Sisli bir sabahtı henüz Etrafı bürümüştü bir duman Uzaktan geldi bir ses ah aman aman! Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit Dinle de vicdanına öyle hükmet Vatanın parçalanmış bağrı Bekliyor senden ümit.
20 Haziran 1329 (3 Temmuz 1913)
Nâzım Hikmet, bir yıl kadar, Fransızca eğitim veren bir okula, ardından Göztepe’deki Numune Mektebine gider. İlkokul bitince Galatasaray Sultanisi’ne yazılır, bu okul masraflı olduğundan bir yıl sonra Nişantaşı Sultanisi’ne geçer. Nâzım Hikmet, Sultani’de örnek bir öğrencidir. İlk şiirini bu yıllarda yazar. “Feryâd-ı Vatan “ başlıklı ve 1913 tarihli bu şiir, Balkan savaşında Osmanlının yenik düşmesi ve düşmanların Çatalca’ya kadar gelmesi üzerine kaleme alınmış ve şairin bundan duyduğu derin üzüntü ile yurdunu kurtarma istek ve umudu yansımaktadır.
Nâzım Hikmet'in 1913-1920 yılları arasında yazdığı şiirlerde çoğunlukla bireysel konuların işlendiğini belirten Asım Bezirci, özellikle aşk teminin ağır bastığını ve 'melankolik hava' taşıdıklarını yazmaktadır.
Ne güzeldir bir insanın 61 yıllık yaşamının hiç de azımsanmayacak bölümünün hapiste özgür olduğu zaman d ('!) polis takibinde geçmesine rağmen şunu diyebilmesi:
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim...Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi KARDEŞÇESİNE, bu hasret bizim...
'Anadolu'ya geçtim. Millet sıska, nuhtan kalma silâhı, açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı. Milleti ve savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim ve bütün bunları yazmak gerektiğini sezdim. Şiirle yeni şeylerin, şimdiye kadar söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bu işte önce beni yeni öze göre yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi. İşe kafiyeden başladım. Kafiyeleri mısraların sonunda değil de bir sonda bir başta denedim.'
1-Nazım Hikmet her zaman bir komünistti ve onun en büyük özeliği 'hiç bir zaman davasından vazgeçmemiş olması'dır! .. Fakat Nazım Hikmet'in komünizmi gerçekten de ayrı bir başlık altında toplanması gerekir diye düşünüyorum.. Sonuçta komünizm diyip bitmiyor.. (troçkist, leninist, otoriter komünizm, milli komünizm v.s v.s) biz bunu Nazım komünizmi desek daha doğru bence... Çünkü Nazım Hikmet'te ayrıca bir memleket olgusu var ki bu YÜREKLİS arkadaşın bize ilettiği yazıda da görülüyor... Nazım zaten 20 yaşına kadar 'aşırı milliyetçi' idi ve hiç bir zaman onun içinde tamamen silinemedi bu... Ama mesela Nazım'ın Türk sevgisi veya Nazım'ın Türk değeri şöyledir: Anadolu çok önemlidir Nazım için... Yani öyle yok Özbek Türktür; Kazak Türktür.. çok ilgilendirmez Nazımı.. Onun için Türkiye; Azerbaycan, Varna... (azerbaycan ve varna Nazım'ın hasretliklerini bir nebze olsun azaltmak için gittiği yerlerdi; oralara sık sık gider Türkçe konuşurdu)
TKP diyince aklıma geldi... Nazım Hikmet TKP'yle sayısız kere fikir ayrılığına düşmüş; milliyetçilikle suçlanmış, muhalefet kanadına geçmiş ve hatta ihraç noktasına gelmiştir.. Yani Nazım Hikmet biraz daha aydındı; entelektüeldi Türkiye'deki diğer komünistlerden...
Ömer Deniz Nazım Hikmet hayranı bir Türk genciydi.. Ömer Deniz'in fakirliği, ezilmişliği onu ister istemez Nazım okuru yapmıştı.. Çünkü Nazım onların sesiydi.. Ömer Deniz'in askeri okulda olması da askerlik aşkından değil bir nevi zorunluluktandır.. Nese Ömer Deniz bir gün izninde Istanbul'a gitmiş (askeri okul Ankaradaydı) ve Nazım'ı görmüş sokakta hemen yanına gitmiş; konuşmuş falan Nazım bakmış üstünde askeri üniforma (Nazım sonradan sorulduğunda ben öğrenci, kara, deniz üniforması ayıramam demiş; çocuğu öğrenci değil asker hatta kendisine karşı kullanılan biri sanmıştı) .. Ömer Deniz Nazım'a siyasi bir soru sorunca Nazım direk şüphelenir ve 'ihtiyacın olan herşey cumhuriyetin 6 prensibinde vardır' deyip çocuğu sepetler... Ardından hemen polisi ve arar ve aynen şöyle der: 'Ayıp bu sizin yaptığınız! .. Ben burda ailemi geçindirmeye çalışıorum; şimdi de askerleri mi salıyorsunuz üzerime? ' Tabii komiser şaşırır çünkü ortada hiç bir şey yoktur... Ömer Deniz bir zaman daha İstanbul'a gelir; yalnız bu kez bir günlüğüne firar etmiştir (sevgilisiyle problemi olduğundan) ve Istanbul'a gitmişken Nazım'ı görmek gelir aklına ve evine gider bu sefer... Evine gittiğinde Nazım yoktur evde.. Annesi içeri alır; sonra Nazım gelir ve Ömer Denizi görünce sinir küpüne döner; çocuğa çok kötü davranır ve biraz konuştuktan sepetler (halbuki Nazım'ın en iyi becerdiği şeylerden biri de çocuklar ve gençlerle iyi anlaşabilmekti) Hatta bu hareketinden dolayı şaşıran karısına: 'Sen onu kim zannediyorsun, yine bir iş açtılar başımıza' der.. ZATEN HARP OKULU DAVASI BU OLAYLARDAN 6 AY SONRA OLMUŞTUR NEDENİ DE 'TURANCI VE KIZILELMACI ÇOCUKLARIN' 'NAZIM, GOETHE, DOSTOYEVSKİ, FELSEFE OKUAN ÇOCUKLARI' ŞİKAYET ETMESİDİR.... **ÖMER DENİZİN NAZIMLA GÖRÜŞTÜĞÜNÜN ANLAŞILMASI BAZILARININ EKMEĞİNE YAĞ SÜRMÜŞTÜR YANİ NAZIMLA ÖMER DENİZ GÖRÜŞMESİ ANA SEBEP DEĞİLDİR..**
Uzun lafın kısası Nazım'ın Ömer Deniz'i şikayet etmesi ne onun komünizmine ne de devrimciliğine aykırıdır.. Tamamen bir yanlış anlama sonucudur.....
HARP OKULU İLE İLGİLİ YAZDIKLARIM: 1938 HARP OKULU OLAI VE NAZIM HİKMET yazan: A. KADİR*
*A.KADİR: abdülkadir meriçboyu.. bu olayda tutuklanan askeri okul öğrencilerinden biridir.. Hatta Ömer Deniz'in sağ kolu olmakla suçlanmıştı! ...
Moskova Radyosu dün akşamki yayınlarında Kızıl Şair Nazım Hikmet'in Moskova'ya vardığını ve hava alanında beyanatta bulunurken 'beni yaratan Stalindir' diye bağırdığını bildirmiştir. Gene Moskova Radyosu'na göre, kızıl şair, Stalin'i göklere çıkaran şu sözleri de sarf etmiştir: '- Gözlerimin ışığını Staline borçluyum, her şeyimi ona borçluyum, o beni yarattı, o beni yaşatıyor.' (Cumhuriyet,30 Haziran 1951)
ben her zaman hakaret ve eleştirin birbirine karıştırılmamasından yanayım.ben de Nazım seven biri değilim.ona hakaret etmiyorum ama.bana ne çağırşırdığına gelince sadece komünizmi hatırlatıyor...
Yazarlarla ilgili elime geçen bir kitapçıktaki Nazım Hikmet bölümünü aynen aktarıyorum:
'Türk edebiyatı tarihinde, hiçbir yazar, hiç bir şair Nazım Hikmet kadar edebiyata damga vurmamış, dünya çapında bir isme dönüşmemiştir. Türkiye, bir çok yabancı için Nazım Hikmet'in ülkesidir. Nazım Hikmet Türkiye'nin, Türk dilinin aşığıdır. 'Memleketimi seviyorum/ çınarlarında kolan vurdum/ hapishanelerinde yattım/ hiç bir şey gideremez iç sıkıntımı/ Memleketimin şarkıları ve tütünü gibi...' Nazım Hikmet'in yaşamı sanatı; sanatı da yaşamıdır. Şiirde her türlü biçimsel sınırlandırmaların dışına çıkmıştır. Onun şiirlerini, şu ölçünün, bu ölçünün değil, anlamın, sesin ve sözün gücüdür. Nazım Hikmet düşüncelerine katılmayanların da saygı duyduğu bir şairdir. (burda bir not düşüyorum: galiba çok iyimser davranmış kitapçık...)
'yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim'
Böyle diyor Nazım Hikmet Bu hasret hepimizin Nazım Hikmet! UNESCO tarafından 2002 'Nazım Hikmet Yılı' ilan edildi ve dünyanın dört bir yanında Nazım Hikmet anıldı. Şiirlerinden başka, oyunları, masalları, mektupları, yazılarıyla kültürümüze ve adınlığımıza onlarca cilt yapıt armağan etti'
Açlık ordusu yürüyor yürüyor ekmeğe doymak için ete doymak için kitaba doymak için hürriyete doymak için.
Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak yürüyor ayakları kan içinde.
Açlık ordusu yürüyor adımları gök gürültüsü türküleri ateşten bayrağında umut umutların umudu bayrağında.
Açlık ordusu yürüyor şehirleri omuzlarında taşıyıp daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri fabrika bacalarını paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.
Açlık ordusu yürüyor ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.
Açlık ordusu yürüyor yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor yürüyor ayakları kan içinde.
9 Ağustos 1962
Nazım Hikmet Ran
Amarigan ordusu yürüyor yürüyor petrole doymak için ambargoya doymak için katletmeye doymak için sömürmeye doymak için.
Yürüyor yeşili kırmızıya çevirerek yürüyor insanları yakıp canlı kalkanları yıkarak yürüyor kendisi metal soğukluğunda.
1902'de doğdum Doğduğum şehre dönmedim bir daha Geriye dönmeyi sevmem Üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim On dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği Kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu Ve on dördümden beri şairlik ederim.
Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir Ben ayrılıkların Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını Ben hasretlerin
Hapislerde de yattım büyük otellerde de Açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir Otuzumda asılmamı istediler Kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini Verdiler de Otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu Elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'te 961'de ziyaret ettiğim Anıtkabri kitaplarıdır
Partimden koparmaya yeltendiler beni Sökmedi Yıkılan putların altında da ezilmedim 951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
Sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım Şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile Aldattım kadınlarımı Konuşmadım arkasından dostlarımın
İçtim ama akşamcı olmadım Hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
Başkasının hesabına utandım yalan söyledim Yalan söyledim başkasını üzmemek için Ama durup dururken de yalan söyledim
Bindim trene uçağa otomobile Çoğunluk binemiyor Operaya gittim Çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın Çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri Camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye Ama kahve falıma baktırdığım oldu
Yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak
Kansere yakalanmadım daha Yakalanmam da şart değil Başbakan filan olacağım yok Meraklısı da değilim bu işin Bir de harbe girmedim Sığınaklara da inmedim gece yarıları Yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında Ama sevdalandım altmışıma yakın Sözün kısası yoldaşlar Bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da İnsanca yaşadım diyebilirim ve daha ne kadar yaşarım Başımdan neler geçer daha kim bilir.
Gün gelecek Nazım Hikmet'in, Orhan Veli'nin, Melih Cevdet'in, Ahmed Arif'in, Necip Fazıl'ın, tüm şairlerimizin adınlarımızın heykelleri, anıtları dikilecek dört bir yanına memleketimin.. İşte o zaman vatanperver olacağız gerçekten... Bu arada adamlarına sesleniyorum: Biz tüm Türk şairlerine adam gibi davranırız; çünkü gerçek vatanperver biziz.. Necip Fazıl'ın heykeli de dikilecek günü geldiğinde Nazı Hikmet'in de... (zaten Nazım'ın izmir'de bir heykeli var! ...)
Atatürk'ün 'BÜYÜK OLMAK ÖZDEYİŞİNİ OKUYUN' anlayana...
Ben Nazım Hikmeti çok seviyorum; bu memleketi Nazım'I sevdiğimden çok seviyorum... Ve bu iki duygu da ben de olduğu için Allah'a şükrediyorum... Nazım Hikmet kim ne derse desin bu ülkenin en ünlü ve muhteşem şairi ve kendi adıma kim ne derse desin; vatanperverim ki Nazım buna köstek değil destek! ....
İnsan olan vatanını satar mı? Suyun içip ekmeğini yediniz. Dünyada vatandan aziz şey var mı? Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler, saçlarından tutup sürüklediler. götürüp kâfire: «Buyur...» dediler. Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş, vatan çırılçıplak yere serilmiş. Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş. Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir, günü gelir hesabınız görülür. Günü gelir sualiniz sorulur: Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
1959
Ben düşünüyorum ki vatanını gerçekten seven (sağcı olsun solcu olsun) insanlar için bu şiir çok şe ifade etmeli... Bugün için bile geçerli olan bu şiir...
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken meselâ denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Deniz, durgun göl gibi gitgide genişliyor Sular kayalıklarda nur'dan izler işliyor, Engine sarkan gökler, baştan başa yıldızlı.. Şimdi göğsümde kalbim, çarpıyor hızlı hızlı.
Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya. Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor, Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor.
Yakın olayım diye bu gökten gelen ize Öyle eğilmişim ki, kayalardan denize Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi.
Bilemem nasıl oldu, geldi ki öyle bir an Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim Doğruldum atılırken bir dakika titredim.
Bir dakika sonsuzluk doldu, taştı gönlümden Bir dakika, bir ömrü kurtarmıştı ölümden.
``Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala, Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´ Bir Ankara gazesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntularla, bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti,120 milyon lira. 'Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´ Evet, vatan hainiyim, siz vatanperversiniz, siz yurtseversiniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tınaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.
türk dilini en iyi kullanan şairdir bence. ve benim dilimde yazdığı için hep kendimi şanslı hissetmişimdir. bu denli büyük bir ŞAİRi kendi dilinden okumanın mutluluğunu yaşamışımdır. ki shakespeare' i puşkin'i vs kendi dillerinde okuyamamak beni hep üzmüştür. bence nazım hikmet bizim dilimizde çok büyük bir eksikliği dolduruyor. nazım'ı türk şiirinin dışında tutmak ancak türk şiirini öksüzleştirir. umarım bir gün, dediği gibi, gönlü gibi zengin hürriyet gibi aydınlık olur yurdumuz.
Ha aklıma ne geldi: (a.kadir konusunu görünce) : Nazım hikmet orduyu isyana teşvik'ten yargılanır iken savunmasının en önemli bölümü aynen şöyledir: Türk Silahlı kuvveti eğer bir insanın kışkırtmasıyla ayaklanabiliyorsa; kabul ediyorum ben orduyu isyana teşvik ettim.... Şu anda bile en güvenilir kurum olarak ortaya çıkan silahlı kuvvetler; bu kadar güçsüz değildi herhalde..Bir kaç öğrenci nazım'ı seviyor; kitaplarını bulunduruyorsa ne var?
Nazım Hikmet'in Atatürk hakkında GERÇEK GÖRÜŞLERİ:
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati sordu. Paşalar: 'Üç' dediler Sarışın bir kurda benziyordu Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üzerinde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon Ovasına atlayacaktı....
'Daha söze gerek var mı? Evet bir şey daha Atatürk Nazım'a göre BAŞVURULABİLECEK EN BÜYÜK İNKILAPÇI (DEVRİMCİ) BAŞTIR! .....
Feryad-ı vatan
Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses ah aman aman!
Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.
20 Haziran 1329 (3 Temmuz 1913)
Nâzım Hikmet, bir yıl kadar, Fransızca eğitim veren bir okula, ardından Göztepe’deki Numune Mektebine gider. İlkokul bitince Galatasaray Sultanisi’ne yazılır, bu okul masraflı olduğundan bir yıl sonra Nişantaşı Sultanisi’ne geçer. Nâzım Hikmet, Sultani’de örnek bir öğrencidir. İlk şiirini bu yıllarda yazar. “Feryâd-ı Vatan “ başlıklı ve 1913 tarihli bu şiir, Balkan savaşında Osmanlının yenik düşmesi ve düşmanların Çatalca’ya kadar gelmesi üzerine kaleme alınmış ve şairin bundan duyduğu derin üzüntü ile yurdunu kurtarma istek ve umudu yansımaktadır.
Nâzım Hikmet'in 1913-1920 yılları arasında yazdığı şiirlerde çoğunlukla bireysel konuların işlendiğini belirten Asım Bezirci, özellikle aşk teminin ağır bastığını ve 'melankolik hava' taşıdıklarını yazmaktadır.
Ne güzeldir bir insanın 61 yıllık yaşamının hiç de azımsanmayacak bölümünün hapiste özgür olduğu zaman d ('!) polis takibinde geçmesine rağmen şunu diyebilmesi:
'Fevkalade memnunum dünyaya geldiğime'
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi
uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde,
dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim...Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi KARDEŞÇESİNE,
bu hasret bizim...
'Anadolu'ya geçtim. Millet sıska, nuhtan kalma silâhı, açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı. Milleti ve savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim ve bütün bunları yazmak gerektiğini sezdim. Şiirle yeni şeylerin, şimdiye kadar söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bu işte önce beni yeni öze göre yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi. İşe kafiyeden başladım. Kafiyeleri mısraların sonunda değil de bir sonda bir başta denedim.'
Nazım Hikmet Ran
Kuvayı Milliye'nin ne olduğunu en iyi anlayan ve topluma aktaran, toplumcu şair.
Birkaç yanlışı düzeltmek isterim:
1-Nazım Hikmet her zaman bir komünistti ve onun en büyük özeliği 'hiç bir zaman davasından vazgeçmemiş olması'dır! .. Fakat Nazım Hikmet'in komünizmi gerçekten de ayrı bir başlık altında toplanması gerekir diye düşünüyorum.. Sonuçta komünizm diyip bitmiyor.. (troçkist, leninist, otoriter komünizm, milli komünizm v.s v.s) biz bunu Nazım komünizmi desek daha doğru bence... Çünkü Nazım Hikmet'te ayrıca bir memleket olgusu var ki bu YÜREKLİS arkadaşın bize ilettiği yazıda da görülüyor... Nazım zaten 20 yaşına kadar 'aşırı milliyetçi' idi ve hiç bir zaman onun içinde tamamen silinemedi bu... Ama mesela Nazım'ın Türk sevgisi veya Nazım'ın Türk değeri şöyledir: Anadolu çok önemlidir Nazım için... Yani öyle yok Özbek Türktür; Kazak Türktür.. çok ilgilendirmez Nazımı.. Onun için Türkiye; Azerbaycan, Varna... (azerbaycan ve varna Nazım'ın hasretliklerini bir nebze olsun azaltmak için gittiği yerlerdi; oralara sık sık gider Türkçe konuşurdu)
TKP diyince aklıma geldi... Nazım Hikmet TKP'yle sayısız kere fikir ayrılığına düşmüş; milliyetçilikle suçlanmış, muhalefet kanadına geçmiş ve hatta ihraç noktasına gelmiştir..
Yani Nazım Hikmet biraz daha aydındı; entelektüeldi Türkiye'deki diğer komünistlerden...
Ömer Deniz Nazım Hikmet hayranı bir Türk genciydi.. Ömer Deniz'in fakirliği, ezilmişliği onu ister istemez Nazım okuru yapmıştı.. Çünkü Nazım onların sesiydi.. Ömer Deniz'in askeri okulda olması da askerlik aşkından değil bir nevi zorunluluktandır.. Nese Ömer Deniz bir gün izninde Istanbul'a gitmiş (askeri okul Ankaradaydı) ve Nazım'ı görmüş sokakta hemen yanına gitmiş; konuşmuş falan Nazım bakmış üstünde askeri üniforma (Nazım sonradan sorulduğunda ben öğrenci, kara, deniz üniforması ayıramam demiş; çocuğu öğrenci değil asker hatta kendisine karşı kullanılan biri sanmıştı) .. Ömer Deniz Nazım'a siyasi bir soru sorunca Nazım direk şüphelenir ve 'ihtiyacın olan herşey cumhuriyetin 6 prensibinde vardır' deyip çocuğu sepetler... Ardından hemen polisi ve arar ve aynen şöyle der: 'Ayıp bu sizin yaptığınız! .. Ben burda ailemi geçindirmeye çalışıorum; şimdi de askerleri mi salıyorsunuz üzerime? ' Tabii komiser şaşırır çünkü ortada hiç bir şey yoktur...
Ömer Deniz bir zaman daha İstanbul'a gelir; yalnız bu kez bir günlüğüne firar etmiştir (sevgilisiyle problemi olduğundan) ve Istanbul'a gitmişken Nazım'ı görmek gelir aklına ve evine gider bu sefer... Evine gittiğinde Nazım yoktur evde.. Annesi içeri alır; sonra Nazım gelir ve Ömer Denizi görünce sinir küpüne döner; çocuğa çok kötü davranır ve biraz konuştuktan sepetler (halbuki Nazım'ın en iyi becerdiği şeylerden biri de çocuklar ve gençlerle iyi anlaşabilmekti) Hatta bu hareketinden dolayı şaşıran karısına: 'Sen onu kim zannediyorsun, yine bir iş açtılar başımıza' der..
ZATEN HARP OKULU DAVASI BU OLAYLARDAN 6 AY SONRA OLMUŞTUR NEDENİ DE 'TURANCI VE KIZILELMACI ÇOCUKLARIN' 'NAZIM, GOETHE, DOSTOYEVSKİ, FELSEFE OKUAN ÇOCUKLARI' ŞİKAYET ETMESİDİR....
**ÖMER DENİZİN NAZIMLA GÖRÜŞTÜĞÜNÜN ANLAŞILMASI BAZILARININ EKMEĞİNE YAĞ SÜRMÜŞTÜR YANİ NAZIMLA ÖMER DENİZ GÖRÜŞMESİ ANA SEBEP DEĞİLDİR..**
Uzun lafın kısası Nazım'ın Ömer Deniz'i şikayet etmesi ne onun komünizmine ne de devrimciliğine aykırıdır.. Tamamen bir yanlış anlama sonucudur.....
HARP OKULU İLE İLGİLİ YAZDIKLARIM: 1938 HARP OKULU OLAI VE NAZIM HİKMET yazan: A. KADİR*
*A.KADİR: abdülkadir meriçboyu.. bu olayda tutuklanan askeri okul öğrencilerinden biridir.. Hatta Ömer Deniz'in sağ kolu olmakla suçlanmıştı! ...
Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga,
hasret ve ümitten ibaret Nazım Hikmet
Direniş
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
NE DENİR Kİ?
O BİR EFSANE!
2002 yılının şairi
Moskova Radyosu dün akşamki yayınlarında Kızıl Şair Nazım Hikmet'in Moskova'ya vardığını ve hava alanında beyanatta bulunurken 'beni yaratan Stalindir' diye bağırdığını bildirmiştir. Gene Moskova Radyosu'na göre, kızıl şair, Stalin'i göklere çıkaran şu sözleri de sarf etmiştir: '- Gözlerimin ışığını Staline borçluyum, her şeyimi ona borçluyum, o beni yarattı, o beni yaşatıyor.' (Cumhuriyet,30 Haziran 1951)
ben her zaman hakaret ve eleştirin birbirine karıştırılmamasından yanayım.ben de Nazım seven biri değilim.ona hakaret etmiyorum ama.bana ne çağırşırdığına gelince sadece komünizmi hatırlatıyor...
Yazarlarla ilgili elime geçen bir kitapçıktaki Nazım Hikmet bölümünü aynen aktarıyorum:
'Türk edebiyatı tarihinde, hiçbir yazar, hiç bir şair Nazım Hikmet kadar edebiyata damga vurmamış, dünya çapında bir isme dönüşmemiştir. Türkiye, bir çok yabancı için Nazım Hikmet'in ülkesidir. Nazım Hikmet Türkiye'nin, Türk dilinin aşığıdır.
'Memleketimi seviyorum/ çınarlarında kolan vurdum/ hapishanelerinde yattım/ hiç bir şey gideremez iç sıkıntımı/ Memleketimin şarkıları ve tütünü gibi...'
Nazım Hikmet'in yaşamı sanatı; sanatı da yaşamıdır. Şiirde her türlü biçimsel sınırlandırmaların dışına çıkmıştır. Onun şiirlerini, şu ölçünün, bu ölçünün değil, anlamın, sesin ve sözün gücüdür.
Nazım Hikmet düşüncelerine katılmayanların da saygı duyduğu bir şairdir. (burda bir not düşüyorum: galiba çok iyimser davranmış kitapçık...)
'yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim'
Böyle diyor Nazım Hikmet
Bu hasret hepimizin Nazım Hikmet!
UNESCO tarafından 2002 'Nazım Hikmet Yılı' ilan edildi ve dünyanın dört bir yanında Nazım Hikmet anıldı. Şiirlerinden başka, oyunları, masalları, mektupları, yazılarıyla kültürümüze ve adınlığımıza onlarca cilt yapıt armağan etti'
Aynen aktardım...
Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.
Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.
Açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.
Açlık ordusu yürüyor
şehirleri omuzlarında taşıyıp
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
fabrika bacalarını
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.
Açlık ordusu yürüyor
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.
Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.
9 Ağustos 1962
Nazım Hikmet Ran
Amarigan ordusu yürüyor
yürüyor petrole doymak için
ambargoya doymak için
katletmeye doymak için
sömürmeye doymak için.
Yürüyor yeşili kırmızıya çevirerek
yürüyor insanları yakıp canlı kalkanları yıkarak
yürüyor kendisi metal soğukluğunda.
Otobiyografi
1902'de doğdum
Doğduğum şehre dönmedim bir daha
Geriye dönmeyi sevmem
Üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
On dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
Kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
Ve on dördümden beri şairlik ederim.
Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
Ben ayrılıkların
Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
Ben hasretlerin
Hapislerde de yattım büyük otellerde de
Açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
Otuzumda asılmamı istediler
Kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
Verdiler de
Otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
Elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'te
961'de ziyaret ettiğim Anıtkabri kitaplarıdır
Partimden koparmaya yeltendiler beni
Sökmedi
Yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
Sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
Şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
Aldattım kadınlarımı
Konuşmadım arkasından dostlarımın
İçtim ama akşamcı olmadım
Hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
Başkasının hesabına utandım yalan söyledim
Yalan söyledim başkasını üzmemek için
Ama durup dururken de yalan söyledim
Bindim trene uçağa otomobile
Çoğunluk binemiyor
Operaya gittim
Çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
Çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
Camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
Ama kahve falıma baktırdığım oldu
Yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak
Kansere yakalanmadım daha
Yakalanmam da şart değil
Başbakan filan olacağım yok
Meraklısı da değilim bu işin
Bir de harbe girmedim
Sığınaklara da inmedim gece yarıları
Yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
Ama sevdalandım altmışıma yakın
Sözün kısası yoldaşlar
Bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
İnsanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
Başımdan neler geçer daha
kim bilir.
(11 Eylül 1961-Berlin)
Nazım Hikmet Ran
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
şeker de yiyebilsinler.
(1956)
Nazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet dünya barış ödülünü almış tek Türk insanıdır! ...
'....30'umda asılmamı istediler
48'imde barış madalyasının bana verilmesini;
verdiler de...'
dünyayı güzellik kurtacak; bir insanı sevmekle başlayacak her şey! ...
Gün gelecek Nazım Hikmet'in, Orhan Veli'nin, Melih Cevdet'in, Ahmed Arif'in, Necip Fazıl'ın, tüm şairlerimizin adınlarımızın heykelleri, anıtları dikilecek dört bir yanına memleketimin.. İşte o zaman vatanperver olacağız gerçekten... Bu arada adamlarına sesleniyorum: Biz tüm Türk şairlerine adam gibi davranırız; çünkü gerçek vatanperver biziz.. Necip Fazıl'ın heykeli de dikilecek günü geldiğinde Nazı Hikmet'in de... (zaten Nazım'ın izmir'de bir heykeli var! ...)
otobiyografi'den...
........
Yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak
.........
neymiş.....Türkiye'm; Türkçe'm...Rusya'm değil! ........
Atatürk'ün 'BÜYÜK OLMAK ÖZDEYİŞİNİ OKUYUN' anlayana...
Ben Nazım Hikmeti çok seviyorum; bu memleketi Nazım'I sevdiğimden çok seviyorum... Ve bu iki duygu da ben de olduğu için Allah'a şükrediyorum... Nazım Hikmet kim ne derse desin bu ülkenin en ünlü ve muhteşem şairi ve kendi adıma kim ne derse desin; vatanperverim ki Nazım buna köstek değil destek! ....
İşte VATANPERVER nazım hikmet:
Bu Vatana Nasıl Kıydılar...
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire: «Buyur...» dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur:
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
1959
Ben düşünüyorum ki vatanını gerçekten seven (sağcı olsun solcu olsun) insanlar için bu şiir çok şe ifade etmeli... Bugün için bile geçerli olan bu şiir...
Tahir'le Zühre Meselesi...
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
1949
Nazım Hikmet Ran
BİR DAKİKA
Deniz, durgun göl gibi gitgide genişliyor
Sular kayalıklarda nur'dan izler işliyor,
Engine sarkan gökler, baştan başa yıldızlı..
Şimdi göğsümde kalbim, çarpıyor hızlı hızlı.
Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya
Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya.
Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor,
Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor.
Yakın olayım diye bu gökten gelen ize
Öyle eğilmişim ki, kayalardan denize
Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi
Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi.
Bilemem nasıl oldu, geldi ki öyle bir an
Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan
Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim
Doğruldum atılırken bir dakika titredim.
Bir dakika sonsuzluk doldu, taştı gönlümden
Bir dakika, bir ömrü kurtarmıştı ölümden.
Nazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet
mem-
le-
ket! ! .........
Vatan Haini
``Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala,
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´
Bir Ankara gazesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne,
kapkara haykıran puntularla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında,
Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti,120 milyon lira.
'Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperversiniz, siz yurtseversiniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tınaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.
Nazım Hikmet Ran
safKAN olmasa da safCAN Türk! .......
türk dilini en iyi kullanan şairdir bence. ve benim dilimde yazdığı için hep kendimi şanslı hissetmişimdir. bu denli büyük bir ŞAİRi kendi dilinden okumanın mutluluğunu yaşamışımdır. ki shakespeare' i puşkin'i vs kendi dillerinde okuyamamak beni hep üzmüştür. bence nazım hikmet bizim dilimizde çok büyük bir eksikliği dolduruyor. nazım'ı türk şiirinin dışında tutmak ancak türk şiirini öksüzleştirir. umarım bir gün, dediği gibi, gönlü gibi zengin hürriyet gibi aydınlık olur yurdumuz.
Ha aklıma ne geldi: (a.kadir konusunu görünce) : Nazım hikmet orduyu isyana teşvik'ten yargılanır iken savunmasının en önemli bölümü aynen şöyledir: Türk Silahlı kuvveti eğer bir insanın kışkırtmasıyla ayaklanabiliyorsa; kabul ediyorum ben orduyu isyana teşvik ettim....
Şu anda bile en güvenilir kurum olarak ortaya çıkan silahlı kuvvetler; bu kadar güçsüz değildi herhalde..Bir kaç öğrenci nazım'ı seviyor; kitaplarını bulunduruyorsa ne var?
Esir düşmekte değil teslim olmamak da bütün mesele! ....
Nazım Hikmet
Namık Kemal'in ve daha birçok değerli TÜRK'ün mezarlarına saldıran bir sırtlanı çağrıştırıyor.
Nazım Hikmet'in Atatürk hakkında GERÇEK GÖRÜŞLERİ:
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: 'Üç' dediler
Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üzerinde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovasına atlayacaktı....
'Daha söze gerek var mı? Evet bir şey daha Atatürk Nazım'a göre BAŞVURULABİLECEK EN BÜYÜK İNKILAPÇI (DEVRİMCİ) BAŞTIR! .....