Kültür Sanat Edebiyat Şiir

mümtaz soysal sizce ne demek, mümtaz soysal size neyi çağrıştırıyor?

mümtaz soysal terimi F tarafından tarihinde eklendi

  • Elif Orhan
    Elif Orhan

    Anayasa profösörüdür. İletişim Fakültesindeyken anayasa hocamdı.Bu toplumun siyasal tarihini onun anayasa yorumlarıyla çok iyi çözümleyebilmiş biriyim. Bize verdiğin emekler için teşekkürler.

  • Borahan Bilen
    Borahan Bilen

    Kıbrıs Rauf monarşisinde bir danışman...

  • F
    F

    HABER ANALİZ: Sayın Soysal, Lahey’deki Kıbrıs Zirvesine Rauf Denktaş’ın danışmanı olarak katıldınız. Öncelikle görüşmeleri ve katılan tarafların tutumlarını değerlendirir misiniz?

    M.S.: Lahey görüşmeleri 10 Mart diye verilmiş olan bir tarih dolayısıyla yapıldı. O tarih de şunun içindi: Rum ve Türk tarafı olmak üzere iki taraf, Annan Planı denen metni referanduma sunmayacaklarına dair beyanda bulunacaklar veya sunacaklarsa bunun bağlantısını yani hükümlerini üstlendiklerini. imzaları ile belirteceklerdi. Türk tarafı olarak Annan Planı’nın içeriği ile birlikte bu yönteme de itiraz ettik. Çünkü normal olarak metinler, planın ilk şeklinde de olduğu gibi bir mutabakata varılıp, ortaya uzlaşılmış bir metin çıktıktan sonra referanduma sunulur. Şimdi ki durumda ortada bir mutabakat yokken BM’nin kendisinin ortaya koyduğu bir metnin referanduma sunulması söz konusuydu, bu da yöntem olarak yanlıştı. Çünkü karşı taraf; Kuzey Kıbrıs’ta yapılan toplantıların ve mitinglerin, halkın ne pahasına olursa olsun AB’ye girmek istediğini göstermesinden dolayı bu plana da “evet” diyebilirler diye cesaretlendiler ve bu yolu denediler.


    Buna ilaveten bizim planın içeriğinde artık herkesin bildiği bir takım itirazlarımız vardı. Her şeyden önce haritaya, daha sonra iki kesimliliğin ihlal edilmesine, kuzeye 85 bin kadar –ki bu kaldırılamayacak bir sayıdır- Rum nüfusun yeniden yerleştirilmesine, yerleştirilmeleri büyük problem yaratacağı için karşı tarafa verilmiş olan topraklardan Türklerin göç ettirilmesine itirazlarımız vardı. Ayrıca Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki garantisinin zayıflatılmasına ve teorik olarak da devletin kuruluş aşamasda egemenlik konusunun yanlış düzenlenmiş olmasına itirazımız vardı. Biz istiyorduk ki kurulacak olan yeni ortaklık, kuzey ve güneydeki her iki devletin kendi egemenliklerinden verdikleri egemenlik payı ile ortaya çıksın yani müşterek egemenliğin kaynağı her iki devletin egemenliği olsun. Bu konu sadece teorik olarak değil ama ileride çıkacak olan anlaşmazlıklar dolayısıyla konunun bir iç sorun sayılmaması için de önemliydi. Bütün bunlar Lahey’de tekrar anlatıldı.

    Hatta karşı tarafın beklemediği bir biçimde eğer Lahey’de ya da önümüzdeki kısa bir süre içinde anlaşma sağlanabilirse referanduma gitmeyi de Türk tarafı kabul etti. Ama BM, “Artık müzakere olmaz. Bu şekli ile referanduma sunulacaktır.” dedi. Kamuoyunun bilmediği bir şey de; Türk tarafı bütün bu “uzlaşmazlık” etiketlerinden kurtulmak için BM’nin bu görüşüne de “evet” dedi. Ama arkasından gelen tavır; eğer bu evetler iki tarafta da ortaya konmuşsa, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye olmak üzere garantör devletlerin, referanduma gitme taahhüdüne katılmaları ve sonuçlarını da peşin kabul etmeleri yönündeydi. Görüşmeler bir aşamadan sonra garantör devletler için yapıldı. Yani İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve BM’nin katıldığı bir müzakere süreci oldu.

    HABER ANALİZ: Garantör ülkeler ve BM düzeyindeki bu müzakerelerde neler görüşüldü?

    M.S.: Bu müzakerelerde BM, belirttiğim gibi anlaşma olmadan da referanduma gidileceğini ve Türkiye’nin de bunu kabul edeceğini imza ile göstermesini istedi ki bu da yanlıştı. İngiltere ve Yunanistan da aynı şekilde Türkiye üzerinde baskıda bulunmaya kalktılar. Fakat Türkiye kendi anayasası dolayısıyla böyle bir şey yapamayacağını ileri sürdü. Her şeyden önce; BM’nin, “Eksikliklerin 28 Mart’a kadar müzakereler ile tamamlanabileceğini, tamamlanmamış olan kısımların kendilerince doldurulacağını” söylediği planın tamamlanmamış noktaları vardı. Türkiye ise en azından bir kısmının içi boş, bir çeşit açık çeke benzeyen bir metnin referanduma sunulmasına karşı çıktı.

    Asıl önemlisi Türkiye, ortada tamamen imzalanabilecek bir anlaşma bulunmadığını, kaldı ki öyle bir anlaşma olsa bile Türkiye’nin devlet olarak kesin biçimde kendisini buna bağlamasının, bizim anayasa sistemimiz bakımından mümkün olmadığını söyledi. Türk Anayasa Sisteminde; antlaşmalar müzakere edilir, diplomatlar parafe ederler ondan sonra hükümet de bu antlaşmayı benimsemişse onaylanmasının uygun bulunması için meclise “onaylamayı uygun bulma tasarısı” sevkeder. O tasarı kanunlaşır. Kanunlaştıktan sonra o kanuna göre Bakanlar Kurulu, onaylanması yani son aşamada devlet adına imza atılması için kimi yetkilendirecekse -Cumhurbaşkanı, Bakan- o kişi, devlet adına imzalar. Türkiye, 10 Mart 2003 günü Lahey’de bu nedenler ortadayken böyle bir yükümlülük altına giremezdi. Zaten tarafların kerhen buna evet dedikleri de açıkça ortadaydı. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, kendi ifadesi ile “Fişi çektim.” dedi. Dolayısıyla görüşmeler kesilmiş, bitmiş, bu süreç bununla noktalanmış oldu. Artık bu süreç içinde müzakere söz konusu değil.

    HABER ANALİZ: Sayın Soysal, “Şimdi ne olmayacağını gördüler. Artık oturulur. Nelerin olabileceği konuşulur.” şeklinde dikkate değer bir açıklamanız oldu. Bu noktadan sonra Kıbrıs sorununun çözümü için neler yapılabilir?

    M.S.: Bundan sonra ne olacaksa BM’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde olması gerekir. BM, tarafları görüştürmede yardımcı olur; görüşme yeri, düzeni, sekreteryası gibi alt yapıyı oluşturur fakat “iyi niyet misyonu” nda, BM’nin bir öneride bulunma hatta arabulucuk yapma, tarafları birbirine uzlaştırma gibi bir görevi de yoktur. De Soto misyonunun yanlış yönlerinden biri de buydu, kendi sınırlarını aştılar.

    Belirttiğim gibi “iyi niyet misyonu” çerçevesinde her iki taraf yüz yüze görüşür -ki De Soto turunu başlatmış olan da Türk tarafının yüz yüze görüşme önerisiydi- bir anlaşma sağlanırsa 1960 antlaşmalarında belirtildiği gibi tarafların vardığı sonuçlar garantör ülkelerce de onaylanır. O zaman Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye girişi arızasız olur. Şimdiki haliyle GKRY, 16 Nisan’da gidip imzalayacaklar. Dolayısıyla katılım süreci AB ile aday ülkeler açısından tamamlanmış olacak. Ondan sonra bunun diğer devletlerce parlamentolarında onaylanarak kabul edilmesi gerekecek. Şimdiki durumda AB’nin açıklamasına göre -zaten Kopenhag’da da öyle bir açıklama yapılmıştı- Avrupa müktesebatı, kuralları kuzeyde uygulanmayacak biçimde Kıbrıs Cumhuriyeti bütün ada adına alınmış olacak.

    HABER ANALİZ: Böyle bir durumda Türkiye’nin işgalci durumuna düşeceği söyleniyor.

    M.S.: Ben buna katılmıyorum. “Türkiye bir Avrupa toprağını işgal etmiş durumda olacak.” diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü Türk kuvvetleri adada 1960 garanti antlaşmasına göre bulunmaktadır. Türkiye’nin adada bulunması sınırlanacaksa, buna müsaade eden hükümler çıkarmak gerekir. Adada, 1960 antlaşmaları ile kurulmuş olan düzen bozulmuşsa, Türkiye müdahale edebilirdi ve bu müdahaleyi de yaptı. Dolayısıyla çekilebilmesi için düzenin yeniden kurulması gerekir. Ama bunun rastgele bir düzen değil 1960’taki düzeni karşılayabilecek bir düzen olması yani tarafların eşit olarak katıldıkları ve yeni ortaklığın kurulması gerekir. Şimdiki halde böyle bir durum yok. Böyle bir durum için uğraşıldı olmadı. Dolayısıyla Türkiye orada hukuken sağlam bir biçimde kalmaktadır. Avrupa bunu başka türlü yorumluyorsa ki bazıları öyle yorumluyorlar. Bu yorum bizimkine uymadığında biz de bundan dolayı çıkıp gidecek değiliz. Avrupa da herhalde kuvvet kullanarak Türk Ordusu’nu oradan çıkarmaya kalkışmayacaktır. Bosna ve Kosova’da görüldüğü gibi AB öyle kendi evlatlarını başkaları için savaşmaya yollamıyor.

    HABER ANALİZ: Kıbrıs’ın AB’ye katılması sorunu nasıl bir yolla çözülebilir?

    M.S.: Daha sağlıklı ve hukuka uygun bir yol ile Kuzey Kıbrıs’ın Güney ile birleşerek AB’ye girmesi Türkiye’nin girmesine bağlanabilir. Bizim şimdiye kadar ısrar ettiğimiz gibi 1960 antlaşmalarına göre Türkiye ve Yunanistan olmak üzere iki tarafın da üye bulunmadıkları bir kuruluşa, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin girmesi, yine iki tarafın rızası ile olabilir. Bu rıza yoksa girmemesi gerekir. AB’ye biz uzunca bir süre bunu anlattık. Türkiye bu yöntemi, bu usulsüzlüğü kabul etmedi. Türkiye’nin de kabul edebileceği bir usul, Türkiye de üye olduğu zaman Kıbrıs’ın bu şekilde birleşerek girmesi olacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin adaylığının tam üyeliğe dönüşmesi ile kuzeyin güney ile birleşmesi aynı zamana ayarlanabilir. Bu da Türkiye’nin AB’ye girmesinin, AB’nin Türkiye’yi almasının, Türkiye açısından bir koşuludur. Özellikle de Kıbrıs’ın birleşmesi açısından Türkiye’nin bir koşuludur.

    Dolayısıyla Türkiye’nin AB ile müzakereleri başladığında Kıbrıs’taki müzakerelerin de, buna paralel olarak yani “AB içinde bir Türkiye durumunda nasıl bir çözüm olabilir? ” konusu düşünülerek ayarlanması gerekecek. Zaten şimdiye kadarki çabaların sonuç vermeyişinin, başarılı olmayışının nedenlerinden biri de budur. Türkiye üye olmadıkça Ankara, kuzeyi güneyin kucağına atmak ve AB’nin kuralları içine sokmak konusunda büyük tereddüt geçiriyor. Çünkü o kurallar ve bulunabilecek yanlış bir çözüm Türk tarafının erimesine, eritilmesine yol açar. Türkiye de bunu istemiyor. Onun için şimdi ortaya çıkmış olan durum Türkiye’nin isteklerine uygun bir durumdur.

    HABER ANALİZ: Söyledikleriniz çerçevesinde tekrar sormak istiyorum: “Türkiye nasıl davranmalı? ”

    M.S.: Türkiye’nin değişik biçimlerde davranmasını isteyenler de var. Bunların başında AB’ye girmek için acele edenler, “Bir an önce girelim.” diyenler geliyor. Onların zaten şimdiye kadar verdikleri izlenim ile “Türkiye AB’ye o kadar çok girmek istiyor ki her şeyi göze alabilir, feda edebilir, bu arada Kıbrıs’tan da vazgeçebilir.” görüşü ağır bastı. Nitekim bu planların hazırlanmasında daha çok rol oynayan İngiltere’nin ve Kıbrıs Özel Temsilcisi Sir David Hannay’in görüşü buydu. Bu planın bu şekle dönüşmesinde büyük rolü oldu. Çünkü Türkiye’de de tıpkı adanın kuzeyinde olduğu gibi insanlar AB’ye girmek için can atıyorlar. Oysa AB Türkiye’yi almak için can atmıyor. Kamuoyu yoklamalarına baktığımız zaman bugünkü 15 üyeden 11’inin henüz kamuoyu olarak Türklerin alınmasından yana olmadığı ortaya çıkıyor.

    Dolayısıyla Türkiye bu konuda bu kadar istekli olunca Avrupa’da herkes Kıbrıs konusunda Türkiye’yi kendi tezinden yani “Türkiye’ye girmeden Kıbrıs girmez.” tezinden uzaklaştırmaya çalıştılar ve büyük bir ölçüde başarılı oldular. Şimdi Türkiye’de bu acele girişten yana olanlar Almanya örneğini alıyorlar. Almanya ikiye bölünmüşken batıdaki Almanya AB’nin kurucusu ve en önemli üyesi oldu. Doğu Almanya’daki rejim yıkılınca, her iki tarafın birleşmesi sorununu kendi aralarında hallettiler ve Doğu Almanya, mevcut anayasal düzenin içine üç yeni eyalet olarak eklendi. Şimdi Kıbrıs için de bunu Avrupa düşünüyor olabilir. Türkiye’de de ona yatkın olan zihniyetler var. Yani yine görüşmeler devam eder ve uzlaşma olursa Almanya örneğine benzer biçimde AB’ye girmiş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne kuzey böylece eklenebilir.

    Oysa bizim böyle bir şeye yanaşmamız mümkün değil. Çünkü biz yeni bir ortaklık olsun istiyoruz. Kıbrıs Cumhuriyeti devam etmiyor onun yerine kuzey ve güneydeki cumhuriyetler arasında yeni bir devlet kuruluyor diye masaya oturmuştuk. Almanya modeli şimdiki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı anlamına gelir. Bunu da Türk tarafı kabul etmez, edemez, etmemesi gerekir. Ama etsin diyenler de çıkacaktır.

    HABER ANALİZ: Türkiye, ekonomik açıdan Kuzey Kıbrıs’a destek vermeye devam etmeli midir?

    M.S.: Türkiye’nin destek vermesi demek çalışmayan bir çocuğunu sonuna kadar desteklemesi anlamına gelir. Türkiye’nin desteği elbetteki kesilmez. Ama önemli olan Kuzey Kıbrıs’ta kendi kendine işleyebilen, kendi kendini hayatta tutan ve oradaki insanların emeği ve çabasıyla ayakta duran bir cumhuriyetin ortaya çıkmasıdır. Türkiye’nin, içerideki bozulmuş olan düzenin düzeltilmesini sağlamadan Kıbrıs’ı sonuna kadar ekonomik açıdan desteklemesi düşünülemez. Önemli olan Kıbrıs için bir planın yapılması ve bu plan ile Türkiye’nin kaynak tahsisinin yanı sıra Kıbrıs’taki üretimin çalışmasını, oradaki insanların çalıştırılmasını, bir takım özverilerin göze alınmasını sağlamaktır.

    HABER ANALİZ: Irak konusunda Türkiye ABD’ye yardım ederse, “ABD, Kuzey Kıbrıs’ın tanınmasını sağlayabilir.” diyenler var.

    M.S.: Bu Türkiye’de çok konuşulan boş bir denklem. Tam tersi bütün bu son müzakereler boyunca yani son 1 yılı aşkın süredir ABD, müzakereleri kolaylaştırmak ve Türk tarafının elini güçlendirmek için hiçbir şey yapmadı. En azından güvenlik ambargoları kaldırtabilirdi. Böyle bir çabası dahi olmadı. Tam tersine ABD’nin Kıbrıs Özel Koordinatörü Thomas Weston, Kuzey Kıbrıs’taki toplantıları izledi, onlara destek verir tavırda konuştu ve hatta son aşamada ortaya çıkan referandum yönteminin bu duruma gelmesinde rol oynadı. Dolayısıyla ABD Kıbrıs konusunda, Türkiye de Irak’ta bize yardım eder, ediyor ya da edecektir diye herhangi bir yardımda bulunmadı. Niçin böyle çünkü Türkiye’nin durumu zayıf olduğu için herkes, “O konuda şunu yaparsa, bu konuda bunu elde eder.” diye değil, “Her konuda hersek ne alabilecekse onu alalım.” diye Türkiye’nin üzerine çullandı.

    HABER ANALİZ: “Türkiye köşeye sıkıştırılmasına rağmen Kıbrıs’ın arkasındadır.” diyebilir miyiz?

    M.S.: Türkiye Kıbrıs’ın arkasında durmazsa köşeye sıkışmış kalabilir. Köşeden çıkmanın, başarılı olmanın çaresi Türkiye ve Kuzey Kıbrıs konusunda herhangi bir görüş ayrılığının bulunmadığını dünyaya göstermektir. Türkiye’nin Kıbrıs’ta kendi yardımıyla kurtarılmış topraklarda kurulu bir devlete sahip çıkması gerekir. Böyle olduğu zaman sorun çözülür. Yoksa Türkiye bıraktığı zaman yine Türkiye’nin üstüne yıkılan sorunlar ortaya çıkar. Diyelim ki daha önce belirttiğim biçimde AB’nin kuzeyi kaderine terk etti güneyde de öylesine bir çözüm sağlandı. Eğer o çözüm yürümez de oradaki toplum geçmişte olduğu gibi adadan çıkarılma, dışlanma, katliam ile karşı karşıya kalırsa Türkiye şimdi “öyle olsun” diyenlerin istedikleri biçimde davranmış olsa bile Kıbrıs’a yine müdahale etmek zorunda kalacaktır. Kuzey Kıbrıs’takilerin kaderini böylesine boşlukta bırakamayız. Kaldı ki Türkiye’nin stratejik çıkarları da vardır. Onun için Kuzey Kıbrıs’taki Türk Ordusu varlığının devam etmesi gerekir.

    HABER ANALİZ: AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verhaugen’in sözcüsü, bu konuda BM’nin kararı olduğunu açıkladı.

    M.S.: BM’nin, Türkiye’nin harekatının durdurulması kararı var. Kurulmuş olan devletin tanınmaması kararı var. Bu devlete yardım edilmemesi kararı var. Ama “Türk kuvvetleri orada işgalcidir.” diye bir kararı yok. Çünkü BM de biliyor ki Türk kuvvetleri orada antlaşma gereğince bulunuyor. Böyle bir karar verdiği andan itibaren garanti antlaşması, kuruluş antlaşmaları da geçersizleşir ve o zaman Kıbrıs’taki egemen toprak, İngiliz toprağı sayılan İngiliz üslerinin varlığı da tehlikeye girer. BM’nin böyle bir saçmalık yapacağını sanmıyorum. Yaptığı zaman da dinlenemez, uyulamaz bir karar haline gelir.

  • F
    F

    1929 yılında Zonguldak'ta doğdu. Galatasaray Lisesi'ni, ardından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (1953) bitirdi.Bu okulda Anayasa Hukuku Profesörü olarak uzun yıllar ders verdi.

    1961'de Kurucu meclis Anayasa Komisyonu üyeliği yaptı. 1963'de SBF'de doçent, 1969'da profesör olan Soysal, 1971 yılında aynı fakültenin dekanlığına seçildi. 18 Mart 1971'de de dekanken Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nca gözaltına alınıp tutuklandı. 1968'den beri okuttuğu Anayasa'ya Giriş ders kitabında komünizm propagandası yapmakla suçlandı, 6 yıl 8 ay ağır hapis, 2 ay 20 gün Kuşadası'nda emniyet gözetimi altında bulundurulmaya ve kamu haklarından ebediyen mahrumiyete mahkum edildi. Toplam 14. 5 ay Mamak Cezaevi'nde kaldı.

    Forum, Akis, Yön, Ortam gibi dergilerde Yeni İstanbul, Cumhuriyet, Ulus, Barış, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde yazarlık yaptı. 1962 yılında arkadaşlarıyla birlikte Sosyalist Kültür Derneği'ni kurdu. 1969-71'de Akdeniz Sosyal Bilim Araştırma Konseyi Başkanlığı, Uluslarararsı Af Örgütü ikinci başkanlığı görevlerini yürüttü. 1991 seçimlerinde SHP listesinden Ankara'dan kontenjan adayı oldu ve Meclis'e girdi. TBMM'de Çekiç Güç, Olağanüstü Hal, demokratikleşme, Kıbrıs, özelleştirme gibi konularda hükümet politikalarını eleştiren Soysal, özellikle özelleştirme konusundaki yetki yasaları için Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvurularla koalisyon ortağı DYP'lilerin tepkisini çekti. Bu başvuruları sırasında Anayasa Mahkemesi tarihinde ilk kez yürütmeyi durdurma kararı verdi. Anayasa Profesörü Soysal, SHP'nin hükümet ortaklığı içindeki pasif tutumuna sürekli tepki gösterdi, 'vuruşarak çekilme' yaklaşımıyla Türk siyasi literatürürne geçti. Karayalçın döneminde Dışişleri Bakanlığı'na getirildi. Soysal, bakanken bile Başbakan Çiller'e karşı politik tavrını sürdürdü.Çiller ve Karayalçın'la ihtilafları derinleşince, bakanlıktan istifa etti.

    Anayasa değişikliği çalışmalarında özellikle DYP'li Çoşkun Kırca'yla tartışmalarıyla yine gündemde kaldı.Seçim yasasının Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesinde baş rolü oynadı. Solun yeni kimliğini bulması için mücadele verirken CHP'ten koptu, DSP saflarına geçti. DSP’den Zonguldak milletvekili seçildi.Ecevit’lerle anlaşmazlığa düşerek DSP’den ayrıldı.Bağımsız Cumhuriyet Partisini kurdu.Halen genel başkanlığını yapmaktadır.Ayrıca KKTC Cumhurbaşkanı Denktaşın hukuk danışmanlığını yapmaktadır. Soysal, evli ve 2 çocuk babasıdır.