Tek kelimeyle üstat...yaptığı eserler günümüzde hala sapasağlam duruyor...biz bir köprü yapıyoruz son teknolojiyle 20-30 yıl sonra bir arızası çıkıyor...ama üstat o zamanın teknolojisiyle bir köprü yapıyor 500 yıl dimdik ayakta duruyor... Selimiye camisini yaparken basiretsiz bir padişah olan II.Selim gelip ona usta niye bu kadar uzadı bu iş der...Mimar Sinan ın cevabı ise 10 Numara olur:Ben bu işi yapıyorum sen kendi işini herkes kendi işini yapsın benim ne olduğumu herkes biliyor bu eserin ne olacağınıda... Kendisini 3 kıtanın hükmedeni olduğu için çok yükseklerde gören padişah bu lafa çok kızıyor ve mimar sinanı cezalandırmak istiyor ama yanındakilerin tavsiyesini dinleyerek vazgeçiyor...
İsmini duydugum anda heycanlandığım ender insanlardan biri Yaptığı eserlere ruhunu yansıttıgını düşünüyorum Ehhh mmaneviyat ve zeka 2 güzel şey bu güzel insanda toplanmıs Hz Allah sefaatlerini nasip eylesin Koca Sinan Haşmetli Sinan.........
Mimar Sinan, bir cami yapar ve caminin nasıl olduğu sorusunu bir çocuğa sorar....! ! !
Çocuk şu cevabı eğri...
-Caminin minaresi biraz eğri olmuş, efendim....
ve Mimar Sinan çocuğun lafı ile hareket ederek, caminin minaresini yıktırır, çocuğun sözü ile minare yıkılırmı efendim! ! ! diye kendisine sorulduğunda şu cevabı verir...
-Ben çocuğun kendisine güven duygusunu kazanması için yardımcı oldum..! ! !
Mimar Sinan'ın ustalık eserinin, yani Selimiye'nin bulunduğu yerden yazıyorum bunları. Bu hayat bu diyarda, bu internet karmaşası içerisinde de burada buldum kendimi. Ve düşünüyorum... Koca Sinan bana neyi çağrıştırıyor? Selimiye ye bakıyorum; bir meydan okuma gibi. Kendisi de bunu söylüyor zati: Bir kubbe ki; Ayasofyanınkini geçen... Başka... O günlerin ihtişamını... İşini ibadet aşkı ile yapmayı. En iyisi olmaya çabalamayı. Hep gelişmeyi,hep değişmeyi, daha iyiye daha güzele ulaşma aşkını.Allah senden razı olsun...
Mimar Sinan türkleri dünyaya tanıtmıştır herkes selimiye cami ve süleymaniye camiyi seviyor biri istan bulda digeri edirnede mimar sinan kayseri de dogmuştur iyibirv insan
Mimar Sinan'in Selimiye Camii'nin kubbesini o genisliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana isleminden farkli besinci. bir islem yaratarak cozdugu soylenir.
Ayrica minarelerin serefelerine cikanlarin yolda birbirlerini gormemeleri ise buyuk bir bir dehanin urunudur.
Almanlar ayni sistemi meclislerinin onundeki dev kurede kullanmislar.
Mimar Sinan bu sistemi 2 metre capindaki minarelere yuzyillar once monte edebilecek bir dehadir.
Almanlarin dehasi ise, o cirkin metal yiginina Selimiye'den fazla turist cekebilmelerindedir..
Bu kişinin marifetleri bir kalem de anlatılmaz, genel bir araştırma sonucunda bile hakkında ciltlerce kitap çıkartılabilir. Yine de kim diye sorarsanız, kısaca, “”deha”” demem yeterli olur.
Bırakın günümüzde ondan taklit edilerek yapılan muhendislik harikalarını, hala daha bugünkü teknoloji ile bile yapılamayan eserleri, hatta bugünkü teknolojiye ihtiyaç duymadan yaptığı çalışmaları, insanı hayretlere düşürür. İsterseniz basit bir örnek vereyim:
Cami yapılıyor ve o zamanlar biliyorsunuz elektrik yok, ancak on binlerce mumla aydınlatılabilinir, Lakin nasıl muteşem aydınlatma sistemi yaptığını bir yana; mumların dumanları nereye gidiyordu sizce? Nasıl oluyorduda, cami onca mumun yanmasından sonra hala daha pırıl pırıl gözükebiliyordu? Başka ülkelerden o çağdan kalma binalara bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Binaları kapkara, ve o binaları korumak için temizleme işlemleri milyarlarca liraya mal oluyor. Mumlardan çıkan duman binan her yerine siniyor, karartıyor ve havayı kirletip insan sağlığına tehdit oluşturuyor ama Mimar Sinan öyle bir havalandırma sistemi yapıyor ki, bu dumanlar belli bir yerde birikebiliyor. Peki bu biriken dumanlarla ne yapılıyor dersiniz? Hayır çöpe gitmiyor! Her şeyden yararlandıkları gibi her şeyi de yararlı hale getirebiliyorlar. Bu biriken duman kirini biriktirip sonra mürekkep yapıyorlar!
Bakın muhteşem bir muhendislik harikası olan caminin sadece ışıklandırma sisteminin belli bir bölümünü anlattım gerisini hayal bile edemezsiniz. Lakin insanlar o çağları karanlık çağ diye bilir. Avrupa’da karanlık çağlar yaşandığı için sanki bütün dünyada karanlık çağlar yaşanıyor havası verilen o dönemlere bir bakın inceleyin derim. Bu muhteşem buluşları ve tarihe gömülmüş bilim tarihini inceleyin; ama beni en çok etkileyen; bu alim kişiler bunu ünvan ya da para için yapmıyorlardı. Bilim o zamanlar hayr yani vakıf işiydi; Allah Rızasını kazanmak için halka hizmet idi….
Tarihte nasıl bir hazine gömülü anlatamam ama her gün o hazinenin üstüne toprak atanların sayısı çoğalıyor. Eskiden dinin arkasına saklanıp bilimi ve tarihi gömmeye çalışanlar şimdi ideolojilerin arkasına saklanıp gözümüzün içine baka baka yine bilimi ve tarihi gömüyorlar….
Tarihimizin değerini bilmemiz lazım. Bize, gelecek nesiller için emanet bırkılan milli mirasımıza sahip çıkmamız gerekiyor.
Tıpdan çoğrafyaya, bilimden felsefeye, bir uçtan bir uca kadar zenginliklerimiz varken biz hala senlik benlik davası içersinde, o şöyle-bu böyle, diye altımızda ki ateşi körüklüyoruz.
Bilimdeki gelişmelere ağzımız açık olarak bakerken esasında birbirimizin ensesine tokatlayarak açılan ağzımızdaki lokmaları başkaları topluyor. Aşağıda, aktardığım yazı bir ibrettir ki 'atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmiştir'. Bilin ki Allah önce insanları değil o milletin ilmini helak eder ki sorumsuzluklarından dolayı esas kendilerine zulmedenler yine o milletin kendisidir.
Bugün depremlerden halkımız ve en önemlisi genç beyinler yıkıntılar altında kalırken, daha önceden biz toplum olarak tarihimizi yıkıntılar altında bıraktık... ve hala yok şu mütahit yok o politikacı diyoruz, ama şu bir gerçek ki niyetlerini değiştirmeyen bir toplumu Allah değiştirmez....
Bu topraklar bizim, bu tarih bizim, bu canlar bizim... Bizim insanlarımız! ! !
1950-60 arası bir tarihte inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Türkiye'ye gelmiş. Heyet İmar ve İskan Bakanlığı'ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye başlamış. Ayasofyayı, Yerebatan Sarnıcını filan gezdikten sonra sıra Sinanın kalfalık eseri Süleymaniye Camisi'yle Sinan'ın öğrencisi Mimar Davut Ağa'nın eseri Sultanahmet Camisi'ne gelmiş.
Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar. Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş. Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevşek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar. Ama bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına akıl sır erdirememişler. Bunun üzerine Türkiye programının gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yoğunlaşmışlar.
Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan kurtulabildiği ortaya çıkmış. Minareleri incelediklerinde ise dumurları ikiye katlanmış. Minarelerin çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler.
Daha derin araştırma yapmak için Edirne'ye, Sinan'ın ustalık eseri Selimiye Camisi'ne gitmişler. Ordaki olağanüstü sistemleri görünce iyice dumur olmuşlar. Selimiye'nin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler. Japonya'ya döndüklerinde ise Sinan'ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan'ın kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler. Yani şuan gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullanıldıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Sinanın geliştirdiği mekanizmalarmış
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sinan_O%C4%9Fan
https://twitter.com/KoparanEyyup/status/1636064544282820609?s=20
Tek kelimeyle üstat...yaptığı eserler günümüzde hala sapasağlam duruyor...biz bir köprü yapıyoruz son teknolojiyle 20-30 yıl sonra bir arızası çıkıyor...ama üstat o zamanın teknolojisiyle bir köprü yapıyor 500 yıl dimdik ayakta duruyor...
Selimiye camisini yaparken basiretsiz bir padişah olan II.Selim gelip ona usta niye bu kadar uzadı bu iş der...Mimar Sinan ın cevabı ise 10 Numara olur:Ben bu işi yapıyorum sen kendi işini herkes kendi işini yapsın benim ne olduğumu herkes biliyor bu eserin ne olacağınıda...
Kendisini 3 kıtanın hükmedeni olduğu için çok yükseklerde gören padişah bu lafa çok kızıyor ve mimar sinanı cezalandırmak istiyor ama yanındakilerin tavsiyesini dinleyerek vazgeçiyor...
ünlü bi mimar olmasinin yaninda kendisi benim okulumunda isim babasıdır
İsmini duydugum anda heycanlandığım ender insanlardan biri Yaptığı eserlere ruhunu yansıttıgını düşünüyorum Ehhh mmaneviyat ve zeka 2 güzel şey bu güzel insanda toplanmıs Hz Allah sefaatlerini nasip eylesin Koca Sinan Haşmetli Sinan.........
Adaşımdır kendisi. Mimar Sinan'ın 75 yaşından sonra mimarlığa başladığını biliyormuydunuz
Mimar Sinan, bir cami yapar ve caminin nasıl olduğu sorusunu bir çocuğa sorar....! ! !
Çocuk şu cevabı eğri...
-Caminin minaresi biraz eğri olmuş, efendim....
ve Mimar Sinan çocuğun lafı ile hareket ederek, caminin minaresini yıktırır, çocuğun sözü ile minare yıkılırmı efendim! ! ! diye kendisine sorulduğunda şu cevabı verir...
-Ben çocuğun kendisine güven duygusunu kazanması için yardımcı oldum..! ! !
Mimar Sinan'ın ustalık eserinin, yani Selimiye'nin bulunduğu yerden yazıyorum bunları. Bu hayat bu diyarda, bu internet karmaşası içerisinde de burada buldum kendimi. Ve düşünüyorum... Koca Sinan bana neyi çağrıştırıyor? Selimiye ye bakıyorum; bir meydan okuma gibi. Kendisi de bunu söylüyor zati: Bir kubbe ki; Ayasofyanınkini geçen...
Başka... O günlerin ihtişamını... İşini ibadet aşkı ile yapmayı. En iyisi olmaya çabalamayı. Hep gelişmeyi,hep değişmeyi, daha iyiye daha güzele ulaşma aşkını.Allah senden razı olsun...
Mimar Sinan türkleri dünyaya tanıtmıştır herkes selimiye cami ve süleymaniye camiyi seviyor biri istan bulda digeri edirnede mimar sinan kayseri de dogmuştur iyibirv insan
Mimar Sinan'in Selimiye Camii'nin kubbesini o
genisliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi
matematiğin bilinen 4 ana
isleminden farkli besinci. bir islem yaratarak
cozdugu soylenir.
Ayrica minarelerin serefelerine cikanlarin yolda
birbirlerini gormemeleri ise buyuk bir bir dehanin
urunudur.
Almanlar ayni sistemi meclislerinin onundeki dev
kurede kullanmislar.
Mimar Sinan bu sistemi 2 metre capindaki minarelere
yuzyillar once monte edebilecek bir dehadir.
Almanlarin dehasi ise, o cirkin metal yiginina
Selimiye'den fazla turist cekebilmelerindedir..
Ardında bıraktıkları kadar büyük...
dönmelerin üstadı...
bütün mimarlar yüksek oldu, mühendisler de
bir tek alçak sen kaldın ey sinan
cemal süreya
9 nisan 2005 Edirne' de Mimar Sinan'ı anma günü var
Bu kişinin marifetleri bir kalem de anlatılmaz, genel bir araştırma sonucunda bile hakkında ciltlerce kitap çıkartılabilir. Yine de kim diye sorarsanız, kısaca, “”deha”” demem yeterli olur.
Bırakın günümüzde ondan taklit edilerek yapılan muhendislik harikalarını, hala daha bugünkü teknoloji ile bile yapılamayan eserleri, hatta bugünkü teknolojiye ihtiyaç duymadan yaptığı çalışmaları, insanı hayretlere düşürür. İsterseniz basit bir örnek vereyim:
Cami yapılıyor ve o zamanlar biliyorsunuz elektrik yok, ancak on binlerce mumla aydınlatılabilinir, Lakin nasıl muteşem aydınlatma sistemi yaptığını bir yana; mumların dumanları nereye gidiyordu sizce? Nasıl oluyorduda, cami onca mumun yanmasından sonra hala daha pırıl pırıl gözükebiliyordu? Başka ülkelerden o çağdan kalma binalara bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Binaları kapkara, ve o binaları korumak için temizleme işlemleri milyarlarca liraya mal oluyor. Mumlardan çıkan duman binan her yerine siniyor, karartıyor ve havayı kirletip insan sağlığına tehdit oluşturuyor ama Mimar Sinan öyle bir havalandırma sistemi yapıyor ki, bu dumanlar belli bir yerde birikebiliyor. Peki bu biriken dumanlarla ne yapılıyor dersiniz? Hayır çöpe gitmiyor! Her şeyden yararlandıkları gibi her şeyi de yararlı hale getirebiliyorlar. Bu biriken duman kirini biriktirip sonra mürekkep yapıyorlar!
Bakın muhteşem bir muhendislik harikası olan caminin sadece ışıklandırma sisteminin belli bir bölümünü anlattım gerisini hayal bile edemezsiniz. Lakin insanlar o çağları karanlık çağ diye bilir. Avrupa’da karanlık çağlar yaşandığı için sanki bütün dünyada karanlık çağlar yaşanıyor havası verilen o dönemlere bir bakın inceleyin derim. Bu muhteşem buluşları ve tarihe gömülmüş bilim tarihini inceleyin; ama beni en çok etkileyen; bu alim kişiler bunu ünvan ya da para için yapmıyorlardı. Bilim o zamanlar hayr yani vakıf işiydi; Allah Rızasını kazanmak için halka hizmet idi….
Tarihte nasıl bir hazine gömülü anlatamam ama her gün o hazinenin üstüne toprak atanların sayısı çoğalıyor. Eskiden dinin arkasına saklanıp bilimi ve tarihi gömmeye çalışanlar şimdi ideolojilerin arkasına saklanıp gözümüzün içine baka baka yine bilimi ve tarihi gömüyorlar….
Tarihimizin değerini bilmemiz lazım. Bize, gelecek nesiller için emanet bırkılan milli mirasımıza sahip çıkmamız gerekiyor.
Tıpdan çoğrafyaya, bilimden felsefeye, bir uçtan bir uca kadar zenginliklerimiz varken biz hala senlik benlik davası içersinde, o şöyle-bu böyle, diye altımızda ki ateşi körüklüyoruz.
Bilimdeki gelişmelere ağzımız açık olarak bakerken esasında birbirimizin ensesine tokatlayarak açılan ağzımızdaki lokmaları başkaları topluyor. Aşağıda, aktardığım yazı bir ibrettir ki 'atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmiştir'. Bilin ki Allah önce insanları değil o milletin ilmini helak eder ki sorumsuzluklarından dolayı esas kendilerine zulmedenler yine o milletin kendisidir.
Bugün depremlerden halkımız ve en önemlisi genç beyinler yıkıntılar altında kalırken, daha önceden biz toplum olarak tarihimizi yıkıntılar altında bıraktık... ve hala yok şu mütahit yok o politikacı diyoruz, ama şu bir gerçek ki niyetlerini değiştirmeyen bir toplumu Allah değiştirmez....
Bu topraklar bizim, bu tarih bizim, bu canlar bizim... Bizim insanlarımız! ! !
Gökdelenlerin esas temeli:
1950-60 arası bir tarihte inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Türkiye'ye gelmiş. Heyet İmar ve İskan Bakanlığı'ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye başlamış. Ayasofyayı,
Yerebatan Sarnıcını filan gezdikten sonra sıra Sinanın kalfalık eseri Süleymaniye Camisi'yle Sinan'ın öğrencisi Mimar Davut Ağa'nın eseri Sultanahmet Camisi'ne gelmiş.
Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar. Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş. Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevşek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar. Ama bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına akıl sır erdirememişler. Bunun üzerine Türkiye programının gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yoğunlaşmışlar.
Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan kurtulabildiği ortaya çıkmış. Minareleri incelediklerinde ise dumurları ikiye katlanmış. Minarelerin çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler.
Daha derin araştırma yapmak için Edirne'ye, Sinan'ın ustalık eseri Selimiye Camisi'ne gitmişler. Ordaki olağanüstü sistemleri görünce iyice dumur olmuşlar. Selimiye'nin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler. Japonya'ya döndüklerinde ise Sinan'ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan'ın kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler. Yani şuan gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullanıldıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Sinanın geliştirdiği mekanizmalarmış