Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması. Ne kötüdür zamanın bir an kadar yakın, Bir asır kadar uzak olması. Ve bilir misin? Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması. “Ben”, deyip susması… “Sen”. deyip ağlamaklı olması…
Mevlasına dönen adama ney çalıp dönen adam dediler üstüne tarikat cübbesi giydirip def çalar dediler madem bu saygın zat-ı muhterem def çaldıysa mesneviyi ne ara yazabildi? Hiç düşündünüz mü? Demek ki işler öyle sanıldığı gibi değilmiş. İnsan bir adama bakar bir işine. Hiç ney çalıp dönen adamın bu kadar güzel beyitleri olabilir mi? Bir de tasavvuf terbiyesini kula rabıta yapmak olarak görenler var lakin kul kula gönül bağı ile bağlansa da Kabe'ye dönüp Allah'tan başkasını düşünmek kimin ne haddine eğer Kabe'ye dönüyorsan Allah ile rabıtalı olacaksın. Yani demem o ki iki tür rabıta vardır ki biri alim insanlarla beraber olmak, onları dinlemek ve feyz almak ve gönül bağı kurmak bir de Allah ile rabıta vardır ki en has örneği namazdır. Diğeri ise Allah zikri ile kalbi mutmain kılmaktır bu da ancak gönül ile yapılır ele tesbih alıp sayılarak değil Allah'ın sayısız Hamd-ü Sena'ya layık olduğunu bilerek rabıta yapmaktır. Son rabıta şekli ise tövbe istiğfar rabıtasıdır ki kulun sessizce günahlarını tefekkür edip Rabbi'ne el açmasıdır ki bunun en güzel şekli Kıble'ye dönmekle olur. İşte o an kul Rab'binin bağışlayıcılığını, adaletini ve tek af ve tövbe makamı olduğunun bilincine varır. Yardımda af ve mağfirette kula o zaman yakin olur yoksa tövbe edip günaha geri dönmekle ve ısrarla günah işlemekle Allah ile asıl rabıta kurulmuş olmaz. Bir de Kadir gecesi ibadet etmek önemlidir ki sanmayın o gecenin bir tarihi var son on gününde aranır ve işte o on günü gece ibadetleri ile süsleye bilirseniz kim bilir belki o gece Allah'ta kadrini bildiğiniz için sizin kadrinizi bilir de Allah'a kesin dönüş yapmış ihlaslı kullarından olursunuz. Zira kadir gecesinde dünyalık yerine ahiret yurdunu dilerseniz kim bilir bir de bakmışsınız ki Cebrail kanadının birini üzerinize indirmiş oluverir. Hayat fani ahiret ise bakidir. Ceset ölür ruh ölmez hesap vardır İslam'ı yaşamadan olmaz. Namazın ve orucun süsü ile süslenmek ne de güzeldir. Lakin namaz deyince bir Maun süresine bakın derim zira Allah malı yığmacasına severek namaz kılanların namazlarının boşuna olduğunu ve cehennemden kurtuluşa vesile olmadığını açıkça beyan ediyor. Demek ki infak etmek şart yani Allah yolunda olabildiğince çoğunu sarf edebilmek ki bu bizim peygamberimizin en güzel huylarından biriydi hatta bir gün evinde fazladan altın kesesi olduğunu hatırlayınca cemaatten hızlıca ayrılmış ve o kesede ki tüm altınları infak etmişti. Peki ya bizler hristiyanların pazarları kiliseye gitmesi ile bizim sadece cuma günleri camiye koşmamız arasında ne fark var? Biz kutlu doğum haftasında inanın hristiyanların yılbaşında ki kadar bile sevinemiyoruz yahut umursamayarak ibadete bile çekilemiyoruz. Demek ki bize lazım olan önce Allah'ın yüce kelamı sonra sahih hadis-i şerifler. Peki hangi hadisler sahihtir? Kuran-ı Kerim ile örtüşen zıt olmayan hadisler. Mesela insan akli yönden kanın insana haram olduğunu necis olduğunu bildiği halde Kuran'da da habis ve haram olduğu geçmektedir. Ona rağmen bazılarımız hala sahabelerin haşa Subhanallah efendimizin hacamat kanını içtiğini söyleyerek hem o nadide insanlara hemde peygamberimize iftira atmaktadırlar. Zaten ne olduysa Muaviye'den sonra oldu fitne sokmak isteyenlerin yüzlerce hadis uydurduğu büyük bir gerçektir. Maalesef bu yanlışa kendini dindar gören biz Türk müslümanlarda iştirak ettik. Peki hadislerin çoğu gerçekse neden insanları İslam'a sevk edemiyor demek ki uydurma sahih hadis Kuran'a ters düşmez düşerse de sahih olmaz. Salih insanları ibadetten men eden bu kör anlayış yüzünden bir çok insanın da dinimizden soğuduğu bir gerçektir. Oysa ki dinimiz bir alıştırma bir pekiştirme bir zamana uyarlama ve sebeplere dayalı bir dindir ve İslam'ın kelime anlamı teslim olmaktır. Faizi caiz gören bir anlayışa ters olan dinimizden ne kadar da uzağız... Allah bize hidayet etsin...
Tasavvuf deryasına dalmış bir Hak âşığıdır. İlmi, teşbihleri, sözleri ve nasihatleri bu deryadan saçılan hikmet damlalarıdır. O, bir tarikat kurucusu değildir. Yeni usûller ve ibadet şekilleri ihdâs etmemiştir. Ney, dümbelek, tambur gibi çeşitli çalgı âletleri çalınarak yapılan törenler ve âyinler, Hazret-i Mevlana’nın vefatından 3-4 asır sonra meydana çıkmıştır. Halbuki o, ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları sonra gelenler uydurdu. 47 binden ziyade beytiyle dünyaya nûr saçan Mesnevî’sine, her ülkede, birçok dillerde şerhler yapılmıştır. En kıymetlisi Mevlana Câmi’nin kitabı olup, bunun da şerhleri vardır. Türkçe şerhlerinden, Ankara vâlisi Âbidin Paşanın şerhi çok kıymetlidir. Âbidin Paşa bu şerhinde, ney’in, insan-ı kâmil olduğunu ispat etmektedir.
Mevlevîlik, cahillerin eline düştüğünden, bunlar ney’i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dönmeye başlamışlar. İbadete, İslam dininin yasak ettiği çirkin şeyler karıştırmışlardır. Hazret-i Mevlana, bırakın ney çalmayı, oynayıp dönmeyi, yüksek sesle zikir bile yapmadı. Nitekim Mesnevî’sinde diyor ki: Pes zî cân kün, vasl-ı Canan-râ taleb Bî leb-ü gâm mîgû nâm-ı rab.
Manası şudur: O halde, Canana kavuşmayı, cân-u gönülden iste Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini kalbinden söyle.
Bugün, bu tasavvuf üstadının türbesine sonradan konan çalgı âletlerini görenler, işin gerçeğini bilmeyenler, bu mübarek zatın çalgı çaldığını, bu aletlerin onun olduğunu zannetmektedirler. O hakikat güneşini yakından tanıyanlar, bunlara elbette itibar etmez. Zaten bu büyükler, şüpheli şeylerden kaçtıkları gibi, mubahları bile sınırlı ve ölçülü kullanmışlardır.
BU DÜKKAN ÖYLE BİR DÜKKANDIR Kİ BU DÜKKANDA TAHTA GÖRÜRSEN BİLKİ KALIPTIR DEMİR GÖRÜRSEN METREDİR arabın birinin bi bakkal dükkanı var.ve bakkal dükkanında insanlarla konuşabilen onları gülümseten ve insanları konuşmasıyla şaşırtan bi tuti kuşu var. bi gün bakkal aceleyle eve gider tuti yanlız kalır bu esnada dükkana kedi girer tuti korkar. pırlar ve yukarıda ki gül yağı şişelerinin oraya konmak isterken gül yağı şişesini devirir. arap dükkana gelip koltuğuna oturduğunda kıçı başı yağ olur. yukarıya baktığında tuti yi görür sen döktün değil mi der ve tuti yi yakaladığı gibi. tuti nin kafasındaki bütün tüyleri tek tek yolar. tuti nin canı çok yanmıştır o günden sonra bi daha konuşmaz. gelen müştErilere laf atmaz. gün boyu somurtur. bir iki derken dükkandan müşteriler eksilmeye başladığında arap bakkal yaptığı hatanın farkına varır ah benim hikmet güneşim ben ne büyük hata yaptım der ve tuti yi konuşturmak gönlünü almak için tuti nin en sevdiği çerezlerden alır fındık fıstık antep fıstığı ama tuti bi türlü konuşmaz. bi gün tuti gene miskin miskin somurtarak dışarıya bakar birden kapının önünden kafası kel cascavlak biri gelir tuti bir den gülmeye başlar ve sende gül yağı şişesini döktün senin de kafandaki tüyleri yoldular der ve konuşmaya başlar. tuti kendi başına gelenle kel adamın arasında benzerlik kurmuştur. bi şeyin algılanması bi benzerliğin bulgulanması ile olur.
MECAZ METEFOR YADA BENZETME NEDİR: Bir kavramı ne zaman başka bir şeye benzeterek anlatmaya kalkarsak metefor kullanıyoruz demektir.aslında iki şeyin birbirine benzerliği pek az ola bilir. birini çok iyi biliyor olmak ikincisini daha iyi anlama olanağı getirir. metaforlar semboldür ve sembollerin duygusal yoğunluğu normal kelimelerden fazladır. kelimelerin kaldıracı da diye biliriz. örneğin elektirikle ilgili bi şeyler anlatırken onu zaten bildiğiniz tanıdığınız bir şeye benzeterek anlatırsam örneğin hiç borunun içinden akan su gördünüz mü desem hemen evet dersiniz o zaman ben ya borunun içinden geçen suyu yavaşlatabilen ve hızını ayarlayabilen bi kapakçık olsaydı.işte o kapakçığa rezitans denir desem işte o zaman rezitansın ne işe yaradığını daha iyi anlarmıydınız. tabi anlardınız. bi anda bilirdiniz.çünkü o yeni kavramı bildiğiniz bi şeye benzeterek anlattım.(anthony robbins)
hz. hızır dendiğinde aklımıza sıkıştığımız anlarda yardıma koşan ak sakalı ihtiyar geliyor.birbirimize aksakalı yardıma gelen ihtiyar hikayeleri anlatıp duruyoruz. ilahi bilgileri belletebilmek kuşaklara aktarabilmek için velilerimizin kullandığı mecazların içinde boğulmuş önümüzü aydınlatacak benzetmeler mecazlar karanlığımız olmuş yolumuzu kaybetmişiz cehaletin karanlığına gömülmüşük .
MESNEVİ’DE Hz. HIZIR Hz. Mevlana, El-Kehf suresinin 60 ile82. ayetleri Hz. Musa ile Hz. Hızır arasında geçen kıssayı şöyle te’vil eder.“İki deniz can ve beden denizleridir. Bu iki denizin kavuştuğu yer insanın varlığıdır. Balık hayattır. Denize atlaması, bedenin hayat bulması, canın bedenle görünmesidir.İzlerine basıp geri dönmeleri, yaratılışta ki temizliğe, fıtrata dönüştür. Bulduğu kul, yani Hızır, kutsi akıl dır.Ona Tanrı tarafından belletilen bilgi, vasıtasız olarak ilham edilen ilahi bilgidir. Binilen gemi, beden gemisidir. Geminin delinmesi, rıyazatla, ibadetle bedenin ve bedenle alakalı işlerin noksanlaşmasıdır.Öldürülen çocuk nefistir. Vardıkları köy bedene ait kuvvetlerdir. Hızır’ın düzelttiği duvar, tam inanç duvarıdır ki bu makam da can, “nefs-i Mutmainne” adını alır. Gemi sahibi olanlar, bedende ki hayvani kuvvetler ve zahiri duygulardır.Sağlam gemileri zapteden padişah “nefs-i emmare” dir.Öldürülen çocuğun temiz ve mü’min anası, babası can ve bedenin tabiatıdır. Duvarın altında ki define, marifet definesidir. Duvar bedendir. Define sahibi iki yetim, kutsi candan ayrılmış nazari ve ameli ve anlayış kaabiliyetidir.” Yine Mevlana “Sen baştan başa cansın, yahut zamanın Hızır’ı, yahut da Ab-ı Hayat. Onun içinde halktan gizlenmedesin.”der.Mevlana “Mesnevi”sinde devam eder “Hızır ve İlyas peygamberin hayatta bulunduğu, On ikinci İmam’la buluştuğu, Hz. Peygamberin Hakk’a yürümesinde, gelip Ehlibeyte başsağlığı dilediği, Hz. İmam Ali’nin de Hakka yürümesinde, evinin kapısına gelip ona selam vererek, Ehlibeyet’e taziyede bulunduğu, İlyas’la muayyen zaman da buluştuğu, acz içindekilere yardım ettiği, İmam Hüseyin’in şehadetin de onun, Medine de bir mersiye inşad ettiği, sesinin duyulduğu, imamlarla görüştüğü, Ehlibeyt imamlarından gelen rivayetlerdendir. Hızır ve İlyas nebi yüzü suyu hürmetine, Yüce Allah bize de imdat eyler facebook tan alıntıdır
"Aşkı kitaplardan öğrenemezsin, satırlara sığmayacak kadar bal kahrıdır o, gel anlatayım sana aşkı. Önce yak kitapları. Aşkı âşıklarda arama. Aşk, aşığın aynası değildir, bu nedenle körler çarşısında ayna satılmaz. Aşk kelime değil ki deftere kaydedesin, aşk paragrafları talan eder. Aşkın kitaba sığınmayışı bundandır. Kitap yorum işidir, aşk yorumlarda yormaz yolunu..."
hakikati fark edememiş ,olabildiğince abartılan kişi.bel altı hikayeleri sanki onu dahada çekici kılmış. mesneviyi tek cümleyle özetlersem : çok şey söylemek ama hiç bir şey anlatamamak.
Mevlana bir gün gene inziva'da imiş Bir sarhoş dayanmış dergahın kapısına, hayır duasını almaya geldim demiş Dergah öğrencileri ; git bre berduş bu halinle buraya giremezsin! Bağrışmayı duyan Celaleddin rumi, meseleyi anlayınca Öğrencilere demiş ki ; Bu adam, sarhoş kafayla bana geliyor! Siz onu hangi kafayla geri gönderiyorsunuz?
mevlana hakka o kadar aşıkki bu aşkı ona tattıran şemsi tebrizidir yani aşkı ararken allaha olan aşkını şemsin kendisinde bulur. mevlananın dediği gibi şebi aruz, yani kavuşmak aşkına kavuşmak yani yaradana varmak.
“Ey gün, uyan, zerreler dans ediyor. bütün evren dans ediyor, mutluluktan perişan olmuş ruhlar dans ediyor. kulağına danslarının onları nereye götürdüğünü söyleyeceğim, havadaki ve çöldeki bütün zerreler iyi bilin, onlar sanki deliler her bir zerre mutlu ya da mahzûn hakkında hiçbir şey söylenmeyen güneşe tutulurlar.”
Sevmem kendilerini. Anadolu Moğol istilasında iken dergahına dokunulmayan tek kişi. (İlhanlılar kötü değillerdi lakin işin için çaşıtlık olunca iş değişiyor) Yazdığı esere bugünlerde kutsaliyet izafe edildiği doğrudur halbuki sadece divandır, okuyan içinde nelerin nelerin olduğunu görür.
''İnsanlar arasında ayrım yapmak, Allah sevgisine uymaz.'' Mevlânâ
''Dünya geçicidir, aradığını 'geçmeyen dünya' da ara.'' Mevlânâ
''İnsanın değeri aradığı şeydir.'' Mevlânâ
Dört yanda pusuya yatanı gördüm, meyveyi çürüteni,
kökleri kurutanı gördüm, işe dönmeyen avare düşlerde,
düşten uzak kısırlaşan işlerde gördüm, onun için semaya
durdum, korkudan ürperen tende, damarları tıkayan kanda
gördüm, murada erenlerin halesiz suskunluğunda, murada
erememişlerin bozgununda gördüm, yaşlıların ıssız loş bakışında,
nehirlerin bozbulanık akışında gördüm, avcının okunu salmasında,
avın yıkılıp kalmasında gördüm, saltanatları bozup dağıtanı, ülkeleri
hallaç pamuğu gibi atanı gördüm, içerde pusuya yatanı gördüm,
Onun için semaya durdum.
Turan, Mistik
Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması.
Ne kötüdür zamanın bir an kadar yakın,
Bir asır kadar uzak olması.
Ve bilir misin?
Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması.
“Ben”, deyip susması…
“Sen”. deyip ağlamaklı olması…
La Tahzen Şiiri, Mevlâna Celâleddin
şafii mezhebiyim ve çok katiğim,dediğim dediktir.
Mevlasına dönen adama ney çalıp dönen adam dediler üstüne tarikat cübbesi giydirip def çalar dediler madem bu saygın zat-ı muhterem def çaldıysa mesneviyi ne ara yazabildi? Hiç düşündünüz mü? Demek ki işler öyle sanıldığı gibi değilmiş. İnsan bir adama bakar bir işine. Hiç ney çalıp dönen adamın bu kadar güzel beyitleri olabilir mi? Bir de tasavvuf terbiyesini kula rabıta yapmak olarak görenler var lakin kul kula gönül bağı ile bağlansa da Kabe'ye dönüp Allah'tan başkasını düşünmek kimin ne haddine eğer Kabe'ye dönüyorsan Allah ile rabıtalı olacaksın. Yani demem o ki iki tür rabıta vardır ki biri alim insanlarla beraber olmak, onları dinlemek ve feyz almak ve gönül bağı kurmak bir de Allah ile rabıta vardır ki en has örneği namazdır. Diğeri ise Allah zikri ile kalbi mutmain kılmaktır bu da ancak gönül ile yapılır ele tesbih alıp sayılarak değil Allah'ın sayısız Hamd-ü Sena'ya layık olduğunu bilerek rabıta yapmaktır. Son rabıta şekli ise tövbe istiğfar rabıtasıdır ki kulun sessizce günahlarını tefekkür edip Rabbi'ne el açmasıdır ki bunun en güzel şekli Kıble'ye dönmekle olur. İşte o an kul Rab'binin bağışlayıcılığını, adaletini ve tek af ve tövbe makamı olduğunun bilincine varır. Yardımda af ve mağfirette kula o zaman yakin olur yoksa tövbe edip günaha geri dönmekle ve ısrarla günah işlemekle Allah ile asıl rabıta kurulmuş olmaz. Bir de Kadir gecesi ibadet etmek önemlidir ki sanmayın o gecenin bir tarihi var son on gününde aranır ve işte o on günü gece ibadetleri ile süsleye bilirseniz kim bilir belki o gece Allah'ta kadrini bildiğiniz için sizin kadrinizi bilir de Allah'a kesin dönüş yapmış ihlaslı kullarından olursunuz. Zira kadir gecesinde dünyalık yerine ahiret yurdunu dilerseniz kim bilir bir de bakmışsınız ki Cebrail kanadının birini üzerinize indirmiş oluverir. Hayat fani ahiret ise bakidir. Ceset ölür ruh ölmez hesap vardır İslam'ı yaşamadan olmaz. Namazın ve orucun süsü ile süslenmek ne de güzeldir. Lakin namaz deyince bir Maun süresine bakın derim zira Allah malı yığmacasına severek namaz kılanların namazlarının boşuna olduğunu ve cehennemden kurtuluşa vesile olmadığını açıkça beyan ediyor. Demek ki infak etmek şart yani Allah yolunda olabildiğince çoğunu sarf edebilmek ki bu bizim peygamberimizin en güzel huylarından biriydi hatta bir gün evinde fazladan altın kesesi olduğunu hatırlayınca cemaatten hızlıca ayrılmış ve o kesede ki tüm altınları infak etmişti. Peki ya bizler hristiyanların pazarları kiliseye gitmesi ile bizim sadece cuma günleri camiye koşmamız arasında ne fark var? Biz kutlu doğum haftasında inanın hristiyanların yılbaşında ki kadar bile sevinemiyoruz yahut umursamayarak ibadete bile çekilemiyoruz. Demek ki bize lazım olan önce Allah'ın yüce kelamı sonra sahih hadis-i şerifler. Peki hangi hadisler sahihtir? Kuran-ı Kerim ile örtüşen zıt olmayan hadisler. Mesela insan akli yönden kanın insana haram olduğunu necis olduğunu bildiği halde Kuran'da da habis ve haram olduğu geçmektedir. Ona rağmen bazılarımız hala sahabelerin haşa Subhanallah efendimizin hacamat kanını içtiğini söyleyerek hem o nadide insanlara hemde peygamberimize iftira atmaktadırlar. Zaten ne olduysa Muaviye'den sonra oldu fitne sokmak isteyenlerin yüzlerce hadis uydurduğu büyük bir gerçektir. Maalesef bu yanlışa kendini dindar gören biz Türk müslümanlarda iştirak ettik. Peki hadislerin çoğu gerçekse neden insanları İslam'a sevk edemiyor demek ki uydurma sahih hadis Kuran'a ters düşmez düşerse de sahih olmaz. Salih insanları ibadetten men eden bu kör anlayış yüzünden bir çok insanın da dinimizden soğuduğu bir gerçektir. Oysa ki dinimiz bir alıştırma bir pekiştirme bir zamana uyarlama ve sebeplere dayalı bir dindir ve İslam'ın kelime anlamı teslim olmaktır. Faizi caiz gören bir anlayışa ters olan dinimizden ne kadar da uzağız... Allah bize hidayet etsin...
Tasavvuf deryasına dalmış bir Hak âşığıdır. İlmi, teşbihleri, sözleri ve nasihatleri bu deryadan saçılan hikmet damlalarıdır. O, bir tarikat kurucusu değildir. Yeni usûller ve ibadet şekilleri ihdâs etmemiştir. Ney, dümbelek, tambur gibi çeşitli çalgı âletleri çalınarak yapılan törenler ve âyinler, Hazret-i Mevlana’nın vefatından 3-4 asır sonra meydana çıkmıştır. Halbuki o, ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları sonra gelenler uydurdu. 47 binden ziyade beytiyle dünyaya nûr saçan Mesnevî’sine, her ülkede, birçok dillerde şerhler yapılmıştır. En kıymetlisi Mevlana Câmi’nin kitabı olup, bunun da şerhleri vardır. Türkçe şerhlerinden, Ankara vâlisi Âbidin Paşanın şerhi çok kıymetlidir. Âbidin Paşa bu şerhinde, ney’in, insan-ı kâmil olduğunu ispat etmektedir.
Mevlevîlik, cahillerin eline düştüğünden, bunlar ney’i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dönmeye başlamışlar. İbadete, İslam dininin yasak ettiği çirkin şeyler karıştırmışlardır. Hazret-i Mevlana, bırakın ney çalmayı, oynayıp dönmeyi, yüksek sesle zikir bile yapmadı. Nitekim Mesnevî’sinde diyor ki:
Pes zî cân kün, vasl-ı Canan-râ taleb
Bî leb-ü gâm mîgû nâm-ı rab.
Manası şudur:
O halde, Canana kavuşmayı, cân-u gönülden iste
Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini kalbinden söyle.
Bugün, bu tasavvuf üstadının türbesine sonradan konan çalgı âletlerini görenler, işin gerçeğini bilmeyenler, bu mübarek zatın çalgı çaldığını, bu aletlerin onun olduğunu zannetmektedirler. O hakikat güneşini yakından tanıyanlar, bunlara elbette itibar etmez. Zaten bu büyükler, şüpheli şeylerden kaçtıkları gibi, mubahları bile sınırlı ve ölçülü kullanmışlardır.
BU DÜKKAN ÖYLE BİR DÜKKANDIR Kİ BU DÜKKANDA
TAHTA GÖRÜRSEN BİLKİ KALIPTIR DEMİR GÖRÜRSEN METREDİR
arabın birinin bi bakkal dükkanı var.ve bakkal dükkanında insanlarla konuşabilen onları gülümseten ve insanları konuşmasıyla şaşırtan bi tuti kuşu var. bi gün bakkal aceleyle eve gider tuti yanlız kalır bu esnada dükkana kedi girer tuti korkar. pırlar ve yukarıda ki gül yağı şişelerinin oraya konmak isterken gül yağı şişesini devirir. arap dükkana gelip koltuğuna oturduğunda kıçı başı yağ olur. yukarıya baktığında tuti yi görür sen döktün değil mi der ve tuti yi yakaladığı gibi. tuti nin kafasındaki bütün tüyleri tek tek yolar. tuti nin canı çok yanmıştır o günden sonra bi daha konuşmaz. gelen müştErilere laf atmaz. gün boyu somurtur. bir iki derken dükkandan müşteriler eksilmeye başladığında arap bakkal yaptığı hatanın farkına varır ah benim hikmet güneşim ben ne büyük hata yaptım der ve tuti yi konuşturmak gönlünü almak için tuti nin en sevdiği çerezlerden alır fındık fıstık antep fıstığı ama tuti bi türlü konuşmaz. bi gün tuti gene miskin miskin somurtarak dışarıya bakar birden kapının önünden kafası kel cascavlak biri gelir tuti bir den gülmeye başlar ve sende gül yağı şişesini döktün senin de kafandaki tüyleri yoldular der ve konuşmaya başlar. tuti kendi başına gelenle kel adamın arasında benzerlik kurmuştur.
bi şeyin algılanması bi benzerliğin bulgulanması ile olur.
MECAZ METEFOR YADA BENZETME NEDİR: Bir kavramı ne zaman başka bir şeye benzeterek anlatmaya kalkarsak metefor kullanıyoruz demektir.aslında iki şeyin birbirine benzerliği pek az ola bilir. birini çok iyi biliyor olmak ikincisini daha iyi anlama olanağı getirir. metaforlar semboldür ve sembollerin duygusal yoğunluğu normal kelimelerden fazladır. kelimelerin kaldıracı da diye biliriz. örneğin elektirikle ilgili bi şeyler anlatırken onu zaten bildiğiniz tanıdığınız bir şeye benzeterek anlatırsam örneğin hiç borunun içinden akan su gördünüz mü desem hemen evet dersiniz o zaman ben ya borunun içinden geçen suyu yavaşlatabilen ve hızını ayarlayabilen bi kapakçık olsaydı.işte o kapakçığa rezitans denir desem işte o zaman rezitansın ne işe yaradığını daha iyi anlarmıydınız. tabi anlardınız. bi anda bilirdiniz.çünkü o yeni kavramı bildiğiniz bi şeye benzeterek anlattım.(anthony robbins)
hz. hızır dendiğinde aklımıza sıkıştığımız anlarda yardıma koşan ak sakalı ihtiyar geliyor.birbirimize aksakalı yardıma gelen ihtiyar hikayeleri anlatıp duruyoruz. ilahi bilgileri belletebilmek kuşaklara aktarabilmek için velilerimizin kullandığı mecazların içinde boğulmuş önümüzü aydınlatacak benzetmeler mecazlar karanlığımız olmuş yolumuzu kaybetmişiz cehaletin karanlığına gömülmüşük .
MESNEVİ’DE Hz. HIZIR
Hz. Mevlana, El-Kehf suresinin 60 ile82. ayetleri Hz. Musa ile Hz. Hızır arasında geçen kıssayı şöyle te’vil eder.“İki deniz can ve beden denizleridir. Bu iki denizin kavuştuğu yer insanın varlığıdır. Balık hayattır. Denize atlaması, bedenin hayat bulması, canın bedenle görünmesidir.İzlerine basıp geri dönmeleri, yaratılışta ki temizliğe, fıtrata dönüştür. Bulduğu kul, yani Hızır, kutsi akıl dır.Ona Tanrı tarafından belletilen bilgi, vasıtasız olarak ilham edilen ilahi bilgidir. Binilen gemi, beden gemisidir. Geminin delinmesi, rıyazatla, ibadetle bedenin ve bedenle alakalı işlerin noksanlaşmasıdır.Öldürülen çocuk nefistir. Vardıkları köy bedene ait kuvvetlerdir. Hızır’ın düzelttiği duvar, tam inanç duvarıdır ki bu makam da can, “nefs-i Mutmainne” adını alır. Gemi sahibi olanlar, bedende ki hayvani kuvvetler ve zahiri duygulardır.Sağlam gemileri zapteden padişah “nefs-i emmare” dir.Öldürülen çocuğun temiz ve mü’min anası, babası can ve bedenin tabiatıdır. Duvarın altında ki define, marifet definesidir. Duvar bedendir. Define sahibi iki yetim, kutsi candan ayrılmış nazari ve ameli ve anlayış kaabiliyetidir.” Yine Mevlana “Sen baştan başa cansın, yahut zamanın Hızır’ı, yahut da Ab-ı Hayat. Onun içinde halktan gizlenmedesin.”der.Mevlana “Mesnevi”sinde devam eder “Hızır ve İlyas peygamberin hayatta bulunduğu, On ikinci İmam’la buluştuğu, Hz. Peygamberin Hakk’a yürümesinde, gelip Ehlibeyte başsağlığı dilediği, Hz. İmam Ali’nin de Hakka yürümesinde, evinin kapısına gelip ona selam vererek, Ehlibeyet’e taziyede bulunduğu, İlyas’la muayyen zaman da buluştuğu, acz içindekilere yardım ettiği, İmam Hüseyin’in şehadetin de onun, Medine de bir mersiye inşad ettiği, sesinin duyulduğu, imamlarla görüştüğü, Ehlibeyt imamlarından gelen rivayetlerdendir. Hızır ve İlyas nebi yüzü suyu hürmetine, Yüce Allah bize de imdat eyler
facebook tan alıntıdır
Siz değerli dostlardan şiirlerime ilişkin yorum ve düşüncelerinizi bekliyorum :)
Safi Aşk
Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.
"Ay doğmuyorsa yüzüne, güneş vurmuyorsa pencerene, kabahati ne güneşte ne de ay da ara! Gözlerindeki perdeyi arala!"
"İnsanlar maşuk aramıyor, bencil duygularına köle arıyor.
Köle buluyor ama aşkı bulamıyor."
-Aşkın Gozyasları- Tebrizli Şems
"Her insan için bir âşık olma zamanı vardır,? bir de ölmek zamanı.? Ama benim için ölmek yok, ben meleklerin? secde eylediği aşkım"
"Aşkı kitaplardan öğrenemezsin, satırlara sığmayacak kadar bal kahrıdır o, gel anlatayım sana aşkı.
Önce yak kitapları. Aşkı âşıklarda arama. Aşk, aşığın aynası değildir, bu nedenle körler çarşısında ayna satılmaz. Aşk kelime değil ki deftere kaydedesin, aşk paragrafları talan eder. Aşkın kitaba sığınmayışı bundandır. Kitap yorum işidir, aşk yorumlarda yormaz yolunu..."
Mesnevide yer alan bir hikayeden esinlenerek simyacı kitabi yazılmış acaba hangi hikayeden merakım bundandır.
Evliya alim Veli Derviş
hakikati fark edememiş ,olabildiğince abartılan kişi.bel altı hikayeleri sanki onu dahada çekici kılmış. mesneviyi tek cümleyle özetlersem : çok şey söylemek ama hiç bir şey anlatamamak.
aaaa
huzur
Mevlana bir gün gene inziva'da imiş
Bir sarhoş dayanmış dergahın kapısına, hayır duasını almaya geldim demiş
Dergah öğrencileri ; git bre berduş bu halinle buraya giremezsin!
Bağrışmayı duyan Celaleddin rumi, meseleyi anlayınca
Öğrencilere demiş ki ; Bu adam, sarhoş kafayla bana geliyor!
Siz onu hangi kafayla geri gönderiyorsunuz?
Dün dünde kaldı cancağzım, bugün yeni şeyler söylemek lazım
mevlana hakka o kadar aşıkki bu aşkı ona tattıran şemsi tebrizidir
yani aşkı ararken allaha olan aşkını şemsin kendisinde bulur.
mevlananın dediği gibi şebi aruz, yani kavuşmak aşkına kavuşmak
yani yaradana varmak.
Ne olursan ol yine gel.
“Ey gün, uyan, zerreler dans ediyor.
bütün evren dans ediyor,
mutluluktan perişan olmuş ruhlar dans ediyor.
kulağına danslarının onları nereye götürdüğünü söyleyeceğim,
havadaki ve çöldeki bütün zerreler
iyi bilin, onlar sanki deliler
her bir zerre mutlu ya da mahzûn
hakkında hiçbir şey söylenmeyen güneşe tutulurlar.”
Sevmem kendilerini.
Anadolu Moğol istilasında iken dergahına dokunulmayan tek kişi.
(İlhanlılar kötü değillerdi lakin işin için çaşıtlık olunca iş değişiyor)
Yazdığı esere bugünlerde kutsaliyet izafe edildiği doğrudur halbuki sadece divandır, okuyan içinde nelerin nelerin olduğunu görür.