Akbaş köpeği (Çoban köpeği) Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.? ?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,? ?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.? ?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,? ?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler, Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir. Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Akbaş köpeği (Çoban köpeği) Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.? ?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,? ?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.? ?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,? ?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler, Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir. Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Akbaş köpeği (Çoban köpeği) Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.? ?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,? ?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.? ?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,? ?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler, Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir. Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Akbaş köpeği (Çoban köpeği) Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.? ?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,? ?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.? ?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,? ?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler, Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir. Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Akbaş köpeği (Çoban köpeği) Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.? ?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,? ?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.? ?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,? ?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler, Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir. Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Manavlar kendilerine has tatlı ve yemekleriyle bilinmektedirler, bu tatlıların en bilindiği Akçakoca yöresi Manav Türklerine özgü Melengüççeği tatlısıdır. Bunun yanında Manavlarca Mancarlı Pidenin yapıldığı bilinmektedir. Manavlar otlardan yapılan yiyeceklere Mancar ve çeşitli Otlara Mancar veya Manca demektedirler. Mancar-Manca Latince kökenli bir ada sahiptir kelimenin kökeni İtalyanca'da Mangia veya Latince'de Mancare olarak bilinmektedir. Ayrıca Manavlar tarafından yapılan Malay'da meşhurdur. Çoğunlukla Mısır Unundan yapılan bir tür yiyecektir. Ayrıca Manavlarca Anadolu mutfağının çoğunda olduğu gibi Keşkekte yapılmaktadır. Bunun yanında Dartı veya Ciğce'de Manav mutfağına dahildir. Keş Manavlarca eski yıllarda sıkça tüketilmekle birlikte günümüzde kullanımı azalmıştır. İçecek olarak ise Komposto (Hoşaf) ve Ayran, Kızılcık Şerbeti sayılabilir. Komposto için tercih edilen meyveler çoğunlukla: Elma, Armut, Ayva, Eriktir.
Kışlık hazırlıklarda ise; Pekmez, Tarhana, Salçalar, Meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert Peynirler yapılmaktadır. Bu kıvamdaki Peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.
Her evde kışlık olarak Tarhana, Kuskus, Elma, Erik, Armut vs., Yazdan yapılmış Peynirler bulunur. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.
Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut, üzüm vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Manavlar tarafından çoğunlukla Kışın soğukta özellikle yenir.
Çorbalar: Kesme çorbası Dımbıl çorbası Umaç Çorbası Erişte Çorbası Tarhana Çorbası Mancarlı Çorbalar ve Mancar yemekleri
Özellikle Gözleme, Cizleme ve Bazlamaç, Yufka'da Manavlarca sıklıkla yapılmaktadır.
manavlar (osmanlıca: ????, romanize: manav, yunanca: µ???ß, romanize: manav, bulgarca: ?????, romanize: manav), manavlar veya manav türkleri; kuzeybatı anadolu'da yaşayan hanefi sünni yerleşik türk halkıdır. manavlar günümüzde çoğunlukla kıpçak, peçenek ve oğuzların soyundan gelmektedirler.
sakarya, bilecik, balıkesir, bursa, çanakkale, kocaeli, eskişehir, bolu ve düzce illerinde yaşayan manavlara "yerli" de denilmektedir. yerleşik manavlar, sakarya ve izmit illerindeki nüfusun %60’ını, balkan- rumeli bölgelerinden ve kafkaslardan göç eden türkler, nüfusun %20’sini, iç göçle başka kentlerimizden bölgeye gelenler ise nüfusun %20’sini oluşturmaktadır. bölgenin sanayi bakımından gelişmişliğine koşut olarak iç göçle bölgeye yerleşimin fazla olması bu oranları son yıllarda kısmen değiştirse de bu değişiklik %5-10 aralığındadır.
köken
manavlık, anadolu'da yerleşik hayata ilk geçen türk boylarını tanımlamada kullanılan bir sıfat olup 13.-20. yüzyıllarda yerleşik hayata geçmiş ve göçebeliğe devam eden yörük-türkmenlerden ve türkçe konuşan rumeli muhâcirlerinden ayırmak için daha çok kullanılmaya başlanmıştır. anadolu'ya moğol ve selçuklu tehlikesinden dolayı latinler, bizans ve iznik imparatorluğu döneminde yerleşen ve yerleştirilen kuman, uz, peçenek toplulukları manavların oluşumunda önemli etkiye sahiptir.
çeşitli türk ve yabancı türkolog ve tarihçilere göre manavların ilk tabakası bizanslılar tarafından balkanlar'dan batı anadolu'ya tampon maksatlı yerleştirilmiş kuman, peçenek, uzlara dayanır. ikinci katmanı ise selçuklu dönemi yerleşmiş türkmen veya yörük halk oluşturur. balkanlardan tampon amaçlı kuzeybatı anadolu ve batı anadolu'ya yerleştirilmiş kuman, peçenek, ve oğuzlar zaman içinde iç içe geçmiş ve manavları oluşturmuşlardır.
muharrem öçalan'da bir bildirisinde manavların kökenini bizansın balkanlar’dan getirttiği türk kitlesine bağlamaktadır. bu teze göre “bizans kralı tarafından anadolu'yu doğudan gelen akınlardan korumak amacıyla balkanlar'dan getirilip yerleştirilen sayısı azımsanmayacak kadar peçenek, kıpçak, kuman, uz topluluğu da vardı. bizans kayıtlarına göre, müslüman türkler anadolu’ya gelmeden önce de türkçe konuşan binlerce insan anadolu'da yaşamaktaydı. buna göre manavlar, bu türklerin devamıdır.”
moğolların deşt-i kıpçak topraklarına akınları sonucu balkanlara yönelmiş bir grup kuman-kıpçağın; latin ve iznik imparatorluğu hizmetine girdiği bilinmektedir. iznik imparatorluğu bu kuman grubunu selçuklu ve moğol tehdidine karşı kullanmış ve topraklarına yerleştirmiştir. doğu'dan gelen tehditlere karşı tampon maksatlı iznik imparatorluğu topraklarına yerleştirilmiş bu kuman-kıpçak grubunun oğuzlarla kaynaşarak manavları oluşturduğu'da düşünülmektedir.
manavların şivesi
manavların çoğu tarafından türkiye türkçesine kıpçak etkisi olarak kabul edilen ? (ñ = ng) sesinin y sesine dönüşmesi kullanılmaktadırlar örnek : unuy (onun, izmit taşköprü kayalar, ) atıy (atın) bu değişimler kuzey batı kıpçak grubundan olan karaylar'da da görülmektedir.
p/>f değişimleri kirfik (kirpik) ve ç/>ş değişimleri'de manav ağızlarında görülmektedir.
manavlarda arka ve orta damak ünsüzü “ñ” korunmuştur örnek : savolu? (sağolun, sakarya adapazarı salmanlı),
a?nadalım (anlatalım, kocaeli kandıra sakallar);
kövün (köyün, izmit taşköprü nezirler).
manav türkmen ağızlarının bir bölümünde bugün moldova’da yaşayan oğuz kökenli gagavuz türkçesinde ve bizim rumeli ağızlarımızda gördüğümüz yuvarlak ünlü daralmalarına rastlanır. ilk hecedeki o’lar u, ö’ler ü olur:
undan (ondan, balıkesir gönen bostancı) ;
düğele (döverler, sakarya kaynarca büyükyanık), udürüz (öğütürüz, düzce çilimli kuşoğlu) kude (köyde, kocaeli kandıra nefsikaymaz).
bu kelimelerdeki daralmalar, türkiye türkçesi ağızları üzerindeki kıpçak türkçesi etkisi olarak açıklanır. gerçekten de bugünkü kazan tatar ve başkurt türk şivelerinde bu olay karakteristiktir: yol > yul , köz (göz) > küz vb.
bazı manav ağızlarında sonuncu yerine sonku-songu denilmektedir günümüz kazan tatarcasında ise'de songı (sonuncu) anlamına gelir. (kocaeli kandıra)
manav ağızlarında ki bir diğer kıpçak etkisi ğ/>v değişimleridir örnek avız-avuz (ağız), bavırma-bavurma (bağırma), suvan-sovan (soğan). bir başka kuman etkisi ise hece sonu ünsüz çiftlerinin arasında ünlü türemesi şeklindedir. kocaeli kandıra’nın hacılar ve katçalı köylerinde “ilk” kelimesinin telâffuzu “ilik” şeklindedir (ilk >ilik). aynı ses olayını sakarya’da çift > çifit örneğinde de görüyoruz: bi çifit öküz (bir çift öküz, sakarya geyve sarıgazi). bu ses olayı; tatar, kazak, kırgız, başkurt kıpçak türk şivelerinde de yoğun olarak görülür: ?alk > ?alık ilk > elek vb. ali karamanlıoğlu’nun kıpçak türkçesiyle ilgili eserinde oğuzname’den naklen verdiği bilgiye göre milâdın ilk yıllarında kafkasya’da yaşayan kuman-kıpçak türkleri 11. asrın başlarında karadeniz’in kuzeyini işgal etmiş, 1061’de rusları mağlûp etmişler, 1078’de edirne’yi kuşatarak bizansla savaşmışlardır. 11.-13. asırlar arasında rusya’nın güneyi ile doğu avrupa’daki birçok ülke (deşt-i kıpçak coğrafyası başta olmak üzere. ukrayna, romanya, macaristan ve polonya) moğol işgaline uğramıştır. moğollardan kaçan kumanlar ise makedonya ve bulgaristan olmak üzere dağılmışlar ayrıca bizans-iznik-latin imparatorluklarında yarı köylü-yarı asker olarak istanbul boğazı-sinop-menderes vadisi arası bir hatta yerleşmişlerdir. işte rumeli ağızlarımızda ve bu arada (yerli türk) manav ağızlarının bir kısmındaki o/>u/ ö/>ü daralmalarını bu dönemdeki kıpçak etkisine bağlamak mümkündür osmanlı oğuz türklerinin rumeli’ye geçişi 14. yüzyılda (1352 yılında orhan gazi’nin oğlu süleyman paşa ile) olmuşsa da bu bilgi durumu değiştirmez. çünkü buralarda kalan kıpçak unsurlarının ya da onlardan etkilenmiş olan diğer yerli unsurların bir etkisinden söz etmek mümkündür.
kandıra manav türkmenlerin'de “geliyor” anlamında yaygın olarak kullanılan şekiller, rumeli ağızlarının bir kısmı ve batı karadeniz ağızlarında olduğu gibi “geliya, geleya” vb. dir. ege bölgesindeki yörük türkmenlere ait olan bu fiil çekimi, kardeş manav türkmenlerinin şuur altında saklanmış olmalıdır.
bu ağızlar bazen türkçenin eski dönemlerindeki ses, şekil ve anlamları bile koruyabilmektedir. bunun en açık örneği “yavuz” kelimesiyle ilgilidir. bugün “yavuz” şeklinde ve iyi, güzel vb. olumlu bir anlama sahip olan bu kelimenin eski türkçedeki ilk biçimi “yabız” şeklindedir ve tam tersine “kötü” anlamındadır. genel türkçede önemli ölçüde ses ve anlam alanı değişikliğine uğramıştır. oysa bu kelime kocaeli’nin kandıra ilçesinde eski türkçedeki şekliyle (“yabız”) varlığını sürdürerek (olumlu anlamdaki “yavuz” biçimine paralel olarak) yaşamaktadır. ancak “yavuz”un aksine, olumsuzluk barındıran bir anlama sahiptir. özellikle erkeklerin saçını limon, yağ vb. sıvılarla parlayacak şekilde yatırarak taradıklarında onları kınamak için yüz ekşitilerek “ne yabız olmuşsun” vb. sözler söylenir. buradaki kelimenin ilk biçimindeki olumsuzluk anlamı sınırlı da olsa sürmektedir.
eski türkçenin izlerini taşıyan bir başka kelime ise “edivermek” kelimesindedir. manav türkmen ağızlarında “söylemek, anlatmak vb.” kelimelere paralel olarak birinden naklen söylenen sözler için “ayşe edivadi” vb. ifadeler vardır. buradaki “etmek” fiili, bildiğimiz (“yapmak” anlamındaki) “etmek” fiili değil, eski türkçeden beri çoğunlukla oğuz dışı şivelerde görülen “ayıtmak” / “eyitmek” fiilidir.
öte yandan yazı dilinde e’li olan “yemek, demek, vermek” gibi bazı fiillerin çeşitli manav ağızlarında i’li olması da eski türkçenin bu ağızlardaki izleri gibi görünmektedir: yimesi (yemesi, düzce çilimli sarımeşe), temin itmek, dimişle (balıkesir gönen bostancı), dirdi (derdi, balıkesir gönen babayaka) vb.
bölge'de diyalektolojik yapıda etkili olan bir unsur olarak kıpçaklara işaret etmesi, yöreden derlediğimiz metinlerde ve yöre ile ilgili diğer çalışmalarda rastlanan; ñ/>y, ğ-g,/>v, y/>c ses değişmelerine ilişkin örneklerle de desteklenmektedir. manav şivelerinde karakteristik bir ünsüz değişmesi olan “r” ünsüzünün düşmesi oldukça yaygındır. öte yandan bölge ağızlarında görülen ? > g ötümlüleşmesi de tam bir oğuz özelliğidir: garış («karış»), gavra vb. bu ağızlarda eski türkçede bulunup türkiye türkçesinin yazı dilinde değişmiş olan bazı unsurları korumaktadır. balıkesir gönen’deki alca («alacağız»), gelcek («gelecek») vb. a/e’siz gelecek zaman şekilleri ise batı anadolu yörük türkmen ağızlarının izlerini taşımaktadır. daha ilgi çekicisi, ana türkçeden milâda yakın yıllarda koparak ayrı bir lehçe olarak gelişmiş olan ve bugün türkiye türkçesine ve hattâ diğer şivelere (anlaşılırlık bakımından) çok uzak olan çuvaş türklerindeki ve bu arada bir altay dili olan moğolcadaki bir ses denkliğinin yansımasının kandıra manav türkmenlerinin bir kısmında korunmuş olmasıdır. çuvaş türkçesi ve moğolcadaki “r” sesi, türkiye türkçesinde ki “z” sesine denktir: dokuz : tähhär, kız : hır vb. bunun yazı dilimizdeki geniş zamanın olumlu ve olumsuz çekimindeki –ar/-maz karşıtlığı ve kudurmak/kuduz örnekleri vardır. ancak “kömür” kelimesine paralel olarak olarak kandıra’da sınırlı da olsa görülen ve türkiye türkçesi yazı dilinde bulunmayan (aynı anlamdaki) “kömüz” kelimesi, bize çuvaş türkçesini hatırlatmaktadır.
dağ yöresinin kadim türkleri: manavlar
büyük selçuklu hükümdarı alparslan’ın bizans imparatoru romen diyojen karşısında kazandığı malazgirt zaferi, anadolu’nun türkleşmesi için bir milat kabul edilir. zaferin hemen ardından anadolu’ya başlayan yoğun türk göçleri, periyodik olarak devam etmiş ve zamanla anadolu’nun türkleştirilmesiyle sonuçlanmıştır. anadolu’nun değişik bölgelerine yayılan türk boyları, başlangıçta beylik halinde örgütlenirken zamanla anadolu selçuklu ve osmanlı gibi devasa devletler kurmuştur.
dağ yöresi, türklerin batıya doğru göçlerinde bir uç bölge olması hasebiyle stratejik bir öneme sahip olmuştur. bölge, uzun zaman bizans devleti tarafından kontrol edilmiş ve türk göçlerine karşı bir direnç merkezi olmuştur. ancak doğudan sürekli olarak gelen türk göçleri, bizans’ın direncini kırmış ve bölge zamanla türk hâkimiyetine geçmiştir. araştırmalar, dağ yöresi’nde oğuz türkleri dışında kıpçak, peçenek ve kırgız türklerinin de varlığını ortaya koymuştur.
dağ yöresinde meskûn birçok köy, dikkat çekici bir şekilde kendilerini “manav” olarak tanımlar. manav, sürekli hareket halinde olan yörüklerden farklı olarak yerleşik hayata geçmiş türkmenleri belirten bir kimliktir. yörenin osmanlı kuruluş coğrafyasında yer almasına karşın manav kimliğinin osmanlıyı kuran kayı veya karakeçili kimliğinin önüne geçmesi dikkat çekicidir. yörede birçok türk boyuna ait damgalar bulunmasına karşın henüz kayı damgalarına rastlanmaması bu yargıyı güçlendiren bir argümandır.
peki, kimdir manavlar?
manavlar hakkında yapılan akademik araştırmalar henüz çok yetersizdir. mevcut araştırmalar da daha çok manavların dil ve edebiyatları üzerine yoğunlaşmıştır. tarihte hun, bulgar, peçenek, kıpçak ve sabir gibi türklerin değişik amaçlarla bizans topraklarına yerleştirildiğini biliyoruz. hatta bizans’ın bu savaşçı türklerden lejyonlar oluşturduğu ve bu lejyonlarda önemli türk komutanların yetiştiği kaynaklarda zikredilir. arkeolog adil yılmaz, günümüzdeki manavların iznik rum devleti’nin 13 yüzyılda doğu sınırına güvenlik gerekçesiyle yerleştirdiği kıpçak (kuman) türklerinin torunları olduğu kanaatindedir. yılmaz’a göre, iznik rum devleti hükümdarı ıonnes ııı. vatatzes, istanbul’u haçlılardan almak amacıyla değişik ittifaklar kurarken, doğudan gelebilecek selçuklu, türkmen ve moğol saldırılarına karşı da kıpçakların iskân edildiği sahayı bir tampon bölge olarak kullanmak istemişti.
günümüzde manavlar, bursa, balıkesir, çanakkale, bilecik, sakarya, kocaeli, bolu, düzce ve eskişehir illerinde yaşamaktadır. manav türklerin yaşadığı bölge, iznik rum devleti’nin kıpçakları yerleştirdiği bölgeler ile hemen hemen örtüşmektedir. ciddi bir manav kütlesine sahip dağ yöresi de iznik rum devleti’nin oluşturduğu güvenlik şeridinde stratejik bir bölgeydi.
geçtiğimiz yıl harmancık’ın alutça kırsalında metruk bir mezarlıkta keşfettiğimiz koç başı figürlü mezar taşlarının bölgedeki kıpçak varlığını kanıtladığını duyurmuştuk. bunun yanı sıra yöremizde ve civar bölgelerde yaşayan bazı ailelerin “kapçak” (kıpçak) soyadını taşıması, yöremizdeki manav-kıpçak bağlantısını kuran önemli argümanlardır. dolayısıyla dağ yöresi’ndeki manav türklerinin, osmanlı’yı kuran kayı-karakeçili türklerinden çok daha önce yöremizde yurt tutan kıpçaklar olduğunu söyleyebiliriz.
Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın Bizans İmparatoru Romen Diyojen karşısında kazandığı Malazgirt Zaferi, Anadolu’nun Türkleşmesi için bir milat kabul edilir. Zaferin hemen ardından Anadolu’ya başlayan yoğun Türk göçleri, periyodik olarak devam etmiş ve zamanla Anadolu’nun Türkleştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Anadolu’nun değişik bölgelerine yayılan Türk boyları, başlangıçta beylik halinde örgütlenirken zamanla Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi devasa devletler kurmuştur.
Dağ Yöresi, Türklerin batıya doğru göçlerinde bir uç bölge olması hasebiyle stratejik bir öneme sahip olmuştur. Bölge, uzun zaman Bizans Devleti tarafından kontrol edilmiş ve Türk göçlerine karşı bir direnç merkezi olmuştur. Ancak doğudan sürekli olarak gelen Türk göçleri, Bizans’ın direncini kırmış ve bölge zamanla Türk hâkimiyetine geçmiştir. Araştırmalar, Dağ Yöresi’nde Oğuz Türkleri dışında Kıpçak, Peçenek ve Kırgız Türklerinin de varlığını ortaya koymuştur.
Koç başı figürlü mezar taşı Dağ Yöresinde meskûn birçok köy, dikkat çekici bir şekilde kendilerini “manav” olarak tanımlar. Yörenin Osmanlı kuruluş coğrafyasında yer almasına karşın manav kimliğinin Osmanlıyı kuran kayı veya Karakeçili kimliğinin önüne geçmesi dikkat çekicidir. Yörede birçok Türk boyuna ait damgalar bulunmasına karşın henüz Kayı damgalarına rastlanmaması bu yargıyı güçlendiren bir argümandır.
Türkiye’de Manavların yaşadığı şehirler Peki, kimdir manavlar? Manavlar hakkında yapılan akademik araştırmalar henüz çok yetersizdir. Mevcut araştırmalar da daha çok manavların dil ve edebiyatları üzerine yoğunlaşmıştır. Tarihte Hun, Bulgar, Peçenek, Kıpçak ve Sabir gibi Türklerin değişik amaçlarla Bizans topraklarına yerleştirildiğini biliyoruz. Hatta Bizans’ın bu savaşçı Türklerden lejyonlar oluşturduğu ve bu lejyonlarda önemli Türk komutanların yetiştiği kaynaklarda zikredilir. Arkeolog Adil Yılmaz, günümüzdeki manavların İznik Rum Devleti’nin 13. Yüzyılda doğu sınırına güvenlik gerekçesiyle yerleştirdiği Kıpçak (Kuman) Türklerinin torunları olduğu kanaatindedir. Yılmaz’a göre, İznik Rum Devleti Hükümdarı Ionnes III. Vatatzes, İstanbul’u Haçlılardan almak amacıyla değişik ittifaklar kurarken, doğudan gelebilecek Selçuklu, Türkmen ve Moğol saldırılarına karşı da Kıpçakların iskân edildiği sahayı bir tampon bölge olarak kullanmak istemişti. Günümüzde manavlar, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Bilecik, Sakarya, Kocaeli, Bolu ve Eskişehir, Düzce illerinde yaşamaktadır. Manav Türklerin yaşadığı bölge, İznik Rum Devleti’nin Kıpçakları yerleştirdiği bölgeler ile hemen hemen örtüşmektedir. Ciddi bir Manav kütlesine sahip Dağ Yöresi de İznik Rum Devleti’nin oluşturduğu güvenlik şeridinde stratejik bir bölgeydi. Geçtiğimiz yıl Harmancık’ın Alutça kırsalında metruk bir mezarlıkta keşfettiğimiz koç başı figürlü mezar taşlarının bölgedeki Kıpçak varlığını kanıtladığını duyurmuştuk. Bunun yanı sıra yöremizde ve civar bölgelerde yaşayan bazı ailelerin “Kapçak” (Kıpçak) soyadını taşıması, yöremizdeki manav-Kıpçak bağlantısını kuran önemli argümanlardır. Dolayısıyla Dağ Yöresi’ndeki manav Türklerinin, Osmanlı’yı kuran Kayı-Karakeçili Türklerinden çok daha önce yöremizde yurt tutan Kıpçaklar olduğunu söyleyebiliriz.
Manavların Kimliği Manavlar kaynaklarda farklı şekillerde açıklanmışlardır. Bu farklılığın sebebi kimilerinin Manavlar ile diğer grupların farkını dilde, kimilerinin yerleşim şeklinde, kimilerinin kökende görmeleridir;
Muharrem Öçalan’ın bir Yörük’ün ağzından yaptığı derlemeye göre ise Manav: “Yörüğün yörümeyenine Manav deriz.” biçimindedir. Benzer bir ifade de Işıl Altun’un yaptığı bir derlemede karşımıza çıkmaktadır. “Orta-Asya’dan, Batı Anadolu’ya gelen Türk, Türkmen, Yörük. Oturursa Manav, gezerse Yörük.” Manavların Türkmen olduğu kanaati hemen pek çok kaynakta ortak görüş olmakla birlikte Balıkesir’deki Manavlara bu durum sorulduğunda Manavların Türkmen olmadıklarını, Türkmenlerin Aleviler olduğunu ifade etmektedirler.
Manavların bulundukları bölgelere nerelerden geldikleri konusu da araştırmacılar tarafından farklı şekillerde açıklanmıştır. Türk Dil Kurumunun sözlüğünde “genellikle Romanya ve Bulgaristan’dan göç etmiş kimse.” Bandırma İlçesinde Manavlar adlı çalışmasında Serdar Bombacı Manavları uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplum olarak tanımlamaktadır. Bu toplumun oraya Kuzey Kafkasya, Bulgaristan ve Yugoslavya’dan geldiklerini öne sürmekte ve M.Ö. Misya topluluklarında yaşayan halkla, Kutalmış oğlu Süleyman Bey’in 1076 yılında bu bölgeyi fethetmesinden sonra gelen Türkmen topluluklarının kaynaşmasıyla oluşan melez bir topluluk olduklarını ifade etmektedir. Ancak Manavların Romanya, Bulgaristan, Yunanistan gibi herhangi bir bölgeden göç etmiş olmaları pek de mümkün değildir. Manavların gerek yemek kültürleri, gerek dil özellikleri, halk edebiyatı ve halk bilimi ürünleri incelendiğinde Muhacirler yani göçmenler ile herhangi bir ilişki kurulamamıştır.
Manav adı verilen Türk topluluklarına Cevdet Türkay’ın çalışmasına göre Antalya civarında rastlanmaktadır. Türkay bu toplulukların aslen Yörük olduklarını ortaya koymakla birlikte “Manavlar, Manavlı, Manavlu, Manavlar Perakendesi” adlarıyla anıldıklarını ifade eder. Manavların yerleşim yerlerini de İçel, Saruhan, Alaiye Sancakları olarak bildirir. Ancak az önce de belirtildiği üzere Türkay bu Manavların Yörük olduğunu öne sürmektedir. Bu da Manav isimli bu cemaatlerin bugün Manav dediğimiz topluluklar ile ilgisi olmayabileceği düşüncesini doğurmaktadır. Yine de bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün görünmemektedir.
Manavların Türk boylarından geldikleri görüşü oldukça yaygın olmakla birlikte farklı görüşler de öne sürülmüştür. Bu görüşlerden biri de Manavların Rum oldukları görüşüdür. “Manav denilenler yalnız Rum’dan dönüp İslâm’a giren ve artık Türk olanlar değil, Rumların tamamı olmaktadır.”
Daha çok Batı Anadolu’da yerleşmiş bulunan Manavların buraya ne zaman geldiği sorusu da eldeki verilerden yararlanarak açıklanmaya çalışılmıştır. Manavların Batı Anadolu’ya 1291 yılından önce gelmiş olabileceği kanısı ise yaygın bir görüştür. Bunun sebebi ise Yıldırım Bayezıd döneminde yapılan İstanbul kuşatması sonrasında Bizans İmparatorluğu ile yapılan antlaşma gereği Sirkeci’de bir Türk mahallesi kurulmuştur. Bu mahalleye yerleştirilenlerin ise Göynük ve Taraklı’daki 760 hane olduğu belirtilmiştir. Bu bilgi doğrultusunda Manavların Anadolu’ya 13. yüzyıl öncesinde gelmiş olmaları kuvvetli ihtimaldir.
Ayrıca Muharrem Öçalan’ın bir paneldeki bildirisine göre; “Bizans kralı tarafından Anadolu’yu doğudan gelen akınlardan korumak amacıyla Balkanlardan getirilip yerleştirilenlerin sayısı azımsanmayacak kadar Peçenek-Kıpçak-Kuman-Uz topluluğu da vardı. Bizans kayıtlarına göre, Müslüman-Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de Türkçe konuşan binlerce insan Anadolu’da yaşamaktaydı. Buna göre Manavlar, bu Türklerin devamıdır.” Öçalan bu görüşü ifade etmekle birlikte bunun kesin olmadığını belirtmiştir.
Manavın haçı, Sahateni ile Naeni yolunun tam ortasında bağların yakınında bir yerde, üzeri İncil'de geçen karakterler ve İslami çiçek motifleriyle bezenmiş, 4 metre yüksekliğinde, yekpare taştan yontulmuş 6-7 ton ağırlığında bir türbe.
Etrâfına diklemesine 240 santimetre yanlamasına 153 santimetre olan 4 sütun dikilen haç geçme usulüyle yontularak oturtulmuş çerçeve ile de desteklenmiş olup hâlen ayaktadır. 1846 senesinde Gheorghe Dimitrie Bibescu devrinde inşâsı tamamlanan türbenin haçı üzerinde Gheorghe Dimitrie Bibescu'nun ismi de kazınmış olup bu denli büyük bir yontma haçın Romanya'nın başka hiçbir yerinde olmadığı tahmin edilmektedir.
Breazalı papaz Costache Dinu Cârjanın oğlu Ioan Postelnicu tarafından Breaza'nın Badeni köyünden usta Iordache Vrabie'ye yontturulan haçın yörenin zengin bir tüccarı tarafından ısmarlandığı söylenir. Diğer bir rivâyete göre Tisauludan Ghica isimli bir hanımefendi Manava keşişlik mertebesini atfetmek için türbenin inşâa masrafları üstlenmiştir.
Türbenin hazırlanışı ve dev haçın dikilişi ile taş işçiliği hakkındaki hâtıralara Corneliu Ştefan'ın 1981 senesinde yayınladığı 'Expeditie la apa vie kitapında yer verilmiştir. Birinci Dünya Harbine kadar yaşamış olan ve kendisi de taşların taşınmasında çalışmış olan bir Badenili işçinin dediğine göre, Istrita ormanında büyük bir meşeyi devirip birkaç gün petrole batırmışlar ve sağlamlaşması için zincirlerle sarmışlar ortasına bağladıkları öküzler sâyesinde ağacı testere gibi kullanarak haçın kalıbını kesmişler. Haç, 16 çift öküze bağlanarak taşınabilmiş. Buzaulu papaz Mihai Stanciu bu hadiselerin hepsine şahitlik etmiş ve notlar almıştır. Ona göre, türbenin yapıldığı yer Ionita Cârjan'ın babası Vispeşti köylü papaz Costache Dinu Cârjan'ın arazisine yapıldı. Türbede yatan Manav Selim Costache Dinu Cârjan'ın kızı Maria ile 1844 senesinde evlenmişti. Selim Anadolu'dan gelmiş zengin bir tüccardı. 1841 senesinde Eflak’a gelmişti ve Moldova’ya gitmeye çalışırken aşırı soğuktan donmak üzereyken onu bulan Costache Dinu Cârjan'ın bir yakını Greceanca'da tedâvisi yaptırdı ve kalacak yerini temin etti. Yöre insanının âdeti olan kış vakti hal hatır sorma için akrabasına giden Maria ile Selim orada tanışırlar. Evlenmek icâp eder, Selim’in sevgisi o kadar kuvvetlidir ki kızın hatrı için vaftiz olur. Tüccarlığı bırakıp orada güzel eşi Maria ile yaşamaya karar verirler. Vaftiznâmesindeki bilgilere göre, Selim o vakitler 24 yaşında idi, Gheorghe ismiyle vaftiz edilen Selim, o kadar yakışıklı ve temiz kalpliydi ki elinden her iş geliyordu. Ailelerin karşı çıkmalarına rağmen 23 Nisan 1844 günü hayatlarını birleştirdiler. Maria'ya çeyiz hediyesi olarak Boğdan yolu üzerinde bir arazi alıp han yaptıran Gheorghe peşinden baba olur ve kızları Dobra doğar.
Papaz Mihai Stanescu'ya göre türbeye Manavın haçı isminin verilmesi iki sebebi vardır; türbeyi yaptıran Papaz Costache Dinu Cârjanın damadı ile Gheorghe'nin kayınbiraderi Ionita Cârjan. Haç üzerinde "Bir Manav daha göklere gitti, bir Manav gider bir Manav gelir" yazılıdır. Kuzeydeki sütunlarda çocuklarının ismi yazılıdır.
*Ek not : Bulgaristan veya Romanya'da Anadolu'dan Gelen Tüccar veya Müslüman Türke Manav veya Manaf adı verilir.
La çocim siz niye Meram annamayoyuz ben size tembi etmedim mi üstüyüzü bulamey deni bu üstüyüzüy hali ni böle öteberleriyizi birden batırmışıyız
Çocim üsenim sende fonneyi birden yırtmışıy
Yırt yırt bayramda beni giyesiy
Bu çocukla niden böle kimbili
Alla akı fikir veriken çocim siz hurun ünüyde bidemi bekliyoduyuz
Akşam iftara huriye gocayeli gelcek gidiy öteberleriyizi değiştiriy çabuk
Anam gözel anam örede yapbadıymı be
He yapbadım işiyiz gücüyüz gırtlak
Üsen çocim kapı çalıya Kapıya bak
Ana huriye gocanam gemiş
Hoş geldiy huriye aba hoş gödük hanive
Hanive gız köpey buvucekti beni evyandan içeri gireken nigada fene köpey va garanlıkta yabancı bidi herade beni
Huriye aba siniye geçelim şimdi hoca Allahuekbe de
Çocim git bakem ezanı dinne
Gız aba caminiyde mikrofonu bozumuş
Hocada minareden okuya ezanı
Ezan okunuya ana
Hadi buyuruy bakem Alla kabul etsin orucuyuzu
Üsenim sende ünüyden yi çocim huriye gocanay mana bulu
Hanive boş ve dudum çocuk unna
Üç savın öre yidiy çocim bi gıymık garnıy va
Nereye yiyoy dokunu sıçak olcey uncama öre yinimi hiç yimediymi hambarıymı va
Hanive gız eliye savlık
Alla Halil ibram bereketi vesin sofrayıza
Savol abla Alla umiyennere vesin
Hanive dudum günne yıl gibi akşam omak bilmiya ıramazanda iş yapasıda gemiya insanıy bende bütün gün Kuran'ınımı okuyom Napem son cüzüm gadı iraime gocanaya okuvarıyom
Alla kabul etsin aba
Âmin ginim
Huriye aba bende çocuklalan bovuşmaktan hiç bi işe bakamıyom
Üsenime bıldır sene tombalak yaka fonne başladımdı arkasını bitidim ta öynü duruya
Örneklide olunca zo oluya kafa basmıya Atık aba
Gız huriye aba abdesiy vasa şu üsenimi bi okuvasay be aba
Geçennede kargalarıy anşa gelin gedi otuma
Üsenime sölenip durdu
Çok yavız çocuk ,mantar gibi,pelize gibi
Tombalak yüzlerini seveken birden gövertti
Hanive üseni okiyemde bende gidem artık
Gidesiy ta be aba gidem gidem geç oldu
Gız hanive çocuk nazar umuş esne esne bi gadım
Çatlıcektim hani okurkan hanive gözlerimden biden yaş gedi
Boncuk yokmu boncuk dakıve çociye
Huriye aba diyneyi unutma gideken unutmam hanive
Bu bacak azdı gine hanive geçen radyoda
Diynedim ılana eyi geli dedi bende ilana godum bacama hiç faydasını gömedim
Bizde iraime gocanay gibi irezil umadan gitsek bari öteki tarafa
Alla geçinden vesin abla u nası laf öle
Gız hanive köpe çekişte geçem kapıdan
Gız kapıyızda gacır gacır ediya
Yarın yavlarım aba Yanık yavınna
Hadi gine ge aba eyi akşamna
Alla ıratlık vesin.
Bölüm -2
Gız huriye aba nanda gadıy be. Epiden beri yoksuy kövde insan bi kövden çıkakan habe veri merakta goyduy gız aba beni
Hanive gız sorma geçen cuma gecesi böyük damat gedi beni Aldı götüdü kasebe apa topa diynemi bile burda bırakmışım hanive kapınıy ipini bile çekmemişim
Niden gız abla
Böyük toruna dovum günü yapıceklemiş ana illede sende ge dedi
Gız hanive gulube gibi bişeye bindik damatla baraba beni gucaklep ta onuncu gata gadan çıkadı
İçim bi hoş odu hanive istifa idesim gedi
Ni ki gız aba u
Aman nibilem ben tuvaf bi adı vadı damat divemişti
Gız aba nile yapıyala dimi şimciki zamanda akıl sır ercek gibi diil
Gız aba dovum günü yaptıyızmı?
Yaptık hanive aman bırak gız öle dovum günümü olumuş
Başım şişti hani uncama çoci çavırmışla
Carala curala iki kelam bişe gonuşturmadıla beni gızımna, dua etmedile.. Aynı kövde yapılan duvakla gibi hanive, öle dovum günü mü olumuş
Gızıy nası aba eyi uda sorannara selamı va
Sen napıyoy hanive görmeyeli Napem işte
Böyün aşakı bostana gittim ilanala birden özmeklenmişle unnarı yodum zo söktüm unnarıda gız aba bu senede yavmırla çok yavınca üseniy boyu gada omuşla bi gucak gettim Tama hayvannarıy öynüne atıvadım
Hanive gız ollada durumaz be kövlüm
On gündür ayam topra diymedi
Sıkıntıdan patladım hani
Köv gibisi yok be hanive
Bide damatla gızım bi hoş umuşla ollada
Bizde genç olduk biz öyle işele bilmeyiz
U una Aşkım diya damatta gızıma çiçeğim diya
Bende Alışık umedimden tuvafıma gidivedi
Gız aba Niva unda negüze işte
Hanive gız rahmetli gocabay bana savlinde
La huriye deni seslenidi bende una Niva adam deni cuvap veridim
Ta nile duycez kimbili hanive
Üsen çociy nası hanive
Oda kurana gidiya abla iyi maşalla gız gitsin gitsin bişele örensin bizim gibi cahil böyümesin
Böyünde hasta yatıya öteki udada
Niden gız
Dün gece goca bi savın yimişi yimiş tek başına bügünde tırıl omuş tuvaletden çıkamadı böyün
Geçmiş usun gız Savol aba
Gız hanive Üsen gocabayı görüyoymu be
Dün gonuştum aba unnan uda avzından dişlerini çıkamiş godi yeri bilmiya
Gız hanive bu adam eyce bunadı be
Köpekle amış gömmüştü biyeri
Zaten hiç eyi gömedim biseve gocabamı öyle bön bön omuş
Ni diyelim hanive Alla Gücünü kuvvetini çuvatsın
Hanive dudum seniy üseniy dovum günü nizaman be
Aman aba öle işele bilmem ben
Üsenim dovdinde mısır çapalıyoduk erenledeki tarlada
Mayıs ayıdı galba gız aba
Zaten aba akşam Mısır tarlasından gedik
Beş saatmi yalan umasında yedi saat sonra üsenim dovdu
Sayidenmi sölüyon hanive
Hanive gız bu çocuk undanmı böle mayasıllı Mayıs Ayında dovdi içinmi?
aman aba ne bilem ben
Bunuy bubasıda böledi una çekmiş
Bende gidem hanive ta eve bakmadım farele ta birden yidimi öteberlerimi
Selamlar manav kardeşler. Ben de manavım baştan belirteyim ki olay çıkmasın. Kafama teraziyi kiloyu geçirmeyin.
Dediğim gibi ben de manavım ve ilginç bir şekilde Manavgat'ta yaşıyoruz. Ama annem manav değil desem de Rahmetli kömür odun tevzii işletiyormuş ölünce çocuklar ilgilenmemişler kömür tevzii batmış o da manavlık yapmaya başlamış. Fakat biz kesin Türk oğlu türküz. Kıpçaklar daha bizden evvel manav olmuş ama o etimolojik bilgiyi bizler hatalı buluyoruz.
Manavların Şivesi Manavların Çoğu tarafından Türkiye Türkçesine Kıpçak Etkisi Olarak kabul edilen ? (ñ = ng) sesinin Y sesine dönüşmesi Kullanılmaktadırlar Örnek : Unuy (Onun, İzmit Taşköprü Kayalar, ) Atıy (Atın) Bu değişimler Kuzey Batı Kıpçak Grubundan olan Karaylar'da da görülmektedir.
P/>F değişimleri Kirfik (Kirpik) ve Ç/>Ş değişimleri'de Manav Ağızlarında görülmektedir.
Manavlarda arka ve orta damak ünsüzü “ñ” korunmuştur Örnek : Savolu? (Sağolun, Sakarya Adapazarı Salmanlı),
A?nadalım (Anlatalım, Kocaeli Kandıra Sakallar);
Kövün (Köyün, İzmit Taşköprü Nezirler).
Manav Türkmen ağızlarının bir bölümünde bugün Moldova’da yaşayan Oğuz kökenli Gagavuz Türkçesinde ve bizim Rumeli ağızlarımızda gördüğümüz yuvarlak ünlü daralmalarına rastlanır. İlk hecedeki o’lar u, ö’ler ü olur:
Undan (ondan, Balıkesir Gönen Bostancı) ;
düğele (döverler, Sakarya Kaynarca Büyükyanık), udürüz (öğütürüz, Düzce Çilimli Kuşoğlu) kude (köyde, Kocaeli Kandıra Nefsikaymaz).
Bu kelimelerdeki daralmalar, Türkiye Türkçesi ağızları üzerindeki Kıpçak Türkçesi etkisi olarak açıklanır. Gerçekten de bugünkü Kazan Tatar ve Başkurt Türk şivelerinde bu olay karakteristiktir: yol > yul , köz (göz) > küz vb.
Bazı Manav ağızlarında Sonuncu yerine Sonku-Songu denilmektedir Song : Neslin en küçük oğlu. Anne karnındaki bebeğin göbeğinden anneye bağlanan bağın sonu. Son; oğul. Günümüz Kazan Tatarcasında ise'de Songı (Sonuncu) anlamına gelir. (Kocaeli Kandıra)
Manav Ağızlarında ki bir diğer Kıpçak Etkisi Ğ/>V değişimleridir Örnek Avız-Avuz (Ağız), Bavırma-Bavurma (Bağırma), Suvan-Sovan (Soğan). Bir başka Kuman etkisi ise hece sonu ünsüz çiftlerinin arasında ünlü türemesi şeklindedir. Kocaeli Kandıra’nın Hacılar ve Katçalı köylerinde “ilk” kelimesinin telâffuzu “ilik” şeklindedir (ilk >ilik). Aynı ses olayını Sakarya’da çift > çifit örneğinde de görüyoruz: bi çifit öküz (bir çift öküz, Sakarya Geyve Sarıgazi). Bu ses olayı; Tatar, Kazak, Kırgız, Başkurt Kıpçak Türk şivelerinde de yoğun olarak görülür: ?alk > ?alık ilk > elek vb. Ali Karamanlıoğlu’nun Kıpçak Türkçesiyle ilgili eserinde Oğuzname’den naklen verdiği bilgiye göre milâdın ilk yıllarında Kafkasya’da yaşayan Kuman-Kıpçak Türkleri 11. asrın başlarında Karadeniz’in Kuzeyini işgal etmiş, 1061’de Rusları mağlûp etmişler, 1078’de Edirne’yi kuşatarak Bizansla savaşmışlardır. 11.-13. asırlar arasında Rusya’nın güneyi ile Doğu Avrupa’daki birçok ülke (Deşt-i Kıpçak Coğrafyası Başta olmak üzere. Ukrayna, Romanya, Macaristan ve Polonya) Moğol işgaline uğramıştır. Moğollardan kaçan Kumanlar ise Makedonya ve Bulgaristan olmak üzere dağılmışlar ayrıca Bizans-İznik-Latin imparatorluklarında Yarı köylü-Yarı Asker olarak İstanbul Boğazı-Sinop-Menderes vadisi arası bir hatta yerleşmişlerdir. İşte Rumeli ağızlarımızda ve bu arada (Yerli Türk) Manav ağızlarının bir kısmındaki o/>u/ ö/>ü daralmalarını bu dönemdeki Kıpçak etkisine bağlamak mümkündür Osmanlı Oğuz Türklerinin Rumeli’ye geçişi 14. yüzyılda (1352 yılında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa ile) olmuşsa da bu bilgi durumu değiştirmez. Çünkü buralarda kalan Kıpçak unsurlarının ya da onlardan etkilenmiş olan diğer yerli unsurların bir etkisinden söz etmek mümkündür.
Bölge'de diyalektolojik yapıda etkili olan bir unsur olarak Kıpçaklara işaret etmesi, yöreden derlediğimiz metinlerde ve yöre ile ilgili diğer çalışmalarda rastlanan; ñ/>y, ğ-g,/>v, y/>c ses değişmelerine ilişkin örneklerle de desteklenmektedir. Manav şivelerinde karakteristik bir ünsüz değişmesi olan “r” ünsüzünün düşmesi oldukça yaygındır. Öte yandan bölge ağızlarında görülen ? > g ötümlüleşmesi de tam bir Oğuz özelliğidir: garış («karış»), gavra vb. Bu ağızlarda Eski Türkçede bulunup Türkiye Türkçesinin yazı dilinde değişmiş olan bazı unsurları korumaktadır. Balıkesir Gönen’deki alca («alacağız»), gelcek («gelecek») vb. a/e’siz gelecek zaman şekilleri ise Batı Anadolu Yörük Türkmen ağızlarının izlerini taşımaktadır. Daha ilgi çekicisi, Ana Türkçeden milâda yakın yıllarda koparak ayrı bir lehçe olarak gelişmiş olan ve bugün Türkiye Türkçesine ve hattâ diğer şivelere (anlaşılırlık bakımından) çok uzak olan Çuvaş Türklerindeki ve bu arada bir Altay dili olan Moğolcadaki bir ses denkliğinin yansımasının Kandıra Manav Türkmenlerinin bir kısmında korunmuş olmasıdır. Çuvaş Türkçesi ve Moğolcadaki “R” sesi, Türkiye Türkçesinde ki “Z” sesine denktir: Dokuz : Tähhär, Kız : Hır vb. Bunun yazı dilimizdeki geniş zamanın olumlu ve olumsuz çekimindeki –Ar/-Maz karşıtlığı ve Kudurmak/Kuduz örnekleri vardır. Ancak “Kömür” kelimesine paralel olarak olarak Kandıra’da sınırlı da olsa görülen ve Türkiye Türkçesi yazı dilinde bulunmayan (aynı anlamdaki) “kömüz” kelimesi, bize Çuvaş Türkçesini hatırlatmaktadır.
1. “Bizans kralı tarafından Anadolu’yu doğudan gelen akınlardan korumak amacıyla Balkanlar’dan getirilip yerleştirilen sayısı azımsanmayacak kadar Peçenek-Kıpçak-Kuman-Uz topluluğu da vardı. Bizans kayıtlarına göre, Müslüman-Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de Türkçe konuşan binlerce insan Anadolu’da yaşamaktaydı. Buna göre Manavlar, bu Türklerin devamıdır.” 2. 13. Yüzyıldaki Moğol istilasından sonra Selçuklu ülkesine Türkistan’dan yalnız göçebe Türk unsurlar gelmedi, onların yanında yarı yerleşik ve tam yerleşik köylü- şehirli Türkler de geldi.” ( Faruk Sümer; “Anadoluya Yalnız Göçebe Türkler mi Geldi?” Belleten, XXIV, s. 567-594) 3. maddede özetlediğim. Doktora tezimizi hazırlarken kaynağımızın şu ifadesi de bu düşünceyi özetliyor: Bir Yörüğe sorduk: “Manav diye kime dersiniz?” Cevap şöyleydi: “yórúğú? yörüme?nine manav deris”. ( Yörük’ün yürümeyenine Manav deriz.) (Cevdet Atay)"
4. “Türkiye’de Türklerin Kıpçak grubundan çok yine Türklerin Oğuz boyları grupları vardır. Türkmen adı da Yörük adı da, manav adı da, farklı söyleyişlerdir.” ( Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu”)
Manav Türkleri Ve Kökenleri Hakkın'da ki Görüşler Düzenle
Bu konuda bir kaç görüş dikkate değer:
1. “Bizans kralı tarafından Anadolu’yu doğudan gelen akınlardan korumak amacıyla Balkanlar’dan getirilip yerleştirilen sayısı azımsanmayacak kadar Peçenek-Kıpçak-Kuman-Uz topluluğu da vardı. Bizans kayıtlarına göre, Müslüman-Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de Türkçe konuşan binlerce insan Anadolu’da yaşamaktaydı. Buna göre Manavlar, bu Türklerin devamıdır.” 2. 13. Yüzyıldaki Moğol istilasından sonra Selçuklu ülkesine Türkistan’dan yalnız göçebe Türk unsurlar gelmedi, onların yanında yarı yerleşik ve tam yerleşik köylü- şehirli Türkler de geldi.” ( Faruk Sümer; “Anadoluya Yalnız Göçebe Türkler mi Geldi?” Belleten, XXIV, s. 567-594) 3. maddede özetlediğim. Doktora tezimizi hazırlarken kaynağımızın şu ifadesi de bu düşünceyi özetliyor: Bir Yörüğe sorduk: “Manav diye kime dersiniz?” Cevap şöyleydi: “yórúğú? yörüme?nine manav deris”. ( Yörük’ün yürümeyenine Manav deriz.) (Cevdet Atay)"
4. “Türkiye’de Türklerin Kıpçak grubundan çok yine Türklerin Oğuz boyları grupları vardır. Türkmen adı da Yörük adı da, manav adı da, farklı söyleyişlerdir.” ( Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu”)
Babamın 27 Mayıs devriminden sonra muhtar olarak atandığı Yenişehir’in Subaşı Köyü’nde yaşayanlar kendilerine manav diyorlardı. Manav kelimesi Osmanlıların bölgeye geldiklerinde yerleşik olan ahalinin daha eski olduklarını belirtmek için kullandıkları bir sözcüktür. Köyde yaşayanlar ilginç bir sözcük kullanıyorlardı. Sincaba “TEĞİN” diyorlardı. Bu kelimeyi ilk defa orada duymuştum. Tegin aynı zamanda para anlamını da taşıyormuş. Teğin ismi çocukluğumda hafıza iyice nakşolmuş anlaşılan yıllar geçtiyse de unutmadım. Bu isme değerli tarihçimiz Doğan Avcıoğlu’nun “Türklerin Tarihi” adlı beş ciltlik dev eserini okurken rastladım. Avcıoğlu, Bulgar Türklerini anlattığı bölümde rastladım. Avcıoğlu, Bulgar Türklerinin sincaba “Teğin” dediklerini yazmış. Bu kelime ayrıca para anlamında da kullanılıyormuş. Belki kökeni para yerine kullanılan sincap kürklerinden kaynaklanıyordu.
Bursa doğumlu olan yazarımız belki de bu kelimeyi ziyaret ettiği dağ köylerinde duymuştu, bilmiyorum. Yıllar sonra değerli tarihçimiz Halil İnalcık’ın 900 yıllardan sonra Bizans’ın Bursa-İzmit yöresine Bulgar Türklerini ve daha sonra Sıpları yerleştirdiğini okuyunca kafamdaki parçalar birleşti. Subaşı köyü sakinleri ve çevredeki manav köyleri Bizans’ın yerleştirdiği Bulgar Türklerinden olabilirdi.
Bu tezimi doğrulayacak bir başka olay da köyde Nevruz’un kutlanmasıydı. Bahara girerken Nevruz ateşi yakılır ve köyde yaşayanlar üzerinden atlarlardı.
Doğduğum ve yaşadığım Mustafakemalpaşa’nın köylerinde (Güvem, Güllüce ve Alpagut) böyle bir adet yoktu, yakılan ateşten atlayana rastlamamıştım.
Nevruz kutlamalarıyla tekrar karşılaşmam yaklaşık 30 yıl sonra oldu. Güneydoğu’da PKK teşvikiyle gösteri amacına dönüşen Nevruz kutlamalarının basın ve TV’lere yansımasıyla oldu.
1962 yılında Subaşı köyünden İnegöl ilçesine taşındık. İlkokul üçüncü sınıfa geçmiştim. Liseyi bitirene kadar ailemle İnegöl’de yaşadım, değişik mahallelerinde oturduk. Ama hiç
Nevruz kutlamasına rastlamadım. Onun yerine başka bir kutlama yapılıyordu, bayramlarda yumurta tokuşturuluyordu. Bu adet İnegöl’den ayrıldığım yetmişli yılların ortalarına kadar sürdü. Sonrasını bilmiyorum.
Satıcıların sepetlerle getirdiği kırmızıya boyanmış, kaynamış yumurtaları satın alıp, tokuştururduk. Yumurtası kırılmayan kırılan yumurtayı alırdı. Bu işin ustaları yumurtacının sattığı yumurtaları bir kuyumcu titizliğiyle inceleyip, ondan sonra seçerlerdi.
Bu âdetin Rumların Paskalya Kutlamasıyla ilgili olduğunu ilerleyen yıllarda öğrendim. O yıllarda bu kültür farkının nedenini ve kökenlerini anlayacak bilgi birikimine sahip değildim. Çevremde bu farklılıkları araştıran kişi ve kurumlar yoktu. Yereldeki kültürel değerleri derleyen Halkevleri gibi kurumlar ellili yılların başında kapatılmıştı.
Bu tezimi güçlendiren bir örnek daha vereceğim. İnegöl’de duvarlara tablo yerine ipekten dokunmuş resimli duvar halıları asılırdı. Bu duvar halılarına ya Arap kadınları ve ceylanlar gibi egzotik resimlerin yanı sıra Bizans döneminden geldiğini yıllar sonra okuduğum G. Ostrogorsky’nin “Bizans Devleti Tarihi”nden öğrendiğim Azizlerin resimleri vardı.
Bizanslı dokuma ustaları dokudukları ipekli kumaş ve halılarda dinsel motiflerin yanı sıra, dünyevi, doğa ve hükümdarlığa ait konular işliyorlardı. Bu adet Bizans’tan sonra yüzlerce yıl daha sürmüş. Osman Gazi ve yanındaki Alpler bölgeye geldiklerinde bu bölgedeki şehirler, kasaba ve köylerde Rum kökenliler ve az sayıda Yahudi yaşıyordu. Osmanlıların Karacahisar’dan sonraki başkentin yeri olarak Yenişehir’in seçilmesinin sebebi bölgede yer alan, örf, anane, isim ve kültürlerini muhafaza etmiş olan Bulgar kökenli Türk köyleri olabilir mi? Bence araştırılması gereken bir konu.
Son Bulgar Krallarının 1400’lü yıllara kadar Şişman gibi Türkçe isimler taşıması yerleşen halkın dinlerinin değişse bile isimlerini, belki de kısmen dillerini koruduklarına bir örnek olabilir.
Köy isimlerinin temelsiz nedenlerle değiştirilmesi sadece bu bölgede değil, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgelerindeki Türk yerleşim ve coğrafi isimlerle günümüzdeki bağları koparmıştır.
Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin ele geçirdiği bölgelerde yaşayan Rum nufus hızla Müslümanlaşmıştır. Tarihçi Ruhi “Gün olur binlerce Hristiyan İslama geçerdi” gözlemini yaparken,”Tanrının kendilerini terk ettiğini” İnanan Gregory Palamas’da mektuplarında, yerli “Rumların kitle halinde İslamlaştıklarına kuşku yoktur” diyordu. Bursa üzerine araştırmalarıyla tanınan Yazar SayınRaif Kaplanoğlu Bursa’daki Gayrimüslümlerin nüfusunun 1487 yılında yüzde 1.44 olduğunu, bu oranın 1530 yılında yüzde 3.01’e, 1573 yılında ise yüzde 6.07’e yükselmiştir (Osmanlı’nın Kuruluşunda Bizans Köylerinin Kültürel Etkileri. Gayri Müslim nufus 19.Y.Y. yüzde 30-35 oranına yükselmiştir. Bu sebeple Kırım ve Kafkasya’dan göç edenleri bu bölgeye yerleştirmiştir.
Bölgede Hristiyan nüfusun artmansın başlıca sebepleri olarak şunları diyebiliriz.
– Sürekli savaşlar yüzünden Müslüman nüfusun azalması,
– Özgürleşen Hristiyan kölelerin bölgede kalması,
– Ermenilerin Doğu Anadolu’dan göçü,
– Adalardan Rumların göçü,
– Müslüman Ahaliden toplanan aşırı vergilerin yol açtığı sefalet.
Osmanlıların bölgeye hâkim olmasını kolaylaştıran en önemli unsurların başında;
– Bizans İmparatorluğu’nun Latin istilasından sonra kendini toparlayamaması,
– Bölgede çok sayıda tekfur adlı yerel derebeyliklerinin bulunması,
– Bizans uyruğundaki çiftçilerin, köylülerin üzerindeki aşırı vergi yükü,
– Bölgeye gelen Osmanlıların yerli halka karşı olumlu tutumu,
– Osman Bey’in Rum tekfur ve savaşçıları bünyesine katması,
– Ele geçirilen şehir, köy ve kasabalarda katliam yapılmaması,
Bölge hâkimiyetini kolaylaştıran unsur olmuştur. Bursa’yı teslim eden Tekfurun teslim olma gerekçesi olarak, “Halkımız bizden yüzünü çevirip, sizin yönetiminizi tercih etti” demesi buna örnektir.
Hristiyanlığın Bizans topraklarında hâkim din olması IV. Yüzyılda gerçekleşmiştir. Hristiyanlık resmi din haline gelmiş ve pagan tapınakları hızla yıkılmış, çoğu kiliseye çevrilmiştir. Çeşitli dil ve inançlara sahip halklar bu süreçte imparatorun dinine ve diline geçmişlerdir. İstanbul’daki patrik göç etmeyip, geride kalan cemaati dinlerini değiştirmemeleri konularında uyarır.
Osman Gazi’yi takip eden ve Batı Anadolu’ya göç eden Türklerin büyük bir kısmı yine göçer olarak kaldı. Hayvancılıkla uğraşan bu göçerlerin yerleştirilmeleri asırlar sürmüştür. Üstelik Batı Anadoluda’ki konar-göçer Türkmenlerin büyük bir kısmının Balkanlar’ın kolonizasyonunda kullanıldığını biliyoruz. Osmanlı Devleti’nin şehir nüfusunun büyük bir kısmını Müslümanlaşmış yerel halk ve gayri-müslüm tebaa teşkil ediyordu.
SONUÇ:
Bu verilerin ışığı altında şunları söyleyebiliriz:
1) Güney Marmara Bölgesine Türklerin yerleşimi Bizans döneminde başlamıştır. Tarihi kayıtlar bölgede çok sayıda Türk’ün yaşadığını göstermektedir.
2) Osmanlıların bölgeye hâkimiyetini kolaylaştıran bir unsur bölgede Hristiyan inancına sahip, ama örf ve adetlerini kısmen koruyan –belki dillerini de- ve kendilerine Manav diyen Türk unsurlarının yoğun bir şekilde yaşaması olabilir.
3) Yenişehir’in kurulup Osmanlılar tarafından başkent seçilmesinin bir sebebi bölgedeki Türk kültürünün varlığı olabilir. Osmanlılardan önce bölgeye yerleşmiş olan Türk’ler kendi örf ve ananelerini kullanmaya devam etmişlerdir.
4) Manav kökenliler arasında Batı Türkistan’daki Özbek Cumhuriyeti’nde başlık için kullanılan “Kalın” kelimesi aynı anlamda kullanılmaktadır.
5) Oğuzlara, yani Selçuklulara Anadolu’nun kapısını açılmasını sağlayan Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusundaki Türkopolların saf değiştirmeleri kilit rol oynamıştır.
6) Aşıkpaşazade Osman Bey’in emrindeki Rumların durumlarının eskisinden daha iyi olduklarını yazıyor:
“Bu fethedilen dört parça hisarın yönetiminde adalet üzerine hareket ettiler. Ve tüm köylüler yerlü yerine gelüb oturdular. Durumları, kâfir zamanından dahi iyi oldı belki. Zira buradaki kafirlerin rahatlığını işitip, başka vilayetten daha adam gelmeğe başladı” (Aşıkpaşazade 1970:21)
Müslüman olan yerli halk bazı inançlarını korumuştur. Kapanan Manastırların bir kısmı tekkelere dönüşürken, ayazmalar aynı konumda kalmış, aziz mezarlarının bir kısmı baba, dede mezarlarına dönüşmüştür.
7) Paskalya yumurtası tokuşturma, mum yakma adetleri ve dokunan halılardaki eski tarz desenler günümüze kadar koruna gelmiştir.
8)- Bizans şehirlerindeki esnaf birlikleri zamanla Lonca teşkilatına dönüşmüştür.
1237 yılında Batu Han idaresindeki Moğol-Tatar ordusu Yayık Nehri'ne doğru ilerlerken pek çok Kuman topluluğunu önüne kattı. Moğol hakimiyetine girmek istemeyen Kuman topluluklarından bir kısmı İtil Bulgar ülkesine sığınırken bir kısmı da İtil'in batısına geçti.
1237'de Bulgar Ülkesini yakıp yıkan,1238'de Rusya'nın kuzey kesimlerini tamamen ele geçiren Batu Han, 1239'da Kumanların yoğun olarak bulunduğu Don-Doneç sahasına doğru ilerledi. Moğolların gücü karşısında tutunamayan Kumanların birçoğu yapılan savaşlarda öldü geriye kalanlardan bir kısmı Moğolların hakimiyetini kabul ederken büyük bir kısmı da Batıya Macaristan ve Balkanlara gitti, Balkanlara gelen Kumanların toplulukları Latin İmparatorluğu tarafından hizmete alındıkları gibi İznik İmparatorluğu'da onların askeri yeteneklerinden faydalanma yoluna gitmiştir.
1239-1240'ta Moğolların önünden kaçan kalabalık bir Kuman topluluğu kuru ot doldurdukları derileri sal olarak kullanmak suretiyle kadın ve çocukları ile birlikte Tuna'yı geçti. Tahminen 10 binin üzerinde nüfus barındıran bu grup uzunca bir süre Trakya'da yerleşebilecekleri uygun bir yer bulmak için gezip dolaştı. Bölgede başıboş halde dolaşan ve Etraftaki şehirleri yağmalayan Kumanların Bizans Arazilerine zarar vermelerini engellemek ve onların askeri yeteneklerinden faydalanmak isteyen İmparator III. İoannes Bizans Hizmetine aldığı bu Kumanlardan bir kısmını Trakya ve Makedonya'da bir kısmını da Anadolu'da Menderes Havzasına (Menderes nehri ve çevresine) bir kısmını ise Frigya Sahasına ve Bitinya Sınırlarına (Günümüzde Ankara, Afyon, Eskişehir, Bolu, Düzce, Kastamonu, Sakarya, Zonguldak) bölgelerine, İznik Rum İmparatorluğu ve Latin İmparatorluğu Topraklarına, Moğol ve Selçuklu Tehlikesinden Korunmak İçin yerleştirildiler. Bugün bu illerdeki Kuman asıllı köyler bu tarihte Anadolu'ya girmiştir.
Bazı araştırmacılar III. Ioannes Vatatzes'in bu uygulamasının pek işe yaramadığını ve Kumanların Türkmenlerle karışmasıyla bölgenin Türkleşmesinin hız kazandığını ileri sürerken II. Theodoros Laskaris "Sen Kuman'ı batı bölgelerinden buraya getirmek suretiyle onun cinsinden doğuda hizmet eden bir kavim yarattın ve Türklerin sınırlarına ikamet etmekle Türklerin batıya doğru durmadan ilerlemelerini önledin" ifadeleriyle babasının bu nüfus transferi politikası ile Balkanlardan Anadolu'ya kalabalık sayıdaki Kuman topluluklarının ikamet ettirilmesi sonucunda Anadolu'daki Türklerin Batı yönündeki yayılmalarının önüne geçildiğinden övgüyle söz etmektedir. Çağdaş Bizans yazarlarından Pakhymeres de III. Ioannes Vatatzes'in bu uygulamasını İznik İmparatorluğu'nun en önemli icraatı olarak yorumlamaktadır. Aynı şekilde bir diğer Bizans müellifi Akropolites'in ifadelerinden de Kumanların Anadolu'da yerleştirilmesinin çok mantıklı bir hareket olduğunu düşündüğü anlaşılmaktadır". Gerçekten de İoannes'in sınır savunmasını başarı ile sürdüren kuvvetlerini Kumanlar ile desteklemesi mevcut şartlarda akıllıca bir davranıştı.
Amasra'nın biraz doğusundan başlayan İznik imparatorluğu ile Selçuklular arasındaki sınır, Sakarya Nehri'ne paralel olarak bir yay şeklinde güneydoğuya doğru inerek Anadolu'nun güneybatı sahillerinden denize dökülen Dalaman Çayı'na kadar uzanıyordu. Sınırın İznik imparatorluğu tarafındaki hat boyunca çok sayıda kale bulunmaktaydı. Aynca iki devlet arasında herhangi bir yerleşimin olmadığı boş araziler (Selçuklu Uç bölgeleri) uzanmaktaydıki bu bölgelerde Türkmenler ve İznik sınır savunmacıları (Akritai) arasında sık sık çatışmalar yaşanmak taydı. İznik İmparatorluğu'nun Karadeniz sahili boyunca sahip olduğu topraklar Amasra'dan batıya doğru uzanan dar sahil şeridinden ibaretti. İç kesimler Selçukluların denetimindeydi. Bununla birlikte İznik yönetimi açısından asıl sorunu XII. yüzyıldan itibaren Selçukluların akınlarının yoğunlaştırdıkları Menderes havzası ve Türkmenlerin yoğun olarak bulundukları güney sınırı teşkil etmekteydi. Özellikle Anadolu'nun güney batısındaki bölgelerde sürüleri ile dolaşan kalabalık Türkmen toplulukları büyük bir tehdit oluşturmaktaydı. Anadolu'daki soydaşları ile aynı savaş taktiklerini ve silahları kullanan Kumanların bu bölgede yerleştirilmesi hiç şüphesiz hareketli Türkmen atlılarına karşı yerleşik savunma hattından daha etkili bir yöntemdi. Kumanlardan çoğunlukla hafif süvari birlikleri olarak yararlanan Bizans yönetimi Kumanları aynı zamanda ordu içinde de kullanmaktaydı. III. Ioannes Vatatzes, bu Kumanlardan Anadolu'da yararlandığı gibi Balkanlardaki mücadeleler sırasında da faydalanmaktaydı. Nitekim 1242 yılındaki Selanik kuşatması sırasında Vatatzes'in ordusunda Kumanların da olduğunu bilmekteyiz".
III. Ioannes Vatatzes'in ardılları döneminde de Kumanların Bizans ordusundaki varlığı devam etmiştir. 1256 yılında II. Theodoros Laskaris'in Selanik valisinin yanında bıraktığı birlikte 300 Kuman bulunmaktaydı". 1259 yılında Epir Hükümdan II. Mikhail Dukas ve müttefikleri Sicilya Kralı Manfred ve Akhaia Prensi Guillaume Villahardouin'in ordusu ile Pelagonya Ovası'nda karşı karşıya gelen İznik ordusunda 1500 Macar, 300 Alman ücretli asker, 600 Sırp atlısı ve bir miktar Bulgar kuvvetinin yanı sıra 1500 Türk (Selçuklular kast ediliyor) ve İznik İmparatorluğu'nun doğu sınırı ile ilgili olarak, 2000 kişilik Kuman süvari birliği bulunmaktaydı. Savaş sırasında şiddetle düşmana saldıran Türk ve Kuman birlikleri sayesinde Bizans ordusu önemli bir zafer kazanmıştır. 1261 Temmuz'unda İstanbul'a girerek 57 yıllık Latin işgaline son veren VIII. Mikhail Palaiologos'un muzaffer komutanı Aleksios Strategopulos'un kuvvetleri içerisinde de 800 Kuman bulunmaktaydı.
Başkentin yeniden İstanbul'a nakledilmesinin ardından tüm dikkatin batıya çevrilmesi ile Anadolu'nun yerli askerleri gibi Kumanların da bu kez Avrupa'daki mücadelelerde kullanıldıkları göze çarpmaktadır. VIII. Mikhail'in 1263-1264, 1270-1272 ve 1275 yıllarındaki Avrupa seferlerinde ordusunda kalabalık sayıda Kuman askerinin varlığı bilinmektedir.
imparator III. Ioannes Vatatzes'in iktidarı döneminde Bizans hizmetine giren bu Kuman topluluğu ile ilgili son kayıt II. Andronikos'un Epir kuşatması sırasında sergiledikleri disiplinsiz davranışlar ile ilgilidir. 1291 yılında Epir Despotluğu ile Napoli Krallığı arasında bir ittifak kurulmasından endişelenen Bizans yönetimi 1292 yılında Epir üzerine sefer düzenledi. Otuz bin piyade ve on dört bin süvariden ibaret olan Bizans ordusunun ana gücünü Türkler ve Kumanlar oluşturmaktaydı. Başlangıçta birkaç başarı elde eden Bizans kuvvetleri daha sonra Akhaia Prensi'nin Epir'e yardım etmek üzere kuvvetleri ile bölgeye gelmesiyle geri çekilmek zorunda kaldı. Bu harekat sırasında Kuman birliklerinin ordunun disiplinini bozan düzensiz hareketleri sonucu geri çekilme bozguna dönüşmüş ve Bizans'ın Epir seferi büyük bir hayal kırıklığı ile son bulmuştu. Türk yayılışına engel olma yolundaki Moğol istilası sonrası Bizans hizmetine alınan Kumanlardan bir kısmının da imparatorluk sarayında görev yaptıkları ve zaman içinde yüksek mevkilere geldikleri görülmektedir. Nitekim Kuman beylerinden birisinin oğlu olan Syrgiannés (Sytzigan: Sıçğan: Sıçan) vaftiz edilerek Hristiyanlığı kabul ettikten sonra Palaiologos ailesinden bir kadınla evlenmiş ve daha sonra Megas Domestikos unvanını almıştı. Onun soyundan gelenlerin Bizans İmparatorluğundaki varlığı yaklaşık 100 yıl boyunca devam etmiştir. Bizanslaşmış bu Kuman ailesinin son temsilcisi de ailenin ilk üyesi gibi Syrgiannés adını taşımaktaydı. Makedonya ve Trakya valiliği yapılan Syrgiannés, yaşlı imparator II. Andronikos ve torunu arasında 1320 yılında başlayan mücadelelere katıldıktan sonra gözden düşmüş ve 1334 yılında imparatorun adamları tarafından öldürülene kadar sönük bir hayat sürmüştür.
Güney-batı Anadolu bölgesindeki ikinci bir Kıpçak grubu ise, 1230’da Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Alaeddin Keykubat’ın Celâleddin Harzemşah’ı mağlup etmesinden sonra Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yayılmış ve Batı Anadolu’da horzumlu ismiyle yaşamaya devam etmiş olan göçebe bir Oğuz-Kıpçak cemaatidir . Bu aşiret, bölgede Peçin, Muğla, Köyceğiz ve Bozöyük’te meskûndur H. 923’te (1517) bölgede yaşayan horzum oymağı, 1318 haneye ve 7590 nüfusa sahiptir Harzemşahlar’ın göçebe Kıpçak boylarıyla ilişkileri, Selçukluların Kıpçaklarla olan ilişkisinden daha fazla idi Bölge ağzındaki Kıpçakça unsurları bu oymak temsil etmektedir. Bizans İmparatoru John III Doukas Vatatzes (III. Ioannes Vatatzes) (1222- 1254) zamanında Selçuklu uç beylerine karşı Anadolu’nun özellikle batı bölgelerinde tampon oluşturmak amacıyla Balkanlardaki Hristiyan Kumanları yerleştirmiştir. Bu bölge, Sinop’un batısından Menderes vadisine kadar olan hattır. Batı Karadeniz bölgesindeki bir diğer Kıpçak etkisi de Kastamonu havalisinde hüküm sürmüş olan Çobanoğulları beyliği dönemine dayanır. Selçuklu emirlerinden Hüsameddin Emir Çoban, Karadeniz’i aşarak Kıpçak bozkırlarına bir sefer yapmış ve buradan sayısız ganimet ve köle ile dönmüştür 1223’te Rus ordusuyla birlikte Moğollara karşı koyan ve yenilen Kıpçaklar, Ruslardan ayrılarak Balkanlara ve Kırım’a yönelmişlerdir. Kırım’a gelenler, devam eden Moğol saldırıları yüzünden Suğdak üzerinde deniz yoluyla Sinop’a gelmişler ve Bolu, Düzce , Karabük, Kastamonu, Zonguldak ve Bartın yörelerine yayılmışlardır Ayrıca Candaroğulları beyliği döneminde Kırım ve Kıpçak bölgesi ile deniz ticareti artmıştır. Hatta Mısır ile Deşt-i Kıpçak bölgesinin ticaret merkezi Bartın yöresi olmuştur.
Kumanların torunlarının kimler olduklarıyla alakalı çeşitli görüşler ileri sürülmüş olsa bile, Anadolu'ya yerleştirilen ikinci gruptaki Kumanların akıbeti hakkında herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Kumanların asimile edilme amaçlı değil, kendi savaşçı özelliklerini muhafaza edecekleri şekilde yerleştirilmiş olmaları doğaldır. Yani Vatatzes bunları iyi ve uysal bir yurttaş yapmak için değil, kendi topraklarını doğudan gelecek istilalara karşı savunabilmek için yerleştirmiştir. Bu nedenle İznik İmparatorluğunun bu Kuman grubu üstünde herhangi bir asimile etme çabası içine girmediklerini düşünebiliriz. Bu dönemde Stratiotes olarak yerleştirilen Kumanların sayıları net olarak bilinmemektedir. Ancak sadece Büyük Menderes havzasına yerleştirilenler için 10.000 gibi bir rakam telaffuz edilmektedir. Kumanların bu şekilde yerleştirilmesi Roma savunma hattının güçlendirilmesi demek olduğundan ve doğudan gelen Türkmen ve Moğol akınlarına karşı da bir tür tampon görevi gördükleri için İznik İmparatorluğunun topraklarının güvenliği bu şekilde güven altına alınmıştır. İznik İmparatorluğu döneminde Kumanların yerleştirildikleri bölgeler ile günümüzde Manav olarak adlandırılan bir Türk grubunun yaşadıkları bölgeler birbirleriyle neredeyse örtüşmektedir. Manav adı verilen bu Türk grubu özellikle Çanakkale, Balıkesir, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Düzce, Zonguldak ve Kocaeli illerinin köylerinde, ayrıca İstanbul'un Anadolu Yakasındaki köylerde, Bolu ve Eskişehir illerinde yaşamaktadırlar ki bu bölge İznik İmparatorluğunun Anadolu'da 13. Yy'daki topraklarının önemli bir bölümüne denk gelmektedir. Bahsi geçen bu grubun köyleri bölgedeki en eski yerli Türk köyleri olarak bilinmektedir. Manav Türkleri ile alakalı ne yazık ki fazla bir çalışma yoktur. Sadece dilciler ve dil bilimciler tarafından az sayıda ve lokal olarak dil çalışmaları yayınlanmıştır. Ancak bu bizce eksik kalmış, dil verilerinde görülen ve bu çalışmalarda dikkati çekilen Kuman (Kıpçak) ağız özellikleri dönemsel bir etki olarak görülmüştür. Ancak bundan sonra konuyla alakalı yapılacak olan çalışmalarda, yukarıda verdiğimiz tarihsel veriler ışığında, konunun farklı bir gözle yeniden incelenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Bende bir MANAV TÜRKÜYÜM yedi göbek sülalem bellidir. Kafkaslardan göçle gelen atalarımın kökü. Azerbaycan memleketi Karabağ eyaleti Çorus kazası Viğadi köyüdür. Ne ermeni ne rum nede köle degildir. Öz be öz Türk oğlu Türküz. Bilginize...Sebati MANAV
Marmara-Batı Karadeniz-İç Anadolu-Orta Karadeniz'in (Kısmen Ege)'de yaşayan Yerli Türkler (Manavların) Şiveleri Hakkında Özet Yerli Türkler (Manavların) Bazıları kendilerini Balkanlardan gelen Kuman-Peçenek Türkleriyle özdeşleştirmektedir , Manavların Çoğu tarafından Türkiye Türkçesine Kıpçak Etkisi Olan Nazal N sesinin Y sesine dönüşmesi Kullanılmaktadırlar Örnek Unuy (Onun) Atıy (Atın) Ö>Ü O>U değişimleri Balkan Türk Ağızlarında Ve Gagavuz Türklerinin Ağızlarında Görüldüğü Gibi Bazı Manav Ağızlarında da Görülmektedir Türkiye Türkçesi Ağızlarına Kıpçak Etkisi Olarak Açıklanmaktadır Manav Ağızlarında ki bir diğer Kıpçak Etkisi Ğ>V değişimleridir Örnek Avız-Avuz (Ağız) Bavırma-Bavurma (Bağırma) Suvan-Sovan (Soğan) Bir başka Kuman etkisi ise hece sonu ünsüz çiftlerinin arasında ünlü türemesi şeklindedir. Kocaeli Kandıra’nın Hacılar ve Katçalı köylerinde “ilk” kelimesinin telâffuzu “ilik” şeklindedir (ilk >ilik). Aynı ses olayını Sakarya’da çift > çifit örneğinde de görüyoruz: bi çifit öküz (bir çift öküz, Sakarya Geyve Sarıgazi). Bu ses olayı; Tatar, Kazak, Kırgız, Başkurt Kıpçak Türk şivelerinde de yoğun olarak görülür: ?alk > ?alık ilk > elek vb. Ali Karamanlıoğlu’nun Kıpçak Türkçesiyle ilgili eserinde Oğuzname’den naklen verdiği bilgiye göre milâdın ilk yıllarında Kafkasya’da yaşayan Kuman-Kıpçak Türkleri 11. asrın başlarında Karadeniz’in Kuzeyini işgal etmiş, 1061’de Rusları mağlûp etmişler, 1078’de Edirne’yi kuşatarak Bizansla savaşmışlardır. 11.-13. asırlar arasında Rusya’nın güneyi ile Doğu Avrupa’daki birçok ülke (Deşt-i Kıpçak Coğrafyası Başta olmak üzere. Ukrayna, Romanya, Macaristan ve Polonya) Moğol işgaline uğramıştır. Moğollardan kaçan Kumanlar ise Bizans-İznik-Latin imparatorluklarında Yarı köylü-Yarı Asker olarak İstanbul Boğazı-Sinop-Menderes vadisi arası bir hatta yerleşmişlerdir. İşte Rumeli ağızlarımızda ve bu arada (Yerli Türk) Manav ağızlarının bir kısmındaki o/>u/ ö/>ü daralmalarını bu dönemdeki Kıpçak etkisine bağlamak mümkündür.
MANAV ETNİK KAVRAMI (…Manav bir ırktır ama en kral Türk'tür) (Türklerin yörüklükten yerleşik hayata geçmesiyle ve daha çok sebze meyve yetiştirip çiftçiliğe yönelmesiyle aldığı isim (?) )
Yukarıdaki paragrafta tırnak içine aldığımız iki ibareyi, internetteki bir ansiklopedi sitesinde bulduk. Hiçbir yanına müdahale etmeden bunları aynen aktarmaktayız. Sözler, anlaşılmış olacağı üzere “Manav” etnik kavramı üzerine söylenmişlerdir. Biz ise bunları hayli eksik ve yanlış bulmuştuk. Bu münasebetle de konuya ilişkin aşağıdaki bilgiyi kaleme almaktayız. Konu, Anadolu Türklüğünün oluşumu, tarih ve etnolojisi açısından son derecede ilgi çekicidir. Bu husus, Anadolu’da özellikle yaşlılar arasında açıklıkla bilinmesine rağmen, konuşulmak ve yazılmaya sıra gelince, belki bir tabu olarak görülüp üzerine gidilmemiştir.
Bugün Ege’den Kayseri-Sivas’a (belki daha da doğudaki Fırat’a) varan alanda yaşayan bir kısım vatandaşlarımıza da “Manav” denildiği malumdur! Ya bu ne olabilir? Her iki Manav kavramı arasında, etimolojik bir bağ bulunduğu yüzde yüz gibi görünmektedir. Peki… Acaba Manav nedir ve etimolojik gördüğümüz aradaki bağ ne olabilir? İşte, şimdi bunu irdeliyoruz.
Roma bölünerek, bunun doğusuna şimdi Bizans dediğimiz devlet kurulduğunda, burayı zaman zaman Araplar ziyarete geldiler! Öyle hemen de dönüp gitmediler. Gittikten sonra bile bazı isimleriyle hatıralarını bıraktılar. Mesela, Antep adı Arapça olarak bu dönemden kalmıştır. Bir de Balkanlardaki Türkler vardı. Kuman, Uz, Peçenek adlarıyla anılan bu Türkler, Doğu Roma’yı rahat bırakmıyorlardı. Bunlarla kâh savaşıp kâh uzlaşan Roma, uzlaştığında bazı Türkleri Anadolu’ya yerleştirebiliyordu. Nitekim Selçuklular geldiğinde, Kayseri-Konya arasıyla bunun geniş çevresinde bir hayli Türk vardı. Hatta bundan öncesi, Malazgirt’te Diyojen’i terk ederek Alparslan’ın saflarında yer tutanlar bu Türklerdi. Türkçeden başka bir dil bilmedikleri hâlde dinleriyle Hristiyan olan ve kendilerine ayrıca “Karamanlı” dahi denilen bu Türkler bile, Rum sayılmaktaydılar. Türk Karamanlılar, gene Rumluk kavramı içinde Cumhuriyet’ten sonra Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Bütün bunların üstüne şunu da eklemek gerekecektir ki, doğu ve batı arasındaki doğal bir köprü olan Anadolu’dan, tarih boyunca nice nice kavimler gelip geçmişlerdi!
İşte… Selçuklular Anadolu’ya girdiklerinde Doğu Roma yani Bizans tebaası bu unsurları, Rum adı altındaki tek bir toplum olarak bulmuştular. Selçuklu ve Osmanlı egemenliğinde geçen ilk birkaç yüz yılda, sebeplerine inmeden ifade edelim ki, Anadolu’da bireysel, ailece ve bazen de daha büyük bir toplulukla din değiştirenler görülmüştür Karamanlı Türklerinde de benzer dönüşler olmuştur. Ancak, bu konudaki büyük sayı Karamanlılar adına olandır. Bunun için çok çarpıcı bir örnek Isparta’nın İslamköy'üdür. Peçenek aslından Karamanlıların oturduğu, adlarıyla ve dilleriyle tamamen Türk olan bu köy, 1692’de papazlarıyla birlikte İslam dinine geçmiştir. Eski inancın kalıntısı kilise artıkları ise, Köyün yakınında hâlâ ayaktadırlar Köyün Yerli Halkının İse Manav Türkü Olduğu Bilinmektedir! Bir başka bilgimize göre, Sivrihisar ilçe merkezinin durumu gene böyle toptandır! Ne yani, biz şimdi Rum muyuz!?
Rumlar Anadolu'da ki Hristiyan Ortodoks Halk'a Verilen İsimdir Peçenek, Uz , Kuman , Ön Bulgar Türklerinede Rum denilmiştir. Konuyu kusursuz anlatabilmek için bu derecede bir ayrıntıya girdik. Dışarıya çıkmaya hiç gerek yoktur. Ülkemizde yazılmış eserler bile bu konuya açıklık getiren birtakım bilgilerle doludur. Sonuç itibarıyla, bugünün Anadolu’sunda Manav denilen Türkler, yüzyıllar önce ihtida eden Hristiyan Türklerin Müslüman olanlarının torunlarıdırlar! Biz bu konuyu tanıştığımız bazı Manavlarla da görüştük. Şurada anlattığımıza tamamen katılanlar da olmuştur, bunu ilk olarak bizden duyduklarını söyleyenler de!.. Doğrusu, bu husus da ilgi çekicidir!
Manavlar kuzeybatı Anadolu'da yaşayan Hanefi Sünni yerleşik Türkmenlerdir.
Manavların Yörük olmayan katmanları Gacallar ve Gagavuzlarla uzaktan akrabadır. Manavlar için yöredeki Yörükler ''yörüğün yörümeyenine manav deris'' («Yörüğün yürümeyenine Manav deriz») demektedir. Samsun Vezirköprü , Bafra , Sakarya , Bilecik , Balıkesir , Bursa , Çanakkale , Kocaeli , Eskişehir , Bolu ve Düzce illerinde yaşayan Manavlara ''Yerli'' de denilmektedir. Manavlar, Sakarya ve Kocaeli illerindeki nüfusun % 60’ını, Rumeli bölgesinden ve Kafkaslar'dan göç edenler, nüfusun %20’sini, iç göçle diğer şehirlerden gelenler ise nüfusun % 20’sini oluşturmaktadır. Türkologlara göre Manavlık, Anadolu'da yerleşik hayata ilk geçen Yörükler'i tanımlamada kullanılan bir sıfat olup XX. yüzyılın başında bile hâlen yerleşik hayata geçmemiş Yörüklerden ve Türkçe konuşan Rumeli muhâcirlerinden ayırmak için daha çok kullanılmaya başlanmıştır. Manavlar hakkında kabul edilen resmi görüş: Yörüklükten vazgeçmiş; ziraat, küçük ticaret ve el sanatlarıyla uğraşan Yörükler'dir. Anadolu'ya Moğol ve Selçuklu tehlikesinden dolayı Latinler , Bizans ve İznik İmparatorluğu döneminde yerleşen ve yerleştirilen Uz , Peçenek , Kuman , Ön Bulgar Türklerinin yerleşik hayata geçen yörüklerle kaynaşmasıyla oluşan bir halktır. Ayrıca Manavların arasında Oğuzlaşmış Uygur-Kırgız Türk Halklarının'da bulunduğu düşünülmektedir bu durumu zaman içinde Oğuzlaşmış Kara Tatarlarla ilişkilendirebiliriz.
Manavlar son araştırmalara göre tarım kölesi olarak çalıştırılmış Rum-Slav kökenli insanlardır , Sırbistan, Polonya ,Makedonya Pomak gibi milletler, içlerinde az miktarda Arap da vardır. Araplarla karışma nedeninin Roma'nın İskenderiye fethetmesindendir. Türkçe konuşmaları efendilerinin Türk olmasından ileri geliyor.
Manavlar son araştırmalara göre tarım kölesi olarak çalıştırılmış Rum-Slav kökenli insanlardır , Sırbistan, Polonya ,Makedonya Pomak gibi milletler, içlerinde az miktarda Arap da vardır. Araplarla karışma nedeninin Roma'nın İskenderiye fethetmesindendir. Türkçe konuşmaları efendilerinin Türk olmasından ileri geliyor.
Bana hiç iyi şeyler çağrıştırmayan bir söz.Eşimin ailesi yörük ve manav.Türkiyeyi arasam daha uyumsuz bir aile bulur muydum bilmem.Biz dadaşız ve çok farklıyız inanılmaz bir kültür farkı var.Saygıyla sevgiyle aşılabilir şeyler tabi ama onlarda onlar gibi olmayan herkese karşı o sevgi saygı yok onlar gibiside yok zaten 30 yıla aşkındır yaşadıkları yerde üç beş komşudan fazla tanıdıkları yok.Bende kendi hallerine bıraktım artık.Aile, akraba ilişkilerinden bir haber,toplumda yer edinememiş,kendi uydurdukları inanç kurallarında yaşayan birkaç insanlar sadece benim gözümde.Çok insan gördüm tanıdım.Lazından kürdüne romanına ama böyle birşey görmedim.Birkac insan dedim çünkü sadece eşimin ailesinden bahsettim.Akrabaları gayet düzgün normal değerlere sahip güzel insanlar çok severim.
Akbaş köpeği (Çoban köpeği)
Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.?
?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,?
?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.?
?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,?
?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler,
Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir.
Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Akbaş köpeği (Çoban köpeği)
Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.?
?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,?
?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.?
?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,?
?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler,
Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir.
Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Akbaş köpeği (Çoban köpeği)
Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.?
?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,?
?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.?
?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,?
?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler,
Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir.
Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Akbaş köpeği (Çoban köpeği)
Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.?
?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,?
?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.?
?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,?
?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler,
Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir.
Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Akbaş köpeği (Çoban köpeği)
Mizaç: Zeki, cesur, sadık, bağımsız Türkiye’ye Orta Asya’dan getirilmiştir. Orta Asya’da hayvancılık yapan yarı göçebe topluluklarla beraber göçebe yaşam süren ve hayvan sürülerini koruma görevi olan akbaş köpekler daha sonra bu toplulukların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çoban köpeği rolünü tekrar üstlenmiştir. Esas olarak Eskişehir’e özgü bir ırk olan akbaş köpekler Emirdağ, Sivrihisar ve bazen de Polatlı-Haymana bölgesinde görülürler. Akbaş köpeklerin kökeninin 3000 yıl önceye kadar eskiye dayanmakta olduğu düşünülmektedir. Nadir bir ırk olan akbaş köpeklerin görünümü dışında en belirgin özellikleri sadık, farkındalığı yüksek ve zeki köpekler olmalarıdır. Çok sosyal bir ırk olmayan akbaş köpekler ne utangaç ne de agresif değillerdir, dengeli bir mizaca sahiptirler.?
?Havlama eğilimleri orta düzeydedir,?
?Köpeklere nazaran kedilerle daha iyi anlaşırlar. Çocuklarla ilişkisi orta düzeydedir. Yabancılara karşı şüpheyle yaklaşırlar ancak saldırganlık sergilemezler.?
?Tehlikeli durumları önceden sezinleme kabiliyetine sahiptirler,?
?Kendi başına düşünerek hareket etmeleri kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaja dönüşebilir. ?Uyum sağlama konusunda başarılıdırlar ve apartman dairelerinde bile yaşayabilirler,
Zeki köpekler olsalar da başlarına buyruk, özgür ruhlu olmaları eğitimlerini zorlaştırabilir.
Çoban köpeği (Akbaş) tarihçesi üzerine derin araştırmalarım sonucunda Karatatarların İlhanlılar ile Anadolu'ya getirdiği yazıyor. Muhtemelen Bolu'da, Eskişehir'de, Ankara'da Manavların bir grup ataları oldular. Karatatar ne derseniz Türk ve Moğol kabilelerinin birlikte Anadolu'ya göçmesi ile süregelen topluluk.
Manav Mutfağı
Manavlar kendilerine has tatlı ve yemekleriyle bilinmektedirler, bu tatlıların en bilindiği Akçakoca yöresi Manav Türklerine özgü Melengüççeği tatlısıdır. Bunun yanında Manavlarca Mancarlı Pidenin yapıldığı bilinmektedir. Manavlar otlardan yapılan yiyeceklere Mancar ve çeşitli Otlara Mancar veya Manca demektedirler. Mancar-Manca Latince kökenli bir ada sahiptir kelimenin kökeni İtalyanca'da Mangia veya Latince'de Mancare olarak bilinmektedir. Ayrıca Manavlar tarafından yapılan Malay'da meşhurdur. Çoğunlukla Mısır Unundan yapılan bir tür yiyecektir. Ayrıca Manavlarca Anadolu mutfağının çoğunda olduğu gibi Keşkekte yapılmaktadır. Bunun yanında Dartı veya Ciğce'de Manav mutfağına dahildir. Keş Manavlarca eski yıllarda sıkça tüketilmekle birlikte günümüzde kullanımı azalmıştır. İçecek olarak ise Komposto (Hoşaf) ve Ayran, Kızılcık Şerbeti sayılabilir. Komposto için tercih edilen meyveler çoğunlukla: Elma, Armut, Ayva, Eriktir.
Kışlık hazırlıklarda ise; Pekmez, Tarhana, Salçalar, Meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert Peynirler yapılmaktadır. Bu kıvamdaki Peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.
Her evde kışlık olarak Tarhana, Kuskus, Elma, Erik, Armut vs., Yazdan yapılmış Peynirler bulunur. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.
Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut, üzüm vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Manavlar tarafından çoğunlukla Kışın soğukta özellikle yenir.
Çorbalar: Kesme çorbası Dımbıl çorbası Umaç Çorbası Erişte Çorbası Tarhana Çorbası Mancarlı Çorbalar ve Mancar yemekleri
Özellikle Gözleme, Cizleme ve Bazlamaç, Yufka'da Manavlarca sıklıkla yapılmaktadır.
Kabak Tatlısı ise özellikle Manav Türklerinin sıklıkla yediği tatlılardandır. Etli Nohut, Kaldirek, Bulgur Pilavı, Mantar, Dolma, Ebegümeci, Pideler, Üre (Darı) tatlısı , Sütlaç, İncir Sütlaçı, Şerbetsiz Nazlı, Bulgurlu Börek, Düdük Makarna, Turşu Biber Kızartması, Cevizli Gözleme, Yumurtalı Mantı, Soğan Dolması, Sütlü Nuriye, Etli Erik, Höşmerim Manav Mutfağının vazgeçilmez yiyecekleridir.
manavlar (osmanlıca: ????, romanize: manav, yunanca: µ???ß, romanize: manav, bulgarca: ?????, romanize: manav), manavlar veya manav türkleri; kuzeybatı anadolu'da yaşayan hanefi sünni yerleşik türk halkıdır. manavlar günümüzde çoğunlukla kıpçak, peçenek ve oğuzların soyundan gelmektedirler.
sakarya, bilecik, balıkesir, bursa, çanakkale, kocaeli, eskişehir, bolu ve düzce illerinde yaşayan manavlara "yerli" de denilmektedir. yerleşik manavlar, sakarya ve izmit illerindeki nüfusun %60’ını, balkan- rumeli bölgelerinden ve kafkaslardan göç eden türkler, nüfusun %20’sini, iç göçle başka kentlerimizden bölgeye gelenler ise nüfusun %20’sini oluşturmaktadır. bölgenin sanayi bakımından gelişmişliğine koşut olarak iç göçle bölgeye yerleşimin fazla olması bu oranları son yıllarda kısmen değiştirse de bu değişiklik %5-10 aralığındadır.
köken
manavlık, anadolu'da yerleşik hayata ilk geçen türk boylarını tanımlamada kullanılan bir sıfat olup 13.-20. yüzyıllarda yerleşik hayata geçmiş ve göçebeliğe devam eden yörük-türkmenlerden ve türkçe konuşan rumeli muhâcirlerinden ayırmak için daha çok kullanılmaya başlanmıştır. anadolu'ya moğol ve selçuklu tehlikesinden dolayı latinler, bizans ve iznik imparatorluğu döneminde yerleşen ve yerleştirilen kuman, uz, peçenek toplulukları manavların oluşumunda önemli etkiye sahiptir.
çeşitli türk ve yabancı türkolog ve tarihçilere göre manavların ilk tabakası bizanslılar tarafından balkanlar'dan batı anadolu'ya tampon maksatlı yerleştirilmiş kuman, peçenek, uzlara dayanır. ikinci katmanı ise selçuklu dönemi yerleşmiş türkmen veya yörük halk oluşturur. balkanlardan tampon amaçlı kuzeybatı anadolu ve batı anadolu'ya yerleştirilmiş kuman, peçenek, ve oğuzlar zaman içinde iç içe geçmiş ve manavları oluşturmuşlardır.
muharrem öçalan'da bir bildirisinde manavların kökenini bizansın balkanlar’dan getirttiği türk kitlesine bağlamaktadır. bu teze göre “bizans kralı tarafından anadolu'yu doğudan gelen akınlardan korumak amacıyla balkanlar'dan getirilip yerleştirilen sayısı azımsanmayacak kadar peçenek, kıpçak, kuman, uz topluluğu da vardı. bizans kayıtlarına göre, müslüman türkler anadolu’ya gelmeden önce de türkçe konuşan binlerce insan anadolu'da yaşamaktaydı. buna göre manavlar, bu türklerin devamıdır.”
moğolların deşt-i kıpçak topraklarına akınları sonucu balkanlara yönelmiş bir grup kuman-kıpçağın; latin ve iznik imparatorluğu hizmetine girdiği bilinmektedir. iznik imparatorluğu bu kuman grubunu selçuklu ve moğol tehdidine karşı kullanmış ve topraklarına yerleştirmiştir. doğu'dan gelen tehditlere karşı tampon maksatlı iznik imparatorluğu topraklarına yerleştirilmiş bu kuman-kıpçak grubunun oğuzlarla kaynaşarak manavları oluşturduğu'da düşünülmektedir.
manavların şivesi
manavların çoğu tarafından türkiye türkçesine kıpçak etkisi olarak kabul edilen ? (ñ = ng) sesinin y sesine dönüşmesi kullanılmaktadırlar örnek : unuy (onun, izmit taşköprü kayalar, ) atıy (atın) bu değişimler kuzey batı kıpçak grubundan olan karaylar'da da görülmektedir.
p/>f değişimleri kirfik (kirpik) ve ç/>ş değişimleri'de manav ağızlarında görülmektedir.
manavlarda arka ve orta damak ünsüzü “ñ” korunmuştur örnek : savolu? (sağolun, sakarya adapazarı salmanlı),
a?nadalım (anlatalım, kocaeli kandıra sakallar);
kövün (köyün, izmit taşköprü nezirler).
manav türkmen ağızlarının bir bölümünde bugün moldova’da yaşayan oğuz kökenli gagavuz türkçesinde ve bizim rumeli ağızlarımızda gördüğümüz yuvarlak ünlü daralmalarına rastlanır. ilk hecedeki o’lar u, ö’ler ü olur:
undan (ondan, balıkesir gönen bostancı) ;
düğele (döverler, sakarya kaynarca büyükyanık), udürüz (öğütürüz, düzce çilimli kuşoğlu) kude (köyde, kocaeli kandıra nefsikaymaz).
bu kelimelerdeki daralmalar, türkiye türkçesi ağızları üzerindeki kıpçak türkçesi etkisi olarak açıklanır. gerçekten de bugünkü kazan tatar ve başkurt türk şivelerinde bu olay karakteristiktir: yol > yul , köz (göz) > küz vb.
bazı manav ağızlarında sonuncu yerine sonku-songu denilmektedir günümüz kazan tatarcasında ise'de songı (sonuncu) anlamına gelir. (kocaeli kandıra)
manav ağızlarında ki bir diğer kıpçak etkisi ğ/>v değişimleridir örnek avız-avuz (ağız), bavırma-bavurma (bağırma), suvan-sovan (soğan). bir başka kuman etkisi ise hece sonu ünsüz çiftlerinin arasında ünlü türemesi şeklindedir. kocaeli kandıra’nın hacılar ve katçalı köylerinde “ilk” kelimesinin telâffuzu “ilik” şeklindedir (ilk >ilik). aynı ses olayını sakarya’da çift > çifit örneğinde de görüyoruz: bi çifit öküz (bir çift öküz, sakarya geyve sarıgazi). bu ses olayı; tatar, kazak, kırgız, başkurt kıpçak türk şivelerinde de yoğun olarak görülür: ?alk > ?alık ilk > elek vb. ali karamanlıoğlu’nun kıpçak türkçesiyle ilgili eserinde oğuzname’den naklen verdiği bilgiye göre milâdın ilk yıllarında kafkasya’da yaşayan kuman-kıpçak türkleri 11. asrın başlarında karadeniz’in kuzeyini işgal etmiş, 1061’de rusları mağlûp etmişler, 1078’de edirne’yi kuşatarak bizansla savaşmışlardır. 11.-13. asırlar arasında rusya’nın güneyi ile doğu avrupa’daki birçok ülke (deşt-i kıpçak coğrafyası başta olmak üzere. ukrayna, romanya, macaristan ve polonya) moğol işgaline uğramıştır. moğollardan kaçan kumanlar ise makedonya ve bulgaristan olmak üzere dağılmışlar ayrıca bizans-iznik-latin imparatorluklarında yarı köylü-yarı asker olarak istanbul boğazı-sinop-menderes vadisi arası bir hatta yerleşmişlerdir. işte rumeli ağızlarımızda ve bu arada (yerli türk) manav ağızlarının bir kısmındaki o/>u/ ö/>ü daralmalarını bu dönemdeki kıpçak etkisine bağlamak mümkündür osmanlı oğuz türklerinin rumeli’ye geçişi 14. yüzyılda (1352 yılında orhan gazi’nin oğlu süleyman paşa ile) olmuşsa da bu bilgi durumu değiştirmez. çünkü buralarda kalan kıpçak unsurlarının ya da onlardan etkilenmiş olan diğer yerli unsurların bir etkisinden söz etmek mümkündür.
kandıra manav türkmenlerin'de “geliyor” anlamında yaygın olarak kullanılan şekiller, rumeli ağızlarının bir kısmı ve batı karadeniz ağızlarında olduğu gibi “geliya, geleya” vb. dir. ege bölgesindeki yörük türkmenlere ait olan bu fiil çekimi, kardeş manav türkmenlerinin şuur altında saklanmış olmalıdır.
bu ağızlar bazen türkçenin eski dönemlerindeki ses, şekil ve anlamları bile koruyabilmektedir. bunun en açık örneği “yavuz” kelimesiyle ilgilidir. bugün “yavuz” şeklinde ve iyi, güzel vb. olumlu bir anlama sahip olan bu kelimenin eski türkçedeki ilk biçimi “yabız” şeklindedir ve tam tersine “kötü” anlamındadır. genel türkçede önemli ölçüde ses ve anlam alanı değişikliğine uğramıştır. oysa bu kelime kocaeli’nin kandıra ilçesinde eski türkçedeki şekliyle (“yabız”) varlığını sürdürerek (olumlu anlamdaki “yavuz” biçimine paralel olarak) yaşamaktadır. ancak “yavuz”un aksine, olumsuzluk barındıran bir anlama sahiptir. özellikle erkeklerin saçını limon, yağ vb. sıvılarla parlayacak şekilde yatırarak taradıklarında onları kınamak için yüz ekşitilerek “ne yabız olmuşsun” vb. sözler söylenir. buradaki kelimenin ilk biçimindeki olumsuzluk anlamı sınırlı da olsa sürmektedir.
eski türkçenin izlerini taşıyan bir başka kelime ise “edivermek” kelimesindedir. manav türkmen ağızlarında “söylemek, anlatmak vb.” kelimelere paralel olarak birinden naklen söylenen sözler için “ayşe edivadi” vb. ifadeler vardır. buradaki “etmek” fiili, bildiğimiz (“yapmak” anlamındaki) “etmek” fiili değil, eski türkçeden beri çoğunlukla oğuz dışı şivelerde görülen “ayıtmak” / “eyitmek” fiilidir.
öte yandan yazı dilinde e’li olan “yemek, demek, vermek” gibi bazı fiillerin çeşitli manav ağızlarında i’li olması da eski türkçenin bu ağızlardaki izleri gibi görünmektedir: yimesi (yemesi, düzce çilimli sarımeşe), temin itmek, dimişle (balıkesir gönen bostancı), dirdi (derdi, balıkesir gönen babayaka) vb.
bölge'de diyalektolojik yapıda etkili olan bir unsur olarak kıpçaklara işaret etmesi, yöreden derlediğimiz metinlerde ve yöre ile ilgili diğer çalışmalarda rastlanan; ñ/>y, ğ-g,/>v, y/>c ses değişmelerine ilişkin örneklerle de desteklenmektedir. manav şivelerinde karakteristik bir ünsüz değişmesi olan “r” ünsüzünün düşmesi oldukça yaygındır. öte yandan bölge ağızlarında görülen ? > g ötümlüleşmesi de tam bir oğuz özelliğidir: garış («karış»), gavra vb. bu ağızlarda eski türkçede bulunup türkiye türkçesinin yazı dilinde değişmiş olan bazı unsurları korumaktadır. balıkesir gönen’deki alca («alacağız»), gelcek («gelecek») vb. a/e’siz gelecek zaman şekilleri ise batı anadolu yörük türkmen ağızlarının izlerini taşımaktadır. daha ilgi çekicisi, ana türkçeden milâda yakın yıllarda koparak ayrı bir lehçe olarak gelişmiş olan ve bugün türkiye türkçesine ve hattâ diğer şivelere (anlaşılırlık bakımından) çok uzak olan çuvaş türklerindeki ve bu arada bir altay dili olan moğolcadaki bir ses denkliğinin yansımasının kandıra manav türkmenlerinin bir kısmında korunmuş olmasıdır. çuvaş türkçesi ve moğolcadaki “r” sesi, türkiye türkçesinde ki “z” sesine denktir: dokuz : tähhär, kız : hır vb. bunun yazı dilimizdeki geniş zamanın olumlu ve olumsuz çekimindeki –ar/-maz karşıtlığı ve kudurmak/kuduz örnekleri vardır. ancak “kömür” kelimesine paralel olarak olarak kandıra’da sınırlı da olsa görülen ve türkiye türkçesi yazı dilinde bulunmayan (aynı anlamdaki) “kömüz” kelimesi, bize çuvaş türkçesini hatırlatmaktadır.
dağ yöresinin kadim türkleri: manavlar
büyük selçuklu hükümdarı alparslan’ın bizans imparatoru romen diyojen karşısında kazandığı malazgirt zaferi, anadolu’nun türkleşmesi için bir milat kabul edilir. zaferin hemen ardından anadolu’ya başlayan yoğun türk göçleri, periyodik olarak devam etmiş ve zamanla anadolu’nun türkleştirilmesiyle sonuçlanmıştır. anadolu’nun değişik bölgelerine yayılan türk boyları, başlangıçta beylik halinde örgütlenirken zamanla anadolu selçuklu ve osmanlı gibi devasa devletler kurmuştur.
dağ yöresi, türklerin batıya doğru göçlerinde bir uç bölge olması hasebiyle stratejik bir öneme sahip olmuştur. bölge, uzun zaman bizans devleti tarafından kontrol edilmiş ve türk göçlerine karşı bir direnç merkezi olmuştur. ancak doğudan sürekli olarak gelen türk göçleri, bizans’ın direncini kırmış ve bölge zamanla türk hâkimiyetine geçmiştir. araştırmalar, dağ yöresi’nde oğuz türkleri dışında kıpçak, peçenek ve kırgız türklerinin de varlığını ortaya koymuştur.
dağ yöresinde meskûn birçok köy, dikkat çekici bir şekilde kendilerini “manav” olarak tanımlar. manav, sürekli hareket halinde olan yörüklerden farklı olarak yerleşik hayata geçmiş türkmenleri belirten bir kimliktir. yörenin osmanlı kuruluş coğrafyasında yer almasına karşın manav kimliğinin osmanlıyı kuran kayı veya karakeçili kimliğinin önüne geçmesi dikkat çekicidir. yörede birçok türk boyuna ait damgalar bulunmasına karşın henüz kayı damgalarına rastlanmaması bu yargıyı güçlendiren bir argümandır.
peki, kimdir manavlar?
manavlar hakkında yapılan akademik araştırmalar henüz çok yetersizdir. mevcut araştırmalar da daha çok manavların dil ve edebiyatları üzerine yoğunlaşmıştır. tarihte hun, bulgar, peçenek, kıpçak ve sabir gibi türklerin değişik amaçlarla bizans topraklarına yerleştirildiğini biliyoruz. hatta bizans’ın bu savaşçı türklerden lejyonlar oluşturduğu ve bu lejyonlarda önemli türk komutanların yetiştiği kaynaklarda zikredilir. arkeolog adil yılmaz, günümüzdeki manavların iznik rum devleti’nin 13 yüzyılda doğu sınırına güvenlik gerekçesiyle yerleştirdiği kıpçak (kuman) türklerinin torunları olduğu kanaatindedir. yılmaz’a göre, iznik rum devleti hükümdarı ıonnes ııı. vatatzes, istanbul’u haçlılardan almak amacıyla değişik ittifaklar kurarken, doğudan gelebilecek selçuklu, türkmen ve moğol saldırılarına karşı da kıpçakların iskân edildiği sahayı bir tampon bölge olarak kullanmak istemişti.
günümüzde manavlar, bursa, balıkesir, çanakkale, bilecik, sakarya, kocaeli, bolu, düzce ve eskişehir illerinde yaşamaktadır. manav türklerin yaşadığı bölge, iznik rum devleti’nin kıpçakları yerleştirdiği bölgeler ile hemen hemen örtüşmektedir. ciddi bir manav kütlesine sahip dağ yöresi de iznik rum devleti’nin oluşturduğu güvenlik şeridinde stratejik bir bölgeydi.
geçtiğimiz yıl harmancık’ın alutça kırsalında metruk bir mezarlıkta keşfettiğimiz koç başı figürlü mezar taşlarının bölgedeki kıpçak varlığını kanıtladığını duyurmuştuk. bunun yanı sıra yöremizde ve civar bölgelerde yaşayan bazı ailelerin “kapçak” (kıpçak) soyadını taşıması, yöremizdeki manav-kıpçak bağlantısını kuran önemli argümanlardır. dolayısıyla dağ yöresi’ndeki manav türklerinin, osmanlı’yı kuran kayı-karakeçili türklerinden çok daha önce yöremizde yurt tutan kıpçaklar olduğunu söyleyebiliriz.
doç. dr. celil bozkurt
Dağ yöresinin kadim Türkleri: Manavlar
Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın Bizans İmparatoru Romen Diyojen karşısında kazandığı Malazgirt Zaferi, Anadolu’nun Türkleşmesi için bir milat kabul edilir. Zaferin hemen ardından Anadolu’ya başlayan yoğun Türk göçleri, periyodik olarak devam etmiş ve zamanla Anadolu’nun Türkleştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Anadolu’nun değişik bölgelerine yayılan Türk boyları, başlangıçta beylik halinde örgütlenirken zamanla Anadolu Selçuklu ve Osmanlı gibi devasa devletler kurmuştur.
Dağ Yöresi, Türklerin batıya doğru göçlerinde bir uç bölge olması hasebiyle stratejik bir öneme sahip olmuştur. Bölge, uzun zaman Bizans Devleti tarafından kontrol edilmiş ve Türk göçlerine karşı bir direnç merkezi olmuştur. Ancak doğudan sürekli olarak gelen Türk göçleri, Bizans’ın direncini kırmış ve bölge zamanla Türk hâkimiyetine geçmiştir. Araştırmalar, Dağ Yöresi’nde Oğuz Türkleri dışında Kıpçak, Peçenek ve Kırgız Türklerinin de varlığını ortaya koymuştur.
Koç başı figürlü mezar taşı
Dağ Yöresinde meskûn birçok köy, dikkat çekici bir şekilde kendilerini “manav” olarak tanımlar. Yörenin Osmanlı kuruluş coğrafyasında yer almasına karşın manav kimliğinin Osmanlıyı kuran kayı veya Karakeçili kimliğinin önüne geçmesi dikkat çekicidir. Yörede birçok Türk boyuna ait damgalar bulunmasına karşın henüz Kayı damgalarına rastlanmaması bu yargıyı güçlendiren bir argümandır.
Türkiye’de Manavların yaşadığı şehirler
Peki, kimdir manavlar?
Manavlar hakkında yapılan akademik araştırmalar henüz çok yetersizdir. Mevcut araştırmalar da daha çok manavların dil ve edebiyatları üzerine yoğunlaşmıştır. Tarihte Hun, Bulgar, Peçenek, Kıpçak ve Sabir gibi Türklerin değişik amaçlarla Bizans topraklarına yerleştirildiğini biliyoruz. Hatta Bizans’ın bu savaşçı Türklerden lejyonlar oluşturduğu ve bu lejyonlarda önemli Türk komutanların yetiştiği kaynaklarda zikredilir. Arkeolog Adil Yılmaz, günümüzdeki manavların İznik Rum Devleti’nin 13. Yüzyılda doğu sınırına güvenlik gerekçesiyle yerleştirdiği Kıpçak (Kuman) Türklerinin torunları olduğu kanaatindedir. Yılmaz’a göre, İznik Rum Devleti Hükümdarı Ionnes III. Vatatzes, İstanbul’u Haçlılardan almak amacıyla değişik ittifaklar kurarken, doğudan gelebilecek Selçuklu, Türkmen ve Moğol saldırılarına karşı da Kıpçakların iskân edildiği sahayı bir tampon bölge olarak kullanmak istemişti.
Günümüzde manavlar, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Bilecik, Sakarya, Kocaeli, Bolu ve Eskişehir, Düzce illerinde yaşamaktadır. Manav Türklerin yaşadığı bölge, İznik Rum Devleti’nin Kıpçakları yerleştirdiği bölgeler ile hemen hemen örtüşmektedir. Ciddi bir Manav kütlesine sahip Dağ Yöresi de İznik Rum Devleti’nin oluşturduğu güvenlik şeridinde stratejik bir bölgeydi.
Geçtiğimiz yıl Harmancık’ın Alutça kırsalında metruk bir mezarlıkta keşfettiğimiz koç başı figürlü mezar taşlarının bölgedeki Kıpçak varlığını kanıtladığını duyurmuştuk. Bunun yanı sıra yöremizde ve civar bölgelerde yaşayan bazı ailelerin “Kapçak” (Kıpçak) soyadını taşıması, yöremizdeki manav-Kıpçak bağlantısını kuran önemli argümanlardır. Dolayısıyla Dağ Yöresi’ndeki manav Türklerinin, Osmanlı’yı kuran Kayı-Karakeçili Türklerinden çok daha önce yöremizde yurt tutan Kıpçaklar olduğunu söyleyebiliriz.
Manavların Kimliği
Manavlar kaynaklarda farklı şekillerde açıklanmışlardır. Bu farklılığın sebebi kimilerinin Manavlar ile diğer grupların farkını dilde, kimilerinin yerleşim şeklinde, kimilerinin kökende görmeleridir;
Muharrem Öçalan’ın bir Yörük’ün ağzından yaptığı derlemeye göre ise Manav: “Yörüğün yörümeyenine Manav deriz.” biçimindedir. Benzer bir ifade de Işıl Altun’un yaptığı bir derlemede karşımıza çıkmaktadır. “Orta-Asya’dan, Batı Anadolu’ya gelen Türk, Türkmen, Yörük. Oturursa Manav, gezerse Yörük.” Manavların Türkmen olduğu kanaati hemen pek çok kaynakta ortak görüş olmakla birlikte Balıkesir’deki Manavlara bu durum sorulduğunda Manavların Türkmen olmadıklarını, Türkmenlerin Aleviler olduğunu ifade etmektedirler.
Manavların bulundukları bölgelere nerelerden geldikleri konusu da araştırmacılar tarafından farklı şekillerde açıklanmıştır. Türk Dil Kurumunun sözlüğünde “genellikle Romanya ve Bulgaristan’dan göç etmiş kimse.” Bandırma İlçesinde Manavlar adlı çalışmasında Serdar Bombacı Manavları uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplum olarak tanımlamaktadır. Bu toplumun oraya Kuzey Kafkasya, Bulgaristan ve Yugoslavya’dan geldiklerini öne sürmekte ve M.Ö. Misya topluluklarında yaşayan halkla, Kutalmış oğlu Süleyman Bey’in 1076 yılında bu bölgeyi fethetmesinden sonra gelen Türkmen topluluklarının kaynaşmasıyla oluşan melez bir topluluk olduklarını ifade etmektedir. Ancak Manavların Romanya, Bulgaristan, Yunanistan gibi herhangi bir bölgeden göç etmiş olmaları pek de mümkün değildir. Manavların gerek yemek kültürleri, gerek dil özellikleri, halk edebiyatı ve halk bilimi ürünleri incelendiğinde Muhacirler yani göçmenler ile herhangi bir ilişki kurulamamıştır.
Manav adı verilen Türk topluluklarına Cevdet Türkay’ın çalışmasına göre Antalya civarında rastlanmaktadır. Türkay bu toplulukların aslen Yörük olduklarını ortaya koymakla birlikte “Manavlar, Manavlı, Manavlu, Manavlar Perakendesi” adlarıyla anıldıklarını ifade eder. Manavların yerleşim yerlerini de İçel, Saruhan, Alaiye Sancakları olarak bildirir. Ancak az önce de belirtildiği üzere Türkay bu Manavların Yörük olduğunu öne sürmektedir. Bu da Manav isimli bu cemaatlerin bugün Manav dediğimiz topluluklar ile ilgisi olmayabileceği düşüncesini doğurmaktadır. Yine de bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün görünmemektedir.
Manavların Türk boylarından geldikleri görüşü oldukça yaygın olmakla birlikte farklı görüşler de öne sürülmüştür. Bu görüşlerden biri de Manavların Rum oldukları görüşüdür. “Manav denilenler yalnız Rum’dan dönüp İslâm’a giren ve artık Türk olanlar değil, Rumların tamamı olmaktadır.”
Daha çok Batı Anadolu’da yerleşmiş bulunan Manavların buraya ne zaman geldiği sorusu da eldeki verilerden yararlanarak açıklanmaya çalışılmıştır. Manavların Batı Anadolu’ya 1291 yılından önce gelmiş olabileceği kanısı ise yaygın bir görüştür. Bunun sebebi ise Yıldırım Bayezıd döneminde yapılan İstanbul kuşatması sonrasında Bizans İmparatorluğu ile yapılan antlaşma gereği Sirkeci’de bir Türk mahallesi kurulmuştur. Bu mahalleye yerleştirilenlerin ise Göynük ve Taraklı’daki 760 hane olduğu belirtilmiştir. Bu bilgi doğrultusunda Manavların Anadolu’ya 13. yüzyıl öncesinde gelmiş olmaları kuvvetli ihtimaldir.
Ayrıca Muharrem Öçalan’ın bir paneldeki bildirisine göre; “Bizans kralı tarafından Anadolu’yu doğudan gelen akınlardan korumak amacıyla Balkanlardan getirilip yerleştirilenlerin sayısı azımsanmayacak kadar Peçenek-Kıpçak-Kuman-Uz topluluğu da vardı. Bizans kayıtlarına göre, Müslüman-Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de Türkçe konuşan binlerce insan Anadolu’da yaşamaktaydı. Buna göre Manavlar, bu Türklerin devamıdır.” Öçalan bu görüşü ifade etmekle birlikte bunun kesin olmadığını belirtmiştir.
Kontların ,Düklerin ,prenslerin ve soğan beylerin yaşadığı , dokunulmazlıklarının olduğu soylu bir yer ..
Bknz. Manav ; Genellikle Romanya ve Bulgaristan dan göç etmiş kimse.
Manavın haçı, Sahateni ile Naeni yolunun tam ortasında bağların yakınında bir yerde, üzeri İncil'de geçen karakterler ve İslami çiçek motifleriyle bezenmiş, 4 metre yüksekliğinde, yekpare taştan yontulmuş 6-7 ton ağırlığında bir türbe.
Etrâfına diklemesine 240 santimetre yanlamasına 153 santimetre olan 4 sütun dikilen haç geçme usulüyle yontularak oturtulmuş çerçeve ile de desteklenmiş olup hâlen ayaktadır. 1846 senesinde Gheorghe Dimitrie Bibescu devrinde inşâsı tamamlanan türbenin haçı üzerinde Gheorghe Dimitrie Bibescu'nun ismi de kazınmış olup bu denli büyük bir yontma haçın Romanya'nın başka hiçbir yerinde olmadığı tahmin edilmektedir.
Breazalı papaz Costache Dinu Cârjanın oğlu Ioan Postelnicu tarafından Breaza'nın Badeni köyünden usta Iordache Vrabie'ye yontturulan haçın yörenin zengin bir tüccarı tarafından ısmarlandığı söylenir. Diğer bir rivâyete göre Tisauludan Ghica isimli bir hanımefendi Manava keşişlik mertebesini atfetmek için türbenin inşâa masrafları üstlenmiştir.
Türbenin hazırlanışı ve dev haçın dikilişi ile taş işçiliği hakkındaki hâtıralara Corneliu Ştefan'ın 1981 senesinde yayınladığı 'Expeditie la apa vie kitapında yer verilmiştir. Birinci Dünya Harbine kadar yaşamış olan ve kendisi de taşların taşınmasında çalışmış olan bir Badenili işçinin dediğine göre, Istrita ormanında büyük bir meşeyi devirip birkaç gün petrole batırmışlar ve sağlamlaşması için zincirlerle sarmışlar ortasına bağladıkları öküzler sâyesinde ağacı testere gibi kullanarak haçın kalıbını kesmişler. Haç, 16 çift öküze bağlanarak taşınabilmiş. Buzaulu papaz Mihai Stanciu bu hadiselerin hepsine şahitlik etmiş ve notlar almıştır. Ona göre, türbenin yapıldığı yer Ionita Cârjan'ın babası Vispeşti köylü papaz Costache Dinu Cârjan'ın arazisine yapıldı. Türbede yatan Manav Selim Costache Dinu Cârjan'ın kızı Maria ile 1844 senesinde evlenmişti. Selim Anadolu'dan gelmiş zengin bir tüccardı. 1841 senesinde Eflak’a gelmişti ve Moldova’ya gitmeye çalışırken aşırı soğuktan donmak üzereyken onu bulan Costache Dinu Cârjan'ın bir yakını Greceanca'da tedâvisi yaptırdı ve kalacak yerini temin etti. Yöre insanının âdeti olan kış vakti hal hatır sorma için akrabasına giden Maria ile Selim orada tanışırlar. Evlenmek icâp eder, Selim’in sevgisi o kadar kuvvetlidir ki kızın hatrı için vaftiz olur. Tüccarlığı bırakıp orada güzel eşi Maria ile yaşamaya karar verirler. Vaftiznâmesindeki bilgilere göre, Selim o vakitler 24 yaşında idi, Gheorghe ismiyle vaftiz edilen Selim, o kadar yakışıklı ve temiz kalpliydi ki elinden her iş geliyordu. Ailelerin karşı çıkmalarına rağmen 23 Nisan 1844 günü hayatlarını birleştirdiler. Maria'ya çeyiz hediyesi olarak Boğdan yolu üzerinde bir arazi alıp han yaptıran Gheorghe peşinden baba olur ve kızları Dobra doğar.
Papaz Mihai Stanescu'ya göre türbeye Manavın haçı isminin verilmesi iki sebebi vardır; türbeyi yaptıran Papaz Costache Dinu Cârjanın damadı ile Gheorghe'nin kayınbiraderi Ionita Cârjan. Haç üzerinde "Bir Manav daha göklere gitti, bir Manav gider bir Manav gelir" yazılıdır. Kuzeydeki sütunlarda çocuklarının ismi yazılıdır.
*Ek not : Bulgaristan veya Romanya'da Anadolu'dan Gelen Tüccar veya Müslüman Türke Manav veya Manaf adı verilir.
Türk dil kurulumu Manav Türkü terimini şu şekilde açıklıyor : Balkanlardan göç etmiş, genellikle Marmara bölgesinde yaşayan bir topluluk, Yerli halk.
Manavların Şivesi
Örnek Metinler
La çocim siz niye Meram annamayoyuz ben size tembi etmedim mi üstüyüzü bulamey deni bu üstüyüzüy hali ni böle öteberleriyizi birden batırmışıyız
Çocim üsenim sende fonneyi birden yırtmışıy
Yırt yırt bayramda beni giyesiy
Bu çocukla niden böle kimbili
Alla akı fikir veriken çocim siz hurun ünüyde bidemi bekliyoduyuz
Akşam iftara huriye gocayeli gelcek gidiy öteberleriyizi değiştiriy çabuk
Anam gözel anam örede yapbadıymı be
He yapbadım işiyiz gücüyüz gırtlak
Üsen çocim kapı çalıya Kapıya bak
Ana huriye gocanam gemiş
Hoş geldiy huriye aba hoş gödük hanive
Hanive gız köpey buvucekti beni evyandan içeri gireken nigada fene köpey va garanlıkta yabancı bidi herade beni
Huriye aba siniye geçelim şimdi hoca Allahuekbe de
Çocim git bakem ezanı dinne
Gız aba caminiyde mikrofonu bozumuş
Hocada minareden okuya ezanı
Ezan okunuya ana
Hadi buyuruy bakem Alla kabul etsin orucuyuzu
Üsenim sende ünüyden yi çocim huriye gocanay mana bulu
Hanive boş ve dudum çocuk unna
Üç savın öre yidiy çocim bi gıymık garnıy va
Nereye yiyoy dokunu sıçak olcey uncama öre yinimi hiç yimediymi hambarıymı va
Hanive gız eliye savlık
Alla Halil ibram bereketi vesin sofrayıza
Savol abla Alla umiyennere vesin
Hanive dudum günne yıl gibi akşam omak bilmiya ıramazanda iş yapasıda gemiya insanıy bende bütün gün Kuran'ınımı okuyom Napem son cüzüm gadı iraime gocanaya okuvarıyom
Alla kabul etsin aba
Âmin ginim
Huriye aba bende çocuklalan bovuşmaktan hiç bi işe bakamıyom
Üsenime bıldır sene tombalak yaka fonne başladımdı arkasını bitidim ta öynü duruya
Örneklide olunca zo oluya kafa basmıya Atık aba
Gız huriye aba abdesiy vasa şu üsenimi bi okuvasay be aba
Geçennede kargalarıy anşa gelin gedi otuma
Üsenime sölenip durdu
Çok yavız çocuk ,mantar gibi,pelize gibi
Tombalak yüzlerini seveken birden gövertti
Hanive üseni okiyemde bende gidem artık
Gidesiy ta be aba gidem gidem geç oldu
Gız hanive çocuk nazar umuş esne esne bi gadım
Çatlıcektim hani okurkan hanive gözlerimden biden yaş gedi
Boncuk yokmu boncuk dakıve çociye
Huriye aba diyneyi unutma gideken unutmam hanive
Bu bacak azdı gine hanive geçen radyoda
Diynedim ılana eyi geli dedi bende ilana godum bacama hiç faydasını gömedim
Bizde iraime gocanay gibi irezil umadan gitsek bari öteki tarafa
Alla geçinden vesin abla u nası laf öle
Gız hanive köpe çekişte geçem kapıdan
Gız kapıyızda gacır gacır ediya
Yarın yavlarım aba Yanık yavınna
Hadi gine ge aba eyi akşamna
Alla ıratlık vesin.
Bölüm -2
Gız huriye aba nanda gadıy be. Epiden beri yoksuy kövde insan bi kövden çıkakan habe veri merakta goyduy gız aba beni
Hanive gız sorma geçen cuma gecesi böyük damat gedi beni Aldı götüdü kasebe apa topa diynemi bile burda bırakmışım hanive kapınıy ipini bile çekmemişim
Niden gız abla
Böyük toruna dovum günü yapıceklemiş ana illede sende ge dedi
Hangısına gız aba gızamı oğlanamı
Gıza hanive ismide hatırıma gemedi isminide deyveremedim gız kövlü amann şimdilede tuvaf tuvaf isimle goyyala aklımda tutamıyom Atık
Damatda yeni ev amış hem unu görem dedim
Gız hanive gulube gibi bişeye bindik damatla baraba beni gucaklep ta onuncu gata gadan çıkadı
İçim bi hoş odu hanive istifa idesim gedi
Ni ki gız aba u
Aman nibilem ben tuvaf bi adı vadı damat divemişti
Gız aba nile yapıyala dimi şimciki zamanda akıl sır ercek gibi diil
Gız aba dovum günü yaptıyızmı?
Yaptık hanive aman bırak gız öle dovum günümü olumuş
Başım şişti hani uncama çoci çavırmışla
Carala curala iki kelam bişe gonuşturmadıla beni gızımna, dua etmedile.. Aynı kövde yapılan duvakla gibi hanive, öle dovum günü mü olumuş
Gızıy nası aba eyi uda sorannara selamı va
Sen napıyoy hanive görmeyeli Napem işte
Böyün aşakı bostana gittim ilanala birden özmeklenmişle unnarı yodum zo söktüm unnarıda gız aba bu senede yavmırla çok yavınca üseniy boyu gada omuşla bi gucak gettim Tama hayvannarıy öynüne atıvadım
Hanive gız ollada durumaz be kövlüm
On gündür ayam topra diymedi
Sıkıntıdan patladım hani
Köv gibisi yok be hanive
Bide damatla gızım bi hoş umuşla ollada
Bizde genç olduk biz öyle işele bilmeyiz
U una Aşkım diya damatta gızıma çiçeğim diya
Bende Alışık umedimden tuvafıma gidivedi
Gız aba Niva unda negüze işte
Hanive gız rahmetli gocabay bana savlinde
La huriye deni seslenidi bende una Niva adam deni cuvap veridim
Ta nile duycez kimbili hanive
Üsen çociy nası hanive
Oda kurana gidiya abla iyi maşalla gız gitsin gitsin bişele örensin bizim gibi cahil böyümesin
Böyünde hasta yatıya öteki udada
Niden gız
Dün gece goca bi savın yimişi yimiş tek başına bügünde tırıl omuş tuvaletden çıkamadı böyün
Geçmiş usun gız Savol aba
Gız hanive Üsen gocabayı görüyoymu be
Dün gonuştum aba unnan uda avzından dişlerini çıkamiş godi yeri bilmiya
Gız hanive bu adam eyce bunadı be
Köpekle amış gömmüştü biyeri
Zaten hiç eyi gömedim biseve gocabamı öyle bön bön omuş
Ni diyelim hanive Alla Gücünü kuvvetini çuvatsın
Hanive dudum seniy üseniy dovum günü nizaman be
Aman aba öle işele bilmem ben
Üsenim dovdinde mısır çapalıyoduk erenledeki tarlada
Mayıs ayıdı galba gız aba
Zaten aba akşam Mısır tarlasından gedik
Beş saatmi yalan umasında yedi saat sonra üsenim dovdu
Sayidenmi sölüyon hanive
Hanive gız bu çocuk undanmı böle mayasıllı Mayıs Ayında dovdi içinmi?
aman aba ne bilem ben
Bunuy bubasıda böledi una çekmiş
Bende gidem hanive ta eve bakmadım farele ta birden yidimi öteberlerimi
Tamam gine ge aba
Bak aferim hanive kapi yavlamışıy sesi kesmiş
Hadi Alla imanet oluy bakem
Selamlar manav kardeşler. Ben de manavım baştan belirteyim ki olay çıkmasın. Kafama teraziyi kiloyu geçirmeyin.
Dediğim gibi ben de manavım ve ilginç bir şekilde Manavgat'ta yaşıyoruz. Ama annem manav değil desem de Rahmetli kömür odun tevzii işletiyormuş ölünce çocuklar ilgilenmemişler kömür tevzii batmış o da manavlık yapmaya başlamış. Fakat biz kesin Türk oğlu türküz. Kıpçaklar daha bizden evvel manav olmuş ama o etimolojik bilgiyi bizler hatalı buluyoruz.
Manavların Şivesi
Manavların Çoğu tarafından Türkiye Türkçesine Kıpçak Etkisi Olarak kabul edilen ? (ñ = ng) sesinin Y sesine dönüşmesi Kullanılmaktadırlar Örnek : Unuy (Onun, İzmit Taşköprü Kayalar, ) Atıy (Atın) Bu değişimler Kuzey Batı Kıpçak Grubundan olan Karaylar'da da görülmektedir.
P/>F değişimleri Kirfik (Kirpik) ve Ç/>Ş değişimleri'de Manav Ağızlarında görülmektedir.
Manavlarda arka ve orta damak ünsüzü “ñ” korunmuştur Örnek : Savolu? (Sağolun, Sakarya Adapazarı Salmanlı),
A?nadalım (Anlatalım, Kocaeli Kandıra Sakallar);
Kövün (Köyün, İzmit Taşköprü Nezirler).
Manav Türkmen ağızlarının bir bölümünde bugün Moldova’da yaşayan Oğuz kökenli Gagavuz Türkçesinde ve bizim Rumeli ağızlarımızda gördüğümüz yuvarlak ünlü daralmalarına rastlanır. İlk hecedeki o’lar u, ö’ler ü olur:
Undan (ondan, Balıkesir Gönen Bostancı) ;
düğele (döverler, Sakarya Kaynarca Büyükyanık), udürüz (öğütürüz, Düzce Çilimli Kuşoğlu) kude (köyde, Kocaeli Kandıra Nefsikaymaz).
Bu kelimelerdeki daralmalar, Türkiye Türkçesi ağızları üzerindeki Kıpçak Türkçesi etkisi olarak açıklanır. Gerçekten de bugünkü Kazan Tatar ve Başkurt Türk şivelerinde bu olay karakteristiktir: yol > yul , köz (göz) > küz vb.
Bazı Manav ağızlarında Sonuncu yerine Sonku-Songu denilmektedir Song : Neslin en küçük oğlu. Anne karnındaki bebeğin göbeğinden anneye bağlanan bağın sonu. Son; oğul. Günümüz Kazan Tatarcasında ise'de Songı (Sonuncu) anlamına gelir. (Kocaeli Kandıra)
Manav Ağızlarında ki bir diğer Kıpçak Etkisi Ğ/>V değişimleridir Örnek Avız-Avuz (Ağız), Bavırma-Bavurma (Bağırma), Suvan-Sovan (Soğan). Bir başka Kuman etkisi ise hece sonu ünsüz çiftlerinin arasında ünlü türemesi şeklindedir. Kocaeli Kandıra’nın Hacılar ve Katçalı köylerinde “ilk” kelimesinin telâffuzu “ilik” şeklindedir (ilk >ilik). Aynı ses olayını Sakarya’da çift > çifit örneğinde de görüyoruz: bi çifit öküz (bir çift öküz, Sakarya Geyve Sarıgazi). Bu ses olayı; Tatar, Kazak, Kırgız, Başkurt Kıpçak Türk şivelerinde de yoğun olarak görülür: ?alk > ?alık ilk > elek vb. Ali Karamanlıoğlu’nun Kıpçak Türkçesiyle ilgili eserinde Oğuzname’den naklen verdiği bilgiye göre milâdın ilk yıllarında Kafkasya’da yaşayan Kuman-Kıpçak Türkleri 11. asrın başlarında Karadeniz’in Kuzeyini işgal etmiş, 1061’de Rusları mağlûp etmişler, 1078’de Edirne’yi kuşatarak Bizansla savaşmışlardır. 11.-13. asırlar arasında Rusya’nın güneyi ile Doğu Avrupa’daki birçok ülke (Deşt-i Kıpçak Coğrafyası Başta olmak üzere. Ukrayna, Romanya, Macaristan ve Polonya) Moğol işgaline uğramıştır. Moğollardan kaçan Kumanlar ise Makedonya ve Bulgaristan olmak üzere dağılmışlar ayrıca Bizans-İznik-Latin imparatorluklarında Yarı köylü-Yarı Asker olarak İstanbul Boğazı-Sinop-Menderes vadisi arası bir hatta yerleşmişlerdir. İşte Rumeli ağızlarımızda ve bu arada (Yerli Türk) Manav ağızlarının bir kısmındaki o/>u/ ö/>ü daralmalarını bu dönemdeki Kıpçak etkisine bağlamak mümkündür Osmanlı Oğuz Türklerinin Rumeli’ye geçişi 14. yüzyılda (1352 yılında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa ile) olmuşsa da bu bilgi durumu değiştirmez. Çünkü buralarda kalan Kıpçak unsurlarının ya da onlardan etkilenmiş olan diğer yerli unsurların bir etkisinden söz etmek mümkündür.
Bölge'de diyalektolojik yapıda etkili olan bir unsur olarak Kıpçaklara işaret etmesi, yöreden derlediğimiz metinlerde ve yöre ile ilgili diğer çalışmalarda rastlanan; ñ/>y, ğ-g,/>v, y/>c ses değişmelerine ilişkin örneklerle de desteklenmektedir. Manav şivelerinde karakteristik bir ünsüz değişmesi olan “r” ünsüzünün düşmesi oldukça yaygındır. Öte yandan bölge ağızlarında görülen ? > g ötümlüleşmesi de tam bir Oğuz özelliğidir: garış («karış»), gavra vb. Bu ağızlarda Eski Türkçede bulunup Türkiye Türkçesinin yazı dilinde değişmiş olan bazı unsurları korumaktadır. Balıkesir Gönen’deki alca («alacağız»), gelcek («gelecek») vb. a/e’siz gelecek zaman şekilleri ise Batı Anadolu Yörük Türkmen ağızlarının izlerini taşımaktadır. Daha ilgi çekicisi, Ana Türkçeden milâda yakın yıllarda koparak ayrı bir lehçe olarak gelişmiş olan ve bugün Türkiye Türkçesine ve hattâ diğer şivelere (anlaşılırlık bakımından) çok uzak olan Çuvaş Türklerindeki ve bu arada bir Altay dili olan Moğolcadaki bir ses denkliğinin yansımasının Kandıra Manav Türkmenlerinin bir kısmında korunmuş olmasıdır. Çuvaş Türkçesi ve Moğolcadaki “R” sesi, Türkiye Türkçesinde ki “Z” sesine denktir: Dokuz : Tähhär, Kız : Hır vb. Bunun yazı dilimizdeki geniş zamanın olumlu ve olumsuz çekimindeki –Ar/-Maz karşıtlığı ve Kudurmak/Kuduz örnekleri vardır. Ancak “Kömür” kelimesine paralel olarak olarak Kandıra’da sınırlı da olsa görülen ve Türkiye Türkçesi yazı dilinde bulunmayan (aynı anlamdaki) “kömüz” kelimesi, bize Çuvaş Türkçesini hatırlatmaktadır.
Manav Türkleri Ve Kökenleri Hakkın'da ki Görüşler
Bu konuda bir kaç görüş dikkate değer:
1. “Bizans kralı tarafından Anadolu’yu doğudan gelen akınlardan korumak amacıyla Balkanlar’dan getirilip yerleştirilen sayısı azımsanmayacak kadar Peçenek-Kıpçak-Kuman-Uz topluluğu da vardı. Bizans kayıtlarına göre, Müslüman-Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de Türkçe konuşan binlerce insan Anadolu’da yaşamaktaydı. Buna göre Manavlar, bu Türklerin devamıdır.”
2. 13. Yüzyıldaki Moğol istilasından sonra Selçuklu ülkesine Türkistan’dan yalnız göçebe Türk unsurlar gelmedi, onların yanında yarı yerleşik ve tam yerleşik köylü- şehirli Türkler de geldi.” ( Faruk Sümer; “Anadoluya Yalnız Göçebe Türkler mi Geldi?” Belleten, XXIV, s. 567-594)
3. maddede özetlediğim. Doktora tezimizi hazırlarken kaynağımızın şu ifadesi de bu düşünceyi özetliyor:
Bir Yörüğe sorduk: “Manav diye kime dersiniz?”
Cevap şöyleydi: “yórúğú? yörüme?nine manav deris”. ( Yörük’ün yürümeyenine Manav deriz.) (Cevdet Atay)"
4. “Türkiye’de Türklerin Kıpçak grubundan çok yine Türklerin Oğuz boyları grupları vardır. Türkmen adı da Yörük adı da, manav adı da, farklı söyleyişlerdir.” ( Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu”)
Manav Türkleri Ve Kökenleri Hakkın'da ki Görüşler
Düzenle
Bu konuda bir kaç görüş dikkate değer:
1. “Bizans kralı tarafından Anadolu’yu doğudan gelen akınlardan korumak amacıyla Balkanlar’dan getirilip yerleştirilen sayısı azımsanmayacak kadar Peçenek-Kıpçak-Kuman-Uz topluluğu da vardı. Bizans kayıtlarına göre, Müslüman-Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de Türkçe konuşan binlerce insan Anadolu’da yaşamaktaydı. Buna göre Manavlar, bu Türklerin devamıdır.”
2. 13. Yüzyıldaki Moğol istilasından sonra Selçuklu ülkesine Türkistan’dan yalnız göçebe Türk unsurlar gelmedi, onların yanında yarı yerleşik ve tam yerleşik köylü- şehirli Türkler de geldi.” ( Faruk Sümer; “Anadoluya Yalnız Göçebe Türkler mi Geldi?” Belleten, XXIV, s. 567-594)
3. maddede özetlediğim. Doktora tezimizi hazırlarken kaynağımızın şu ifadesi de bu düşünceyi özetliyor:
Bir Yörüğe sorduk: “Manav diye kime dersiniz?”
Cevap şöyleydi: “yórúğú? yörüme?nine manav deris”. ( Yörük’ün yürümeyenine Manav deriz.) (Cevdet Atay)"
4. “Türkiye’de Türklerin Kıpçak grubundan çok yine Türklerin Oğuz boyları grupları vardır. Türkmen adı da Yörük adı da, manav adı da, farklı söyleyişlerdir.” ( Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu”)
Babamın 27 Mayıs devriminden sonra muhtar olarak atandığı Yenişehir’in Subaşı Köyü’nde yaşayanlar kendilerine manav diyorlardı. Manav kelimesi Osmanlıların bölgeye geldiklerinde yerleşik olan ahalinin daha eski olduklarını belirtmek için kullandıkları bir sözcüktür. Köyde yaşayanlar ilginç bir sözcük kullanıyorlardı. Sincaba “TEĞİN” diyorlardı. Bu kelimeyi ilk defa orada duymuştum. Tegin aynı zamanda para anlamını da taşıyormuş.
Teğin ismi çocukluğumda hafıza iyice nakşolmuş anlaşılan yıllar geçtiyse de unutmadım. Bu isme değerli tarihçimiz Doğan Avcıoğlu’nun “Türklerin Tarihi” adlı beş ciltlik dev eserini okurken rastladım. Avcıoğlu, Bulgar Türklerini anlattığı bölümde rastladım. Avcıoğlu, Bulgar Türklerinin sincaba “Teğin” dediklerini yazmış. Bu kelime ayrıca para anlamında da kullanılıyormuş. Belki kökeni para yerine kullanılan sincap kürklerinden kaynaklanıyordu.
Bursa doğumlu olan yazarımız belki de bu kelimeyi ziyaret ettiği dağ köylerinde duymuştu, bilmiyorum. Yıllar sonra değerli tarihçimiz Halil İnalcık’ın 900 yıllardan sonra Bizans’ın Bursa-İzmit yöresine Bulgar Türklerini ve daha sonra Sıpları yerleştirdiğini okuyunca kafamdaki parçalar birleşti. Subaşı köyü sakinleri ve çevredeki manav köyleri Bizans’ın yerleştirdiği Bulgar Türklerinden olabilirdi.
Bu tezimi doğrulayacak bir başka olay da köyde Nevruz’un kutlanmasıydı. Bahara girerken Nevruz ateşi yakılır ve köyde yaşayanlar üzerinden atlarlardı.
Doğduğum ve yaşadığım Mustafakemalpaşa’nın köylerinde (Güvem, Güllüce ve Alpagut) böyle bir adet yoktu, yakılan ateşten atlayana rastlamamıştım.
Nevruz kutlamalarıyla tekrar karşılaşmam yaklaşık 30 yıl sonra oldu. Güneydoğu’da PKK teşvikiyle gösteri amacına dönüşen Nevruz kutlamalarının basın ve TV’lere yansımasıyla oldu.
1962 yılında Subaşı köyünden İnegöl ilçesine taşındık. İlkokul üçüncü sınıfa geçmiştim. Liseyi bitirene kadar ailemle İnegöl’de yaşadım, değişik mahallelerinde oturduk. Ama hiç
Nevruz kutlamasına rastlamadım. Onun yerine başka bir kutlama yapılıyordu, bayramlarda yumurta tokuşturuluyordu. Bu adet İnegöl’den ayrıldığım yetmişli yılların ortalarına kadar sürdü. Sonrasını bilmiyorum.
Satıcıların sepetlerle getirdiği kırmızıya boyanmış, kaynamış yumurtaları satın alıp, tokuştururduk. Yumurtası kırılmayan kırılan yumurtayı alırdı. Bu işin ustaları yumurtacının sattığı yumurtaları bir kuyumcu titizliğiyle inceleyip, ondan sonra seçerlerdi.
Bu âdetin Rumların Paskalya Kutlamasıyla ilgili olduğunu ilerleyen yıllarda öğrendim. O yıllarda bu kültür farkının nedenini ve kökenlerini anlayacak bilgi birikimine sahip değildim. Çevremde bu farklılıkları araştıran kişi ve kurumlar yoktu. Yereldeki kültürel değerleri derleyen Halkevleri gibi kurumlar ellili yılların başında kapatılmıştı.
Bu tezimi güçlendiren bir örnek daha vereceğim. İnegöl’de duvarlara tablo yerine ipekten dokunmuş resimli duvar halıları asılırdı. Bu duvar halılarına ya Arap kadınları ve ceylanlar gibi egzotik resimlerin yanı sıra Bizans döneminden geldiğini yıllar sonra okuduğum G. Ostrogorsky’nin “Bizans Devleti Tarihi”nden öğrendiğim Azizlerin resimleri vardı.
Bizanslı dokuma ustaları dokudukları ipekli kumaş ve halılarda dinsel motiflerin yanı sıra, dünyevi, doğa ve hükümdarlığa ait konular işliyorlardı. Bu adet Bizans’tan sonra yüzlerce yıl daha sürmüş. Osman Gazi ve yanındaki Alpler bölgeye geldiklerinde bu bölgedeki şehirler, kasaba ve köylerde Rum kökenliler ve az sayıda Yahudi yaşıyordu. Osmanlıların Karacahisar’dan sonraki başkentin yeri olarak Yenişehir’in seçilmesinin sebebi bölgede yer alan, örf, anane, isim ve kültürlerini muhafaza etmiş olan Bulgar kökenli Türk köyleri olabilir mi? Bence araştırılması gereken bir konu.
Son Bulgar Krallarının 1400’lü yıllara kadar Şişman gibi Türkçe isimler taşıması yerleşen halkın dinlerinin değişse bile isimlerini, belki de kısmen dillerini koruduklarına bir örnek olabilir.
Köy isimlerinin temelsiz nedenlerle değiştirilmesi sadece bu bölgede değil, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgelerindeki Türk yerleşim ve coğrafi isimlerle günümüzdeki bağları koparmıştır.
Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin ele geçirdiği bölgelerde yaşayan Rum nufus hızla Müslümanlaşmıştır. Tarihçi Ruhi “Gün olur binlerce Hristiyan İslama geçerdi” gözlemini yaparken,”Tanrının kendilerini terk ettiğini” İnanan Gregory Palamas’da mektuplarında, yerli “Rumların kitle halinde İslamlaştıklarına kuşku yoktur” diyordu. Bursa üzerine araştırmalarıyla tanınan Yazar SayınRaif Kaplanoğlu Bursa’daki Gayrimüslümlerin nüfusunun 1487 yılında yüzde 1.44 olduğunu, bu oranın 1530 yılında yüzde 3.01’e, 1573 yılında ise yüzde 6.07’e yükselmiştir (Osmanlı’nın Kuruluşunda Bizans Köylerinin Kültürel Etkileri. Gayri Müslim nufus 19.Y.Y. yüzde 30-35 oranına yükselmiştir. Bu sebeple Kırım ve Kafkasya’dan göç edenleri bu bölgeye yerleştirmiştir.
Bölgede Hristiyan nüfusun artmansın başlıca sebepleri olarak şunları diyebiliriz.
– Sürekli savaşlar yüzünden Müslüman nüfusun azalması,
– Özgürleşen Hristiyan kölelerin bölgede kalması,
– Ermenilerin Doğu Anadolu’dan göçü,
– Adalardan Rumların göçü,
– Müslüman Ahaliden toplanan aşırı vergilerin yol açtığı sefalet.
Osmanlıların bölgeye hâkim olmasını kolaylaştıran en önemli unsurların başında;
– Bizans İmparatorluğu’nun Latin istilasından sonra kendini toparlayamaması,
– Bölgede çok sayıda tekfur adlı yerel derebeyliklerinin bulunması,
– Bizans uyruğundaki çiftçilerin, köylülerin üzerindeki aşırı vergi yükü,
– Bölgeye gelen Osmanlıların yerli halka karşı olumlu tutumu,
– Osman Bey’in Rum tekfur ve savaşçıları bünyesine katması,
– Ele geçirilen şehir, köy ve kasabalarda katliam yapılmaması,
Bölge hâkimiyetini kolaylaştıran unsur olmuştur. Bursa’yı teslim eden Tekfurun teslim olma gerekçesi olarak, “Halkımız bizden yüzünü çevirip, sizin yönetiminizi tercih etti” demesi buna örnektir.
Hristiyanlığın Bizans topraklarında hâkim din olması IV. Yüzyılda gerçekleşmiştir. Hristiyanlık resmi din haline gelmiş ve pagan tapınakları hızla yıkılmış, çoğu kiliseye çevrilmiştir. Çeşitli dil ve inançlara sahip halklar bu süreçte imparatorun dinine ve diline geçmişlerdir. İstanbul’daki patrik göç etmeyip, geride kalan cemaati dinlerini değiştirmemeleri konularında uyarır.
Osman Gazi’yi takip eden ve Batı Anadolu’ya göç eden Türklerin büyük bir kısmı yine göçer olarak kaldı. Hayvancılıkla uğraşan bu göçerlerin yerleştirilmeleri asırlar sürmüştür. Üstelik Batı Anadoluda’ki konar-göçer Türkmenlerin büyük bir kısmının Balkanlar’ın kolonizasyonunda kullanıldığını biliyoruz. Osmanlı Devleti’nin şehir nüfusunun büyük bir kısmını Müslümanlaşmış yerel halk ve gayri-müslüm tebaa teşkil ediyordu.
SONUÇ:
Bu verilerin ışığı altında şunları söyleyebiliriz:
1) Güney Marmara Bölgesine Türklerin yerleşimi Bizans döneminde başlamıştır. Tarihi kayıtlar bölgede çok sayıda Türk’ün yaşadığını göstermektedir.
2) Osmanlıların bölgeye hâkimiyetini kolaylaştıran bir unsur bölgede Hristiyan inancına sahip, ama örf ve adetlerini kısmen koruyan –belki dillerini de- ve kendilerine Manav diyen Türk unsurlarının yoğun bir şekilde yaşaması olabilir.
3) Yenişehir’in kurulup Osmanlılar tarafından başkent seçilmesinin bir sebebi bölgedeki Türk kültürünün varlığı olabilir. Osmanlılardan önce bölgeye yerleşmiş olan Türk’ler kendi örf ve ananelerini kullanmaya devam etmişlerdir.
4) Manav kökenliler arasında Batı Türkistan’daki Özbek Cumhuriyeti’nde başlık için kullanılan “Kalın” kelimesi aynı anlamda kullanılmaktadır.
5) Oğuzlara, yani Selçuklulara Anadolu’nun kapısını açılmasını sağlayan Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusundaki Türkopolların saf değiştirmeleri kilit rol oynamıştır.
6) Aşıkpaşazade Osman Bey’in emrindeki Rumların durumlarının eskisinden daha iyi olduklarını yazıyor:
“Bu fethedilen dört parça hisarın yönetiminde adalet üzerine hareket ettiler. Ve tüm köylüler yerlü yerine gelüb oturdular. Durumları, kâfir zamanından dahi iyi oldı belki. Zira buradaki kafirlerin rahatlığını işitip, başka vilayetten daha adam gelmeğe başladı” (Aşıkpaşazade 1970:21)
Müslüman olan yerli halk bazı inançlarını korumuştur. Kapanan Manastırların bir kısmı tekkelere dönüşürken, ayazmalar aynı konumda kalmış, aziz mezarlarının bir kısmı baba, dede mezarlarına dönüşmüştür.
7) Paskalya yumurtası tokuşturma, mum yakma adetleri ve dokunan halılardaki eski tarz desenler günümüze kadar koruna gelmiştir.
8)- Bizans şehirlerindeki esnaf birlikleri zamanla Lonca teşkilatına dönüşmüştür.
1237 yılında Batu Han idaresindeki Moğol-Tatar ordusu Yayık Nehri'ne doğru ilerlerken pek çok Kuman topluluğunu önüne kattı. Moğol hakimiyetine girmek istemeyen Kuman topluluklarından bir kısmı İtil Bulgar ülkesine sığınırken bir kısmı da İtil'in batısına geçti.
1237'de Bulgar Ülkesini yakıp yıkan,1238'de Rusya'nın kuzey kesimlerini tamamen ele geçiren Batu Han, 1239'da Kumanların yoğun olarak bulunduğu Don-Doneç sahasına doğru ilerledi. Moğolların gücü karşısında tutunamayan Kumanların birçoğu yapılan savaşlarda öldü geriye kalanlardan bir kısmı Moğolların hakimiyetini kabul ederken büyük bir kısmı da Batıya Macaristan ve Balkanlara gitti, Balkanlara gelen Kumanların toplulukları Latin İmparatorluğu tarafından hizmete alındıkları gibi İznik İmparatorluğu'da onların askeri yeteneklerinden faydalanma yoluna gitmiştir.
1239-1240'ta Moğolların önünden kaçan kalabalık bir Kuman topluluğu kuru ot doldurdukları derileri sal olarak kullanmak suretiyle kadın ve çocukları ile birlikte Tuna'yı geçti. Tahminen 10 binin üzerinde nüfus barındıran bu grup uzunca bir süre Trakya'da yerleşebilecekleri uygun bir yer bulmak için gezip dolaştı. Bölgede başıboş halde dolaşan ve Etraftaki şehirleri yağmalayan Kumanların Bizans Arazilerine zarar vermelerini engellemek ve onların askeri yeteneklerinden faydalanmak isteyen İmparator III. İoannes Bizans Hizmetine aldığı bu Kumanlardan bir kısmını Trakya ve Makedonya'da bir kısmını da Anadolu'da Menderes Havzasına (Menderes nehri ve çevresine) bir kısmını ise Frigya Sahasına ve Bitinya Sınırlarına (Günümüzde Ankara, Afyon, Eskişehir, Bolu, Düzce, Kastamonu, Sakarya, Zonguldak) bölgelerine, İznik Rum İmparatorluğu ve Latin İmparatorluğu Topraklarına, Moğol ve Selçuklu Tehlikesinden Korunmak İçin yerleştirildiler. Bugün bu illerdeki Kuman asıllı köyler bu tarihte Anadolu'ya girmiştir.
Bazı araştırmacılar III. Ioannes Vatatzes'in bu uygulamasının pek işe yaramadığını ve Kumanların Türkmenlerle karışmasıyla bölgenin Türkleşmesinin hız kazandığını ileri sürerken II. Theodoros Laskaris "Sen Kuman'ı batı bölgelerinden buraya getirmek suretiyle onun cinsinden doğuda hizmet eden bir kavim yarattın ve Türklerin sınırlarına ikamet etmekle Türklerin batıya doğru durmadan ilerlemelerini önledin" ifadeleriyle babasının bu nüfus transferi politikası ile Balkanlardan Anadolu'ya kalabalık sayıdaki Kuman topluluklarının ikamet ettirilmesi sonucunda Anadolu'daki Türklerin Batı yönündeki yayılmalarının önüne geçildiğinden övgüyle söz etmektedir. Çağdaş Bizans yazarlarından Pakhymeres de III. Ioannes Vatatzes'in bu uygulamasını İznik İmparatorluğu'nun en önemli icraatı olarak yorumlamaktadır. Aynı şekilde bir diğer Bizans müellifi Akropolites'in ifadelerinden de Kumanların Anadolu'da yerleştirilmesinin çok mantıklı bir hareket olduğunu düşündüğü anlaşılmaktadır". Gerçekten de İoannes'in sınır savunmasını başarı ile sürdüren kuvvetlerini Kumanlar ile desteklemesi mevcut şartlarda akıllıca bir davranıştı.
Amasra'nın biraz doğusundan başlayan İznik imparatorluğu ile Selçuklular arasındaki sınır, Sakarya Nehri'ne paralel olarak bir yay şeklinde güneydoğuya doğru inerek Anadolu'nun güneybatı sahillerinden denize dökülen Dalaman Çayı'na kadar uzanıyordu. Sınırın İznik imparatorluğu tarafındaki hat boyunca çok sayıda kale bulunmaktaydı. Aynca iki devlet arasında herhangi bir yerleşimin olmadığı boş araziler (Selçuklu Uç bölgeleri) uzanmaktaydıki bu bölgelerde Türkmenler ve İznik sınır savunmacıları (Akritai) arasında sık sık çatışmalar yaşanmak taydı. İznik İmparatorluğu'nun Karadeniz sahili boyunca sahip olduğu topraklar Amasra'dan batıya doğru uzanan dar sahil şeridinden ibaretti. İç kesimler Selçukluların denetimindeydi. Bununla birlikte İznik yönetimi açısından asıl sorunu XII. yüzyıldan itibaren Selçukluların akınlarının yoğunlaştırdıkları Menderes havzası ve Türkmenlerin yoğun olarak bulundukları güney sınırı teşkil etmekteydi. Özellikle Anadolu'nun güney batısındaki bölgelerde sürüleri ile dolaşan kalabalık Türkmen toplulukları büyük bir tehdit oluşturmaktaydı. Anadolu'daki soydaşları ile aynı savaş taktiklerini ve silahları kullanan Kumanların bu bölgede yerleştirilmesi hiç şüphesiz hareketli Türkmen atlılarına karşı yerleşik savunma hattından daha etkili bir yöntemdi. Kumanlardan çoğunlukla hafif süvari birlikleri olarak yararlanan Bizans yönetimi Kumanları aynı zamanda ordu içinde de kullanmaktaydı. III. Ioannes Vatatzes, bu Kumanlardan Anadolu'da yararlandığı gibi Balkanlardaki mücadeleler sırasında da faydalanmaktaydı. Nitekim 1242 yılındaki Selanik kuşatması sırasında Vatatzes'in ordusunda Kumanların da olduğunu bilmekteyiz".
III. Ioannes Vatatzes'in ardılları döneminde de Kumanların Bizans ordusundaki varlığı devam etmiştir. 1256 yılında II. Theodoros Laskaris'in Selanik valisinin yanında bıraktığı birlikte 300 Kuman bulunmaktaydı". 1259 yılında Epir Hükümdan II. Mikhail Dukas ve müttefikleri Sicilya Kralı Manfred ve Akhaia Prensi Guillaume Villahardouin'in ordusu ile Pelagonya Ovası'nda karşı karşıya gelen İznik ordusunda 1500 Macar, 300 Alman ücretli asker, 600 Sırp atlısı ve bir miktar Bulgar kuvvetinin yanı sıra 1500 Türk (Selçuklular kast ediliyor) ve İznik İmparatorluğu'nun doğu sınırı ile ilgili olarak, 2000 kişilik Kuman süvari birliği bulunmaktaydı. Savaş sırasında şiddetle düşmana saldıran Türk ve Kuman birlikleri sayesinde Bizans ordusu önemli bir zafer kazanmıştır. 1261 Temmuz'unda İstanbul'a girerek 57 yıllık Latin işgaline son veren VIII. Mikhail Palaiologos'un muzaffer komutanı Aleksios Strategopulos'un kuvvetleri içerisinde de 800 Kuman bulunmaktaydı.
Başkentin yeniden İstanbul'a nakledilmesinin ardından tüm dikkatin batıya çevrilmesi ile Anadolu'nun yerli askerleri gibi Kumanların da bu kez Avrupa'daki mücadelelerde kullanıldıkları göze çarpmaktadır. VIII. Mikhail'in 1263-1264, 1270-1272 ve 1275 yıllarındaki Avrupa seferlerinde ordusunda kalabalık sayıda Kuman askerinin varlığı bilinmektedir.
imparator III. Ioannes Vatatzes'in iktidarı döneminde Bizans hizmetine giren bu Kuman topluluğu ile ilgili son kayıt II. Andronikos'un Epir kuşatması sırasında sergiledikleri disiplinsiz davranışlar ile ilgilidir. 1291 yılında Epir Despotluğu ile Napoli Krallığı arasında bir ittifak kurulmasından endişelenen Bizans yönetimi 1292 yılında Epir üzerine sefer düzenledi. Otuz bin piyade ve on dört bin süvariden ibaret olan Bizans ordusunun ana gücünü Türkler ve Kumanlar oluşturmaktaydı. Başlangıçta birkaç başarı elde eden Bizans kuvvetleri daha sonra Akhaia Prensi'nin Epir'e yardım etmek üzere kuvvetleri ile bölgeye gelmesiyle geri çekilmek zorunda kaldı. Bu harekat sırasında Kuman birliklerinin ordunun disiplinini bozan düzensiz hareketleri sonucu geri çekilme bozguna dönüşmüş ve Bizans'ın Epir seferi büyük bir hayal kırıklığı ile son bulmuştu. Türk yayılışına engel olma yolundaki Moğol istilası sonrası Bizans hizmetine alınan Kumanlardan bir kısmının da imparatorluk sarayında görev yaptıkları ve zaman içinde yüksek mevkilere geldikleri görülmektedir. Nitekim Kuman beylerinden birisinin oğlu olan Syrgiannés (Sytzigan: Sıçğan: Sıçan) vaftiz edilerek Hristiyanlığı kabul ettikten sonra Palaiologos ailesinden bir kadınla evlenmiş ve daha sonra Megas Domestikos unvanını almıştı. Onun soyundan gelenlerin Bizans İmparatorluğundaki varlığı yaklaşık 100 yıl boyunca devam etmiştir. Bizanslaşmış bu Kuman ailesinin son temsilcisi de ailenin ilk üyesi gibi Syrgiannés adını taşımaktaydı. Makedonya ve Trakya valiliği yapılan Syrgiannés, yaşlı imparator II. Andronikos ve torunu arasında 1320 yılında başlayan mücadelelere katıldıktan sonra gözden düşmüş ve 1334 yılında imparatorun adamları tarafından öldürülene kadar sönük bir hayat sürmüştür.
Güney-batı Anadolu bölgesindeki ikinci bir Kıpçak grubu ise, 1230’da Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Alaeddin Keykubat’ın Celâleddin Harzemşah’ı mağlup etmesinden sonra Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yayılmış ve Batı Anadolu’da horzumlu ismiyle yaşamaya devam etmiş olan göçebe bir Oğuz-Kıpçak cemaatidir . Bu aşiret, bölgede Peçin, Muğla, Köyceğiz ve Bozöyük’te meskûndur H. 923’te (1517) bölgede yaşayan horzum oymağı, 1318 haneye ve 7590 nüfusa sahiptir Harzemşahlar’ın göçebe Kıpçak boylarıyla ilişkileri, Selçukluların Kıpçaklarla olan ilişkisinden daha fazla idi Bölge ağzındaki Kıpçakça unsurları bu oymak temsil etmektedir. Bizans İmparatoru John III Doukas Vatatzes (III. Ioannes Vatatzes) (1222- 1254) zamanında Selçuklu uç beylerine karşı Anadolu’nun özellikle batı bölgelerinde tampon oluşturmak amacıyla Balkanlardaki Hristiyan Kumanları yerleştirmiştir. Bu bölge, Sinop’un batısından Menderes vadisine kadar olan hattır. Batı Karadeniz bölgesindeki bir diğer Kıpçak etkisi de Kastamonu havalisinde hüküm sürmüş olan Çobanoğulları beyliği dönemine dayanır. Selçuklu emirlerinden Hüsameddin Emir Çoban, Karadeniz’i aşarak Kıpçak bozkırlarına bir sefer yapmış ve buradan sayısız ganimet ve köle ile dönmüştür 1223’te Rus ordusuyla birlikte Moğollara karşı koyan ve yenilen Kıpçaklar, Ruslardan ayrılarak Balkanlara ve Kırım’a yönelmişlerdir. Kırım’a gelenler, devam eden Moğol saldırıları yüzünden Suğdak üzerinde deniz yoluyla Sinop’a gelmişler ve Bolu, Düzce , Karabük, Kastamonu, Zonguldak ve Bartın yörelerine yayılmışlardır Ayrıca Candaroğulları beyliği döneminde Kırım ve Kıpçak bölgesi ile deniz ticareti artmıştır. Hatta Mısır ile Deşt-i Kıpçak bölgesinin ticaret merkezi Bartın yöresi olmuştur.
Kumanların torunlarının kimler olduklarıyla alakalı çeşitli görüşler ileri sürülmüş olsa bile, Anadolu'ya yerleştirilen ikinci gruptaki Kumanların akıbeti hakkında herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Kumanların asimile edilme amaçlı değil, kendi savaşçı özelliklerini muhafaza edecekleri şekilde yerleştirilmiş olmaları doğaldır. Yani Vatatzes bunları iyi ve uysal bir yurttaş yapmak için değil, kendi topraklarını doğudan gelecek istilalara karşı savunabilmek için yerleştirmiştir. Bu nedenle İznik İmparatorluğunun bu Kuman grubu üstünde herhangi bir asimile etme çabası içine girmediklerini düşünebiliriz. Bu dönemde Stratiotes olarak yerleştirilen Kumanların sayıları net olarak bilinmemektedir. Ancak sadece Büyük Menderes havzasına yerleştirilenler için 10.000 gibi bir rakam telaffuz edilmektedir. Kumanların bu şekilde yerleştirilmesi Roma savunma hattının güçlendirilmesi demek olduğundan ve doğudan gelen Türkmen ve Moğol akınlarına karşı da bir tür tampon görevi gördükleri için İznik İmparatorluğunun topraklarının güvenliği bu şekilde güven altına alınmıştır. İznik İmparatorluğu döneminde Kumanların yerleştirildikleri bölgeler ile günümüzde Manav olarak adlandırılan bir Türk grubunun yaşadıkları bölgeler birbirleriyle neredeyse örtüşmektedir. Manav adı verilen bu Türk grubu özellikle Çanakkale, Balıkesir, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Düzce, Zonguldak ve Kocaeli illerinin köylerinde, ayrıca İstanbul'un Anadolu Yakasındaki köylerde, Bolu ve Eskişehir illerinde yaşamaktadırlar ki bu bölge İznik İmparatorluğunun Anadolu'da 13. Yy'daki topraklarının önemli bir bölümüne denk gelmektedir. Bahsi geçen bu grubun köyleri bölgedeki en eski yerli Türk köyleri olarak bilinmektedir. Manav Türkleri ile alakalı ne yazık ki fazla bir çalışma yoktur. Sadece dilciler ve dil bilimciler tarafından az sayıda ve lokal olarak dil çalışmaları yayınlanmıştır. Ancak bu bizce eksik kalmış, dil verilerinde görülen ve bu çalışmalarda dikkati çekilen Kuman (Kıpçak) ağız özellikleri dönemsel bir etki olarak görülmüştür. Ancak bundan sonra konuyla alakalı yapılacak olan çalışmalarda, yukarıda verdiğimiz tarihsel veriler ışığında, konunun farklı bir gözle yeniden incelenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Bende bir MANAV TÜRKÜYÜM yedi göbek sülalem bellidir. Kafkaslardan göçle gelen atalarımın kökü. Azerbaycan memleketi Karabağ eyaleti Çorus kazası Viğadi köyüdür. Ne ermeni ne rum nede köle degildir. Öz be öz Türk oğlu Türküz. Bilginize...Sebati MANAV
Marmara-Batı Karadeniz-İç Anadolu-Orta Karadeniz'in (Kısmen Ege)'de yaşayan Yerli Türkler (Manavların) Şiveleri Hakkında Özet Yerli Türkler (Manavların) Bazıları kendilerini Balkanlardan gelen Kuman-Peçenek Türkleriyle özdeşleştirmektedir , Manavların Çoğu tarafından Türkiye Türkçesine Kıpçak Etkisi Olan Nazal N sesinin Y sesine dönüşmesi Kullanılmaktadırlar Örnek Unuy (Onun) Atıy (Atın) Ö>Ü O>U değişimleri Balkan Türk Ağızlarında Ve Gagavuz Türklerinin Ağızlarında Görüldüğü Gibi Bazı Manav Ağızlarında da Görülmektedir Türkiye Türkçesi Ağızlarına Kıpçak Etkisi Olarak Açıklanmaktadır Manav Ağızlarında ki bir diğer Kıpçak Etkisi Ğ>V değişimleridir Örnek Avız-Avuz (Ağız) Bavırma-Bavurma (Bağırma) Suvan-Sovan (Soğan) Bir başka Kuman etkisi ise hece sonu ünsüz çiftlerinin arasında ünlü türemesi şeklindedir. Kocaeli Kandıra’nın Hacılar ve Katçalı köylerinde “ilk” kelimesinin telâffuzu “ilik” şeklindedir (ilk >ilik). Aynı ses olayını Sakarya’da çift > çifit örneğinde de görüyoruz: bi çifit öküz (bir çift öküz, Sakarya Geyve Sarıgazi).
Bu ses olayı; Tatar, Kazak, Kırgız, Başkurt Kıpçak Türk şivelerinde de yoğun olarak görülür: ?alk > ?alık
ilk > elek vb.
Ali Karamanlıoğlu’nun Kıpçak Türkçesiyle ilgili eserinde Oğuzname’den naklen verdiği bilgiye göre milâdın ilk yıllarında Kafkasya’da yaşayan Kuman-Kıpçak Türkleri 11. asrın başlarında Karadeniz’in Kuzeyini işgal etmiş, 1061’de Rusları mağlûp etmişler, 1078’de Edirne’yi kuşatarak Bizansla savaşmışlardır. 11.-13. asırlar arasında Rusya’nın güneyi ile Doğu Avrupa’daki birçok ülke (Deşt-i Kıpçak Coğrafyası Başta olmak üzere. Ukrayna, Romanya, Macaristan ve Polonya) Moğol işgaline uğramıştır. Moğollardan kaçan Kumanlar ise Bizans-İznik-Latin imparatorluklarında Yarı köylü-Yarı Asker olarak İstanbul Boğazı-Sinop-Menderes vadisi arası bir hatta yerleşmişlerdir. İşte Rumeli ağızlarımızda ve bu arada (Yerli Türk) Manav ağızlarının bir kısmındaki o/>u/ ö/>ü daralmalarını bu dönemdeki Kıpçak etkisine bağlamak mümkündür.
MANAV ETNİK KAVRAMI
(…Manav bir ırktır ama en kral Türk'tür) (Türklerin yörüklükten yerleşik hayata geçmesiyle ve daha çok sebze meyve yetiştirip çiftçiliğe yönelmesiyle aldığı isim (?) )
Yukarıdaki paragrafta tırnak içine aldığımız iki ibareyi, internetteki bir ansiklopedi sitesinde bulduk. Hiçbir yanına müdahale etmeden bunları aynen aktarmaktayız. Sözler, anlaşılmış olacağı üzere “Manav” etnik kavramı üzerine söylenmişlerdir. Biz ise bunları hayli eksik ve yanlış bulmuştuk. Bu münasebetle de konuya ilişkin aşağıdaki bilgiyi kaleme almaktayız. Konu, Anadolu Türklüğünün oluşumu, tarih ve etnolojisi açısından son derecede ilgi çekicidir. Bu husus, Anadolu’da özellikle yaşlılar arasında açıklıkla bilinmesine rağmen, konuşulmak ve yazılmaya sıra gelince, belki bir tabu
olarak görülüp üzerine gidilmemiştir.
Bugün Ege’den Kayseri-Sivas’a (belki daha da doğudaki Fırat’a) varan alanda yaşayan bir kısım vatandaşlarımıza da “Manav” denildiği malumdur! Ya bu ne olabilir? Her iki Manav kavramı arasında, etimolojik bir bağ bulunduğu yüzde yüz gibi görünmektedir. Peki… Acaba Manav nedir ve etimolojik gördüğümüz aradaki bağ ne olabilir? İşte, şimdi bunu irdeliyoruz.
Roma bölünerek, bunun doğusuna şimdi Bizans dediğimiz devlet kurulduğunda, burayı zaman zaman Araplar ziyarete geldiler! Öyle hemen de dönüp gitmediler. Gittikten sonra bile bazı isimleriyle hatıralarını bıraktılar. Mesela, Antep adı Arapça olarak bu dönemden kalmıştır. Bir de Balkanlardaki Türkler vardı. Kuman, Uz, Peçenek adlarıyla anılan bu Türkler, Doğu Roma’yı rahat bırakmıyorlardı. Bunlarla kâh savaşıp kâh uzlaşan Roma, uzlaştığında bazı Türkleri Anadolu’ya yerleştirebiliyordu. Nitekim Selçuklular geldiğinde, Kayseri-Konya arasıyla bunun geniş çevresinde bir hayli Türk vardı. Hatta bundan öncesi, Malazgirt’te Diyojen’i terk ederek Alparslan’ın saflarında yer tutanlar bu Türklerdi. Türkçeden başka bir dil bilmedikleri hâlde dinleriyle Hristiyan olan ve kendilerine ayrıca “Karamanlı” dahi denilen bu Türkler bile, Rum sayılmaktaydılar. Türk Karamanlılar, gene Rumluk kavramı içinde Cumhuriyet’ten sonra Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Bütün bunların üstüne şunu da eklemek gerekecektir ki, doğu ve batı arasındaki doğal bir köprü olan Anadolu’dan, tarih boyunca nice nice kavimler gelip geçmişlerdi!
İşte… Selçuklular Anadolu’ya girdiklerinde Doğu Roma yani Bizans tebaası bu unsurları, Rum adı altındaki tek bir toplum olarak bulmuştular. Selçuklu ve Osmanlı egemenliğinde geçen ilk birkaç yüz yılda, sebeplerine inmeden ifade edelim ki, Anadolu’da bireysel, ailece ve bazen de daha büyük bir toplulukla din değiştirenler görülmüştür Karamanlı Türklerinde de benzer dönüşler olmuştur. Ancak, bu konudaki büyük sayı Karamanlılar adına olandır. Bunun için çok çarpıcı bir örnek Isparta’nın İslamköy'üdür. Peçenek aslından Karamanlıların oturduğu, adlarıyla ve dilleriyle tamamen Türk olan bu köy, 1692’de papazlarıyla birlikte İslam dinine geçmiştir. Eski inancın kalıntısı kilise artıkları ise, Köyün yakınında hâlâ ayaktadırlar Köyün Yerli Halkının İse Manav Türkü Olduğu Bilinmektedir! Bir başka bilgimize göre, Sivrihisar ilçe merkezinin durumu gene böyle toptandır! Ne yani, biz şimdi Rum muyuz!?
Rumlar Anadolu'da ki Hristiyan Ortodoks Halk'a Verilen İsimdir Peçenek, Uz , Kuman , Ön Bulgar Türklerinede Rum denilmiştir. Konuyu kusursuz anlatabilmek için bu derecede bir ayrıntıya girdik. Dışarıya çıkmaya hiç gerek yoktur. Ülkemizde yazılmış eserler bile bu konuya açıklık getiren birtakım bilgilerle doludur. Sonuç itibarıyla, bugünün Anadolu’sunda Manav denilen Türkler, yüzyıllar önce ihtida eden Hristiyan Türklerin Müslüman olanlarının torunlarıdırlar! Biz bu konuyu tanıştığımız bazı Manavlarla da görüştük. Şurada anlattığımıza tamamen katılanlar da olmuştur, bunu ilk olarak bizden duyduklarını söyleyenler de!.. Doğrusu, bu husus da ilgi çekicidir!
Bir Manav Türkü Olarak Kuman-Kıpçak Kökenliymişiz Bizim Taraflar Çoğunlukla Kuman-Kıpçak Kökenlidir
Bizde Aslen Manav Türküyüz Kuman-Kıpçak Kökenliyim Çoğunlukla Bu Taraflarda ki Manav Türkleri Kuman-Kıpçak Kökenlidir
Manavlar kuzeybatı Anadolu'da yaşayan Hanefi Sünni yerleşik Türkmenlerdir.
Manavların Yörük olmayan katmanları Gacallar ve Gagavuzlarla uzaktan akrabadır. Manavlar için yöredeki Yörükler ''yörüğün yörümeyenine manav deris'' («Yörüğün yürümeyenine Manav deriz») demektedir. Samsun Vezirköprü , Bafra , Sakarya , Bilecik , Balıkesir , Bursa , Çanakkale , Kocaeli , Eskişehir , Bolu ve Düzce illerinde yaşayan Manavlara ''Yerli'' de denilmektedir. Manavlar, Sakarya ve Kocaeli illerindeki nüfusun % 60’ını, Rumeli bölgesinden ve Kafkaslar'dan göç edenler, nüfusun %20’sini, iç göçle diğer şehirlerden gelenler ise nüfusun % 20’sini oluşturmaktadır.
Türkologlara göre Manavlık, Anadolu'da yerleşik hayata ilk geçen Yörükler'i tanımlamada kullanılan bir sıfat olup XX. yüzyılın başında bile hâlen yerleşik hayata geçmemiş Yörüklerden ve Türkçe konuşan Rumeli muhâcirlerinden ayırmak için daha çok kullanılmaya başlanmıştır. Manavlar hakkında kabul edilen resmi görüş: Yörüklükten vazgeçmiş; ziraat, küçük ticaret ve el sanatlarıyla uğraşan Yörükler'dir. Anadolu'ya Moğol ve Selçuklu tehlikesinden dolayı Latinler , Bizans ve İznik İmparatorluğu döneminde yerleşen ve yerleştirilen Uz , Peçenek , Kuman , Ön Bulgar Türklerinin yerleşik hayata geçen yörüklerle kaynaşmasıyla oluşan bir halktır. Ayrıca Manavların arasında Oğuzlaşmış Uygur-Kırgız Türk Halklarının'da bulunduğu düşünülmektedir bu durumu zaman içinde Oğuzlaşmış Kara Tatarlarla ilişkilendirebiliriz.
Manavlar son araştırmalara göre tarım kölesi olarak çalıştırılmış Rum-Slav kökenli insanlardır , Sırbistan, Polonya ,Makedonya Pomak gibi milletler, içlerinde az miktarda Arap da vardır. Araplarla karışma nedeninin Roma'nın İskenderiye fethetmesindendir. Türkçe konuşmaları efendilerinin Türk olmasından ileri geliyor.
Manavlar son araştırmalara göre tarım kölesi olarak çalıştırılmış Rum-Slav kökenli insanlardır , Sırbistan, Polonya ,Makedonya Pomak gibi milletler, içlerinde az miktarda Arap da vardır. Araplarla karışma nedeninin Roma'nın İskenderiye fethetmesindendir. Türkçe konuşmaları efendilerinin Türk olmasından ileri geliyor.
Bana hiç iyi şeyler çağrıştırmayan bir söz.Eşimin ailesi yörük ve manav.Türkiyeyi arasam daha uyumsuz bir aile bulur muydum bilmem.Biz dadaşız ve çok farklıyız inanılmaz bir kültür farkı var.Saygıyla sevgiyle aşılabilir şeyler tabi ama onlarda onlar gibi olmayan herkese karşı o sevgi saygı yok onlar gibiside yok zaten 30 yıla aşkındır yaşadıkları yerde üç beş komşudan fazla tanıdıkları yok.Bende kendi hallerine bıraktım artık.Aile, akraba ilişkilerinden bir haber,toplumda yer edinememiş,kendi uydurdukları inanç kurallarında yaşayan birkaç insanlar sadece benim gözümde.Çok insan gördüm tanıdım.Lazından kürdüne romanına ama böyle birşey görmedim.Birkac insan dedim çünkü sadece eşimin ailesinden bahsettim.Akrabaları gayet düzgün normal değerlere sahip güzel insanlar çok severim.
Manavlar mülayim iyi huylu güzel temiz yüzlü halktır güvenilir insanlar