XXIV lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin, kanat çırpmaya çalışıyordu ki, çapalı bir rüzgar sardı her yanını, artık kanatlarını alabildiğine açmış ve süzülüyordu maviliklerde, gözle görülemeyecek kadar yukarılarda; ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü, o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin, ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki, ne ezalar ne cefalar çekti, ne acılara katlandı; keder elinde, tabiatında var bu senin farklı olamazsın, ki can yakmaya elbette taksirlisin, ama gel gör ki, yanmadan bilinmezsin sen, kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni bir zuhurat gibi her seferinde aşk, ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes, yokluğun kahır, yokluğun; tenha…, ve kanatlanamadım hiç katına, uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor, kayıp nesiller jelatini açılmadan göçen nesillere ekleniyor, ah senin yüzün kuzeydoğuya, benim yüzümse güneybatıya dönük…, daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye, umutlanan gözbebeklerimiz ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de, tutmaz oldun ellerimizden, ve gülmüyorsun artık bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize, oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın, kovulduk mu kapından yani söyle; merhameti, merhametlilerin en merhametlisinden, ilhamla almış aşk..,
onca mülevvesliğin üstüne, kibrimin yerine tevazuyu öldürürken; adını andım…, hiç korkmadan allahtan ve utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı, yılanlardan ve korunaklarımı saran kara böceklerden sakınma ihtiyâdı duymayacak kadar mağrur ve dikey tutumluydum bilirsin, senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile, ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın, ki insanca pek insancaydı sorarsan, alemlerin özeti olmanın temsil yüklüsünden beklenecek muhabbet…, nerdesin; mesafelerin buncasını aşamazdım girmeseydin kollarıma ve şimdi, koyma kendimi özlemek yoksunluğu içinde ah nola/yâr…,
XXIV lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin, kanat çırpmaya çalışıyordu ki, çapalı bir rüzgar sardı her yanını, artık kanatlarını alabildiğine açmış ve süzülüyordu maviliklerde, gözle görülemeyecek kadar yukarılarda; ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü, o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin, ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki, ne ezalar ne cefalar çekti, ne acılara katlandı; keder elinde, tabiatında var bu senin farklı olamazsın, ki can yakmaya elbette taksirlisin, ama gel gör ki, yanmadan bilinmezsin sen, kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni bir zuhurat gibi her seferinde aşk, ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes, yokluğun kahır, yokluğun; tenha…, ve kanatlanamadım hiç katına, uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor, kayıp nesiller jelatini açılmadan göçen nesillere ekleniyor, ah senin yüzün kuzeydoğuya, benim yüzümse güneybatıya dönük…, daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye, umutlanan gözbebeklerimiz ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de, tutmaz oldun ellerimizden, ve gülmüyorsun artık bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize, oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın, kovulduk mu kapından yani söyle; merhameti, merhametlilerin en merhametlisinden, ilhamla almış aşk..,
onca mülevvesliğin üstüne, kibrimin yerine tevazuyu öldürürken; adını andım…, hiç korkmadan allahtan ve utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı, yılanlardan ve korunaklarımı saran kara böceklerden sakınma ihtiyâdı duymayacak kadar mağrur ve dikey tutumluydum bilirsin, senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile, ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın, ki insanca pek insancaydı sorarsan, alemlerin özeti olmanın temsil yüklüsünden beklenecek muhabbet…, nerdesin; mesafelerin buncasını aşamazdım girmeseydin kollarıma ve şimdi, koyma kendimi özlemek yoksunluğu içinde ah nola/yâr…,
raylı sistemin ve metronun hangi trenine binsem, ve gerek otursam gerekse ayakta kalsam sensiz, bindiğim vagon ya hüzün ya kahır taşıyor sessiz, hangi istasyonda ineceğimin bir önemi kalmıyor ve indiğim istasyonda iniyor, o kahır ve o hüzün de benimle…,
ki heves hırsızı dağılmış zihnim; ve/us/ us/lu dur aklım..., her gece saat yârimde, içimde bir çiçek silkelenir ve turuncu gül polenleri…, duyulabilen yegâne ses olan nefesimin sığındığı genzimi yakarak,
o cin ali koşarak saatleri geri alır, ve kendine yalan söylemeyi sever, kızçelerin ip atladığı gibi bir rahatlıkla…, masal bulamacı işte;
her gece saat tam yârimde, bir şiir; cibinliğini çeker paravanın arkasında ve son dizesini yazmadan, kendine koşar yalın ayaklarıyla…,
ki yazgıları ortak ve bir noktaya bakan gözlerde, hani; karları erimeye yüz tutmuş bir korunun, ağaç dalları arasından süzülen o solgun gün ışığı hüzmesi altındaki, kamaşıklıkla, kırk yamalı paltosuna bürünmüş ve, yuva sıcaklığından geçmiş bir evsizin, bağrı yufkalığınca, üşümek ister dizeler…,
sonra; sayıklamalar kesilir/ayıklanır düşün o hayra yoracak yerleri, geriye kalan kâbuslarından…, her gece saat yârimde, usulca sarılıp kendime her mahluk gibi, içimdeki hep aynı afacan kul iştiyakıyla, uyuya kalırım, acaba bu gece mi vuslat, sorusu kalbimde…,
beşer idrakinin üstünde kocaman ve geniş asuman katları, açar her garip gibi bana da kapılarını; her an ilk an, her an ilk olur...,
her gece saat yârimi gösterdiğinde, yüzümden nöbetçi bir bulut geçer zoraki gülümseyerek, sedir üstündeki eski bir şilteye uzanır gibi sarılırım kendime ve, kendimden başka kimim var farkındalığına, dolaş ha/sarmaş… ha/dolaş..., ne kendime kıyabilirim, ne de beni bana mutlak terk etmeyenin, beni sevdiği gibi, o/nu sevebilirim…,
amenna ve eyvallah da, yok işte benim neyleyim, tuzu kuru ve hırpalanmamış ve yaslandığı istinâd duvarı nizamî ve el/itlerden himaye görmüş, kitapsız mütedeyyin bir yüreğim...,
ah sen de; üzümler kadar beyaz ellerin için derken, üzgünümleri ve tatlanmış üzümlerin tatlı bağ bozumu telaşesini, külahıma anlat pablo neruda, anlat anlat hacet deflerini; ki metal kırpıntısı ve kalıptan/tornadan çıkmış, tek tipleşen kalpler taşlaşa ve pıhtılaşa dursun kan k/ayıplarımız…,
ha diriliş mi, bana ulaşan sesidir çapanın, reyhanîden destur almış bir gurbetçinin; ağır başlı nefesidir…,
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı yürek kapılarını kapayan dijital çığ, siber koru, karın örttüğü büyük apdest değil mi…, bu nasıl krizantemdir kardeşim; incinmişliğimi daha nereye kadar, kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli; çocuksun sen öyle mi, peki her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf, ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…, ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler, ve her türlü tövbenin yüz karası…, sözünden dönenin önde gidenlerine râm, kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi..., yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler, gözlerimi mesken tutmuş…, vakitsiz ecel gibi buruşmuş, yalandan güz ve alaycı yüzler, mevsimsiz göçler,
küfürü hüner sayanların emmisi, beri gel sen de, tek sevdiğin babanla beraber can yücel, sevdiğim kadar sevilirim öyle mi, salağın en salağı, buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi, istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere akdeniz kokusunun dahi…, çukulatadan beklene dursun seretonin, harman yerindeki yanık tenin yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma, öyle mi…, tabi tabi bekleyelim, sirkecideki han hamallarının sırtındaki, küfe ip izlerinin helali olan, ayran aşı kadar, içimize aş olacak ha…, emekçilerin emekleri;
ara ki bulasın artık, yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini, kulağına fısıldasam ve bak alınma ama istanbul, nefesin anason ve uluorta döl bereketi kokuyor, egenin kucağına akıyor bakteri kominleri, gözlerimin tirilyesi, zeytinin karası, kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya, ve ha sendeki ben, ha bendeki sen din kardeşim, al sendeki beni, vur bendeki sana, karma karışık artık bizim mahalle, kördüğüm, ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı, elektrik akımından cereyan alan ocaklarda, çingene sarmaşığı ve sırnaşık pişkin yüzsüzlükler…, yanık kozada erdemler ve mecalsiz kelebek olmaya, tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen, kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…, ve kimse haliyle nüfusuna almıyor; sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı, yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin, ki panzehir ne mi, ah ayol o da sorulur mu, aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var ki kendimizden başka diyerek…, öfkelerimiz en çok kendimize olmalı, bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin, korkuyla ümit arasında durmaya muktedir, muvazene/denge, neredesin irade ve karar kılmışlık ve kıyam mukavemeti, öz disiplin, ah;
Deniz eğildi kulağına martının, 'Yapma' dedi ve ekledi; 'Maviliğime aldanıp, dalma sularıma balık yaşamıyor içimde artık.' ... Tebessüm etti Martı... 'Sadece balık için mi dalıyorum sanıyorsun maviliğine? ' ’‘Ya neden..? ' diye sordu deniz...
Sen ve ben dedi martı, Birçok aşığın fotoğraflarında aynı karede yer alıyoruz. Bir çok ayrılanın sakladığı resimlerde de… Balık yok diye seni terketsem, o fotoğrafları da terk etmiş olmaz mıyım?
'Ben açlığa ayıp olmasın diye değil, Aşk' a ayıp olmasın diye hâlâ sendeyim'…
Buluta benzet kendini git Şehire benzet kendini seyret Ağaca benzet kendini kal Geceye benzet kendini ağla Yağmura benzet kendini sus Gölgeye benzet kendini dans et
Ama sakın martıya benzetme.. Martıya benzetme kendini sakın Kendini sakın..
'En yüksekten uçan martı, en uzağı görendir.' 'Burada ve şimdi, kendin olmakta kendi gerçek kişiliğine sahip çıkmakta özgürsün ve hiçbir şey seni yolundan alıkoyamaz.' 'En doğru yasa bizi özgürlüğe götürecek olandır' 'Gözünle gördüklerine sakın inanma. Görünenlerin hepsi sınırlıdır. Anlayarak bakmaya, bildiklerinin ötesine geçmeye çalış. O zaman uçmanın anlamını daha iyi öğreneceksin.' 'Bilmeniz gereken, bir martının sınırsız bir özgürlük düşüncesine ve Yüce Martı düşüne sahip olduğu, bir kanat ucunuzdan diğerine tüm bedeninizin onun hakkında düşündüklerinizden başka bir şey olmadığıdır.'
ürkünç... çocukken çatıdan kabuk almaya çıkmıştım galiba.....işte o gün kötü bir anımız oldu kendileriyle...meğersem o da balasını korumaya çalışıormuş =) et obur ya, beni yer diye korkuyorum...=))) bi de sağolsunlar denizin dalgalı olup-olmadığını anlarım sayelerınde =))
ötüşü bana çocuk ağlaması gibi geliyo. kuş gribi çıktıktan sonra martıların olduğu yerlerde başıma artık şemsiye tutuyom. malum hayat memat meselesi ne olur ne olmaz yani.
mezesiz kaldığımızda rakımıza meze yaptığımız, balık tavşan karışımı bir lezzeti olan, dalgalarla birlikte şiirlere çok sık konuk olan deniz kuşu.....bi de deniz kartalı var ama onun konumuzla bi alakası yok!
bir martıyım ben.................... yok.....değil......................... aktristim! .............................. hatırlıyor musunuz bir gün bir martı vurmuştunuz.bir adam geliyor, yapacak işi olmnadığından kıyıyor ona.küçük bir hikaye konusu.................................
sahilde oturmuş denizi seyretmek vardı şimdi,hafifçe yüzünü okşayan rüzgar eşliğinde denizin üstünde dans edercesine süzülen martıları seyretmek. suya atılan kırıntıları kapmak için yarışmaları yokmuuu helee....
XXIV
lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin,
kanat çırpmaya çalışıyordu ki,
çapalı bir rüzgar sardı her yanını,
artık kanatlarını alabildiğine açmış
ve süzülüyordu maviliklerde,
gözle görülemeyecek kadar yukarılarda;
ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü,
o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin,
ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki,
ne ezalar ne cefalar çekti,
ne acılara katlandı; keder elinde,
tabiatında var bu senin farklı olamazsın,
ki can yakmaya elbette taksirlisin,
ama gel gör ki,
yanmadan bilinmezsin sen,
kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni
bir zuhurat gibi her seferinde aşk,
ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes,
yokluğun kahır, yokluğun; tenha…,
ve kanatlanamadım hiç katına,
uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor,
kayıp nesiller jelatini açılmadan
göçen nesillere ekleniyor,
ah senin yüzün kuzeydoğuya,
benim yüzümse güneybatıya dönük…,
daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden
bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye,
umutlanan gözbebeklerimiz
ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de,
tutmaz oldun ellerimizden,
ve gülmüyorsun artık bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize,
oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın,
kovulduk mu kapından yani söyle;
merhameti, merhametlilerin
en merhametlisinden,
ilhamla almış aşk..,
onca mülevvesliğin üstüne,
kibrimin yerine tevazuyu öldürürken;
adını andım…,
hiç korkmadan allahtan ve
utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı,
yılanlardan ve korunaklarımı saran
kara böceklerden sakınma ihtiyâdı
duymayacak kadar mağrur ve
dikey tutumluydum bilirsin,
senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile,
ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın,
ki insanca pek insancaydı sorarsan,
alemlerin özeti olmanın temsil
yüklüsünden beklenecek muhabbet…,
nerdesin;
mesafelerin buncasını aşamazdım
girmeseydin kollarıma ve şimdi,
koyma kendimi özlemek yoksunluğu
içinde ah nola/yâr…,
XXIV
lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin,
kanat çırpmaya çalışıyordu ki,
çapalı bir rüzgar sardı her yanını,
artık kanatlarını alabildiğine açmış
ve süzülüyordu maviliklerde,
gözle görülemeyecek kadar yukarılarda;
ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü,
o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin,
ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki,
ne ezalar ne cefalar çekti,
ne acılara katlandı; keder elinde,
tabiatında var bu senin farklı olamazsın,
ki can yakmaya elbette taksirlisin,
ama gel gör ki,
yanmadan bilinmezsin sen,
kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni
bir zuhurat gibi her seferinde aşk,
ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes,
yokluğun kahır, yokluğun; tenha…,
ve kanatlanamadım hiç katına,
uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor,
kayıp nesiller jelatini açılmadan
göçen nesillere ekleniyor,
ah senin yüzün kuzeydoğuya,
benim yüzümse güneybatıya dönük…,
daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden
bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye,
umutlanan gözbebeklerimiz
ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
kendi haline terk ettin nicedir sen cemiyeti de,
tutmaz oldun ellerimizden,
ve gülmüyorsun artık bahtımızın yıldızı gibi yüzlerimize,
oysa ruhlarımızın çektiği acılara tanıksın,
kovulduk mu kapından yani söyle;
merhameti, merhametlilerin
en merhametlisinden,
ilhamla almış aşk..,
onca mülevvesliğin üstüne,
kibrimin yerine tevazuyu öldürürken;
adını andım…,
hiç korkmadan allahtan ve
utanç içinde bile kalmadan insanlara karşı,
yılanlardan ve korunaklarımı saran
kara böceklerden sakınma ihtiyâdı
duymayacak kadar mağrur ve
dikey tutumluydum bilirsin,
senin yanındayken bile…,
her daim huzurunda olduğumu bile bile,
ah incitmediğim cihetini bırakmadım vefanın,
ki insanca pek insancaydı sorarsan,
alemlerin özeti olmanın temsil
yüklüsünden beklenecek muhabbet…,
nerdesin;
mesafelerin buncasını aşamazdım
girmeseydin kollarıma ve şimdi,
koyma kendimi özlemek yoksunluğu
içinde ah nola/yâr…,
raylı sistemin ve metronun hangi trenine binsem,
ve gerek otursam gerekse ayakta kalsam sensiz,
bindiğim vagon ya hüzün ya kahır taşıyor sessiz,
hangi istasyonda ineceğimin bir önemi kalmıyor
ve indiğim istasyonda iniyor,
o kahır ve o hüzün de benimle…,
ki heves hırsızı dağılmış zihnim;
ve/us/
us/lu dur aklım...,
her gece saat yârimde,
içimde bir çiçek silkelenir
ve turuncu gül polenleri…,
duyulabilen yegâne ses olan nefesimin
sığındığı genzimi yakarak,
o cin ali koşarak saatleri geri alır,
ve kendine yalan söylemeyi sever,
kızçelerin ip atladığı gibi bir rahatlıkla…,
masal bulamacı işte;
her gece saat tam yârimde,
bir şiir;
cibinliğini çeker paravanın arkasında
ve son dizesini yazmadan,
kendine koşar yalın ayaklarıyla…,
ki yazgıları ortak ve bir noktaya bakan gözlerde,
hani; karları erimeye yüz tutmuş bir korunun,
ağaç dalları arasından süzülen
o solgun gün ışığı hüzmesi altındaki,
kamaşıklıkla,
kırk yamalı paltosuna bürünmüş ve,
yuva sıcaklığından geçmiş bir evsizin,
bağrı yufkalığınca,
üşümek ister dizeler…,
sonra;
sayıklamalar kesilir/ayıklanır
düşün o hayra yoracak yerleri,
geriye kalan kâbuslarından…,
her gece saat yârimde,
usulca sarılıp kendime
her mahluk gibi,
içimdeki hep aynı afacan kul iştiyakıyla,
uyuya kalırım,
acaba bu gece mi vuslat,
sorusu kalbimde…,
beşer idrakinin üstünde kocaman
ve geniş asuman katları,
açar her garip gibi bana da kapılarını;
her an ilk an,
her an ilk olur...,
her gece saat yârimi gösterdiğinde,
yüzümden nöbetçi bir bulut geçer
zoraki gülümseyerek,
sedir üstündeki eski bir şilteye uzanır gibi
sarılırım kendime ve,
kendimden başka kimim var farkındalığına,
dolaş ha/sarmaş… ha/dolaş...,
ne kendime kıyabilirim,
ne de beni bana mutlak terk etmeyenin,
beni sevdiği gibi, o/nu sevebilirim…,
amenna ve eyvallah da,
yok işte benim neyleyim,
tuzu kuru ve hırpalanmamış
ve yaslandığı istinâd duvarı nizamî
ve el/itlerden himaye görmüş,
kitapsız mütedeyyin bir yüreğim...,
ah sen de;
üzümler kadar beyaz ellerin için derken,
üzgünümleri ve tatlanmış üzümlerin
tatlı bağ bozumu telaşesini,
külahıma anlat pablo neruda,
anlat anlat hacet deflerini;
ki metal kırpıntısı ve
kalıptan/tornadan çıkmış,
tek tipleşen kalpler taşlaşa ve
pıhtılaşa dursun kan k/ayıplarımız…,
ha diriliş mi, bana ulaşan sesidir çapanın,
reyhanîden destur almış bir gurbetçinin;
ağır başlı nefesidir…,
zamanelerin zıpçıktı kuşaklı
yürek kapılarını kapayan dijital çığ,
siber koru,
karın örttüğü büyük apdest değil mi…,
bu nasıl krizantemdir kardeşim;
incinmişliğimi daha nereye kadar,
kan kusarken kızılcık şurubu içmişliğe verebilirim,
gel bakalım sen de ahmet telli;
çocuksun sen öyle mi, peki
her ayrılıkta bozulan imlanın alfabesi kaç harf,
ve üç ayrı \h sessizlerine malik mi…,
ah tabi elvedalar, hoş/çakal sevgilimler,
ve her türlü tövbenin yüz karası…,
sözünden dönenin önde gidenlerine râm,
kahpelerin devranı,
kibarlıkların bitlenmiş arap saçını
ve ayıkla pirincin taşını şimdi hadi...,
yüz hatlarımızda bekleyen tebessümler,
gözlerimi mesken tutmuş…,
vakitsiz ecel gibi buruşmuş,
yalandan güz ve alaycı yüzler,
mevsimsiz göçler,
küfürü hüner sayanların emmisi,
beri gel sen de,
tek sevdiğin babanla beraber can yücel,
sevdiğim kadar sevilirim öyle mi,
salağın en salağı,
buysa hayat, bu hayatın yedi sülalesi,
istanbulun ta yedi tepesi,
ki dibi tutmuş bir kere
akdeniz kokusunun dahi…,
çukulatadan beklene dursun seretonin,
harman yerindeki yanık tenin
yerini tutacak tarımsal/kırsal kalkınma,
öyle mi…,
tabi tabi bekleyelim,
sirkecideki han hamallarının sırtındaki,
küfe ip izlerinin helali olan,
ayran aşı kadar,
içimize aş olacak ha…,
emekçilerin emekleri;
ara ki bulasın artık,
yılan dilli kısaltmalarda o yaşama sevincini,
kulağına fısıldasam
ve bak alınma ama istanbul,
nefesin anason ve uluorta
döl bereketi kokuyor,
egenin kucağına akıyor bakteri kominleri,
gözlerimin tirilyesi,
zeytinin karası,
kokuşmuş ölüüüüüüüü sardalya,
ve ha sendeki ben,
ha bendeki sen din kardeşim,
al sendeki beni,
vur bendeki sana,
karma karışık artık bizim mahalle,
kördüğüm,
ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı,
elektrik akımından cereyan alan ocaklarda,
çingene sarmaşığı ve sırnaşık
pişkin yüzsüzlükler…,
yanık kozada erdemler
ve mecalsiz kelebek olmaya,
tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen,
kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…,
ve kimse haliyle nüfusuna almıyor;
sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı,
yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin,
ki panzehir ne mi,
ah ayol o da sorulur mu,
aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var ki kendimizden başka diyerek…,
öfkelerimiz en çok kendimize olmalı,
bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;
https://pin.it/Q7AzgMr
Onlar uçmuyordu.....
Taa ki seni öpene kadar....
Deniz eğildi kulağına martının,
'Yapma' dedi ve ekledi;
'Maviliğime aldanıp, dalma sularıma balık yaşamıyor içimde artık.'
...
Tebessüm etti Martı...
'Sadece balık için mi dalıyorum sanıyorsun maviliğine? '
’‘Ya neden..? ' diye sordu deniz...
Sen ve ben dedi martı,
Birçok aşığın fotoğraflarında aynı karede yer alıyoruz.
Bir çok ayrılanın sakladığı resimlerde de…
Balık yok diye seni terketsem, o fotoğrafları da terk etmiş olmaz mıyım?
'Ben açlığa ayıp olmasın diye değil, Aşk' a ayıp olmasın diye hâlâ sendeyim'…
OLcay Derecik
Buluta benzet kendini git
Şehire benzet kendini seyret
Ağaca benzet kendini kal
Geceye benzet kendini ağla
Yağmura benzet kendini sus
Gölgeye benzet kendini dans et
Ama sakın martıya benzetme..
Martıya benzetme kendini sakın
Kendini sakın..
'En yüksekten uçan martı, en uzağı görendir.'
'Burada ve şimdi, kendin olmakta kendi gerçek kişiliğine sahip çıkmakta özgürsün ve hiçbir şey seni yolundan alıkoyamaz.'
'En doğru yasa bizi özgürlüğe götürecek olandır'
'Gözünle gördüklerine sakın inanma. Görünenlerin hepsi sınırlıdır. Anlayarak bakmaya, bildiklerinin ötesine geçmeye çalış. O zaman uçmanın anlamını daha iyi öğreneceksin.'
'Bilmeniz gereken, bir martının sınırsız bir özgürlük düşüncesine ve Yüce Martı düşüne sahip olduğu, bir kanat ucunuzdan diğerine tüm bedeninizin onun hakkında düşündüklerinizden başka bir şey olmadığıdır.'
(MARTI Jonathan Livingston) -Richard Bach-
Martılar ki, sokak çocuklarıdır denizin...
Martılar için en güzel benzetmeyi Can Yücel yapmış.
Martılar; Denizin sokak çocukları :)
ürkünç...
çocukken çatıdan kabuk almaya çıkmıştım galiba.....işte o gün kötü bir anımız oldu kendileriyle...meğersem o da balasını korumaya çalışıormuş =)
et obur ya, beni yer diye korkuyorum...=)))
bi de sağolsunlar denizin dalgalı olup-olmadığını anlarım sayelerınde =))
Her kanat çırpısında usulca
uzaklasıyor,
uzaklasıyorsun sevdiklerinden
süzülerek.
Sen süzülüyorsun,
gözlerimden yaslar süzülüyor
denizlerin maviligine,
gözlerimden yaslar süzülüyor
A.A.
açgözlü hırsız ruhlu, izmir semalarına çok yakışan bi hayvan
ötüşü bana çocuk ağlaması gibi geliyo. kuş gribi çıktıktan sonra martıların olduğu yerlerde başıma artık şemsiye tutuyom. malum hayat memat meselesi ne olur ne olmaz yani.
ucarken estetik bir guzelligi olan, izlenilesi..
ottugunde de cenesini kapamasi gereken kus turu..
eminönünde..
balık ekmek niyetine yediğimiz..
zavallı hayvan..
tadıda fena değildir..
bir keresinde
ankarada oturan bir arkadaşıma
istanbuldayken
martının kargagillerden olduğunu
ve beyaz kargada dendiğini yutturmuştum.. :)
Çehov'un aydınları ince ince alaya aldığı oyunu. İşte ironi budur.
denizdeki balıkçıların............balık hırsızları............... :))))
Geçen gün sosisli simit attığım vazgeçilmez keretalar. İstanbul'un simgelerinden olmalılar.
martılar;
yanlızlığımı paylaştığım güzel şeyler........
--------
martılar ismini gelir fısıldar,
sahilde sessizlik benimle ağlar,
her tarafta senden bir hatıra var,
baktığım, gördüğüm, duyduğum sensin....
mezesiz kaldığımızda rakımıza meze yaptığımız, balık tavşan karışımı bir lezzeti olan, dalgalarla birlikte şiirlere çok sık konuk olan deniz kuşu.....bi de deniz kartalı var ama onun konumuzla bi alakası yok!
hah yaz geldi ve benim martılarla kavgam başladı:(
terastaki faraşı çalan hırsız hayvan! ne işine yarayacak o faraş,getirsene faraşımı! ! ! ! ! ! ! ! !
bir martıyım ben....................
yok.....değil.........................
aktristim! ..............................
hatırlıyor musunuz bir gün bir martı vurmuştunuz.bir adam geliyor, yapacak işi olmnadığından kıyıyor ona.küçük bir hikaye konusu.................................
martı
jonathan
herkesin bir martıdan öğreneceği çok şey varmış
yıldız kayıyor sandım.pis kandırıkçı :)
sahilde oturmuş denizi seyretmek vardı şimdi,hafifçe yüzünü okşayan rüzgar eşliğinde denizin üstünde dans edercesine süzülen martıları seyretmek. suya atılan kırıntıları kapmak için yarışmaları yokmuuu helee....
vapurun ardından süzüyorum gözlerini amaç karın tokluğu denizin üstünde ve susam tanesi kalan elimde senden..
Şiirlerimim en vazgeçilmez yaradılmışı..çığlık çığlığa martıların sesi var yüreğimde kimbilir sana dair bir yerlerden uçup gelen...
isim, zooloji İtalyanca martin
Martıgillerden, çoğu beyaz renkte, eti yenmez, yüzücü, perde ayaklı deniz kuşlarının ortak adı (Larus) .
Bugün Üsküdar'da ne kadar da kalabalıktınız....
Neyimizle sesinize ses vermeyi çok diledik ama....
Siz aç bizse yalnız değildik!