati, durdu.
Ve doğru, iyi, güzel için yükselen ses sustu.
Yankıları çağların ufkunda çınlayacak.
İslamın onuru için çağın çelik yüzüne karşı koyan elmas kas, gevşedi.
Atalarımız bir an için ebedi meşgalelerini bırakarak bizim dünyamıza doğru dönüp baktılar: “kim geliyor? Bu gelen kim? ”
Ey ölüm, sen ne sırlı bir güçle donanmışsın ki, en yalçın kayalıkların tepesinde, zamanın üstünde dimdik duran kartallar bile avın olur. Gök şahini ağına, tuzağına düşer.
Çağdaş bir destandı, bir kahramanlık destanıydı, sonuna nokta konan. Ama bu bir ara noktasıdır. Destanın öbür yüzü bundan sonra söylenecek.
Dünya çağının bu ikindisinde ne büyük gölgeydi vurdu karşı ufuklara, güneşin doğduğu ufuklara.
Evet, bir kahraman düştü toprağa. Bir kez daha bin kez daha yeşerip boy atacak bir tohum olarak.
En önde koşan atlının atı kapaklandı. Ve en birinci süvariyi toprak bağrına bastı. Herkeslerden daha çok seven ana gibi.
Gaib, onu “kurcalayan çilingir”i, “canlı cenazeler”in üstünden aşırarak gözlerden gizledi. O gözler ki zaten görmüyorlardı.
Ve perde kalktı. Ten maskesi sıyrılarak, ruh, potada saf altına kayboldu. Kartal süzülüp gitti, sonsuz göklerde kayboldu.
Bize ne düşer, bütün bu manzara karşısında, susmaktan başka.
ölümden başka mevzuu bilmeyen ama türkçeyle çocuğun oyuncakla oynadığı gibi oynayabilecek kadarda usta bir şair...necip fazıl herşeye rağmen (bağnaz bir insan dahi olsa) bu toprağın önemli bir şairidir.kaldırımlar şiirini,okumayanlara tavsiye ederim..(ki sayfada eleştiri yapan bir takım arkadaşların hiç okumadığı belli oluyor)
sen zaten bayrağını dikmiş gitmişsin üstad, artık kimse eksiltemez seni. anlamayan mahrum olduğuna yansın diyeceğim ama zaten yanacak idrakte olsa anlardı.
Aydın iki hece üstadım lafta Sağcı ile solcu aynı safta Bir de Müslüman gerici, boynunda yafta Halimizi düşünüp yanma üstadım Kavuşmak mı? kim bilir daha uyanmadım Hayat... bir uzun yol.. mayın döşeli Dost dediklerimiz dört köşeli Bir elleri Kur'an bir elleri rakı şişeli Gel ve git on perdeli bin yıllık devlet Buna ne vatan dayanır ne millet Bir ülke ki, düşünce boru içinde Akıl, almazların zoru içinde Üst üste sorular soru içinde .......... ..........
Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... 'Zaman bendedir ve mekân bana emanettir! ' şuurunda bir gençlik... Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet... İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'an'ında 'belhümadal - hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü? ... Son yarım asır! .. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedi helake mahkumiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik... Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik... Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının,evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik... Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik... Emekçiye 'Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın.! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ' diyecek... Kapitaliste ise 'Allah buyruğunu ve Resul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek...Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına,vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik... Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezhebe ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin,İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütüıı insanlığa model teşkil edecek bir gençlik... 'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik... Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnetsayacak kadar gözü kara ve o nispette usule, stratejiye uygun bir gençlik... Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik... Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı,çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi,mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldağı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik... Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl' ını ve 'ne idüğü' nü her haliyle gösterecek bir gençlik... Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu,hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezâyı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşman larını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik... İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum.Şekillenmesi,billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerîmden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!
Allahın selâmı üzerine oIsun...
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ..
söz verdiğimiz gibi devam ediyoruz.. Üstadın Mehmetçik Hitabesinden.. - Mehmetçik öz vatanı içinde vatanını aramakta ve hep dayanağını kaybetmiş ve gittikçe daralmaya başlamış eski fütuhat ufuklarını beklemek mahkumiyeti altında en korkunç ruh acısı olan yırtıcı bir hayretle eşya ve hadiselere kendisinin kim ne ve neye memur olduğunu sormaktadır.bu hayret ve dehşet mehmetçikde o kadar büyüktürki güneşte havayı duman diye görmekte sukütü figan diye dinlemektedir.
Havada bulut yok duman nedendir, mahallede ölü yok figan nedendir, adı yemendir gülü çemendir giden gelmezmiş acep nedendir.
Acep neden...
başını taştan taşa vuran ve bir türlü düzlüğü çıkamayan cemiyetinin yeni bir macerası karşısında kitap ve daret daima kendisindedir ve mehmetçik bu cemiyetin irade ve idare katından hiçbir kuvvet almadığı halde her defa ve tek başına onu kurtarmaya hazır böylelikle onun önüne viyana bozgunundan beri nereden başlayıp nerede duracağı ve ne tarafa döneceği meçhul üstünde ebediyyet rüzgarları esen bir yoldan başka bir şey çıkarılamamıştır.
Ey gaziler yol göründü yine garip terime..
Mehmetçiği bu mısradan daha derin anlatacak hiçbir ifade bulunamaz asırlarca süren bir göç halinde insanı öz vatanında öz vatanından öksüz bırakıcı bu ne hazin muhacirlik.
şimdiki cümleme dikkat edin bütün bu hitabe onun için (aynen Üstad söylüyor bu cümleyide)
Mehmetçik dışardan içeriye doğru bazı açıkgöz muhacirlerin bu vatana sahip çıkması için tarihimizin içerden dışarıya doğru ebedi muhaciridir.
Onu bu muhacirlikten kurtarmak ve eski çağlarda olduğu gibi muhteşem bir aksiyona bağlamak için herşeyden evvel beyin ve kalp tezadını ortadan kaldırmak lazımdır..bunun içinde onu keşfetmek ve ona güdücülerini keşfettirmek gerekirdi.
Mehmetçiği kardeşleri ahmetler aliler osmanlarla beraber ayşesi fatması haticesiyle her köyün şehadet parmağı gibi göğe yükselen mücir fikri minaresi etrafında en ileri hayata kavuşturmak...
Buda ancak onun ruhunu üst kattaki cemiyetine cemiyetinide ona inandırmakla münkündürki... böyle bir dava;
GERÇEK İLERİNİN GERİ VE HAKİKİ GERİNİN İLERİ SANILDIĞI GÖKSELLER BİRSELLER AYSELLER DÜNYASINDA DELİ SAÇMASINDAN FARKSIZDIR... BÜTÜN MEMLEKETİ BÖYLE DELİLERİN DOLDURDUĞU TIMARHANE HALİNE GETİRDİĞİMİZ GÜN BU DAVA GERÇEKLEŞECEKTİR.
NEREDE O DİVANELER O NE GÜZEL DELİLİK VE NE BÜYÜK İDEAL... - devam edeceğiz....
kelimeleirde yaktın be üstad....mekanı cennet olsun...seni seviyoruz...
usandım boş yere hep gitmler gelmelerden
bırakın uyuyayım yandım kelimelerden....
ilgisizlik her şeyden kesilmiş ilgisizlik
bilmeyiz ki en büyük ilme denk bilgiisizlik
harfsiz v ekelimesiz düşünmek yaradanı
uyumak istiyorum..başım bir cenk meydanı
uyku..uyku zamansız ve mekansız uyumak
iki yıldız arası göğe asılı hamak (böyle bir mısrası olan başka şair var mı)
Bir baska uyenin ya da uyelerin yazdigi anlama direk atifta bulunan, yanit veren, destek olan, elestiren mesajlar artik pasiflenmektedir.
Yazinizi uygun hale getirip yeniden aktarabilirsiniz...
Nedir forum bolumu degildir. Duyurularinizi, argumanlarinizi, sorularinizi lutfen forum ya da mesaj bolumlerinde tasiyiniz.
Uyeleri direk laf kavgasina goturecek yazilar pasiflenmektedir.
Rakı şişesinde balık olmaktan, Makinalaşmaktan, Devrimden, Dikdatörlere tapınmaktan, Gavur hayranlığından, Şehvetten vs bahsetmediği için ''gereksiz şeyler'' konu ettiği zannedilen FİKİR ADAMI...
BAYRAKTAROĞLU (Tokat, Bay, 25)
25.9.2004 22:27
doğru söze doğru denir...
hepsi bu kadar...
Necip Fazıl Allah dostudur..
necip fazılı naslında ben çok iyi bilmem fakat içimden bir ses onu çok sevmem gerektiğini söylüyor
insan bu su misali kıvrım kıvrım akarya...
ama unutulmayacak bir şair olduğu kesin...
hayatını da üç devreye ayırmışlar...
ben üçüncü devresiyle daha çok ilgilenirim...
HEY GİDİ NECİP FAZIL ÜSTADIM NERELERDESİN,ŞU AN TÜRKİYEDE SENİN GİBİ BİRİ DAHA OLSA VARYA,BU GENÇLİK BÖYLE Mİ OLURDU...
ÜSTAD; SÖYLEDİĞİN GİBİ........
EYVAAAAAAAAAAAAAAH SAKARYAAAAA! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! 11
Ellerime uzanan dudakları tepeyim
ALLAH diyen,gel seni ayağından öpeyim...
üstad necip fazıl kısakürek. üstad,dev şair, mütevazı,eminim şu dönemde yaşıyor olsaydı birilerinin ağzını öyle kapatırdı ki ahirette Rabbin kim sorusuna Allah diyerek açarlardı ağızlarını......
'Ellerime uzanan dudakları tepeyim
Allah diyen,gel seni ayağından öpeyim.'
Şairler sultanı N.F.K
MUKAYESE
Çıbanımız çok derin, işletemez yakılar;
Nerde bizim şarkımız, nerde öbür şarkılar?
Necip Fazıl KISAKÜREK
GÜLE GÜLE
Bu gömlek dikiş tutmaz hep söküle söküle;
Bütüne gel deseler ve gitsek güle güle...
Necip Fazıl KISAKÜREK
büyük şair.şiirlerindeki derinliği yakalamak lazım
GÖKLERİN ÇEKTİĞİ KARTAL
Altmış yıl durmadan dinlenmeden bin bir çile içinde, eserler vererek, mücadeleler yaparak Milletin varoluş savaşında yerini alan bir Millet Büyüğü, düşünce ve edebiyat hayatımızın dinmez ve sinmez kalemi, Üstad Necib Fazıl, aramızdan sıyrılıp, adeta bir kuş gibi uçup gitti.
Fanilik arkadadır artık.
Dev sulara karşı bir ömür boyu gerilmiş kollar düştü.
Ve yüz yılımıza şeref olan şiir saati, durdu.
Ve doğru, iyi, güzel için yükselen ses sustu.
Yankıları çağların ufkunda çınlayacak.
İslamın onuru için çağın çelik yüzüne karşı koyan elmas kas, gevşedi.
Atalarımız bir an için ebedi meşgalelerini bırakarak bizim dünyamıza doğru dönüp baktılar: “kim geliyor? Bu gelen kim? ”
Ey ölüm, sen ne sırlı bir güçle donanmışsın ki, en yalçın kayalıkların tepesinde, zamanın üstünde dimdik duran kartallar bile avın olur. Gök şahini ağına, tuzağına düşer.
Çağdaş bir destandı, bir kahramanlık destanıydı, sonuna nokta konan. Ama bu bir ara noktasıdır. Destanın öbür yüzü bundan sonra söylenecek.
Dünya çağının bu ikindisinde ne büyük gölgeydi vurdu karşı ufuklara, güneşin doğduğu ufuklara.
Evet, bir kahraman düştü toprağa. Bir kez daha bin kez daha yeşerip boy atacak bir tohum olarak.
En önde koşan atlının atı kapaklandı. Ve en birinci süvariyi toprak bağrına bastı. Herkeslerden daha çok seven ana gibi.
Gaib, onu “kurcalayan çilingir”i, “canlı cenazeler”in üstünden aşırarak gözlerden gizledi. O gözler ki zaten görmüyorlardı.
Ve perde kalktı. Ten maskesi sıyrılarak, ruh, potada saf altına kayboldu.
Kartal süzülüp gitti, sonsuz göklerde kayboldu.
Bize ne düşer, bütün bu manzara karşısında, susmaktan başka.
(Sezai Karakoç, Diriliş, 26 Mayıs 1983)
ne hasta bekler sabahı
ne taze ölüyü mezar
ne şeytan bir günahı
seni bekledim kadar.....................
ölümden başka mevzuu bilmeyen ama türkçeyle çocuğun oyuncakla oynadığı gibi oynayabilecek kadarda usta bir şair...necip fazıl herşeye rağmen (bağnaz bir insan dahi olsa) bu toprağın önemli bir şairidir.kaldırımlar şiirini,okumayanlara tavsiye ederim..(ki sayfada eleştiri yapan bir takım arkadaşların hiç okumadığı belli oluyor)
Necip Fazil Kisakürek mekanin cennet olsun.Sen bu ulkede bazi satilmislara ragmen EFSANESiN.->Akrebin kiskacinda yogurmus bizi kader; Aldirma bu dünya boyle gelmis boyle gider...
UTANSIN
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!
NECİP FAZIL KISAKÜREK
anlamıyorlarsa onlar utansın üstad.
sen zaten bayrağını dikmiş gitmişsin üstad, artık kimse eksiltemez seni. anlamayan mahrum olduğuna yansın diyeceğim ama zaten yanacak idrakte olsa anlardı.
'annesi gül koklasa ağzı gül kokan çocuk.' hiçbir ifade yüreğimi böyle ısıtamaz. böyle bir ifade, kelamın zirvesi ya. ağlamak geliyor içimden.
annesi gül koklasa ağzı gül kokan çocuk
bir tek bu ifade ölümsüz kılabilir bir şairi.
MÜJDE
Öleceğiz; müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun
O'nu anlamak için çile yi yaşamak lazım
Necip Fazıla Mektup
Aydın iki hece üstadım lafta
Sağcı ile solcu aynı safta
Bir de Müslüman gerici, boynunda yafta
Halimizi düşünüp yanma üstadım
Kavuşmak mı? kim bilir daha uyanmadım
Hayat... bir uzun yol.. mayın döşeli
Dost dediklerimiz dört köşeli
Bir elleri Kur'an bir elleri rakı şişeli
Gel ve git on perdeli bin yıllık devlet
Buna ne vatan dayanır ne millet
Bir ülke ki, düşünce boru içinde
Akıl, almazların zoru içinde
Üst üste sorular soru içinde
..........
..........
Mehmed'im sevinin baslar yüksekte!
Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu teker kalir tümsekte!
Yarin, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün dogmus, gün batmis, ebed bizimdir!
gençliğe hitabe
Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...
'Zaman bendedir ve mekân bana emanettir! ' şuurunda bir gençlik...
Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre...
Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...
İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet...
Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'an'ında 'belhümadal - hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü? ...
Son yarım asır! .. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedi helake mahkumiyet...
İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi...
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının,evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...
Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...
Emekçiye 'Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın.! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ' diyecek...
Kapitaliste ise 'Allah buyruğunu ve Resul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek...Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına,vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...
Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezhebe ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin,İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütüıı insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...
'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik...
Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnetsayacak kadar gözü kara ve o nispette usule, stratejiye uygun bir gençlik...
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı,çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi,mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldağı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl' ını ve 'ne idüğü' nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu,hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezâyı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşman larını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...
İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum.Şekillenmesi,billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerîmden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!
Allahın selâmı üzerine oIsun...
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ..
Necip Fazıl
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat?
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
Necip Fazıl KISAKÜREK
“Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, sonsuza varmak...”(1939)
söz verdiğimiz gibi devam ediyoruz.. Üstadın Mehmetçik Hitabesinden..
-
Mehmetçik öz vatanı içinde vatanını aramakta ve hep dayanağını kaybetmiş ve gittikçe daralmaya
başlamış eski fütuhat ufuklarını beklemek mahkumiyeti altında en korkunç ruh acısı olan yırtıcı bir hayretle eşya ve
hadiselere kendisinin kim ne ve neye memur olduğunu sormaktadır.bu hayret ve dehşet mehmetçikde o kadar büyüktürki
güneşte havayı duman diye görmekte sukütü figan diye dinlemektedir.
Havada bulut yok duman nedendir, mahallede ölü yok figan nedendir, adı yemendir gülü çemendir giden gelmezmiş acep nedendir.
Acep neden...
başını taştan taşa vuran ve bir türlü düzlüğü çıkamayan cemiyetinin yeni bir macerası karşısında kitap ve daret daima
kendisindedir ve mehmetçik bu cemiyetin irade ve idare katından hiçbir kuvvet almadığı halde her defa ve tek başına
onu kurtarmaya hazır böylelikle onun önüne viyana bozgunundan beri nereden başlayıp nerede duracağı ve ne tarafa döneceği
meçhul üstünde ebediyyet rüzgarları esen bir yoldan başka bir şey çıkarılamamıştır.
Ey gaziler yol göründü yine garip terime..
Mehmetçiği bu mısradan daha derin anlatacak hiçbir ifade bulunamaz asırlarca süren bir göç halinde insanı öz vatanında
öz vatanından öksüz bırakıcı bu ne hazin muhacirlik.
şimdiki cümleme dikkat edin bütün bu hitabe onun için (aynen Üstad söylüyor bu cümleyide)
Mehmetçik dışardan içeriye doğru bazı açıkgöz muhacirlerin bu vatana sahip çıkması için tarihimizin içerden dışarıya
doğru ebedi muhaciridir.
Onu bu muhacirlikten kurtarmak ve eski çağlarda olduğu gibi muhteşem bir aksiyona bağlamak için herşeyden evvel
beyin ve kalp tezadını ortadan kaldırmak lazımdır..bunun içinde onu keşfetmek ve ona güdücülerini keşfettirmek gerekirdi.
Mehmetçiği kardeşleri ahmetler aliler osmanlarla beraber ayşesi fatması haticesiyle her köyün şehadet parmağı gibi göğe
yükselen mücir fikri minaresi etrafında en ileri hayata kavuşturmak...
Hamle budur...Dava budur...Hareket budur...İnkilap budur....
Buda ancak onun ruhunu üst kattaki cemiyetine cemiyetinide ona inandırmakla münkündürki... böyle bir dava;
GERÇEK İLERİNİN GERİ VE HAKİKİ GERİNİN İLERİ SANILDIĞI GÖKSELLER BİRSELLER AYSELLER DÜNYASINDA DELİ SAÇMASINDAN FARKSIZDIR...
BÜTÜN MEMLEKETİ BÖYLE DELİLERİN DOLDURDUĞU TIMARHANE HALİNE GETİRDİĞİMİZ GÜN BU DAVA GERÇEKLEŞECEKTİR.
NEREDE O DİVANELER O NE GÜZEL DELİLİK VE NE BÜYÜK İDEAL...
- devam edeceğiz....