Bazı şahsiyetler vardır ki fikri ne olursa olsun bütün kesimlerin ortak hafızası olurlar. Herkes onların yazdıklarında birleşir. Bunlar toplumun asgari müşterekleri konumundadırlar. Onlar bu haliyle toplumun denge unsurudurlar. Kavgalar ve sıcak tartışmalar bu büyük şahsiyetlerin buz dağlarına çarparak bertaraf edilir. Bu yüce ruhlar her dönemdeki zehirlere karşı panzehir vazifesi görürler. Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli, Hoca Ahmet Yesevi ve Mevlana Celaleddin Rumî bunlardan sadece birkaçıdır.
Ruhlarımızdaki manevi kirleri silip gönüllerimizin pasını zımparalayan muhabbet erlerinden birisi de bundan 800 yıl evvel dünyaya gelen Mevlana’dır. O, yediden yetmişe kadar Türk milletinin kucakladığı ve benimsediği bir aşk kahramanıdır. Onun kitabında sevgi ve hoşgörü kavramları altın yaldızlı harflerle yazılmıştır.
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Bu yıl onun doğumunun 800. yıldönümünü büyük bir coşkuyla kutluyoruz. İyi ki doğmuş ve yazdıklarıyla bize hayat vermiş… Onun olmadığı bir dünya ne kadar eksik olurdu. Mevlana’nın Mesnevi’sinin olmadığı bir kütüphane ne kadar da boş kalırdı. Onunla cilalanmayan yürekler bir harabeden farksız olurdu.
Onun 26 bin beyitten meydana gelen Mesnevi’si bir birlik dükkânıdır. Fitne ve fesadı yok eden manevi dermanların toplandığı eczanedir. Bunu “Mesnevi’miz, birlik dükkânıdır; birden başka ne belirirse puttur.” diyerek vurgulamıştır. Bu dükkânın vitrinlerinde aşk, sevgi, hoşgörü, vefa, ilim ve muhabbet sergilenir. Bunların alıcıları aynı zamanda satıcılarıdır. Gönül adamları ölümden korkmazlar. Çünkü onlara göre gerçek anlamda ölüm yoktur. Ölüm gurbetten asli vatana göçüştür. Mevlana da bu anlayıştan yola çıkarak ölümü bir vuslat olarak görmüştür. Kulun Allah’ına ulaştığı sevimli bir an olarak nitelendirmiştir. Onun içindir ki ölümü olgunlukla ve büyük bir ruh genişliği içerisinde karşılamıştır.
Mevlana, ölüm vaktine ‘şeb-i arus’(düğün gecesi) demiştir. O, kabri temsili bir mekân olarak kabul etmiştir. Onun içindir ki “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir” diyerek ölümsüzlüğün imanlı gönüllere girerek sağlanabileceği hakikatini teslim etmiştir. Gerçekten de dediği gibi kendisi imanlı gönüllerde yaşayarak bugünlere kadar ulaşabilmiştir. Sesinin yankısı yedi asır sonrasında duyulabilmiştir.
Mevlana sevgi ve hoşgörü anahtarının bütün kapıları açabileceğine yürekten inanmıştır. Bunun canlı örneklerini bizzat yaşayarak müşahede etmiştir. Bununla ilgili olarak söylediği şu güzel sözler sevgi tılsımının gücünü ortaya koymaktadır: “Sevgiden acılıklar tatlılaşır. Sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.”
Aşk adamıdır Mevlana… Fakat Mevlana’nın aşkını beşeri aşklarla karıştırmayalım sakın... O, bütün aşkların ilahi aşktan neşet ettiğine inanan ve eşyaya o gözle bakan engin ruhlu bir gönül eridir. Allah aşkını yüreğinin merkezine yerleştiren Mevlana, varlığa da Allah’ın mahlûku olması açısından hikmetle bakmıştır. Her şeyi muhabbet penceresinden seyretmiştir O…Onu anlamak için bu açıdan bakmak gerekir öncelikle…
Aşktan mahrum gönülleri virane olarak görmüştür Mevlana… Aşkı her şeyin ön şartı olarak kabul etmiştir. Aşka gönül alfabesinin ‘elif’i gözüyle bakmıştır. Her beytine aşkın ruhaniyetini sindirmiştir. Bir beytinde “Aşkı olmayan kişi, ne de zevksizdir ya; bir sevgilisi olmayan kişi, ne de ölüdür ya. Aşktan diri olmak gerek, ölüde iş yok. Diri kimdir, bilir misin? Aşktan doğan kişi. Aşkın eteğine yapış, onun eteği keremdir, ihsandır; ondan başka kimsecikler kurtaramaz seni yabancılıktan. Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir; sen gel de miraç hakikatini aşığın yüzünden oku.” diyor, Hz. Mevlana…
O, aşksız yaşamanın aşsız yaşamaktan daha beter olduğuna inanıyordu. Kendisini doğumunun 800. yılında rahmet ve minnetle anıyoruz. İyi ki doğmuşsun; hasta ruhlarımızın ilacı, hissiyatımızın serdarı, gönül çağlayanı Mevlana… Senin manevi ikliminde ve ‘Mesnevi’ ağacının dalları altında gölgelenenlere ne mutlu… İyi ki varsın postnişinim, sevgi ırmağım… Asırlardan beri viran gönüllerimizi mamur eyledin. Doğum günün kutlu olsun…
Milletleri ayakta tutan asli unsurlar, asırlarca yaşattıkları değerleri ve değerlileridir. Türk milleti de bu değerleri ve değerlileri sayesinde bu günlere gelmiştir. Bütün şer güçlerin saldırılarına rağmen onların manevi tasarruflarıyla hâlâ dimdik ayaktayız. Onlara sarıldıkça ve yollarından gittikçe hakikate erişiriz. Buna inanmalı ve öylece yaşamalıyız.
Müslüman Türk milletinin manevi dinamiklerinin başında Mevlana Celaleddin Rumî gelmektedir. O, 13. asırdan günümüze akan bereketli bir manevi çağlayandır. Onun duru sularında ruhumuzu yıkadıkça kötülüklerden arınırız. Mevlana’nın Mesnevi’sinden ilham alanlar ve onun çizdiği yolda yürüyenler asla sapık kollara sapmazlar. İslam akidelerini hayatlarının temel ilkeleri bilip hayatlarını onların etrafında şekillendirirler.
Mesnevi’sini Farsça yazmış olsa da Mevlana bizden biridir. Dine sevgi, hoşgörü, akıl ve mantık çerçevesinde bakanlar, onu sevmiş ve benimsemiştir. Mevlana’yı çok seven ve onu kendine yakın bulan kişilerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk’le Mevlana arasında yedi asır gibi uzun bir zaman farkı olsa da bu iki ulu şahsiyetin hayata hoşgörü ve sevgi penceresinden bakmaları bu iki büyük insanı birbirine yakınlaştırmıştır. Atatürk, ömrü boyunca Mevlana’nın fikirlerinden çok etkilenmiş, onun manevi şahsiyetine büyük bir tazim ve itibar göstermiştir.
Atatürk, Konya’daki Mevlana Dergâhı ve türbesini, Konya’ya ilk gelişi olan 3 Ağustos 1920 günü ziyaret etmiş ve bu ziyaretten pek etkilenmişti. Daha sonraki gelişlerinde Mevlana Türbesini ziyaret etmeden Konya’dan ayrılmamıştır. 3 Nisan 1922 günü gerçekleştirdiği ziyaretlerinde, kendisi için açılan Sema meydanında hazır bulunmuş, 22 Mart 1923 günü yaptığı ziyarette postnişin Abdülhalim Çelebi’nin davetlisi olarak dergâhta yemek yemiş, Hz. Mevlana’nın büyüklüğü üzerine takdir ve hayranlık dolu sözler söylemiştir.
Yakın tarihle ilgilenenlerin belirttiğine göre Atatürk ömrü boyunca Konya’ya dokuz kere gelmiş, her gelişinde de Mevlana Türbesi’ni ziyaret etmiştir. Onun türbesini ziyaret etmeden şehirden ayrılmayı bir eksiklik saymıştır. O, Mevlana’nın türbesinden büyük bir manevi huzurla ayrılırdı. Atatürk’ün şu sözleri onun Mevlana’ya bakışını özetlemektedir:
“Ne zaman bu şehre(Konya’ya) gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz. Mevlana düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçidir.”
“Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatördür. Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve tatbik etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama hareketidir.
Hz. Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevk etmiştir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşturan, erimiş kar suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek, ayakta ve hareket ederek Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir.”
Atatürk’ün dine ve inançlara bakışı her zaman saygı çerçevesinde olmuştur. O, Müslüman Türk milletinin bir ferdi olmakla daima iftihar etmiştir. Dini değerleri hep önemsemiştir. Atatürk, tekke ve zaviyelerin görevlerini tamamlaması ve dolayısıyla kapatılması yönünde çıkan kanun sırasında Hz. Mevlana’nın türbesini müze haline dönüştürerek tüm insanlık âlemine açık halde kalmasını sağlamıştır. Burayı kapatmayı aklının ucundan bile geçirmemiştir. Bu onun dini değerlere saygısını ve Mevlana Celaleddin Rumî’ye duyduğu sevgisini göstermesi açısından dikkate değer bir davranıştır.
Atatürk her fırsatta Mevlana’nın Mesnevi’sini okumuş, ondan süzülen rahmet damlalarından istifade etmiştir. İslamiyet’e Mevlana’nın sevgi ve hoşgörü penceresinden bakmayı ilke edinmiştir. Her ikisini de rahmet ve minnetle anıyoruz.
İsmi duyulduğu vakit, her türden inanışa sahip olan insanların saygı ile andığı, ama her nedense, inanış ve itikâdını bilmeden (!) eleştirip, sırt çevirdiğimiz yüce alim ve evliya...
Bak... Bil ki domuzların önüne inciler serilmez Mücevherlerden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir camda Sana bakan bir kör ise sakın kendini camdan sanma
Görüşleri, eserleri, hayatı, metodları her zaman anlatılan her zaman söylenilen ama ne hikmetse islam alimi denilmekten kaçınılan! ! ! eşsiz insan... Nedendir bilinmez artık bizim mevlanamızı bir filozof yapıp kenara koyabilecek kadar cahil insanlarımızda var, yok değil....Mevlana hazretleri bir felsefeci değil...o gerçeklerle yoğrulan bir insan, teorilerle değil....
*eşekten şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
*kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
*dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
*birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
*birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. suyu başına döksen, başı kırılmaz. toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
*kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
*bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
*altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra….
bir gün ortaokul hocalarımdan bir tanesini cuma namazında gördüm ben üst kattaydım ve o da alt katta en ön safta önünde bir vantilatör vardı 180 derecelik açıyla üflüyordu etrafına bir ara baktım kafasını hafif sağa yatırmış vantilatörü seyrediyordu ve ağlıyordu.. küçüktüm bir anlam veremedim daha sonraları onunla konuşma fırsatı buldum o ağlayışı sormak istediğim halde bir türlü soramadım ne zamanki mesneviden bir kaç yaprak okudum işte o zaman dank etti benim kafamda birşeyler... sağa sola dönerek hafifçe üfleyen bir vantilatör ve önünde diz çöküp ağlayan bir adam..
Sevilen her sey güzeldir; fakat aksine her güzel olanin sevimli olmasi gerekmez. Güzellik, sevimliligin bir parçasidir; sevimli olmaktir temel olan. Sevimlilik oldu mu, elbette güzellikte olur; bir seyin parçasi tümünden ayrilamaz; onunla beraberdir, birdir.
Mecnun' un zamaninda Leyla'dan daha güzel olanlar vardi; fakat Mecnun' un sevgilisi degildi onlar. Mecnun'a, Leyla'dan daha güzel olanlar var, onlari getirelim dediler. Dedi ki: - Leyla'nin seklini sevmiyorum ki ben; Leyla bir sekil degil; elimde bir kadehe benzer Leyla. Ben o kadehle sarap içerim. Su halde ben içip durdugum o saraba asigim. Siz kadehi görüyorsunuz, saraptan haberiniz bile yok. Bana altinlarla bezenmis, mücevherlerle süslenmis kadeh sunsalar, fakat içinde sirke olsa, yahut saraptan baska bir sey bulunsa ne isim var o kadehle benim? Içinde sarap olan eski, kirik bir kadeh o kadehten, hatta o kadeh gibi yüzlerce kadehten daha iyidir bence; fakat kadehi saraptan ayirt edebilmek için bir ask, bir sevk gerek. Hani aç, on gün bir sey yememis biriyle günde bes kere yemek yemis bir tok...Ikisi de ekmege bakar ama tok, ekmegin seklini görür; açsa ekmegi degil, cani görür; can görünür ona ekmek. Çünkü ekmek kadehe benzer, tadiysa içindeki saraptir sanki; o sarap ancak istah özleyis gözüyle görülebilir. Simdi istahlan, özle de sekli görme, varlik aleminde, her yerde sevgiliyi gör. Su halkin sekli, kadehlere benzer; su bilgiler, hünerler, sanatlarda kadehte ki nakislardir. Görmez misin, kadeh kirildi mi, nakislar kalmaz. Su halde is, kalip kadehlerindeki sarapta, o sarabi içen ve gören kiside.
vurulmuş dudaklarının denizine bütün sedefler bütün inciler saçılmış dudaklarının ayaklarına canım dil yolundan dudağıma geldi dayandı eğer ki yol verirsen-vay bana-vay dudaklarına
Ok Gibi doğru olsam, yay ile atarlar beni, Yay gibi eğri olsam; elde tutarlar beni, Eğride aç görmedim; doğruda tok, Eğri yay elde kalır; menzil alır doğru ok...
(Hz. Mevlana)
Saygımla...
.:: Gidilmesi zor yerler var; Gidilmesi gereken::.
Büyük İslam mütefekkiri Mevlana Hazretleri'nin, kendisi fizikle hiç iştigal etmemesine rağmen, kalp gözü ile alemi seyreden bir mutavassıf olarak, yıllar önce bize atom parçacıklarının varlığını ve atomun parçalanabileceğini: 'Bir zerreyi kesersen, içinde bir güneş Ve güneş etrafında dönen gezegenler bulursun şeklinde sembolik ifadelerle haber verdiğini.
... O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Bir aşkı başka aşk söndürebilir. Aşkta ne yükseklik, ne alçaklık, ne de akıllılık ve akılsızlık vardır. Hafızlık, şeyhlik, müritlik yoktur. Sadece kepazelik, aşağılık ve rintlik vardır. İnsanın toprağını aşk şebnemi ile yoğurdukları için alemde yüzlerce fitne ve kargaşalık peyda olur. Aşkın yüzlerce neşteri, ruhun damarlarına sokuldu ve oradan gönül adı verilen bir damla aldı... Aşk öyle engin bir denizdir ki, ne kenarı vardır, ne de ucu bucağı.' MEVLANA
al bak bakalım aşk ne hallere düşürmüş bu adamları HULULİYYE
Bir başka sapık sofi mezhebidir. Bu inanca sahip olanlar raksı, türküyü, tüyü bitmemiş genç delikanlıya bakmayı mübah sayarlar ve Allah'ın sıfatlarından bir sıfat bu gence hulul etmiştir, girmiştir deyip biz onu seviyoruz ve bu sıfattan dolayı onu öpüyoruz, iddiasında bulunurlar. 281-
Hululiler, Allahu Teala (cc) 'nın zatının insanlara hulul ettiğini ileri sürerler. Hululiler, on fırka halindedirler. Bunların tümü de İslam Devletinin hakimiyeti döneminde ortaya çıkmışlardır. Tümünün amacı yaratıcının tek olduğu inancını bozmaktır. 282-
' Allah'ın bazı sıfatları bize hulul eder, bu hal içinde iken öpüşmek ve sarmaş dolaş olmak caizdir, diyen mutasavviflar zümresi..
Hululiye ve benzeri sapık düşünce sahipleri Allah'ın yeryüzünde olduğunu iddia etmişlerdir. Böyle bir iddiada bulunmak Allahü Teala (cc) 'ya eksiklik atfetmek olduğundan insanı sapıklığa ve küfre götürür.'
'Güzel kadına ve sevimli oğlana bakmak helâldir. Çünku bu, insanın kadim (köklü) halidir ve güzellere bakarak sevinç ve neşe içinde oynamak hali, Allah'ın sıfatlarından biridir ki, bize gelmiştir, derler. Canımız, bedenimiz hepsi onundur, der ve birbirlerine sarılıp öpüşürler ve halka olup oynar, tepinirler. Bunlar da sapıktır.' 283-
'Çalgı çalmak ve oynamak helâldir. Bunların bu çalgı ve oyun anında kendimizden geçip bize, şeyhimizden bir halet gelir demeleri sapıklıktır.' (Bunlara 'Haliyye' de denir.) 284 'Hulûl felsefesi, yani Allah insanlara hulûl eder. Bu Hristiyanlıktan gelme bir inançtır. Çünkü, Hıristiyanlık'ta biliyorsunuz, apoklif Hristiyan mezheplerde diyorlar ki, özellikle Nasurîler diyorlar ki, 'Hazreti İsa bir beşer olarak dünyaya geldi, fakat sonra Cenabı Allah Hazreti İsa'ya hulûl etti ve Hazreti İsa'nın şahsiyeti ilâh oldu, Allah oluverdi.' Böyle bir mezhep var. İşte bu anlayışın İslâm dünyasındaki uzantısı da Hulûliyecilerdir.' (M.Bayram)
Gene gel! Gene gel! Her ne isen gene gel! Kafir sen,ateşe tapıyorsan,puta tapıyorsanda,gene gel! Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değil.Yüz kere tevebeni bozsanda gene gel! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Hz.Mevlana
Bu sözle tüm dünya insanlarını kucaklamıştır! ...
MEVLANA’NIN GÖNÜL ÇAĞLAYANI
M.NİHAT MALKOÇ
Bazı şahsiyetler vardır ki fikri ne olursa olsun bütün kesimlerin ortak hafızası olurlar. Herkes onların yazdıklarında birleşir. Bunlar toplumun asgari müşterekleri konumundadırlar. Onlar bu haliyle toplumun denge unsurudurlar. Kavgalar ve sıcak tartışmalar bu büyük şahsiyetlerin buz dağlarına çarparak bertaraf edilir. Bu yüce ruhlar her dönemdeki zehirlere karşı panzehir vazifesi görürler. Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli, Hoca Ahmet Yesevi ve Mevlana Celaleddin Rumî bunlardan sadece birkaçıdır.
Ruhlarımızdaki manevi kirleri silip gönüllerimizin pasını zımparalayan muhabbet erlerinden birisi de bundan 800 yıl evvel dünyaya gelen Mevlana’dır. O, yediden yetmişe kadar Türk milletinin kucakladığı ve benimsediği bir aşk kahramanıdır. Onun kitabında sevgi ve hoşgörü kavramları altın yaldızlı harflerle yazılmıştır.
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Bu yıl onun doğumunun 800. yıldönümünü büyük bir coşkuyla kutluyoruz. İyi ki doğmuş ve yazdıklarıyla bize hayat vermiş… Onun olmadığı bir dünya ne kadar eksik olurdu. Mevlana’nın Mesnevi’sinin olmadığı bir kütüphane ne kadar da boş kalırdı. Onunla cilalanmayan yürekler bir harabeden farksız olurdu.
Onun 26 bin beyitten meydana gelen Mesnevi’si bir birlik dükkânıdır. Fitne ve fesadı yok eden manevi dermanların toplandığı eczanedir. Bunu “Mesnevi’miz, birlik dükkânıdır; birden başka ne belirirse puttur.” diyerek vurgulamıştır. Bu dükkânın vitrinlerinde aşk, sevgi, hoşgörü, vefa, ilim ve muhabbet sergilenir. Bunların alıcıları aynı zamanda satıcılarıdır.
Gönül adamları ölümden korkmazlar. Çünkü onlara göre gerçek anlamda ölüm yoktur. Ölüm gurbetten asli vatana göçüştür. Mevlana da bu anlayıştan yola çıkarak ölümü bir vuslat olarak görmüştür. Kulun Allah’ına ulaştığı sevimli bir an olarak nitelendirmiştir. Onun içindir ki ölümü olgunlukla ve büyük bir ruh genişliği içerisinde karşılamıştır.
Mevlana, ölüm vaktine ‘şeb-i arus’(düğün gecesi) demiştir. O, kabri temsili bir mekân olarak kabul etmiştir. Onun içindir ki “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir” diyerek ölümsüzlüğün imanlı gönüllere girerek sağlanabileceği hakikatini teslim etmiştir. Gerçekten de dediği gibi kendisi imanlı gönüllerde yaşayarak bugünlere kadar ulaşabilmiştir. Sesinin yankısı yedi asır sonrasında duyulabilmiştir.
Mevlana sevgi ve hoşgörü anahtarının bütün kapıları açabileceğine yürekten inanmıştır. Bunun canlı örneklerini bizzat yaşayarak müşahede etmiştir. Bununla ilgili olarak söylediği şu güzel sözler sevgi tılsımının gücünü ortaya koymaktadır: “Sevgiden acılıklar tatlılaşır. Sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.”
Aşk adamıdır Mevlana… Fakat Mevlana’nın aşkını beşeri aşklarla karıştırmayalım sakın... O, bütün aşkların ilahi aşktan neşet ettiğine inanan ve eşyaya o gözle bakan engin ruhlu bir gönül eridir. Allah aşkını yüreğinin merkezine yerleştiren Mevlana, varlığa da Allah’ın mahlûku olması açısından hikmetle bakmıştır. Her şeyi muhabbet penceresinden seyretmiştir O…Onu anlamak için bu açıdan bakmak gerekir öncelikle…
Aşktan mahrum gönülleri virane olarak görmüştür Mevlana… Aşkı her şeyin ön şartı olarak kabul etmiştir. Aşka gönül alfabesinin ‘elif’i gözüyle bakmıştır. Her beytine aşkın ruhaniyetini sindirmiştir. Bir beytinde “Aşkı olmayan kişi, ne de zevksizdir ya; bir sevgilisi olmayan kişi, ne de ölüdür ya. Aşktan diri olmak gerek, ölüde iş yok. Diri kimdir, bilir misin? Aşktan doğan kişi. Aşkın eteğine yapış, onun eteği keremdir, ihsandır; ondan başka kimsecikler kurtaramaz seni yabancılıktan. Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir; sen gel de miraç hakikatini aşığın yüzünden oku.” diyor, Hz. Mevlana…
O, aşksız yaşamanın aşsız yaşamaktan daha beter olduğuna inanıyordu. Kendisini doğumunun 800. yılında rahmet ve minnetle anıyoruz. İyi ki doğmuşsun; hasta ruhlarımızın ilacı, hissiyatımızın serdarı, gönül çağlayanı Mevlana… Senin manevi ikliminde ve ‘Mesnevi’ ağacının dalları altında gölgelenenlere ne mutlu… İyi ki varsın postnişinim, sevgi ırmağım… Asırlardan beri viran gönüllerimizi mamur eyledin. Doğum günün kutlu olsun…
ATATÜRK’ÜN MEVLANA SEVGİSİ
M.NİHAT MALKOÇ
Milletleri ayakta tutan asli unsurlar, asırlarca yaşattıkları değerleri ve değerlileridir. Türk milleti de bu değerleri ve değerlileri sayesinde bu günlere gelmiştir. Bütün şer güçlerin saldırılarına rağmen onların manevi tasarruflarıyla hâlâ dimdik ayaktayız. Onlara sarıldıkça ve yollarından gittikçe hakikate erişiriz. Buna inanmalı ve öylece yaşamalıyız.
Müslüman Türk milletinin manevi dinamiklerinin başında Mevlana Celaleddin Rumî gelmektedir. O, 13. asırdan günümüze akan bereketli bir manevi çağlayandır. Onun duru sularında ruhumuzu yıkadıkça kötülüklerden arınırız. Mevlana’nın Mesnevi’sinden ilham alanlar ve onun çizdiği yolda yürüyenler asla sapık kollara sapmazlar. İslam akidelerini hayatlarının temel ilkeleri bilip hayatlarını onların etrafında şekillendirirler.
Mesnevi’sini Farsça yazmış olsa da Mevlana bizden biridir. Dine sevgi, hoşgörü, akıl ve mantık çerçevesinde bakanlar, onu sevmiş ve benimsemiştir. Mevlana’yı çok seven ve onu kendine yakın bulan kişilerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk’le Mevlana arasında yedi asır gibi uzun bir zaman farkı olsa da bu iki ulu şahsiyetin hayata hoşgörü ve sevgi penceresinden bakmaları bu iki büyük insanı birbirine yakınlaştırmıştır. Atatürk, ömrü boyunca Mevlana’nın fikirlerinden çok etkilenmiş, onun manevi şahsiyetine büyük bir tazim ve itibar göstermiştir.
Atatürk, Konya’daki Mevlana Dergâhı ve türbesini, Konya’ya ilk gelişi olan 3 Ağustos 1920 günü ziyaret etmiş ve bu ziyaretten pek etkilenmişti. Daha sonraki gelişlerinde Mevlana Türbesini ziyaret etmeden Konya’dan ayrılmamıştır. 3 Nisan 1922 günü gerçekleştirdiği ziyaretlerinde, kendisi için açılan Sema meydanında hazır bulunmuş, 22 Mart 1923 günü yaptığı ziyarette postnişin Abdülhalim Çelebi’nin davetlisi olarak dergâhta yemek yemiş, Hz. Mevlana’nın büyüklüğü üzerine takdir ve hayranlık dolu sözler söylemiştir.
Yakın tarihle ilgilenenlerin belirttiğine göre Atatürk ömrü boyunca Konya’ya dokuz kere gelmiş, her gelişinde de Mevlana Türbesi’ni ziyaret etmiştir. Onun türbesini ziyaret etmeden şehirden ayrılmayı bir eksiklik saymıştır. O, Mevlana’nın türbesinden büyük bir manevi huzurla ayrılırdı. Atatürk’ün şu sözleri onun Mevlana’ya bakışını özetlemektedir:
“Ne zaman bu şehre(Konya’ya) gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz. Mevlana düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçidir.”
“Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatördür. Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve tatbik etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama hareketidir.
Hz. Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevk etmiştir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşturan, erimiş kar suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek, ayakta ve hareket ederek Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir.”
Atatürk’ün dine ve inançlara bakışı her zaman saygı çerçevesinde olmuştur. O, Müslüman Türk milletinin bir ferdi olmakla daima iftihar etmiştir. Dini değerleri hep önemsemiştir. Atatürk, tekke ve zaviyelerin görevlerini tamamlaması ve dolayısıyla kapatılması yönünde çıkan kanun sırasında Hz. Mevlana’nın türbesini müze haline dönüştürerek tüm insanlık âlemine açık halde kalmasını sağlamıştır. Burayı kapatmayı aklının ucundan bile geçirmemiştir. Bu onun dini değerlere saygısını ve Mevlana Celaleddin Rumî’ye duyduğu sevgisini göstermesi açısından dikkate değer bir davranıştır.
Atatürk her fırsatta Mevlana’nın Mesnevi’sini okumuş, ondan süzülen rahmet damlalarından istifade etmiştir. İslamiyet’e Mevlana’nın sevgi ve hoşgörü penceresinden bakmayı ilke edinmiştir. Her ikisini de rahmet ve minnetle anıyoruz.
...Sus yeter artık,
var git yokluğa haydi,
yoklukla yok ol.
Git, yokluklardan tanı
yokluktan var olanı.
Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.
( mevlana)
İsmi duyulduğu vakit, her türden inanışa sahip olan insanların saygı ile andığı, ama her nedense, inanış ve itikâdını bilmeden (!) eleştirip, sırt çevirdiğimiz yüce alim ve evliya...
Bak... Bil ki domuzların önüne inciler serilmez
Mücevherlerden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez
Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir camda
Sana bakan bir kör ise sakın kendini camdan sanma
MEVLANA
'Ya olduğun gibi görün,
Ya göründüğün gibi ol.'
Mevlana
Aslen Türkest egerçi Hindu guyem.
(Her ne kadar Farsça söylüyorsam da aslım Türk'tür.)
Bir adamın birçok hüner, fen, bilgi sahibi olduğuna bakma! Verdiği sözde duruyor mu? Vefâsı var
mı? Ası ona bak! Hakla ettiği sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa,
vefâlıysa onu istediğin kadar öv! Onun iyi vasıflarını bir bir say! O, senin övgünden, saydığın
meziyetlerden daha üstün bir kişidir.
aşk davaya benzer,cefa şahide...şahidin olmadan davayı kazanamazsınki..
mevlana celaleddini rumi hz.
ne olursan ol yine de gel
Ben sana geldim, Mevlana,
Sevdiğimi, umudumu, kaybettim.
Aşkımı, sevgimi kaybettim.
Acılar içinde geldim...
Görüşleri, eserleri, hayatı, metodları her zaman anlatılan her zaman söylenilen ama ne hikmetse islam alimi denilmekten kaçınılan! ! !
eşsiz insan... Nedendir bilinmez artık bizim mevlanamızı bir filozof yapıp kenara koyabilecek kadar cahil insanlarımızda var, yok değil....Mevlana hazretleri bir felsefeci değil...o gerçeklerle yoğrulan bir insan, teorilerle değil....
Sultan Veled'i babası
aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler..
mevlana
testide ne varsa, çatlaktan o sızar.
*eşekten şeker esirgenmez ama
eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
*kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. ama
bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
*dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.
selviyi hür bir halde yücelten,
kederi de sevinç haline sokabilir.
*birisi güzel bir söz söylüyorsa bu,
dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
*birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz.
suyu başına döksen, başı kırılmaz.
toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan,
toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
*kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana,
içinde inci vardır.
*bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de
bu yüzden kafes çeker onları ama
kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
*altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da
nedir bir sevgiye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra….
büyük düşünür..aynı topraklarda yaşadımdan gurur duyduğum insanlardan...şimdilerde öğütlerini uygulamasakta
Mevlana değilimki!
gel ne olursan gel
diyebileyim.........
sema; aşk ve cezbeye vesiledir...
belirli teknikleri vardır...
en âlâsını beytullahta müşahade edersiniz.. alem döner...herşey döner...zerreden kürreye...
bir gün ortaokul hocalarımdan bir tanesini cuma namazında gördüm
ben üst kattaydım ve o da alt katta
en ön safta
önünde bir vantilatör vardı
180 derecelik açıyla üflüyordu etrafına
bir ara baktım kafasını hafif sağa yatırmış vantilatörü seyrediyordu
ve ağlıyordu..
küçüktüm
bir anlam veremedim
daha sonraları onunla konuşma fırsatı buldum
o ağlayışı sormak istediğim halde bir türlü soramadım
ne zamanki mesneviden bir kaç yaprak okudum işte o zaman
dank etti benim kafamda birşeyler...
sağa sola dönerek hafifçe üfleyen bir vantilatör
ve önünde diz çöküp ağlayan bir adam..
Sevilen her sey güzeldir; fakat aksine her güzel olanin sevimli olmasi gerekmez. Güzellik, sevimliligin bir parçasidir; sevimli olmaktir temel olan. Sevimlilik oldu mu, elbette güzellikte olur; bir seyin parçasi tümünden ayrilamaz; onunla beraberdir, birdir.
Mecnun' un zamaninda Leyla'dan daha güzel olanlar vardi; fakat Mecnun' un sevgilisi degildi onlar. Mecnun'a, Leyla'dan daha güzel olanlar var, onlari getirelim dediler. Dedi ki:
- Leyla'nin seklini sevmiyorum ki ben; Leyla bir sekil degil; elimde bir kadehe benzer Leyla. Ben o kadehle sarap içerim. Su halde ben içip durdugum o saraba asigim. Siz kadehi görüyorsunuz, saraptan haberiniz bile yok. Bana altinlarla bezenmis, mücevherlerle süslenmis kadeh sunsalar, fakat içinde sirke olsa, yahut saraptan baska bir sey bulunsa ne isim var o kadehle benim? Içinde sarap olan eski, kirik bir kadeh o kadehten, hatta o kadeh gibi yüzlerce kadehten daha iyidir bence; fakat kadehi saraptan ayirt edebilmek için bir ask, bir sevk gerek. Hani aç, on gün bir sey yememis biriyle günde bes kere yemek yemis bir tok...Ikisi de ekmege bakar ama tok, ekmegin seklini görür; açsa ekmegi degil, cani görür; can görünür ona ekmek. Çünkü ekmek kadehe benzer, tadiysa içindeki saraptir sanki; o sarap ancak istah özleyis gözüyle görülebilir. Simdi istahlan, özle de sekli görme, varlik aleminde, her yerde sevgiliyi gör. Su halkin sekli, kadehlere benzer; su bilgiler, hünerler, sanatlarda kadehte ki nakislardir. Görmez misin, kadeh kirildi mi, nakislar kalmaz. Su halde is, kalip kadehlerindeki sarapta, o sarabi içen ve gören kiside.
*fîhi mâfih 'ten alıntıdır...
vurulmuş dudaklarının denizine bütün sedefler
bütün inciler saçılmış dudaklarının ayaklarına
canım dil yolundan dudağıma geldi dayandı
eğer ki yol verirsen-vay bana-vay dudaklarına
Ok Gibi doğru olsam, yay ile atarlar beni,
Yay gibi eğri olsam; elde tutarlar beni,
Eğride aç görmedim; doğruda tok,
Eğri yay elde kalır; menzil alır doğru ok...
(Hz. Mevlana)
Saygımla...
.:: Gidilmesi zor yerler var; Gidilmesi gereken::.
Büyük İslam mütefekkiri Mevlana Hazretleri'nin, kendisi fizikle hiç iştigal etmemesine rağmen, kalp gözü ile alemi seyreden bir mutavassıf olarak, yıllar önce bize atom parçacıklarının varlığını ve atomun parçalanabileceğini:
'Bir zerreyi kesersen, içinde bir güneş Ve güneş etrafında dönen gezegenler bulursun şeklinde sembolik ifadelerle haber verdiğini.
... O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu
ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.
(Bakara Suresi, 165)
Bir aşkı başka aşk söndürebilir. Aşkta ne yükseklik, ne alçaklık, ne de akıllılık ve akılsızlık vardır. Hafızlık, şeyhlik, müritlik yoktur. Sadece kepazelik, aşağılık ve rintlik vardır. İnsanın toprağını aşk şebnemi ile yoğurdukları için alemde yüzlerce fitne ve kargaşalık peyda olur. Aşkın yüzlerce neşteri, ruhun damarlarına sokuldu ve oradan gönül adı verilen bir damla aldı... Aşk öyle engin bir denizdir ki, ne kenarı vardır, ne de ucu bucağı.'
MEVLANA
Gerçek insan... vesselam...
İŞTE MEVLANACILAR
al bak bakalım aşk ne hallere düşürmüş bu adamları
HULULİYYE
Bir başka sapık sofi mezhebidir. Bu inanca sahip olanlar raksı, türküyü, tüyü bitmemiş genç delikanlıya bakmayı mübah sayarlar ve Allah'ın sıfatlarından bir sıfat bu gence hulul etmiştir, girmiştir deyip biz onu seviyoruz ve bu sıfattan dolayı onu öpüyoruz, iddiasında bulunurlar. 281-
Hululiler, Allahu Teala (cc) 'nın zatının insanlara hulul ettiğini ileri sürerler. Hululiler, on fırka halindedirler. Bunların tümü de İslam Devletinin hakimiyeti döneminde ortaya çıkmışlardır. Tümünün amacı yaratıcının tek olduğu inancını bozmaktır. 282-
' Allah'ın bazı sıfatları bize hulul eder, bu hal içinde iken öpüşmek ve sarmaş dolaş olmak caizdir, diyen mutasavviflar zümresi..
Hululiye ve benzeri sapık düşünce sahipleri Allah'ın yeryüzünde olduğunu iddia etmişlerdir. Böyle bir iddiada bulunmak Allahü Teala (cc) 'ya eksiklik atfetmek olduğundan insanı sapıklığa ve küfre götürür.'
'Güzel kadına ve sevimli oğlana bakmak helâldir. Çünku bu, insanın kadim (köklü) halidir ve güzellere bakarak sevinç ve neşe içinde oynamak hali, Allah'ın sıfatlarından biridir ki, bize gelmiştir, derler. Canımız, bedenimiz hepsi onundur, der ve birbirlerine sarılıp öpüşürler ve halka olup oynar, tepinirler. Bunlar da sapıktır.' 283-
'Çalgı çalmak ve oynamak helâldir. Bunların bu çalgı ve oyun anında kendimizden geçip bize, şeyhimizden bir halet gelir demeleri sapıklıktır.' (Bunlara 'Haliyye' de denir.) 284 'Hulûl felsefesi, yani Allah insanlara hulûl eder. Bu Hristiyanlıktan gelme bir inançtır. Çünkü, Hıristiyanlık'ta biliyorsunuz, apoklif Hristiyan mezheplerde diyorlar ki, özellikle Nasurîler diyorlar ki, 'Hazreti İsa bir beşer olarak dünyaya geldi, fakat sonra Cenabı Allah Hazreti İsa'ya hulûl etti ve Hazreti İsa'nın şahsiyeti ilâh oldu, Allah oluverdi.' Böyle bir mezhep var. İşte bu anlayışın İslâm dünyasındaki uzantısı da Hulûliyecilerdir.' (M.Bayram)
mevlana ve benzerlerinin mezhebi