Nâzım Hikmet! Nafile çabalıyorsun. Sana kızmıyorum. Kızmıyacağım. Hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklıyan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.
Ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. Fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. Beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! Senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. Merhamet ediyorum.
Sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. İnsan başiyle fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. Bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. Fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. Sen mazursun.
Çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin. O kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kimbilir nelere baş vuruyorsun? Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.
Bundan bir kaç ay evvel Bâbıâlide, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı: Ben - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun? Sen - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim? Ben - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun? Sen - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler. Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmıyan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım. Şimdi bana -tam da senden bekliyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlık reklâm açık gözlülüğünü... Senin nene mukabele edeyim?
Aynı ideoloji içinde vaktiyle sarma dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. Bana ne düşer?
İşte açıkça söylüyorum: Ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir? Çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktile vermediğim şerefi veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi sen, bence artık mazursun. Seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim. Bu vaade güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme!
Yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim. Ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim.
Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. Rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman...
Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor. İşte görüp göreceğin rahmet!
.... BEN YANMASAM SEN YANMASAN BİZ YANMASAK NASIL ÇIKAR KARANLIKLAR AYDINLIĞA! ...
sevgili Nazım Usta aydınlık için yandın kaç kez.. Selam sana ve tüm diğer insanlık savaşçılarına olsun.. Dileğim Allah günahlarını affetsin (sen buna ne dersin bilmem ama bu benim dileğim) mekanın cennet olsun... İyi niyetin terazide günahlarından ağır çıkar inşallah...
çoşan dalgalar gibi vuruyor sözleri vuruyor kahpenin kumdan kurduğu kalelere ama tuttuğu bayrağı değil o bayrağı tutan ellerini seviyorum seviyorum işte şiirlerini isterseniz vatan haini diye afişini asın duvarlara yine de astığınız afişleri değil o afişleri takan ellerinizi de severim dava insanlık davasıysa hayranıyım nazıma çünkü o kavganın içindeki umut umudun içinde ki şair hüzünlendiren, çoşturan, gülümseten, duygulandıran... kısaca nazım işte 'üç telli saz'dan orkestraya'
dinliyorum bahsettiğniz kuşların sesleri, ne de yakışıyor size bir yerde bülbül gibi öterken başka bir yerde çok güzel gak gaklıyorsunuz yine de dersiniz bak esas onun şiirleri karga o zaman şu mışıl mışıl uykudan hangi ses uyandırır bizi
bu yaygara yanılgının dile vuruşudur ama şiir ne kalemden ne de ağizdan çıkar şiir taa içlerden kaynayan ve fokurdayan kanın aktığı damarlardan çıkar ve sözler kulaktan girmez içeri ne olursa olsun kana karışır tüm vucudta dolaşır işte kalb iyi ise süzer, temizler zaten insana da bu yakışır.... _______________________________________
DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...
Nazım Hikmet, Türk şiirinin dünden bugüne akan gür bir çağlayanıdır. Halk ormanında en yeşil dal, halk denizinde en dev dalgadır. Kendinden önceki ah'lı, inlemeli, veremli, mızmız Türk şiirinin surlarını yıkarak halkın sesini, istemlerini, umutlarını, düşlerini en keskin dizelerle Türk Edebiyatı Tarihinin dişbudak göbeğine nakşetmiştir. Nazım, bir barış rüzgârıdır, insan olmanın erdemini savunarak yıkar savaş tacirlerinin radyasyonlu düşlerini. Nazım bir umut fırtınasıdır.1950 baharındaki Çin'de, Alman Faşizminin zulmü altındaki Yunanistan'da, Mussolinin silâhları karşısındaki Etyopya'da halkın umudunu şiirleştirir. Nazım bir sevgidir. Öyle yoğun bir sevgi ki yüreğinin yarısına sevdiği insanları doldursa da diğer yarısına dünya halkları sığar. Nazım bir türküdür. Sazdan saza, telden tele, dilden dile dünya halklarının umudunu, coşkusunu, heyecanını anlatır. Nazım Hikmet özgürlüktür. Özgürlük sözünün anlamını hangi ozan Nazım kadar bilebilir ve anlatabilir. Nazım Hikmet bir elmastır. Hiçbir çamur ve çirkef ona bulaşamaz, atanın elinde kalır. Nazım Hikmet koskoca bir vatandır. Ona 'vatan haini' diyenler, 'KuvayıMilliye Destanı'nın bir dizesini yazabilirler mi? Nazım Hikmet yüreği halk ve insan sevgisiyle tutuşan bir coşku, bir türkü, bir sevgi, bir heyecan...Nazım Hikmet bir destandır.
ben bir insan ben TÜRK ŞAİRİ komünist Nazım Hikmet ben Tepeden tırnağa iman tepeden tırnağa kavga Hasret ve ümittetn ibaret Nazım Hikmet..
Türklük nüfus kağıdığında değil yürektedir! .. Biz Türk derken ırk değil kültür birlği olan insanlar topluluğunu kastederiz! .. Ve Nazım Hikmet'i bu topluluktan saymamak olsa olsa CAHİLLİKtir! ..
Şairin dünyası, en az, bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bak, bugün bizim şiir piyasasında çok istidatlı delikanlılar var, fakat ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok, tıknefes. Ve bu dar dünyalı oluşlarını, tıknefesliklerini örtbas için, sözde kendi iç âlemlerine kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikâsından [yansımasından] başka bir şey değildir, bundan dolayı da dış dünyası dar olanın, iç dünyası da daracık olur. (Memet Fuat'a Mektuplar, s.70)
Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! 1947
çok ünlü yazarlardan biri....yazı yazmaya kabiliyetimin olmadığını ancak 18 yıl sonra anladım der.... sorarlar.. -peki neden yazmayı bırakmadınız? -bu imkansızdı....çünkü ünlü olmuştum.....
olabiliyor..mümkündür....daha öncede demiştik...ne kadar saçma...çürükte olsa her fikrin bir alıcısı çıkar....
gencin bir tanesi şairin birini yere göğe sığdıramıyormuş...yahya kemal gence sormuş -onu tanırmısın? genç cevap vermiş -evet..çok yakından.. yahya kemal hayret demiş hem yakından tanıyorsun hemde seviyorsun...
sebgerd de hayret diyor....hem bütün satırlarını okudun..hemde hala öemleket diyebiliyorsun..hayret ki ne hayret..
yaşım 16da olsa 116da olsa (Allah inşallah o günleri de gösterir) Nazım Hikmet denince bir tebessüm belirecek yüzümdeve ben yine onu sevgiyle anacağım..
şimdi yazıyı yazmamın ilk nedenine değineceğim...üzerinde konuşmak istediğim sayfa necip mi nazım mı...başlıklı sayfa...beni tanıyanlar bilirler...necibe sevgim başkadır...nazıma da rahatsızlığım...daha önce bi çok kez nazım hakkında çok şeyler yazmıştım...sayfada yazılanları okuyunca eski düşüncelerim depreşti...ve bir şeyi fark ettim...yazılan düşüncelerin yada görüşlerin iki taraf tarafından da birbirlerine önyargılı oldukları, ideolojik düşüncelerden dolayı sevmediklerini iddia edişi idi(bu o kadar yoğun ki soru sorulurkaen bile şiir ve sanat açısından mı diyevurgulanmış) .ben bu iddia ile çok maruz kalmıştım...ama düşüncelerimi söylemek hiç nasip olamamıştı...diğerlerleri ne düşünür bilemem.benim düşüncem asla ideolojik değil.nazımı sevmeyişimin nedeni bu olabilir.buna itiraz etmem.ama şiirini beğenmeyişim nedeni farklı...ben bu güne kadar mütevazi bir rakamla 3 bin üzerinde şairi okudum.binlerce şiir.ve bu binlerce şiirden binlerce mısra ezberlemişim.dünyanın hemen hemen tüm şairlerinden şiirler okudum.ezberledim.rus şairleri rus yazarları.vekomünist denilenleri olanları olmıyanları.yazarı ya da şairi her kim olursa olsun eğer yüreğime hitap ediyorsa hiç gocunmadım.hemen aldım.kendime kattım.o kadar kendime kattım ki.benim dediklerim ne kadar benimse onlarda o kadar benim oldu.işte nazımı beğenmeyişim burdan.nazımdan bir tek satır kendime katamadım.ne yapsam olmadı.ne kadar okusam olmadı.ve bunun eksikliğini kendimde görmüyorum.(insan kendine karşı çok iyimserdir) eksikliği nazım da görüyorum.ne komünistlerin şiirlerini kendime katmışım ben.ve ne komünistlerin cümlelerini.demek ki sorun benden kaynaklanmıyor nazımdan kaynaklanıyor.şiir i sevenbiriyim ve şiirden anladığımı (iddia etmiyorum eminim) düşünüyyorum.ideolojik olarakta yaklaşmıyorum.nerde güzel bi şey bulursam hemn kendime katarım.inanırımki bulmak değil kendine katmaktır önemli olan.mesela dün kimin yazısında okuduğumu hatırlamıyorum.(o kendisini bilir) bi sözü hemen kendime kattım.söz stalin e aitti.(onu beğenmem imkansız) ve şöyleydi -1 kişinin ölümü trajedidir.1000 kişinin ölümü istatistiktir.(burda ölümü başka insanı öldürme düşüncesi olarak algılıyorum.yoksa ölüm benim için mukadderattır.rabbe dönüştür.) nedense nazım dan kendime bi şey bi türlü katamadım.nazımın kabullenemediğim bi dili var...içime işlemeyen, kendime katmadığım bi dil..nedenini çözemedim.beğenenlerinin görüşlerini okuyunca farkediyorum ki güzellik bakılanda değil bakan gözdeymiş...bana burda -ben güzele güzel demem güzel benim olmayınca demek düşer-...kendime nazımdan bir tek satır katamadım....bana ait bir satırı yok...ve benim güzelim değil...bu durumda ona güzelim demek imkansız...
kabul ediyorum.onu sevmeyişim ideolojisinden dolayıdır.çünkü ben yaratılmışı yaradan dan dolayı hoş görebilirim.ama yaratılmışı yaratandan dolayı sevemem.çünkü ben rabbimin -benim için sevin benim için buğz edin emrinin muhatabıyım-rabbimi sevmeyenleri sevmiyorum...bu benim için çok doğal öyle inanıyorum...bazılarına anlamsız ya da yanlış hatta insanlık dışı gelebilir...saygı(görüşe) duymam ama anlıyabilirim...ne yapayım bende böyle bir insanım...önyargılıyım...ve önyargılarımı severim...önyargıyı bir nimet olarak görürüm...ve rabbe şükrederim önyargılarımın olduğu için...çünkü önyargıların, sanıldığının ve iddia edildiği gibi kötü olduklarını düşünmem...bilakis çok faydalıdır onlar...sizi korur...insanın sigaraya (sağlığa zararlıdır.-bi önyargıdır) uyuşturucuya, televoleye düşmüş kızlara önyargısı olması çok faydalıdır.bu şekilde hem iffetimi hem sağlığımı koruyabilirim....ateşe karşı bir önyargıya sahip değilsem....bi tarafımı yakabilirim...bence herkesin önyargıları olmalı...ve nazıma önyargım(çok denememe rağmen) beni kabız bi ruhtan koruyor...mesele şu ki herkesin kendince önyargıları vardır....olmalıdırda...kimseyi önyargılarından dolayı suçlayamayız...bize düşün sadece birbirimizi anlamaktır...zira -önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan zordur- diyen einstein önyargılarımızdan kurtulmamız gerekliliğini değil imkansızlığını ve onlarsız olamıyacağımızı ifade etmiştir...bazan önyargılarıma bile önyargılı olabiliyorum...ve her ne şekilde olursa olsun önyargılarımı seviyorum...sizde başkalarını sevdiğiniz gibi önyargılarınızı da sevin...yoksa her an televoleye düşebilirsiniz...
bu yazımın bir çoğunuzda önyargı oluşturacağını biliyorum...bazılarında var olanı da depreştireceğim....
nazım mı necib mi? necip, binlerce kez necip...o yüreğimden konuşuyor...benden...bana ait...onu kendim için beğeniyorum...rabbim için seviyorum...
tüm önyargılı olanlar...sizlere sesleniyorum...bir şairi ve yazarı önyargılı değerlendirmeyin...güzel söz nereden gelirse gelsin alınız....söyleyene değil söylenen söze bakınız...her şey gibi önyargının fazlasıda zararlıdır....(bu da anladığınız gibi bir önyargıdır)
ah tezatlarım olmasa...tezatlarınız olmasa....insan dengeyi nasıl tutturabilir....
Saatte elli yapıyoruz... Dayan ömrümün törpüsü, dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i, dayan arslan... Hiç bir zaman böyle merhametli bir ümitle sevmedi hiç bir insan hiç bir aleti...
Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet, sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet. Hem, hani bir koyun varmış, kendi bacağından asılan bir koyun. Süleymaniyeli şöför Ahmet soyun... Soyundu. Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak ve kırmızı kuşak, Ahmet'i postallarının üstünden çırılçıplak bırakarak dış lastiğin içine girdiler, şişirdiler.
Bu şarkı nihaventtir. Deniz kıyısında bir şehir... Beyaz başörtüsü...
Topraktan öğrenip kitapsız bilendir. Hoca Nasreddin gibi ağlayan Bayburtlu Zihni gibi gülendir. Ferhad’dır Kerem’dir Ve Keleğlan’dır. Yol görünür onun garip serine, analar, babalar umudu keser, kahpe felek ona eder oyunu. Çarşambayı sel alır, bir yar sever el alır, kanadı kırılır çöllerde kalır, ölmeden mezara koyarlar onu.
O “Yunusu biçaredir Baştan ayağa yaredir” ağu içer su yerine. Fakat bir kere bir dert anlayan düşmeye görsün önlerine ve bir kere vakt erişip “Gayrık yeter! ...” demesinler Bunu bir dediler mi, “İsrafil surunu urur, mahlukat yerinden durur”, toprağın nabzı başlar onun nabızlarında atmağa. Ne kendi nefsini korur, ne düşmanı kayırır, “Dağları yırtıp ayırır, kayaları kesip yol eyler abıhayat akıtmağa...” N.H.R.
Biliyorum: iş bölümünden bahsedeceksin. Fakat, Ankara'da çocuklara ders vermek, bozkırda ateş hattına girmek haksız ve hazin bir iş bölümü Öyle günler yaşıyoruz ki ben bir iş yapabildim diyebilmek için: hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.
Yıllarca onu kötü düşünerek büyük bir hata yaptım.Bu sayfalarda da defalarca kez (utançla söylüyorum ki) Nazım'ın haketmediği kelimeler kullandım.Hepiniz önünde büyük şairden özür diliyorum... O Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük şairidir....
• NAZIM HİKMET'E İLK VE SON HİTAP
Nâzım Hikmet!
Nafile çabalıyorsun.
Sana kızmıyorum. Kızmıyacağım.
Hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklıyan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.
Ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. Fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. Beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! Senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. Merhamet ediyorum.
Sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. İnsan başiyle fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. Bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. Fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. Sen mazursun.
Çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin.
O kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kimbilir nelere baş vuruyorsun? Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.
Bundan bir kaç ay evvel Bâbıâlide, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı:
Ben - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?
Sen - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim?
Ben - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?
Sen - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler.
Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmıyan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım.
Şimdi bana -tam da senden bekliyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlık reklâm açık gözlülüğünü... Senin nene mukabele edeyim?
Aynı ideoloji içinde vaktiyle sarma dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. Bana ne düşer?
İşte açıkça söylüyorum: Ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir?
Çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktile vermediğim şerefi veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi sen, bence artık mazursun. Seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim. Bu vaade güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme!
Yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim.
Ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim.
Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. Rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman...
Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor.
İşte görüp göreceğin rahmet!
(11 Nisan 1936)
(Necip Fazıl Kısakürek)
....
BEN YANMASAM
SEN YANMASAN
BİZ YANMASAK
NASIL ÇIKAR
KARANLIKLAR
AYDINLIĞA! ...
sevgili Nazım Usta aydınlık için yandın kaç kez.. Selam sana ve tüm diğer insanlık savaşçılarına olsun.. Dileğim Allah günahlarını affetsin (sen buna ne dersin bilmem ama bu benim dileğim) mekanın cennet olsun... İyi niyetin terazide günahlarından ağır çıkar inşallah...
bir ses duydum
'bülbülün güle feryatlarını'
çoşan dalgalar gibi vuruyor sözleri
vuruyor kahpenin kumdan kurduğu kalelere
ama tuttuğu bayrağı değil
o bayrağı tutan ellerini seviyorum
seviyorum işte şiirlerini
isterseniz vatan haini diye afişini asın duvarlara
yine de astığınız afişleri değil o afişleri takan ellerinizi de severim
dava insanlık davasıysa
hayranıyım nazıma
çünkü o kavganın içindeki umut
umudun içinde ki şair
hüzünlendiren, çoşturan, gülümseten, duygulandıran...
kısaca nazım işte 'üç telli saz'dan orkestraya'
dinliyorum bahsettiğniz kuşların sesleri, ne de yakışıyor size
bir yerde bülbül gibi öterken başka bir yerde çok güzel gak gaklıyorsunuz
yine de dersiniz bak esas onun şiirleri karga
o zaman şu mışıl mışıl uykudan hangi ses uyandırır bizi
bu yaygara yanılgının dile vuruşudur
ama şiir ne kalemden ne de ağizdan çıkar
şiir taa içlerden
kaynayan ve fokurdayan kanın aktığı damarlardan çıkar
ve sözler kulaktan girmez içeri
ne olursa olsun kana karışır tüm vucudta dolaşır
işte kalb iyi ise süzer, temizler zaten insana da bu yakışır....
_______________________________________
DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
önemli bir not:müsvedde:kötü bir taklit....temize çekilecek taslak babından değil..dermişim....(özgür değil miyim ya...)
felaket bir ruh..felaket bir dil..felaket bir şair! (müsveddelerden)
Ben Nâzım Hikmet'i anlayamıyorum...
Nasıl anlayabilirim ki bir kurbağayı, bülbül dururken.
Bakınız, benim gibi bir bülbül meraklısı ne diyor:
Bülbül kovuldu mu dil bahçesinden,
Gak gak karga, vak vak kurbağa gelir...
Nazım Hikmet, Türk şiirinin dünden bugüne akan gür bir çağlayanıdır. Halk ormanında en yeşil dal, halk denizinde en dev dalgadır. Kendinden önceki ah'lı, inlemeli, veremli, mızmız Türk şiirinin surlarını yıkarak halkın sesini, istemlerini, umutlarını, düşlerini en keskin dizelerle Türk Edebiyatı Tarihinin dişbudak göbeğine nakşetmiştir.
Nazım, bir barış rüzgârıdır, insan olmanın erdemini savunarak yıkar savaş tacirlerinin radyasyonlu düşlerini.
Nazım bir umut fırtınasıdır.1950 baharındaki Çin'de, Alman Faşizminin zulmü altındaki Yunanistan'da, Mussolinin silâhları karşısındaki Etyopya'da halkın umudunu şiirleştirir.
Nazım bir sevgidir. Öyle yoğun bir sevgi ki yüreğinin yarısına sevdiği insanları doldursa da diğer yarısına dünya halkları sığar. Nazım bir türküdür. Sazdan saza, telden tele, dilden dile dünya halklarının umudunu, coşkusunu, heyecanını anlatır. Nazım Hikmet özgürlüktür. Özgürlük sözünün anlamını hangi ozan Nazım kadar bilebilir ve anlatabilir.
Nazım Hikmet bir elmastır. Hiçbir çamur ve çirkef ona bulaşamaz, atanın elinde kalır. Nazım Hikmet koskoca bir vatandır. Ona 'vatan haini' diyenler, 'KuvayıMilliye Destanı'nın bir dizesini yazabilirler mi? Nazım Hikmet yüreği halk ve insan sevgisiyle tutuşan bir coşku, bir türkü, bir sevgi, bir heyecan...Nazım Hikmet bir destandır.
ben bir insan
ben TÜRK ŞAİRİ komünist Nazım Hikmet ben
Tepeden tırnağa iman
tepeden tırnağa kavga
Hasret ve ümittetn ibaret Nazım Hikmet..
Türklük nüfus kağıdığında değil yürektedir! .. Biz Türk derken ırk değil kültür birlği olan insanlar topluluğunu kastederiz! .. Ve Nazım Hikmet'i bu topluluktan saymamak olsa olsa CAHİLLİKtir! ..
yaşamak,
yani ağır bastığından....
çok bişey söylemeye gelmez, zamanında söylenecek herşeyi zaten söylemiş...
bize düşmez...
Şairin dünyası, en az, bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bak, bugün bizim şiir piyasasında çok istidatlı delikanlılar var, fakat ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok, tıknefes. Ve bu dar dünyalı oluşlarını, tıknefesliklerini örtbas için, sözde kendi iç âlemlerine kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikâsından [yansımasından] başka bir şey değildir, bundan dolayı da dış dünyası dar olanın, iç dünyası da daracık olur. (Memet Fuat'a Mektuplar, s.70)
DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
1947
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer
Gözünüze görünemem
Göze görünmez ölüler
Hiroşimada öleli
Oluyorbir on yıl kadar
yedi yaşında bir kızım
büyümez ölü çocuklar
Saçlarım tutuştu önce
Gözlerim yandıkavruldu
Bir avuç kül oluverdim
Külüm havaya savruldu
Benim sizden kendim için
İsteyeceğim hiç bir şey yok
Şeker bile yiyemez ki
Kâat gibi yanan çocuk
Çalıyorum kapıları
Teyze, amca bir imza ver
Çocuklar öldürülmesin
Şeker de yiyebilsinler..
Dünya Barış Ödülünü alan Nazım Usta'ya, Anadolu'nun Ozanına Selam! ..
çok ünlü yazarlardan biri....yazı yazmaya kabiliyetimin olmadığını ancak 18 yıl sonra anladım der....
sorarlar..
-peki neden yazmayı bırakmadınız?
-bu imkansızdı....çünkü ünlü olmuştum.....
olabiliyor..mümkündür....daha öncede demiştik...ne kadar saçma...çürükte olsa her fikrin bir alıcısı çıkar....
gencin bir tanesi şairin birini yere göğe sığdıramıyormuş...yahya kemal gence sormuş
-onu tanırmısın?
genç cevap vermiş
-evet..çok yakından..
yahya kemal hayret demiş hem yakından tanıyorsun hemde seviyorsun...
sebgerd de hayret diyor....hem bütün satırlarını okudun..hemde hala öemleket diyebiliyorsun..hayret ki ne hayret..
gençlik...bir hata ise çabuk geçer...geçecek....
insanların içindeyim
seviyorum insanları
aydınlığı seviyorum
eşitliği seviyorum
kavgamı seviyorum
sen kavgamın içinde bir insansın sevgilim
seni seviyorum..
yaşım 16da olsa 116da olsa (Allah inşallah o günleri de gösterir) Nazım Hikmet denince bir tebessüm belirecek yüzümdeve ben yine onu sevgiyle anacağım..
BU VATANA NASIL KIYDILAR
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire: «Buyur...» dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur:
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Nazım Hikmet Ran
şimdi yazıyı yazmamın ilk nedenine değineceğim...üzerinde konuşmak istediğim sayfa necip mi nazım mı...başlıklı sayfa...beni tanıyanlar bilirler...necibe sevgim başkadır...nazıma da rahatsızlığım...daha önce bi çok kez nazım hakkında çok şeyler yazmıştım...sayfada yazılanları okuyunca eski düşüncelerim depreşti...ve bir şeyi fark ettim...yazılan düşüncelerin yada görüşlerin iki taraf tarafından da birbirlerine önyargılı oldukları, ideolojik düşüncelerden dolayı sevmediklerini iddia edişi idi(bu o kadar yoğun ki soru sorulurkaen bile şiir ve sanat açısından mı diyevurgulanmış) .ben bu iddia ile çok maruz kalmıştım...ama düşüncelerimi söylemek hiç nasip olamamıştı...diğerlerleri ne düşünür bilemem.benim düşüncem asla ideolojik değil.nazımı sevmeyişimin nedeni bu olabilir.buna itiraz etmem.ama şiirini beğenmeyişim nedeni farklı...ben bu güne kadar mütevazi bir rakamla 3 bin üzerinde şairi okudum.binlerce şiir.ve bu binlerce şiirden binlerce mısra ezberlemişim.dünyanın hemen hemen tüm şairlerinden şiirler okudum.ezberledim.rus şairleri rus yazarları.vekomünist denilenleri olanları olmıyanları.yazarı ya da şairi her kim olursa olsun eğer yüreğime hitap ediyorsa hiç gocunmadım.hemen aldım.kendime kattım.o kadar kendime kattım ki.benim dediklerim ne kadar benimse onlarda o kadar benim oldu.işte nazımı beğenmeyişim burdan.nazımdan bir tek satır kendime katamadım.ne yapsam olmadı.ne kadar okusam olmadı.ve bunun eksikliğini kendimde görmüyorum.(insan kendine karşı çok iyimserdir) eksikliği nazım da görüyorum.ne komünistlerin şiirlerini kendime katmışım ben.ve ne komünistlerin cümlelerini.demek ki sorun benden kaynaklanmıyor nazımdan kaynaklanıyor.şiir i sevenbiriyim ve şiirden anladığımı (iddia etmiyorum eminim) düşünüyyorum.ideolojik olarakta yaklaşmıyorum.nerde güzel bi şey bulursam hemn kendime katarım.inanırımki bulmak değil kendine katmaktır önemli olan.mesela dün kimin yazısında okuduğumu hatırlamıyorum.(o kendisini bilir) bi sözü hemen kendime kattım.söz stalin e aitti.(onu beğenmem imkansız) ve şöyleydi -1 kişinin ölümü trajedidir.1000 kişinin ölümü istatistiktir.(burda ölümü başka insanı öldürme düşüncesi olarak algılıyorum.yoksa ölüm benim için mukadderattır.rabbe dönüştür.) nedense nazım dan kendime bi şey bi türlü katamadım.nazımın kabullenemediğim bi dili var...içime işlemeyen, kendime katmadığım bi dil..nedenini çözemedim.beğenenlerinin görüşlerini okuyunca farkediyorum ki güzellik bakılanda değil bakan gözdeymiş...bana burda -ben güzele güzel demem güzel benim olmayınca demek düşer-...kendime nazımdan bir tek satır katamadım....bana ait bir satırı yok...ve benim güzelim değil...bu durumda ona güzelim demek imkansız...
kabul ediyorum.onu sevmeyişim ideolojisinden dolayıdır.çünkü ben yaratılmışı yaradan dan dolayı hoş görebilirim.ama yaratılmışı yaratandan dolayı sevemem.çünkü ben rabbimin -benim için sevin benim için buğz edin emrinin muhatabıyım-rabbimi sevmeyenleri sevmiyorum...bu benim için çok doğal öyle inanıyorum...bazılarına anlamsız ya da yanlış hatta insanlık dışı gelebilir...saygı(görüşe) duymam ama anlıyabilirim...ne yapayım bende böyle bir insanım...önyargılıyım...ve önyargılarımı severim...önyargıyı bir nimet olarak görürüm...ve rabbe şükrederim önyargılarımın olduğu için...çünkü önyargıların, sanıldığının ve iddia edildiği gibi kötü olduklarını düşünmem...bilakis çok faydalıdır onlar...sizi korur...insanın sigaraya (sağlığa zararlıdır.-bi önyargıdır) uyuşturucuya, televoleye düşmüş kızlara önyargısı olması çok faydalıdır.bu şekilde hem iffetimi hem sağlığımı koruyabilirim....ateşe karşı bir önyargıya sahip değilsem....bi tarafımı yakabilirim...bence herkesin önyargıları olmalı...ve nazıma önyargım(çok denememe rağmen) beni kabız bi ruhtan koruyor...mesele şu ki herkesin kendince önyargıları vardır....olmalıdırda...kimseyi önyargılarından dolayı suçlayamayız...bize düşün sadece birbirimizi anlamaktır...zira -önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan zordur- diyen einstein önyargılarımızdan kurtulmamız gerekliliğini değil imkansızlığını ve onlarsız olamıyacağımızı ifade etmiştir...bazan önyargılarıma bile önyargılı olabiliyorum...ve her ne şekilde olursa olsun önyargılarımı seviyorum...sizde başkalarını sevdiğiniz gibi önyargılarınızı da sevin...yoksa her an televoleye düşebilirsiniz...
bu yazımın bir çoğunuzda önyargı oluşturacağını biliyorum...bazılarında var olanı da depreştireceğim....
nazım mı necib mi? necip, binlerce kez necip...o yüreğimden konuşuyor...benden...bana ait...onu kendim için beğeniyorum...rabbim için seviyorum...
tüm önyargılı olanlar...sizlere sesleniyorum...bir şairi ve yazarı önyargılı değerlendirmeyin...güzel söz nereden gelirse gelsin alınız....söyleyene değil söylenen söze bakınız...her şey gibi önyargının fazlasıda zararlıdır....(bu da anladığınız gibi bir önyargıdır)
ah tezatlarım olmasa...tezatlarınız olmasa....insan dengeyi nasıl tutturabilir....
önyargısız selamlarımla...kendinize iyi bakın...
Saatte elli yapıyoruz...
Dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i,
dayan arslan...
Hiç bir zaman
böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiç bir insan
hiç bir aleti...
...
Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet.
Hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
Süleymaniyeli şöför Ahmet
soyun...
Soyundu.
Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
Ahmet'i postallarının üstünden çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.
Bu şarkı nihaventtir.
Deniz kıyısında bir şehir...
Beyaz başörtüsü...
Sevdalınız komünisttir,
on yıldan beri hapistir,
yatar Bursa kalesinde.
Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar,
en âlâ mertebeye ermiş yatar,
yatar Bursa kalesinde.
Memleket toprağındadır kökü,
Bedreddin gibi taşır yükü,
yatar Bursa kalesinde.
Yüreği delinip batmadan,
şarkısı tükenip bitmeden,
cennetini kaybetmeden,
yatar Bursa kalesinde.
Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad’dır
Kerem’dir
Ve Keleğlan’dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahpe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yar sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O “Yunusu biçaredir
Baştan ayağa yaredir”
ağu içer su yerine.
Fakat bir kere bir dert anlayan düşmeye görsün önlerine
ve bir kere vakt erişip
“Gayrık yeter! ...”
demesinler
Bunu bir dediler mi,
“İsrafil surunu urur,
mahlukat yerinden durur”,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
“Dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler abıhayat akıtmağa...”
N.H.R.
Biliyorum:
iş bölümünden bahsedeceksin.
Fakat, Ankara'da çocuklara ders vermek,
bozkırda ateş hattına girmek
haksız ve hazin
bir iş bölümü
Öyle günler yaşıyoruz ki
ben bir iş yapabildim diyebilmek için:
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.
Yıllarca onu kötü düşünerek büyük bir hata yaptım.Bu sayfalarda da defalarca kez (utançla söylüyorum ki) Nazım'ın haketmediği kelimeler kullandım.Hepiniz önünde büyük şairden özür diliyorum...
O Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük şairidir....
Türkiye'de Türküğünden utanan bir kaç gayrı münevvrerin okuduğu ihanetin son merhalesinde bir adam... Lenin ve Stalin'in suç ortağı...
Munkabız bir ruhun ruhsuz kalemi... Ne diyebilirim ki...
En acayip gücümüzdür
Kahramanlıktır yaşamak
Öleceğimizi bilip;
Öleceğimizi mutlak..
Eski takvim hesabıyle
Bu sabah başladı bahar
Geri geldi Memetim'e
Yolladığım oyuncaklar
Zembereği kurulmamış
Küskün duruyor kamyonet
Yüzdüremedi leğende
Beyaz kotrasını Memet
Memleket mi daha uzak
Gençliğim mi yıldızlar mı
Bayramoğlu, bayramoğlu
Ölümden öte köy var mı? ?
Memleket mi yıldızlar mı
Gençliğim mi daha uzak
Kayınların arasında
bir pencere sarı sıcak