Geride bıraktığı acı vefatını takip eden ilk günlerle sınırlı kalmamıştı. Arkadaşlarının bir kısmı hala aynı şehirde oturmaya ve her gün O’na ait bin çeşit anıyı yaşamaya güç yetiremeyeceklerini anladılar. Medine’yi terk ettiler. Bunlardan biri Habeş’li Bilal’di. Şam’a gitti ve o günden sonra bir daha ezan okuyamadı. Çünkü ezanın içinde “Muhammed” vardı. Bir istisna hariç. Şam’da bir gece rüyasında O’nu gördü. -“Ey Bilal” diyordu, “beni üzdün. Komşuluğumu bıraktın. Beni ziyaret etmiyorsun.”
Bilal üzerinden örtüyü attı ve Medine yoluna düştü. Ezan okumasını istediler. Israr ettiler. Dayanamadı. O’nun günlerindeki yerine çıktı. Vakit öğleydi. Elini kulağına götürdü. - “Allahuekber”, dediğinde Bilal’in sesini çok iyi tanıyan, suskunluğunun sebebini çok iyi bilen ve yıllardır Bilal’in sesine de vefatıyla onu susturan sebebe de hasret duyan Medine halkı bir kıyamet manzarasını andırır biçimde sokaklara döküldü. Hz. Muhammed’in dirildiğini düşünmüşlerdi. Ezanı bitiren Bilal: - “Dostlar, sizlere müjdeler olsun” dedi, O’na ağlayan göz cehenneme girmez”
Arkadaşlarından birinin ayağının siniri kasılmıştı. Yanındaki bir tavsiyede bulundu. - İnsanlardan en sevdiğinin ismini an, iyileşsin. - “Muhammed”, dedi
Hz.Ömer’in oğlu Abdullah O’nun ardından kendi vefatına kadar yıllarca O’nun adını her andığında, ağladı.
On sene hizmetine bakan o haşarı çocuk Enes, yüz yaşındaydı, çevresini saran torunlarına anlatıyordu. - Sevgilimden ayrılalı seksen sene oldu ve Allah’a yemin ederim O’nu rüyamda görmediğim bir tek gece geçirmedim.
Uzun söze ne gerek… Bir Fransız tarihçinin deyimiyle “O insandan büyük, Tanrıdan küçüktü. O, Hz. Muhammed’di. Binler selam…
Yorgun gecelerde titreyen, Bir yetim bir öksüz yüreğimle sevdim Seni. Ey gönül bahçemde büyüttüğüm nazlı çiçek Ey sevdamın adı, aşkın gerçek anlamı Bu hasret bu gurbet söyle, söyle ne zaman bitecek Ben Seni görmeden sevdim Yolunu gözledim bir Medine sabahı Ellerimde güller, güllerki kokunu aldığım Kokunu alıp yandığım, yanıp yanıp ağladığım Ben Seni görmeden sevdim Gözlerini gözlerime deydir Efendim, ellerini ellerime Sevmeyi Senden öğrendim ilkin Sevilmesi gereken her şeyi Senden Şefkat Seninle mana buldu Buz çöllerini Seninle aştım Abı-hayat sundum sıcak ikliminde Gözlerini gözlerime deydir, ellerini ellerime Efendim Ben Seni görmeden sevdim Bahar yüzlü insanlar bildim etrafında pervane Onlardan biri olmak istedim hep, her emrine amade Seninle yaşamak, Seninle ölmek, Seninle ağlamak ve Seninle tebessüm etmek Aynı sofrayı Seninle paylaşmak istedim Ama en çok Seni, Seni görmek istedim Göremesemde! Ben Seni görmeden sevdim Kokunu aldım güllerden Ben Seni görmeden sevdim Adını andım yürekten Sevgiliii, en Sevgiliii Görmeden, görmeden sevdim ben Seni ey Sevgili Ben Seni görmeden sevdim Veysel Karani sabrıyla büyüttüm sevgimi Yüzünü yoldaş ettim Kah yeller gibi estim Yemende Kah mecnun gibi düştüm çöllere Bil ki ölüm kapımı çalıp geldiğinde Ne zaman? Nasıl? Kim bilir nerede? Ben Seni görmeden sevdim Rüyalarım var Sana dair Özlemlerin var Sana Al yüreğim senin olsun Sultanım Uyandır beni aşka Ey gülü vefa, Ey rahmet sağanağı Yağmur yağmur, tane tane düştünde gönlüme Kurak topraklarım hayat buldu gelişinle Ben Leyla çölünde seraplar gördüm çok zaman Boş hülyalara daldım kayboldum Su içtiğim pınarlara ateşler dokundu Ben aşkımın hicranını sırtımda taşıdım Ben Seni görmeden sevdim Seni görmeden seven milyonlarca sevdalı gibi En berrak duyguları besledim Sana, en nadide hisleri Gell Efendim, al götür beni uzaklara Düşmeden gülüm tuzaklara Gözlerimde yaş akar durur Bu ayrılık beni yakar vurur Gözlerini gözlerime deydir Ellerini ellerime Efendim BEN SENİ GÖRMEDEN SEVDİM...
Allahu Teala Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) 'e verdiği önemi hiç bir yaratığa vermemiştir. Yerde, gökte, melekler, Peygamberler onsekizbin alem bütün mükevvenat yaratılan her şeyi Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hürmetine yaratmıştır.
«Ey Habibim! Sen olmasaydın yerleri, gökleri bütün mükevvenatı yaratmazdım.» (Mir'at-ı Kainat, Cild 1, Sayfa: 414)
Hz Peygamber buyurmuş ki; şüphesiz ümmetimi üç defa,yüzleri geniş, çehreleri sanki derilerle kaplanmış kalkanlar gibi olan bir kavimkovalayacak ve sonunda Arap yarımadasına yerleşeceklerdir.İşta onlar Türklerdir.Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ediyorum ki,onlar mutlaka atlarını mescitlerin direklerine bağlayacaklardır.Size dokunmadıkça onlara dokunmayın. Z.Kitapçı hadislerde Türk varlığı.
şu her doğan insanın doğduğu gün duyulan sevinç Siz Alemlere Rahmet olarak gönderilen Nur... Nasıl anlatalım Sana sevdamızı.. Bu gün dökülen gözyaşları adına YA RASUL Kurban olduğum hasret adınadır senin Gönül dergahında sinede yazılmış aşkın Ne hayat isteriz ne Cennet in güzelliğini Kim istiyorsa onları versin Allah ım Biz Sen'i istiyoruz Ya Rasul Aşkını Sevdanı Sonsuzluğun ömrüne taşımıyoruz Biz Seni Seviyoruz Ya Rasul... şu canlar ki nefes nefes adını haykırır öksüzlük, yetimlik bize vurmaz Ya Rasul Sensizlik kadar vurmadı yüreğimize ıslak yağmurlar Doğumunuz Kutlu Olsun Efendim Bu gün semanın en güzel düğünü var.. Yeryüzünde adını anıyoruz Gökyüzünde de Sen bizi unutma Ya Rasul... çatladı sinelerimiz Sultanın sevdasından Kutlu Doğum Sana dır.. öyle ki En güzel Doğum Senindir Efendim... Doğumunuz Kutlu Olsun YA Rasul..
Bitmez tükenmez kokusuyla,solmaz bozulmaz duruşuyla bir çölde açmış güldür Gül....
Ehl-i aşk diyordu ki:
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl;
Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl?
Ölmeden önce ölmenin,öldükten sonra da neşv ü nemâ bulmanın sırrını öğreten cânım Efendim...
Ondan öğrendiğim aşk öyle bir aşktır ki; diğer öğreticilerimin gösterdiği aşk beni prangalı bir köle ederken,Efendimin öğrettiği aşk büsbütün özgür kılıyordu...
''birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş sayılmazsınız''...
Sevmenin elzem oluşunu ifade ediyordu sözleriyle her defasında...
Yaradılışın tohumu Sevgiydi.. Öğrendim...
Uhud bir dağken onu da sevendin Efendim...Sevmenin boyutlarını derinleştirensin....
Onun aslı nurdur. Allah-u Teâlâ o nurda tecellî ettiği için: “Sirâc-ı münîr = Nur saçan kandil” olmuştur.
Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’ın bizzat mübarek şahsını; mücessem bir hidayet, bir rehber ve bir önder kılmıştır.
Mübarek vücudu serâpâ nurdur. Bu nur ile körler bile görür, duymayan kulaklar duyar, kapalı kalpler açılır, yolunu şaşıranlar yol bulur.
Bu hususta Allah-u Teâlâ, Zât-ı risaletpenâhî’yi muhatap kılarak şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber! Biz seni bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb: 45-46)
Bunun içindir ki vücud-ı şerif’leri, ruhları, lisanları, kalpleri, ahlâk ve amelleri, ilim ve fehimleri nur kaynağıdır.
Bu öyle bir nur ki, bu nur Allah-u Teâlâ’nın nurudur. Bu öyle bir kandil ki, bütün âlemleri nurlandıran bir kandildir.
Her ne kadar görünüşü beşer ise de, fıtrî yapısı ayrıdır.
Cismin beşer oluşu hakkında Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana vahyolunuyor.” (Kehf: 110)
İşte onun hakkındaki bütün yanılmalar bu noktadan doğuyor.
“Ben de sizin gibi bir beşerim.” beyanı, onun beşer yönüdür, zâhirî görünüşüdür, dışıdır.
İşte bu perdenin ötesine geçemeyenler:
“Allah’tan size bir NUR ve apaçık bir kitap gelmiştir.” (Mâide: 15)
Âyet-i kerime’sinde geldiği haber verilen bu “Nur”u göremediler, cisimde takılıp kaldılar, “Nur”a inemediler, hidayete eremediler ve iman etmiş de olmadılar. Onlar öteye geçemedikleri için, ilâhî nurdan, rahmetten, merhametten mahrum kaldılar.
Âyet-i kerime’de geçen; “Nur” Muhammed Aleyhisselâm’dır, zira ancak onun vasıtası ile hidayete erilir.
“Kitap” ise Kur’an-ı kerim’dir, o da hidayet rehberidir.
“Ben de sizin gibi bir beşerim.” Âyet-i kerime’sini görerek: “O da bizim gibi bir insandır.” diyenler, onun:
“Asluhu nur, cismuhu âdem” olduğunu, “Sirâc-ı münîr” olduğunu, “Nur saçan kandil” olduğunu bildiren ve buna benzer Âyet-i kerime’leri görememektedirler. Nefisleri onlara onu göstermiş, diğerini göstermemiş. Hakikati göremediklerinden ötürü de Âyet-i kerime’lere iman etmediler ve imandan kaydılar. Bu ise Allah-u Teâlâ’nın onların kalplerini döndürmesinden ileri gelmektedir.
Resulullah Aleyhisselâm’ı hükümsüz ve hiçe sayanlar;
“Aslıhu kâfir, cismuhu necis”tir.
Bu necasetliklerinden ötürü o “Nur”a leke sürmeye çalışıyorlar. Bu necaset halleri ile o “Nur”u görmeleri mümkün değildir. Amma kendilerinin necis olduğunu da bilmiyorlar.
'Muhammed' ismi ne güzel bir isimdir; efendimiz (s.a.v) ’in ismidir. peygamber efendimize (s.a.v) , Muhammed ismi ile beraber; Ahmed, Mahmud ve Mustafa da deniliyor; hepsi de güzel isimlerdir.. Zaten bu isimleri de efendimiz (s.a.v) güzelleştiriyor.. Muhammed isminin anlamı ise 'tekrar tekrar övülmüş' anlamına gelmektedir..
'Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammed'siz muhabbetten ne hâsıl? '
Hz. Muhammed (sav) yasadigi müşaheden sonra bu güzelligi, bu müjdeli haberi, bütün insanlik ile paylasmayi diledi. ilmi yaymak ugruna evinden, malindan, yurdundan oldu, taşlandi, öldürülmek istendi. Yilmadi, yildiramadilar, yildiramazlardi. Mekke´nin ileri gelen müsrikleri bu irade karsisinda caresiz kalmis, bari anlasma yoluna gidelim belki vazgeçer düsüncesi ile, ya Muhammed dön bu davandan, sana ne istesen verelim dediklerinde “'Bir elime güneşi, öteki elime ayı verseniz yine de bu davadan vazgeçmem”' diye karsilik vermistir.
Neydi müşahede ettigi, ne yasamisti da böylesine gözü hic bir seyi görmez olmustu?
Hâtemü'r-Rüsul'ü Mîraç'ta Öne Geçiren Velâyet'in, 'İlmullah'a Mazhar Olan Ârifteki Tecellîsi:
Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri 'el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs'un başka bir noktasında Hâtemü'r-rüsul'ü Mîraç'ta öne geçiren şeyin 'Hâtemü'l-velâye' olduğuna işâret etmiş; bu velâyetin, âriflerden 'İlmullah'la desteklenen bir kimseye daha tevdî edildiğini haber vermiştir:
'Âriflerden birinin makâmı hakkındaki bu üstünlük, zihnindeki kuvvetle ve keşfinin kendisine hükmetmesiyle bir tahsise sâhip olup, Mîrâç'ta onu ileriye geçiren velâyet-i Muhammediyye'nin Hâtem'inin iktizâsı olan ibârenin, zihinde zâhiren meydana getirdiği şeyin dışında anlaşılamaz. Zîrâ bu, Hakk'a mutâbık bir keşif karşılığında, Ömer'in Ebu Bekir üzerine -radıyallâhu anhümâ- Bedir esirleri hakkında hükmettiği şeye nisbetle tahsis edilmiştir ki, konuşma ilmi bakımından 'İlmullah'; yâni 'Allah'ın ilmi' hakkında âriflerden biri için de aynı şey geçerlidir.' ('el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs', İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 52a)
'Kâf' Harfinin Sırrı, Hâtemü'r-Rüsul ve Hâtemü'l-Evliyâ'ya Verilmiştir:
Velîlerin sonuncusu olan Hâtemü'l-evliyâ'nın, Allah'ı bilen âriflerin en üstünü olduğuna dikkati çeken Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri, onun tâbî olduğu Hâtemü'r-rüsul'le birlikte, etrâfı çepeçevre kuşatan hazîreye vâsıl ve 'Kâf' harfinin sırrına mazhar olduğunu ifşâ ederek, 'el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs' adlı eserinde şöyle buyurmuştur:
'O, O'nu başka bir şeyle değil, kendi nefsiyle bilir. Allah'ı bilmenin en üstünü işte budur (ve bu) velîlerin hakîkatlerini tasvir eden Hâtem'e müyesser olmuştur. Dolayısıyla Allah'ı bilenlerin en üstünü de odur. Bu ilim, Hâtemü'r-rüsul ve Hâtemü'l-evliyâ'dan başkası için geçerli olamaz. Hâtemü'r-rüsul'ün Hâtemü'l-evliyâ'dan daha önde olduğu husûsunda, Hâtemü'l-evliyâ'nın 'tâbi' olması bir işârettir. Hâtem yalnız iki olduğu için, etrâfı çepeçevre kuşatan hazîreye ancak onlar vâsıl olmuşlar ve kendilerine 'Kâf'ı müşâhade ettiren 'Kâf' harfinin sırrına yalnız onlar vâkıf olmuşlardır.' ('el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs', İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 52b-53a)
İlmi 'Kâf' Harfinden Çıkarılan ve Hâtemü'r-Rüsul'ün 'İhvân'ı Olan 'Ezelî İnsan'ın Hakîkati:
Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri yukarıdaki beyanlarının hemen ardından, tıpkı Hâtemü'r-rüsul gibi ilmi 'Kâf' harfinden çıkarılan Hâtemü'l-evliyâ'nın da; 'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' sözünü söylemeye salâhiyetli, ezelî bir insan olduğuna işâret etmiş ve onun Resulullah Aleyhisselâm'ın 'İhvân'ından, nefsini görmeyen bir kişi olduğunu haber vermiştir:
'Nebîlerden, resullerden ve onların dışındakilerden herhangi biri (bu sırrı) ancak, hakîkatlerin hakîkati ve ilmi 'Kâf' harfinden, mişkâtı ise ilk Nûr'un kandilinin içinden olan Hâtemü'r-rüsul'ün mişkâtından görebilir. O kadîm (ilk) insan sınıflarının ezelîsi olarak takdir edilmiş, bildirilmiş olan insandır ki, kendisinden:
'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' diye sözetmiştir.
Onun mişkâtından iktibasta bulunanlarla ilgili olan bu sözü, onun 'İhvân'ından (kardeşlerinden) başkası söyleyemez. Onlardan biri kendi nefsini görmez ki, o da, ondan başka bir 'Kadîm' (ezelî) insandır. Onlar kısa bir dille o, uzun bir dille ondan başkası olmuşlardır. Onlara 'Hakîkatü'l-Muhammediyye'nin cüzleri', belki de 'O'nun sûretinin âzâları' denilir. O ise, kendisiyle tamamlanan bu sûretin kalbidir. İşte ilmi 'Kâf' harfinden vâr edilen Velâyet-i Muhammediyye'nin 'Hâtem'i de aynen böyledir.' ('el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs', İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 53a)
HZ.MUHAMMED(S.A.V.) ... kainatın yaratılış sebebi...O'nun ümmetinden biri olduğum için gurur duyuyorum.. Rabbim inş O'na layık ümmet, Kendisine layık kul olmayı nasip etsin hepimize..
gelseydin
ve yürüyüp geçseydin önümüzden
gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
en sevgilinin adı.
huzurun şefkatin, merhametin
tebessümün
gülün adı.
Geride bıraktığı acı vefatını takip eden ilk günlerle sınırlı kalmamıştı. Arkadaşlarının bir kısmı hala aynı şehirde oturmaya ve her gün O’na ait bin çeşit anıyı yaşamaya güç yetiremeyeceklerini anladılar. Medine’yi terk ettiler. Bunlardan biri Habeş’li Bilal’di. Şam’a gitti ve o günden sonra bir daha ezan okuyamadı. Çünkü ezanın içinde “Muhammed” vardı. Bir istisna hariç. Şam’da bir gece rüyasında O’nu gördü.
-“Ey Bilal” diyordu, “beni üzdün. Komşuluğumu bıraktın. Beni ziyaret etmiyorsun.”
Bilal üzerinden örtüyü attı ve Medine yoluna düştü. Ezan okumasını istediler. Israr ettiler. Dayanamadı. O’nun günlerindeki yerine çıktı. Vakit öğleydi. Elini kulağına götürdü.
- “Allahuekber”, dediğinde Bilal’in sesini çok iyi tanıyan, suskunluğunun sebebini çok iyi bilen ve yıllardır Bilal’in sesine de vefatıyla onu susturan sebebe de hasret duyan Medine halkı bir kıyamet manzarasını andırır biçimde sokaklara döküldü. Hz. Muhammed’in dirildiğini düşünmüşlerdi. Ezanı bitiren Bilal:
- “Dostlar, sizlere müjdeler olsun” dedi, O’na ağlayan göz cehenneme girmez”
Arkadaşlarından birinin ayağının siniri kasılmıştı. Yanındaki bir tavsiyede bulundu.
- İnsanlardan en sevdiğinin ismini an, iyileşsin.
- “Muhammed”, dedi
Hz.Ömer’in oğlu Abdullah O’nun ardından kendi vefatına kadar yıllarca O’nun adını her andığında, ağladı.
On sene hizmetine bakan o haşarı çocuk Enes, yüz yaşındaydı, çevresini saran torunlarına anlatıyordu.
- Sevgilimden ayrılalı seksen sene oldu ve Allah’a yemin ederim O’nu rüyamda görmediğim bir tek gece geçirmedim.
Uzun söze ne gerek… Bir Fransız tarihçinin deyimiyle “O insandan büyük, Tanrıdan küçüktü. O, Hz. Muhammed’di. Binler selam…
ateşten ve topraktan gelenlerin efendisi!
Yorgun gecelerde titreyen,
Bir yetim bir öksüz yüreğimle sevdim Seni.
Ey gönül bahçemde büyüttüğüm nazlı çiçek
Ey sevdamın adı, aşkın gerçek anlamı
Bu hasret bu gurbet söyle, söyle ne zaman bitecek
Ben Seni görmeden sevdim
Yolunu gözledim bir Medine sabahı
Ellerimde güller, güllerki kokunu aldığım
Kokunu alıp yandığım, yanıp yanıp ağladığım
Ben Seni görmeden sevdim
Gözlerini gözlerime deydir Efendim, ellerini ellerime
Sevmeyi Senden öğrendim ilkin
Sevilmesi gereken her şeyi Senden
Şefkat Seninle mana buldu
Buz çöllerini Seninle aştım
Abı-hayat sundum sıcak ikliminde
Gözlerini gözlerime deydir, ellerini ellerime Efendim
Ben Seni görmeden sevdim
Bahar yüzlü insanlar bildim etrafında pervane
Onlardan biri olmak istedim hep, her emrine amade
Seninle yaşamak, Seninle ölmek,
Seninle ağlamak ve Seninle tebessüm etmek
Aynı sofrayı Seninle paylaşmak istedim
Ama en çok Seni, Seni görmek istedim
Göremesemde!
Ben Seni görmeden sevdim
Kokunu aldım güllerden
Ben Seni görmeden sevdim
Adını andım yürekten
Sevgiliii, en Sevgiliii
Görmeden, görmeden sevdim ben Seni ey Sevgili
Ben Seni görmeden sevdim
Veysel Karani sabrıyla büyüttüm sevgimi
Yüzünü yoldaş ettim
Kah yeller gibi estim Yemende
Kah mecnun gibi düştüm çöllere
Bil ki ölüm kapımı çalıp geldiğinde
Ne zaman? Nasıl? Kim bilir nerede?
Ben Seni görmeden sevdim
Rüyalarım var Sana dair
Özlemlerin var Sana
Al yüreğim senin olsun Sultanım
Uyandır beni aşka
Ey gülü vefa, Ey rahmet sağanağı
Yağmur yağmur, tane tane düştünde gönlüme
Kurak topraklarım hayat buldu gelişinle
Ben Leyla çölünde seraplar gördüm çok zaman
Boş hülyalara daldım kayboldum
Su içtiğim pınarlara ateşler dokundu
Ben aşkımın hicranını sırtımda taşıdım
Ben Seni görmeden sevdim
Seni görmeden seven milyonlarca sevdalı gibi
En berrak duyguları besledim Sana, en nadide hisleri
Gell Efendim, al götür beni uzaklara
Düşmeden gülüm tuzaklara
Gözlerimde yaş akar durur
Bu ayrılık beni yakar vurur
Gözlerini gözlerime deydir
Ellerini ellerime Efendim
BEN SENİ GÖRMEDEN SEVDİM...
Allahu Teala Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) 'e verdiği önemi hiç bir yaratığa vermemiştir. Yerde, gökte, melekler, Peygamberler onsekizbin alem bütün mükevvenat yaratılan her şeyi Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hürmetine yaratmıştır.
«Ey Habibim! Sen olmasaydın yerleri, gökleri bütün mükevvenatı yaratmazdım.» (Mir'at-ı Kainat, Cild 1, Sayfa: 414)
Son Peygamber..
Hz Peygamber buyurmuş ki; şüphesiz ümmetimi üç defa,yüzleri geniş, çehreleri sanki derilerle kaplanmış kalkanlar gibi olan bir kavimkovalayacak ve sonunda Arap yarımadasına yerleşeceklerdir.İşta onlar Türklerdir.Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ediyorum ki,onlar mutlaka atlarını mescitlerin direklerine bağlayacaklardır.Size dokunmadıkça onlara dokunmayın. Z.Kitapçı hadislerde Türk varlığı.
Hz Muhammed (s.a.v.) ehlibeyt ve dostlarına selam.....
Alemlerin yaratılma sebebi.....
Nurun nuru.....
Habibullah.....
Dünya üzerindeki gelmiş-geçmiş en büyük, etkili ve sürekli inkılabın mimarı.
Yaradanımın habibi benim gönlümün ince gül'ü...
Bulunmayan sensin benzeri e$i
Sensin sensin iki cihan gune$i
Bir sevdaya tutulup bir deryaya atılmışsak,
bu derya ateş ummanıdır,bilesin ey nefis!
Gafletin koynundan har vurup harman savurmak ta neymiş?
çile kazanlarında yanmaya geldik...
gah mecnun gibi çöller olur vatanımız,
sürgünlerden sürgünlere...
gah yunus gibi hicret olur karıımız ilden ile...
gah kuytu bir mağaradır mekanımız inziva inziva ağırlar bizi..
belki bir kara zindandır uğruna SEVGİLİ'nin yıllarca katlandığımız
. Kim bilir belki boylu boyunca bir şehadettir,
aşk maratonunda mükafatımız.... Kimbilir...
gül bahçesinin nadide çicegi.............
' Dünyanın ağırlığına eklesek yıldızları ayı güneşi
Gene de ağır basarsın ey kalbim, ey kalbimin güneşi '
muhammed yerde gökte en cok övülen 'emin'anlamı kazandırır.
Ruhun bu dünyadan çıkıverirse,bilirim kainat aklını kaybedecek..........
YA RASULALLAH...
Firkatin acısına can dayanmaz,
Bir gece geliver, Ya Rasulallah...
Tabibler yarama çare bulamaz,
Derdimin dermanı, Ya Rasulallah...
Kalplerin bağı, gönlümün huzuru,
Kaşın hilal, gözlerin çeşm-i ahu,
Yüzün güneş, rayihan gül kokusu,
Sen ayın ondördü, Ya Rasulallah...
Taş, toprak dekor canlı bir ahenksin,
Ulvi bir nasip, yegane rehbersin,
Hürmetle beklenen gül misafirsin,
Sen bahar müjdesi, Ya Rasulallah...
Ilgıt ılgıt esersin gönüllerde,
Davetin nurdur feyyaz şebnemlerde,
Sevgin büyüdü, devleşti kalplerde,
Sevgini çok görme, Ya Rasulallah...
Yoktur mislin, vücud-i mübareksin,
Gidilecek yol, en parlak çizgimsin,
Ummanlar gibi en derin fikrimsin,
Salat, selam sana, Ya Rasulallah...
SuLTan'lar SuLTanı'na (sav)
şu her doğan insanın doğduğu gün duyulan sevinç
Siz Alemlere Rahmet olarak gönderilen Nur...
Nasıl anlatalım Sana sevdamızı..
Bu gün dökülen gözyaşları adına YA RASUL
Kurban olduğum hasret adınadır senin
Gönül dergahında sinede yazılmış aşkın
Ne hayat isteriz ne Cennet in güzelliğini
Kim istiyorsa onları versin Allah ım
Biz Sen'i istiyoruz Ya Rasul
Aşkını Sevdanı Sonsuzluğun ömrüne taşımıyoruz
Biz Seni Seviyoruz Ya Rasul...
şu canlar ki nefes nefes adını haykırır
öksüzlük, yetimlik bize vurmaz Ya Rasul
Sensizlik kadar vurmadı yüreğimize ıslak yağmurlar
Doğumunuz Kutlu Olsun Efendim
Bu gün semanın en güzel düğünü var..
Yeryüzünde adını anıyoruz
Gökyüzünde de Sen bizi unutma Ya Rasul...
çatladı sinelerimiz Sultanın sevdasından
Kutlu Doğum Sana dır..
öyle ki En güzel Doğum Senindir Efendim...
Doğumunuz Kutlu Olsun YA Rasul..
ey nebi sensiz yaşamayı sevmiyoruz nerdesin yanıyor dünya yanıyor kainat
enn çoook sevdiğim isimlerden biri muahmmed kurban oldugum ismine
İSMİNE kurban oldugum ya MUHAMMED
Efendim....
Kalemim,ellerim nasıl ifade etsin...
Bitmez tükenmez kokusuyla,solmaz bozulmaz duruşuyla bir çölde açmış güldür Gül....
Ehl-i aşk diyordu ki:
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl;
Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl?
Ölmeden önce ölmenin,öldükten sonra da neşv ü nemâ bulmanın sırrını öğreten cânım Efendim...
Ondan öğrendiğim aşk öyle bir aşktır ki; diğer öğreticilerimin gösterdiği aşk beni prangalı bir köle ederken,Efendimin öğrettiği aşk büsbütün özgür kılıyordu...
''birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş sayılmazsınız''...
Sevmenin elzem oluşunu ifade ediyordu sözleriyle her defasında...
Yaradılışın tohumu Sevgiydi.. Öğrendim...
Uhud bir dağken onu da sevendin Efendim...Sevmenin boyutlarını derinleştirensin....
Vesselâm...
KAINATIN SERVERİ NEBILER SULTANI VELILERIN BAŞ KOMUTANI
SULTANLAR SULTANI.SEVGILILILER SEVGILISI ADIYLA SANIYLA COK YUKSEK SEREFLİ VEDE PAKI ZİŞAN HZ MUHAMMED S.A.V
EVLIYAULLAHIN SEVGILISI ONLARIN İŞİGI ONLARIN CANI CANANI
ÜMMETİNİN SEFAATCISI CANLAR FEDA OLSUN YOLUNA YA RESULULLAH S.A.V.SEFAAT EYLE BU KEMTER ACIZE.
[email protected]
Nur Saçan Kandil”
Onun aslı nurdur. Allah-u Teâlâ o nurda tecellî ettiği için: “Sirâc-ı münîr = Nur saçan kandil” olmuştur.
Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’ın bizzat mübarek şahsını; mücessem bir hidayet, bir rehber ve bir önder kılmıştır.
Mübarek vücudu serâpâ nurdur. Bu nur ile körler bile görür, duymayan kulaklar duyar, kapalı kalpler açılır, yolunu şaşıranlar yol bulur.
Bu hususta Allah-u Teâlâ, Zât-ı risaletpenâhî’yi muhatap kılarak şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber! Biz seni bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb: 45-46)
Bunun içindir ki vücud-ı şerif’leri, ruhları, lisanları, kalpleri, ahlâk ve amelleri, ilim ve fehimleri nur kaynağıdır.
Bu öyle bir nur ki, bu nur Allah-u Teâlâ’nın nurudur. Bu öyle bir kandil ki, bütün âlemleri nurlandıran bir kandildir.
Her ne kadar görünüşü beşer ise de, fıtrî yapısı ayrıdır.
Cismin beşer oluşu hakkında Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana vahyolunuyor.” (Kehf: 110)
İşte onun hakkındaki bütün yanılmalar bu noktadan doğuyor.
“Ben de sizin gibi bir beşerim.” beyanı, onun beşer yönüdür, zâhirî görünüşüdür, dışıdır.
İşte bu perdenin ötesine geçemeyenler:
“Allah’tan size bir NUR ve apaçık bir kitap gelmiştir.” (Mâide: 15)
Âyet-i kerime’sinde geldiği haber verilen bu “Nur”u göremediler, cisimde takılıp kaldılar, “Nur”a inemediler, hidayete eremediler ve iman etmiş de olmadılar. Onlar öteye geçemedikleri için, ilâhî nurdan, rahmetten, merhametten mahrum kaldılar.
Âyet-i kerime’de geçen; “Nur” Muhammed Aleyhisselâm’dır, zira ancak onun vasıtası ile hidayete erilir.
“Kitap” ise Kur’an-ı kerim’dir, o da hidayet rehberidir.
“Ben de sizin gibi bir beşerim.” Âyet-i kerime’sini görerek: “O da bizim gibi bir insandır.” diyenler, onun:
“Asluhu nur, cismuhu âdem” olduğunu, “Sirâc-ı münîr” olduğunu, “Nur saçan kandil” olduğunu bildiren ve buna benzer Âyet-i kerime’leri görememektedirler. Nefisleri onlara onu göstermiş, diğerini göstermemiş. Hakikati göremediklerinden ötürü de Âyet-i kerime’lere iman etmediler ve imandan kaydılar. Bu ise Allah-u Teâlâ’nın onların kalplerini döndürmesinden ileri gelmektedir.
Resulullah Aleyhisselâm’ı hükümsüz ve hiçe sayanlar;
“Aslıhu kâfir, cismuhu necis”tir.
Bu necasetliklerinden ötürü o “Nur”a leke sürmeye çalışıyorlar. Bu necaset halleri ile o “Nur”u görmeleri mümkün değildir. Amma kendilerinin necis olduğunu da bilmiyorlar.
'Muhammed' ismi ne güzel bir isimdir; efendimiz (s.a.v) ’in ismidir.
peygamber efendimize (s.a.v) ,
Muhammed ismi ile beraber; Ahmed, Mahmud ve
Mustafa da deniliyor; hepsi de güzel isimlerdir..
Zaten bu isimleri de efendimiz (s.a.v) güzelleştiriyor..
Muhammed isminin anlamı ise 'tekrar tekrar övülmüş'
anlamına gelmektedir..
'Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
Muhammed'siz muhabbetten ne hâsıl? '
Hz. Muhammed (sav) yasadigi müşaheden sonra bu güzelligi, bu müjdeli haberi, bütün insanlik ile paylasmayi diledi. ilmi yaymak ugruna evinden, malindan, yurdundan oldu, taşlandi, öldürülmek istendi. Yilmadi, yildiramadilar, yildiramazlardi. Mekke´nin ileri gelen müsrikleri bu irade karsisinda caresiz kalmis, bari anlasma yoluna gidelim belki vazgeçer düsüncesi ile, ya Muhammed dön bu davandan, sana ne istesen verelim dediklerinde “'Bir elime güneşi, öteki elime ayı verseniz yine de bu davadan vazgeçmem”' diye karsilik vermistir.
Neydi müşahede ettigi, ne yasamisti da böylesine gözü hic bir seyi görmez olmustu?
Hâtemü'r-Rüsul'ü Mîraç'ta Öne Geçiren Velâyet'in,
'İlmullah'a Mazhar Olan Ârifteki Tecellîsi:
Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri 'el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs'un başka bir noktasında Hâtemü'r-rüsul'ü Mîraç'ta öne geçiren şeyin 'Hâtemü'l-velâye' olduğuna işâret etmiş; bu velâyetin, âriflerden 'İlmullah'la desteklenen bir kimseye daha tevdî edildiğini haber vermiştir:
'Âriflerden birinin makâmı hakkındaki bu üstünlük, zihnindeki kuvvetle ve keşfinin kendisine hükmetmesiyle bir tahsise sâhip olup, Mîrâç'ta onu ileriye geçiren velâyet-i Muhammediyye'nin Hâtem'inin iktizâsı olan ibârenin, zihinde zâhiren meydana getirdiği şeyin dışında anlaşılamaz. Zîrâ bu, Hakk'a mutâbık bir keşif karşılığında, Ömer'in Ebu Bekir üzerine -radıyallâhu anhümâ- Bedir esirleri hakkında hükmettiği şeye nisbetle tahsis edilmiştir ki, konuşma ilmi bakımından 'İlmullah'; yâni 'Allah'ın ilmi' hakkında âriflerden biri için de aynı şey geçerlidir.' ('el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs', İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 52a)
'Kâf' Harfinin Sırrı, Hâtemü'r-Rüsul ve
Hâtemü'l-Evliyâ'ya Verilmiştir:
Velîlerin sonuncusu olan Hâtemü'l-evliyâ'nın, Allah'ı bilen âriflerin en üstünü olduğuna dikkati çeken Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri, onun tâbî olduğu Hâtemü'r-rüsul'le birlikte, etrâfı çepeçevre kuşatan hazîreye vâsıl ve 'Kâf' harfinin sırrına mazhar olduğunu ifşâ ederek, 'el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs' adlı eserinde şöyle buyurmuştur:
'O, O'nu başka bir şeyle değil, kendi nefsiyle bilir. Allah'ı bilmenin en üstünü işte budur (ve bu) velîlerin hakîkatlerini tasvir eden Hâtem'e müyesser olmuştur. Dolayısıyla Allah'ı bilenlerin en üstünü de odur. Bu ilim, Hâtemü'r-rüsul ve Hâtemü'l-evliyâ'dan başkası için geçerli olamaz. Hâtemü'r-rüsul'ün Hâtemü'l-evliyâ'dan daha önde olduğu husûsunda, Hâtemü'l-evliyâ'nın 'tâbi' olması bir işârettir. Hâtem yalnız iki olduğu için, etrâfı çepeçevre kuşatan hazîreye ancak onlar vâsıl olmuşlar ve kendilerine 'Kâf'ı müşâhade ettiren 'Kâf' harfinin sırrına yalnız onlar vâkıf olmuşlardır.' ('el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs', İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 52b-53a)
İlmi 'Kâf' Harfinden Çıkarılan ve
Hâtemü'r-Rüsul'ün 'İhvân'ı Olan
'Ezelî İnsan'ın Hakîkati:
Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri yukarıdaki beyanlarının hemen ardından, tıpkı Hâtemü'r-rüsul gibi ilmi 'Kâf' harfinden çıkarılan Hâtemü'l-evliyâ'nın da; 'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' sözünü söylemeye salâhiyetli, ezelî bir insan olduğuna işâret etmiş ve onun Resulullah Aleyhisselâm'ın 'İhvân'ından, nefsini görmeyen bir kişi olduğunu haber vermiştir:
'Nebîlerden, resullerden ve onların dışındakilerden herhangi biri (bu sırrı) ancak, hakîkatlerin hakîkati ve ilmi 'Kâf' harfinden, mişkâtı ise ilk Nûr'un kandilinin içinden olan Hâtemü'r-rüsul'ün mişkâtından görebilir. O kadîm (ilk) insan sınıflarının ezelîsi olarak takdir edilmiş, bildirilmiş olan insandır ki, kendisinden:
'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' diye sözetmiştir.
Onun mişkâtından iktibasta bulunanlarla ilgili olan bu sözü, onun 'İhvân'ından (kardeşlerinden) başkası söyleyemez. Onlardan biri kendi nefsini görmez ki, o da, ondan başka bir 'Kadîm' (ezelî) insandır. Onlar kısa bir dille o, uzun bir dille ondan başkası olmuşlardır. Onlara 'Hakîkatü'l-Muhammediyye'nin cüzleri', belki de 'O'nun sûretinin âzâları' denilir. O ise, kendisiyle tamamlanan bu sûretin kalbidir. İşte ilmi 'Kâf' harfinden vâr edilen Velâyet-i Muhammediyye'nin 'Hâtem'i de aynen böyledir.' ('el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs', İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 53a)
SENİ ANLATMAYA NE DILLER NEDE GOZLER NEDE GONULLER ANLAR. SEN BU GUNAHKARLARIN KURTARICISI SEFAATCISISIN..
SONSUZ SALAT SELAM OLSUN ŞANLI RESULU ZISAN S.A.V SANA VEDE SEREFLİ AL VEDE ASHABINA..
NE MUTLU UMMETI MUHAMMEDIM DİYENE..SEN EŞİ OLMAYAN BİR GÜLSÜN.
HZ.MUHAMMED(S.A.V.) ... kainatın yaratılış sebebi...O'nun ümmetinden biri olduğum için gurur duyuyorum.. Rabbim inş O'na layık ümmet, Kendisine layık kul olmayı nasip etsin hepimize..