Bekaa Vadisini gördüğümde anladım ki, bu ülke Ortadoğunun nasırlı ayakları gibidir. Attığı her adımda acıyacaktır. Beyrut bombalanmış binaların modern binalarla kolkola girdiği bir anıt şehirdir. Her tebessümde yüzünüzde donakalan bir geçmiş gibi. Tam 'Akdenizi gördüm'dediğinizde -İşte güvercin Kayalıkları- anında Haririnin bombalandığı bina çarpar gözünüze. Fransız küstahlığı, hristiyan ve müslüman halkı aynı potaya sokuverir. kruvasan yiyip, çan seslerinin akabinde ezan sesi dinleyip, Arapça hristiyan ayinlerine katılabilirsiniz, Halil Cibranı, Amin Maalouf'u, ve o güzelim felafeliyle, bir Finikeli gibi, Sedir Ağaçlarının gölgesine uzanıverseniz de olur.. Olur ki bir livresinin üstündeki o alfabenin bir öyküsü oluverirsiniz..
MOSSAD SİTESİNDEN PROVOKASYON İŞARETİ Türk askeri henüz Lübnan'a ayak basmadan, bölgeden tedirgin edici haberler gelmeye başladı. MOSSAD'a yakınlığı ile bilinen DEBKAfile sitesi El Kaide'nin, Güney Lübnan'daki BM gücüne büyük bir saldırı hazırlığında olduğu öne sürdü. Bu haber Mossad'ın 'El Kaide süsü verilmiş' bir saldırı organize edebileceği şeklinde yorumlandı. 15.09.2006 15:31
Bazı arkadaşlar 1917 yi unutmuşlar ihaneti arkadan vurmayı unutmuşlar afedersiniz ama ben unutmadım.Durdurlup içindeki yaralı Türk askerlerinin öldürüldüğü Trenleri unutmadım bunu yapan Lübnanlı Müslüman kardeşlerimizide unutmadım.Altınlar ve yalanlar için Bizi ve daha önemlisi İslam kardeşliğini satan Arapları unutmadı.Bizi arkadan vuranları unutuğumuz sürece tarih tekerlülden ibaret kalacak.Lübnan geçmişn günahlarının bedelini ödüyen ülke.Yakında oraya gidicez ve geçmişin hesapları yine açılacak
Bu arada unutmayın balık hafızalıyızdır biraz, İsrail çıkarları doğrultusunda hiçbir zaman BM leri kaale almamıştır.Bu bebek katilleri abd İLE KAFA KAFAYA VEREREK HANGİ ÜLKEDEN ASKER ALINACAĞINI YAPTIKLARI KATLİAMLARA TARİHTE KİMLERİN ORTAK OLDUĞUNU BELİRLEDİLER.Büyük Müslüman ülkesi varmı yok kim var en teslimiyetçi genel yönetim TÜRKİYE, kardeş TÜRKİYE, niçin İSRAİL almanyadan ASKER İSTEMEMEKTE ANILARIMI TAZELEMEKTEN KORKUYORLAR NE FARKINIZ VAR Kİ HİTLERDEN daha büyük katliamlara imza atıyorsunuz hiçdurmadan DIŞ siyasetteki en aciz yönetimlede bizide oyuncak yapıyorsunuz, UMARIM ASKERİMİZ ORDA YAN GELİP YATAR:(((((((
Kuzey Irak ta sınır ötesini engelleyen abd İsrail FİLİSTİNDEN SONRA YORGUN DÜŞÜNCE Müslüman ülke olarak kendilerini korumamız için Türkiyeyi alet ediyor. 33 gün bombalanan çoluk çocuk öldürülen Lübnanda BM binasında çalışanların öldürüldüğü Lübnanda BM den,abd den, naylondan müslüman genel yönetimden 1 adet ciddi bir kınma,çıkışma yok abd istiyor diye ÇIKARLARIMIZ var diyerek harala gürele MÜSLÜMAN KANINDAN çıkar sağlama planları,İSRAİL ile ABD dünyayı yönetiyor kuklası genel yönetim BEBEK KATİLLERİNİ KORUMAYA GİDİYOR
Güzel vatanım kimlere kaldı yazıklar olsun her gün yan gelip yatan askerimiz var ya onlar yatarkenmi öldürülüyor BM lerin şimdiye kadar hiçbir problemi çözdüğü görülmemiştir. Hatta sorun olmuştur örnek isterseniz çok var.
Sayın... genel yönetim BOP projesinde önemli şekiillendirmeler olacakmış başladı zaten Kuzey ırak kürt devleti,Ab parlementosu ermeni soykırımı yeniden SERV anlaşmasını istiyorlar AMA ÇIKARLARIMIZ VARMIŞ BİR LOKMA BAL ÇALIYORLAR KUCAĞA OTURTUYORLAR
Diyor ya red diyen vatan hainidir diye Cumhuriyet döneminin en büyük vatan hainleri onlar
Düne kadar herkesin hakkında için ağlayıp niye bir şey yapmıyoruz, hükümet uyan artık dediği, bugün ise orda ne işimiz var bizene onlar birbirini öldürsün ne şamın şekeri ne arabın yüzü dediğimiz ülke :))
asker göndermemeliyiz çünkü........ bizi ilgilendiren bir olay yok,ayrıca ne çabuk unuttuk lübnanın pkk ya yardım ettiğini çocukların ölmesine karşıyız elbet ama bizim kundaktaki bebegimizi öldüren pkk yı besleyen lübnanın çocuklarını korumak bize mi düşer....
İsrail’in, kaçırılan iki askerini bahane ederek başlattığı Lübnan Savaşı’nda binin üzerinde masum insan hayatını kaybetti. Onların iki üç katı miktarda insan da sakatlandı. Binlerce kişi de evsiz kaldı. İsrailli askerler uzun menzilli akıllı füzelerle Lübnan’da taş taş üstünde bırakmadı. Batılı devletler, ABD ve Birleşmiş Milletler bu katliama göz yumdu.
İsrail yapacağını yaptıktan sonra BM ateşkeste arabulucu oldu. Hafızalarınızı yoklarsanız tarih boyunca İsrail’in BM kararlarına uymadığını görürsünüz. Bu son savaşta da aynısı yaşandı. İsrail koca BM’yi takmadı bile… Şimdi BM, Lübnan’da konuşlandırmak üzere barış gücü oluşturuyor. Fakat bu nasıl bir barış gücüdür ki İsrail’in istediği devletlerden asker çağrılıyor. Tabir caizse hırsıza anahtar teslim ediliyor.
BM’nin, Lübnan’da barış gücü oluşturma gayretleri bütün hızıyla sürüyor. Bununla ilgili olarak geçenlerde elli ülkenin yetkililerinin katıldığı geniş çaplı bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Türk yetkililer de katıldı. Bu demektir ki Türkiye; Kore, Somali, Bosna-Hersek, Afganistan gibi ülkelerden sonra Lübnan’a da asker gönderecek. Fakat bunun için bir tezkere hazırlanması ve TBMM’den geçmesi gerekir.
Bilindiği gibi yakın tarih içerisinde Irak’a asker göndermemiz için ABD ısrarcı olmuştu. Fakat bunun için hazırlanan tezkere TBMM genel kurulundan geçmemişti. Bu Türkiye’nin, daha doğrusu ülkemizi yönetenlerin ABD’ye karşı biraz da mahcup olmasına zemin hazırlamıştı. Böyle bir olumsuzluğun tekrar yaşanmaması için şimdi hükümet işi sıkı tutuyor. Bununla birlikte son zamanlarda Ankara’da Lübnan’a askeri güç gönderilmesi tartışmaları hız kazandı. Muhalefet Lübnan’a asker gönderme girişimine şiddetle karşı çıkıyor. Fakat Türkiye’de muhalefet demek, hükümetin dediğinin tersini yapmak demektir. Onun için muhalefetin bu kararının sosyal bir derinliğinin olduğunu düşünmüyorum.
Gidişat öyle gösteriyor ki üçüncü tezkere yolda… Hükümet, Cumhurbaşkanı Sezer’in karşı olmasına rağmen Lübnan’da konuşlandırılacak barış gücüne asker gönderme kararında ısrarcı görünüyor. Yakında Meclis tezkere için olağanüstü toplanacak. Alınan karar doğrultusunda hareket edilecek. Öyle görünüyor ki bu üçüncü tezkere hükümete bağlı milletvekillerince kabul edilecek. Çünkü önümüz seçim! … Başbakan’ın kararlı tutumu karşısında hiçbir milletvekili gelecek seçimleri göz ardı ederek olumsuz oy verme gözü pekliğini gösteremez. Çünkü herkesin geleceğe dönük bir hesabı vardır. Yanlış hesap Bağdat’tan dönmese de Beyrut’tan geri dönebilir.
Bu milletin evlatlarını sınır ötesine göndermek çok büyük riskleri de beraberinde getirir. Hele askerlerin gönderileceği ülke Lübnan gibi bir cehennemse karar verirken bir değil, birkaç kere düşünülmesi, ellerin vicdana koyularak karar alınması gerekir. Çünkü bu ülke bundan yarım asır evvel Kore’de önemli ve acı tecrübeler yaşadı. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi bir deyimden öte, tecrübelerin ehemmiyetini gösteren yaşanmış bir vakadır. Onun için bu gibi millî konularda kılı kırk yarma mecburiyetimiz vardır.
Türkiye, dünyanın hassas bir bölgesindedir. Tarihten aldığımız sorumlulukla etrafımızda bir denge unsuru olma yükümlülüğümüz vardır. Etrafımız, özellikle Ortadoğu tam bir barut fıçısı… Bin yılı aşkın bir süreden ibaret devlet geleneği ve tecrübesi olan bizler, henüz devlet ve millet şuuruna erişememiş bu yeni yetme topluluklara yol göstermek zorundayız. Zaman zaman onların birikmiş gazını almalıyız ki nâhoş hadiseler yaşanmasın. Lâkin bataklıktan can kurtarırken bataklıkta boğulma riski de vardır. Bu konuda çok temkinli olma ve bilerek hareket etme gereği gün gibi ortadadır. Ucuz kahramanlık, asırlık devletlerin tavrı değildir. Kaş yapayım derken göz çıkarmamalıyız.
Ben, oldum olası Batıya ve ABD’ye güvenmemişim. Bunu önyargı sanmayın. Zira onlar bize hiçbir zaman hayırlı rüya görmemişlerdir. Onların bizim için gördükleri rüyalar nedense hep kâbusla neticelenmiştir. Onun için biraz abartılı olsa da ben Batının ve ABD’nin söylemlerinin tersini yaptığımızda düzlüğe çıkacağımıza inanıyorum. Onlar bizleri, oluşturdukları organizasyonlara heves içerisinde almaya çalışıyorlarsa bu işin içinde bir bit yeniği olduğu şüphesine kapılırım. Bu siyaset bilimi ve siyaset etiği açısından geçer akçe kabul edilmese de, içimde böyle bir his hâsıl olur. Bu benim şahsî sağduyumdur. Fakat bu sağduyu beni genellikle yanıltmamıştır.
Şahsen Lübnan’a asker gönderilmesi taraftarı değilim. Çünkü bu bölgede ateşkes ilan edilmişse de bu topraklarda büyük bir belirsizlik hâkimdir. Yarın neler olacağını kimse kestiremez. Tarihte Ortadoğu her zaman riskli bölgelerden olmuştur, bugün de öyledir. Bu nedenle iki düşünülüp bir karar verilmesinde sayısız faydalar vardır.
Bizler Lübnan’a Müslüman kardeşlerimizin zarar görmemesi için gidiyoruz; İsrail’in menfaatleri için değil… Lâkin onların hamiliğini yaparken vatan evlatlarının da zarar görmemesi esastır. Askerimiz bizim gözbebeğimizdir. Onların kılına zarar gelmesi bizi derinden yaralar. Yarın Lübnan topraklarında Türk askerine yönelik saldırılar olursa bunun altından kalkamayız. Hem bunu kimseye izah edemeyiz. Doğu ve Güneydoğu’dan yükselen feryatlara Lübnan’ı eklemek istemiyoruz.
Savaş telalığı yapmak istemiyorum ama gelecekte Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa bunun vaki olacağı coğrafya Ortadoğu’dur. Bazıları bunun bir an evvel gerçekleşmesi için kabuklaşan yaraları kaşıyarak kanatıyor. Sanki yeni bir oyun için sahne ve zemin hazırlanıyor. Onun için ben Lübnan’da barış gücü oluşturma gayretlerine şüpheyle bakıyorum.
Batı, ABD ve BM, binin üzerinde Lübnanlının ölmesini istemeseydi yaşanan kanlı savaşı bu noktaya gelmeden bitirirdi. Fakat öyle yapmadılar. Ortadoğu’nun yedi başlı yılanı olarak tabir edebileceğimiz İsrail yılanına sınırsız kredi tanıdılar. Şimdi de İsrail’in yeni istek ve planları doğrultusunda böyle bir girişimde bulunuyorlar. Bundan hayır hâsıl olacağını düşünmüyorum. Türkiye barış gücüne destek olma konusunda acele davranmamalıdır. Belli bir süre boyunca yaşananları ve yaşanacakları gözlemlemelidir. Aksi takdirde dönülmez yollara sap(tırıl) mış olabiliriz.
Türkiye yeni sancıları ve yeni yıkımları kaldıracak güçte ve konumda değildir. Delikanlı ve lider ülke dolduruşlarına gelip sonu belli olmayan hovardalıklara tevessül etmeye hiç mi hiç gerek yoktur. Ben yurdunu canından aziz bilen bir vatandaş olarak şunu söylüyorum: “Gitme Mehmet’im…” Son olarak da şunu hatırlatmak istiyorum: “Son pişmanlık fayda etmez.” Cenabı Allah karar mekanizmalarının başında bulunanlara akıl, insaf ve sağduyu nasip etsin.(Âmin)
siyonist vahşetine maruz kalan her gün bi sürü çocuklarını alçak aşağlık yahudilere kurban veren zavallı ülke. islam dünyasının acıyan yarası. ey müslümanlar ne oluyo size bu kadarmı uzaklaştınız islamdan. hergün orda bi sürü kardeşiniz katl edilirken neden sesinişz çıkmaz ey satılmış arap liderleri abd uşakları kukla krallar nerddesiniz. dayan nasrallah dayan senin direnişine selam olsun. zafer senin olacaktır allah yardımcın olsun
Dünyamız zor zamanlara şahitlik ediyor. Ahir zamanın bu son demlerinde insanlık zıvanadan çıkmış görünüyor. Zulüm ortalıkta kol geziyor. Hoca Nasreddin’in ifade ettiği üzere günümüzde ‘Köpekleri salmışlar, taşları bağlamışlar.’
Dünyanın hassas bölgelerinde zulüm hükümranlığını sürdürüyor. Mazlumların feryadını sağır sultan duysa da, asıl duyması gerekenler sağır numarası yapıyor. Fakat bilinmelidir ki “Zulm ile abad olanın ahiri berbat olur” Zulüm payidar olmaz. Nitekim Resulullah bununla ilgili olarak şöyle söylemiştir: “Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zalime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Çünkü cimrilik sizden önceki ümmetleri helak etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helal saymaya sevketmiştir.”(Müslim, Birr 56)
Hakkı ve hakikati ezmektir zulüm… Hakkı değil gücü esas almaktır. Hangi hususta olursa olsun haddi aşmaktır. Mala, ırza ve cana saldırmaktır. Zulüm insanlığın tabiatına zıt bir eylemdir. Fakat bazı kişiler insanlıklarını askıya aldıklarında bu yola başvururlar.
Zulüm ile adalet aynı ortamlarda bulunamaz. Nasıl ki Hakk gelince batıl zail olur, işte öyle de zulüm gelince adalet kaybolur. İslâm dini zulmü ortadan kaldırıp adaleti hâkim kılmak için gönderilmiş ilâhî nizamın adıdır. İslam hakkı ve adaleti tesis etmek için Allah tarafından tanzim edilmiş bir sistemin adıdır. Mazlumlar Âdil-i Mutlak olan Allah’ın rahmet kanatları altındadır. Zira haksızlık gayretullaha dokunur. Mazlumlar bu dünyada zilletler içerisinde kalsalar da yaşadıkları acılara karşılık öteki âlemde büyük mükâfatlarla taltif edileceklerdir. Yeter ki hak ve hakikat dairesinde kalsınlar. Eskilerin dediği gibi:
“Zalimin zulmü varsa mazlumun da Allah’ı var Bugün halka cevretmek kolay, yarın Hakk’ın divanı var.”
Zulüm içerik itibariyle çok geniş bir kavramdır; sadece şiddet uygulamak değildir. Allah’ın ayetlerini inkâr etmek, peygamberlere inanmamak, şirk koşmak da bir çeşit zulümdür. Bu düşünce bataklığı içerisinde olanlar gün gelir başkalarının hakkına ve hukukuna da tecavüz ederler. Haksızlıklar ve suiistimaller zincirine her geçen gün ateşten yeni halkalar eklenir. Biz burada insanların birbirinin canına, malına, namusuna ve şerefine el ve dil uzatmasından bahsedeceğiz. Bilindiği gibi bunlar Allah tarafından şiddetle yasaklanan eylemlerdir. Hiçbiri insanî ve vicdanî hareketler değildir.
Zalimler kendilerinden daha güçsüz olanları seçerek onlara zulmederler. Bu açıdan bakınca güç eşitsizliği bariz olan gruplar arasındaki sürtüşmenin eyleme dönüşmüş şeklidir zulüm… Zulüm, çoğunlukla Allah’tan başka dostu ve yardımcısı olmayan zayıflara, biçarelere yapılır. Şiddet içerikli bir eylem olan zulmü ancak kalbi kömürleşmiş olanlar yapabilir. Onlar hidayet nurundan ve ümidinden de yoksundurlar. Zira Allah ve ahiret inancı olanlar bu yola tevessül etmekten korkarlar. Çünkü öteki dünya ve hesap gününün varlığına inananlar, mutlaka yaptıklarının karşılığını göreceklerini bilirler, ona göre ayaklarını denk alırlar. Yüce Rabbimiz zulümle ve zulmedenlerle ilgili olarak şu çarpıcı ifadeleri kullanıyor:
“Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez… Kim zulme uğradıktan sonra nusret bulur (hakkını alır) sa, artık onlar için aleyhlerinde bir yol yoktur. …Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere ‘tecavüz ve haksızlıkta bulunanların’ aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azap vardır.”(Şura S. 40–42. Ayetler)
“Artık gerçekten, zulmedenler için, (geçmişteki) arkadaşlarının günahlarına benzer bir günah vardır. Şu halde acele etmesinler.”(Zariyat S. 59. Ayet) ”
Günümüzde İslâm coğrafyası içerisinde korkunç bir zulüm tatbikatı gerçekleştiriliyor. Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de, Lübnan’da ve adını sayamayacağım pek çok İslam beldesinde kan ve gözyaşı sular seller gibi akıyor. Irak’ta gün geçmiyor ki insanlar ölmesin. Artık bu tarz ölüm haberlerini sıradan eylemler olarak algılamaya başladık. Öyle ki nerdeyse ölüm haberleri duymadığımız günler hayrete düşüyoruz. Afganistan’da nelerin olup bittiğiyle alâkalı çok da sağlıklı haberler alamıyoruz. Duyurulmak istenenleri ancak duyabiliyoruz. Pek çok zulüm kapalı kapılar ardında gerçekleştiriliyor. Çeçenistan’da Müslüman halk liderleri hunharca öldürülüyor. Çeçen halkına gözdağı veriliyor. Keşmir’de Hint zorbalığı devam ediyor. Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk soydaşlarımız kan ağlıyor. Çinliler Doğu Türkistanlılara yapmadıklarını bırakmıyorlar. Bosna-Hersek’i toplu mezarlarla kuşatan Sırplar pusuda bekliyor. Moro’da ve Filipinlerde Müslümanlara göz açtırılmıyor. Müslüman ülkeler bir bir sömürgeleştiriliyor. Yeraltı ve yerüstü kaynakları talan ediliyor. İslâm ümmeti paramparça… Şer güçlerin istediği de buydu zaten… Bütün bunlara rağmen barış dönemi içerisinde keyif süren Müslüman devletlerden hiçbirinin kılının kıpırdadığı yok.
Bunlar yetmiyormuş gibi bir aydan beri İsrail’in Filistin ve özellikle Lübnan’daki hain saldırılarıyla çalkalanıyoruz. Bir aydan beri televizyonlar kan ve nefret görüntüleriyle dolup taşıyor. Ne olmuş yahu! ... Bilen birisi bana anlatsın… Niçin bu kin ve öfke? ... Düzenli bir ordusu bile olmayan sözüm ona Müslüman bir ülkeye çağın en modern silahlarıyla saldıranlar neyin intikamını alıyorlar? Sapanla düşman kovalayan çocukların ve savunmasız kadınların kanını içen bu zihniyete dur diyecek sağduyulu ülkeler yok mu? Bu akan kan durmazsa kendini ayrıcalıklı sanan sözde bütün medenî ülkeler, bu kan çağlayanında boğulacaklardır.
Filistinliler uzun yıllardan beri kıt imkânlarıyla ve bütün yalnızlıklarına rağmen haklı davalarının peşinde koşuyorlar. Bugün itibariyle tarihî topraklarının yüzde 78’i işgal altında… Ellerinde bulundurdukları toprakların yüzde 22’sine de sahip değiller… Toprakları ellerinden alınmış. Araya kalın utanç duvarları örülmüş. Beş dakikalık yolu beş saatte gitmek zorunda kalıyorlar. İsrail bütün Filistinlileri komşu ülkelere göç etmeye zorluyor. Ortadoğu’yu barut fıçısına çeviren ve kana bulayan İsrail, siyasal bugün gücü zorla ele geçiren, onu kötüye kullanan bir tiran konumundadır. İsrail’in hapishanelerinde sekiz bin Filistinli mahkûm var. Bu baskı ve zulümlerin sebebi topyekûn işgal sevdasıdır… Böyle bir manzara karşısında mağdur ve mazlum Filistinlilere ‘Gidin evlerinizde oturun, İsrail’in insafa gelmesini bekleyin’ mi demeliyiz? Ey uygar Batı, ne olur azıcık empati(duygudaşlık) yapın… Aklınız körelmiş, kulaklarınız ve vicdanlarınız iyice sağırlaşmış…
Batılı devletleri ve ABD’yi anlayabiliyorum da bu Müslüman ülkeleri ve onların basireti ve insafı körelmiş liderlerini anlayamıyorum. Biliyoruz ki çoğunuz Batı’da ve ABD’de okudunuz, ülkelerinizin başına geçirilirken pek çok hususlarda dışarıdan emir alacağınızı peşinen kabul ettiniz. İradeleriniz mefluç olmuş… Birilerinin tasarrufuyla o makamları işgal ediyorsunuz. Ama bu kadar mı Müslümanlığa ve Müslümanlara sırt çevirdiniz? Yoksa geleceği karanlık gördüğünüz için dışarı çıkmaktan mı korkuyorsunuz? Sizi millî şair Mehmet Akif Ersoy aşağıdaki beyitlerde ne kadar gerçekli bir biçimde tasvir ediyor. Dinleyin ve aynaya bakın:
“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak... Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak. Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle. İmanı olan kimse gebermez bu ölümle: Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.' Davransana... Eller de senin, baş da senindir! His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.”
Yüce Rabbimiz bütün müminlerin kardeş olduğunu söylüyor. “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz…” (Hucurat S. 10. Ayet) buyuruyor. İnancımızda İslam kardeşliği kan kardeşliğinden daha öndedir. Zira aslolan İslam kardeşliğidir. Fakat günümüzde Müslüman devletler birbirlerine, argo tabirle söylemek gerekirse nanik yapıyorlar. İslam kardeşliği zedelenmiş, yıpranmış, pörsümüş, körelmiş ve büyük darbe almıştır. Uhuvvet hayatımızdan çıkmış, hatırası tozlu sayfalarda kalmıştır. Bilinmelidir ki müminlerin kendi aralarında barış ve iyilik bulunmazsa, kardeşlikleri kuvvetli olmazsa zalimlere karşı hakkıyla mücadele edemezler, Allah’ın azabından hakkıyla korunamazlar. Müslümanların bugünkü dağınık görüntüsünü bundan yüz sene evvel Mehmet Akif şöyle tasvir etmişti:
“Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile Âlem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir”
Hangi milliyete mensup olurlarsa olsunlar, hangi ülke sınırları içerisinde yaşarsalar yaşasınlar bütün Müslümanlar birbirlerini hoş görmeli, sevmeli ve koruyup kollamalıdır. Bu hususta insan vücudunu örnek alabiliriz. Nasıl ki vücudumuzun organları büyük bir ahenk içerisinde çalışıyor ve birbirinin eksiğini gideriyorlarsa öyle de Müslümanlar da bu modeli hayatlarına taşımalıdır. Resulullah(SAV) bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: “Müminlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada, birbirlerini korumada misali, bir cesede, bir vücuda benzer ki, cesedin herhangi bir uzvu rahatsız olsa, hastalansa, cesedin diğer uzuvları da bundan muzdarip olurlar ve uykusuz kalır, ateşler içinde yanarlar.”
Müslümanların içine ‘nemelâzımcılık’ illeti sokulmuş… Oysa inancımız bu anlayışı şiddetle reddeder. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışı Müslümanlıkta yoktur. Bu sözü de Yahudiler kültürümüze sokmuşlardır. İkinci Bayezid, Yavuz ve Kanunî’ye toplam 23 yıl aralıksız Şeyhülislamlık yapan Zembilli Ali Efendi’ye, “Ne zaman kıyamet kopacak, onun alâmeti nedir? şeklinde bir soru soruyorlar. Zembilli Ali Efendi, “Kıyametin ne zaman kopacağını Allah bilir, ama kıyametin alâmeti neme lâzımcılıktır.” diyor.
Acaba Müslümanlar, bazılarının ileri sürdüğü gibi, yaptıklarının karşılığını mı görüyorlar? Yani bedel mi ödüyor Müslüman devletler? ...Bence bu zilletlerin nedeni Hıristiyanların ve Yahudilerin İslâmı içlerine sindirememesidir. Tarihteki Haçlı Seferleri de İslâm’a topyekûn saldırı değil miydi? Müslümanlar bazı hatalar yaptılar ama hata yapmasaydılar böyle olmayacak mıydı? Belki düşman karşısında Müslümanların eli daha güçlü olacaktı. Savaşlar denk kuvvetlerin mücadelesi şeklinde cereyan edecekti.
Yine bir kısım çevreler bugün yaşananların Müslümanların evvelden yaptıklarına karşılık olduğu savını ileri sürüyorlar. Tarihte Müslümanlar Yahudilere bu denli ağır zulüm yaptı mı? Azıcık tarih bilenler ve vicdanî hislerini kaybetmeyenler bu soruya ‘Evet’ cevabını veremezler. Osmanlı Devleti’nin İspanya’daki zulümden kaçan Yahudilere kapılarını ardına kadar açtığını bilmeyen yoktur. Yine Nazi Almanya’sından kaçan Yahudilerin ülkemize sığındıkları bilinen bir gerçektir. Bütün bunları yok sayıyorsanız bir de Müslümanların Yahudilere karşı nasıl davrandığı konusunda bizce tarafsız bir kalem olan Marxist Auguste Bebel’in, “Hz. Muhammet ve İslam Kültürü” adlı eserindeki ifadelerine kulak verin. Çünkü o Batı kültürünün tesiriyle büyümüş olsa da vicdan sahibi bir aydındır. Bakalım o ne diyor Bebel:
“Museviler ve Hıristiyanlar, gerek İslâmiyet’in en parlak, gerekse daha sonraki dönemlerindeki, hatta günümüze kadar uzanagelen örneklerden görebileceğimiz gibi, İslâm devlet örgütü içinde en yüksek mevkilere kadar gelebilmişlerdir. Yahudiler, bugün bile Hıristiyan Avrupa’da hâlâ kendilerine yasaklanmış onurlu mevkilere ve haklara, İslâm devlet bünyesi içinde her zaman sahip olabilmişlerdir. Hıristiyanlar ve Yahudiler, sarayda çok yüksek düzeydeki görevden sorumluluklar yüklenmişler, çoğu kez halifelerin danışmanlığını yapmışlar, özellikle Doğu’da çok saygın bir yeri olan doktorluk uğraşında sivrildikleri gibi, sık sık halifelerin başhekimliğine getirilmişlerdir. Bütün bunlardan başka, Hıristiyan kilise ve manastırlarının yanı sıra Yahudi sinagoglarının, Hz. Muhammed döneminden önce ve sonra İslâm İmparatorluğu’nun bütün topraklarında çok yaygın olmalarına karşılık, söz konusu dinlerin mensupları, kiliselerinin sınırları içinde tam bir din özgürlüğüne sahip oldukları gibi, gerek çok büyük varlık ve mülklerinin denetim ve yönetiminde, gerekse din işlerinde kusursuz bir özerkliğe sahip olmuşlardır. Ayrıca Hıristiyan ve Yahudi bilim adamları İslâm bilim adamları ile dostane ilişkiler kurmuşlardır; gerek dinî, gerekse hukukî, tıbbî ve doğal ilmî konular büyük bir özgürlük içinde ve çok içtenlikli, her türlü resmiyetten uzak bir açıklıkla tartışılabilmiştir; böyle bir ilişki, birçok Hıristiyan devletinde hâlâ imkânsızdır.”
Savaş genellikle denk güçler arasında yapılır. Şiddet içerse de askerlere yöneliktir. Kadınlar, yaşlılar ve çocuklar hedef alınmaz. Oysa İslam coğrafyasında süregelen savaşlarda hep siviller, özellikle de çocuklar öldürülüyor. İnsanın aklına ‘Bunlar soykırım mı yapıyor acaba? ’ sorusu gelmiyor değil. Öyle ya, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarında yüzlerce çocuk, hatta kundaktaki bebeler hayatını kaybetti. Böyle savaş mı olur Allah aşkına! ... Geçiyorsunuz akıllı bomba atan füze rampalarının arkasına, koordinatları yazıp bomba yağdırıyorsunuz. O bombalar nice insanların can evine düşerek değdiği her yeri yakıp yıkıyor.
İsrail, Lübnan’ı bombalarken bize medeniyetin beşiği olarak yutturulan çağdaş Batı ve onunla aynı çizgide hareket eden ABD sadece seyrediyor. Sözüm ona Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, İsrail’e ateşkes teklifinde bulunmak bir yana, yaptıkları vahşetleri, hunharca saldırıları kınamaya bile cesaret edemiyorlar. Bu örnekler de gösteriyor ki Batılı devletler, ABD ve onlara bağlı kuruluşlar ikiyüzlüdür, çifte standardın alâsını yapmaktadırlar. Asıl iş ve manevî sorumluluk Müslümanlara düşüyor. Bu yangını onlar söndürmek zorundadır. Fakat onlarda da bu çelikten iradeyi ne yazık ki göremiyoruz. Özünü kaybetmiş Müslümanlara Mehmet Akif’in şu dörtlükleriyle sesleniyor ve onları bir an evvel gaflet uykusundan uyanmaya davet ediyorum:
“Baksana kim boynu bükük ağlayan. Hakkı hayatındır senin ey Müslüman, Kurtar artık o biçareyi Allah için. Artık ölüm uykularından uyan.
Bunca zamandır uyudun kanmadın, Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın. Çiğnediler yurdunu baştanbaşa. Sen yine bir kerre kımıldanmadın
Ey koca şark! Ey ebedî meskenet! Sen de kımıldanmaya bir niyet et. Korkuyorum, Garbın elinden yarın, Kalmayacak çekmediğin melanet.”
Dünya dünya olalı böyle zulüm görmedi. Böyle bir dünyada yaşamaktan, zalimlerle aynı gök kubbenin altında bulunmaktan hicap duyuyorum. Bilinmelidir ki İsrail adı altında bir araya gelen zalimler “Nil’den Fırat’a kadarki sözde vaat edilmiş topraklar”ı elde edinceye kadar durmayacaklar. Fakat Türkiye Filistin değil, bunun böyle bilinmesi gerekir. Bu husustaki referansımız Çanakkale Savaşı’dır. Akılları varsa bize bulaşmasınlar, çok ağır bir bedel ödemek mecburiyetinde kalırlar.
İsrail’e gösterilen hoşgörü ve toleransı hiçbir ülkeye göstermeyen Batı ve ABD, Siyonizmin üç ideolojik ayağını da doğal olarak kabul ediyorlar. Bu ayaklar: “a) Seçilmiş millet b) Vaat edilmiş toprakların ele geçirilmesi (Tesniye, Bab: 11/24–25.): c) Hiçbir halka tanınmayan ayrıcalıkların İsrail’e tanınması.” olarak sıralanabilir.
Zalim ve mazlum hangi dinden ve mezhepten olursa olsun şiddet tasvip edilemez. İnançlarımız ve milliyetlerimiz farklı olsa da neticede hepimiz insanız. Doğruyla yanlışı ayırt etmeye yarayan yüreğimiz ve vicdanımız var. Hiç kimseye kulak asmasak da, bildiğimizi okusak da tavır ve davranışlarımızı içimizdeki vicdan süzgecinden geçirmeliyiz.
Biz Doğulu milletler nedense uyumayı çok severiz. Tehlike üzerimize gelip toslayana kadar kılımızı kıpırdatmayız. Bunun İslâm inancıyla bir alâkası yoktur. Sanırım genlerimizde bir bozukluk var. Çok çabuk oyuna geliyoruz. Oysa Resulullah Efendimiz “Mümin aynı delikten iki kere ısırılmaz” demiştir. Peygamber böyle demişse muhakkak bir bildiği vardır. Acaba bizim aklımızdan mı, imanımızdan mı zorumuz var ki her tarafımız ısırıklarla dolmuş… Isırılmaya o kadar alıştık ki artık acı bile hissetmiyoruz. Rabbim ümmet-i Muhammed’i şer odakların fitne ve fesatlarından muhafaza eylesin. Bizleri sırat-ı müstakimde daim ve sabit kılsın(Âmin)
bombardıman altında. terörü besledi, beslediği karga onu ziyaret ediyor. terörist israil, hastaneleri, ambulansları, elektrik santrallerini vuruyor. doktorları yurtdışına kaçmış. amerika ateşkes istemiyor. savaş ve sessizlik...dünya sustu, izliyor:(
Bekaa Vadisini gördüğümde anladım ki, bu ülke Ortadoğunun nasırlı ayakları gibidir. Attığı her adımda acıyacaktır. Beyrut bombalanmış binaların modern binalarla kolkola girdiği bir anıt şehirdir. Her tebessümde yüzünüzde donakalan bir geçmiş gibi. Tam 'Akdenizi gördüm'dediğinizde -İşte güvercin Kayalıkları- anında Haririnin bombalandığı bina çarpar gözünüze. Fransız küstahlığı, hristiyan ve müslüman halkı aynı potaya sokuverir. kruvasan yiyip, çan seslerinin akabinde ezan sesi dinleyip, Arapça hristiyan ayinlerine katılabilirsiniz, Halil Cibranı, Amin Maalouf'u, ve o güzelim felafeliyle, bir Finikeli gibi,
Sedir Ağaçlarının gölgesine uzanıverseniz de olur..
Olur ki bir livresinin üstündeki o alfabenin bir öyküsü oluverirsiniz..
Kimileri geçmişi unutur.......ama biz unutmadık.....
Lübnan yıllarca..... bebek katili öcalanı...... besledi.......
biz ne yaptık......barışı sağlasın diye asker gönderdik.....
akp halka bunların hesabını vereceksin.....er geç......
MOSSAD SİTESİNDEN PROVOKASYON İŞARETİ
Türk askeri henüz Lübnan'a ayak basmadan, bölgeden tedirgin edici haberler gelmeye başladı. MOSSAD'a yakınlığı ile bilinen DEBKAfile sitesi El Kaide'nin, Güney Lübnan'daki BM gücüne büyük bir saldırı hazırlığında olduğu öne sürdü. Bu haber Mossad'ın 'El Kaide süsü verilmiş' bir saldırı organize edebileceği şeklinde yorumlandı.
15.09.2006 15:31
Lübnanı İsraile Karşı Sadece Hizbullah Savunmuştur.
Bazı arkadaşlar 1917 yi unutmuşlar ihaneti arkadan vurmayı unutmuşlar afedersiniz ama ben unutmadım.Durdurlup içindeki yaralı Türk askerlerinin öldürüldüğü Trenleri unutmadım bunu yapan Lübnanlı Müslüman kardeşlerimizide unutmadım.Altınlar ve yalanlar için Bizi ve daha önemlisi İslam kardeşliğini satan Arapları unutmadı.Bizi arkadan vuranları unutuğumuz sürece tarih tekerlülden ibaret kalacak.Lübnan geçmişn günahlarının bedelini ödüyen ülke.Yakında oraya gidicez ve geçmişin hesapları yine açılacak
Bu arada unutmayın balık hafızalıyızdır biraz, İsrail çıkarları doğrultusunda hiçbir zaman BM leri kaale almamıştır.Bu bebek katilleri abd İLE KAFA KAFAYA VEREREK HANGİ ÜLKEDEN ASKER ALINACAĞINI YAPTIKLARI KATLİAMLARA TARİHTE KİMLERİN ORTAK OLDUĞUNU BELİRLEDİLER.Büyük Müslüman ülkesi varmı yok kim var en teslimiyetçi genel yönetim TÜRKİYE, kardeş TÜRKİYE, niçin İSRAİL almanyadan ASKER İSTEMEMEKTE ANILARIMI TAZELEMEKTEN KORKUYORLAR NE FARKINIZ VAR Kİ HİTLERDEN daha büyük katliamlara imza atıyorsunuz hiçdurmadan DIŞ siyasetteki en aciz yönetimlede bizide oyuncak yapıyorsunuz, UMARIM ASKERİMİZ ORDA YAN GELİP YATAR:(((((((
Kuzey Irak ta sınır ötesini engelleyen abd İsrail FİLİSTİNDEN SONRA YORGUN DÜŞÜNCE Müslüman ülke olarak kendilerini korumamız için Türkiyeyi alet ediyor.
33 gün bombalanan çoluk çocuk öldürülen Lübnanda BM binasında çalışanların öldürüldüğü Lübnanda BM den,abd den, naylondan müslüman genel yönetimden 1 adet ciddi bir kınma,çıkışma yok abd istiyor diye ÇIKARLARIMIZ var diyerek harala gürele MÜSLÜMAN KANINDAN çıkar sağlama planları,İSRAİL ile ABD dünyayı yönetiyor kuklası genel yönetim BEBEK KATİLLERİNİ KORUMAYA GİDİYOR
Güzel vatanım kimlere kaldı yazıklar olsun her gün yan gelip yatan askerimiz var ya onlar yatarkenmi öldürülüyor BM lerin şimdiye kadar hiçbir problemi çözdüğü görülmemiştir. Hatta sorun olmuştur örnek isterseniz çok var.
Sayın... genel yönetim BOP projesinde önemli şekiillendirmeler olacakmış başladı zaten Kuzey ırak kürt devleti,Ab parlementosu ermeni soykırımı yeniden SERV anlaşmasını istiyorlar
AMA ÇIKARLARIMIZ VARMIŞ BİR LOKMA BAL ÇALIYORLAR KUCAĞA OTURTUYORLAR
Diyor ya red diyen vatan hainidir diye Cumhuriyet döneminin en büyük vatan hainleri onlar
Düne kadar herkesin hakkında için ağlayıp niye bir şey yapmıyoruz, hükümet uyan artık dediği, bugün ise orda ne işimiz var bizene onlar birbirini öldürsün ne şamın şekeri ne arabın yüzü dediğimiz ülke :))
asker göndermemeliyiz çünkü........
bizi ilgilendiren bir olay yok,ayrıca ne çabuk unuttuk lübnanın pkk ya yardım ettiğini
çocukların ölmesine karşıyız elbet
ama bizim kundaktaki bebegimizi öldüren pkk yı besleyen lübnanın çocuklarını korumak bize mi düşer....
GİTME MEHMED’İM! ...
M.NİHAT MALKOÇ
İsrail’in, kaçırılan iki askerini bahane ederek başlattığı Lübnan Savaşı’nda binin üzerinde masum insan hayatını kaybetti. Onların iki üç katı miktarda insan da sakatlandı. Binlerce kişi de evsiz kaldı. İsrailli askerler uzun menzilli akıllı füzelerle Lübnan’da taş taş üstünde bırakmadı. Batılı devletler, ABD ve Birleşmiş Milletler bu katliama göz yumdu.
İsrail yapacağını yaptıktan sonra BM ateşkeste arabulucu oldu. Hafızalarınızı yoklarsanız tarih boyunca İsrail’in BM kararlarına uymadığını görürsünüz. Bu son savaşta da aynısı yaşandı. İsrail koca BM’yi takmadı bile… Şimdi BM, Lübnan’da konuşlandırmak üzere barış gücü oluşturuyor. Fakat bu nasıl bir barış gücüdür ki İsrail’in istediği devletlerden asker çağrılıyor. Tabir caizse hırsıza anahtar teslim ediliyor.
BM’nin, Lübnan’da barış gücü oluşturma gayretleri bütün hızıyla sürüyor. Bununla ilgili olarak geçenlerde elli ülkenin yetkililerinin katıldığı geniş çaplı bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Türk yetkililer de katıldı. Bu demektir ki Türkiye; Kore, Somali, Bosna-Hersek, Afganistan gibi ülkelerden sonra Lübnan’a da asker gönderecek. Fakat bunun için bir tezkere hazırlanması ve TBMM’den geçmesi gerekir.
Bilindiği gibi yakın tarih içerisinde Irak’a asker göndermemiz için ABD ısrarcı olmuştu. Fakat bunun için hazırlanan tezkere TBMM genel kurulundan geçmemişti. Bu Türkiye’nin, daha doğrusu ülkemizi yönetenlerin ABD’ye karşı biraz da mahcup olmasına zemin hazırlamıştı. Böyle bir olumsuzluğun tekrar yaşanmaması için şimdi hükümet işi sıkı tutuyor. Bununla birlikte son zamanlarda Ankara’da Lübnan’a askeri güç gönderilmesi tartışmaları hız kazandı. Muhalefet Lübnan’a asker gönderme girişimine şiddetle karşı çıkıyor. Fakat Türkiye’de muhalefet demek, hükümetin dediğinin tersini yapmak demektir. Onun için muhalefetin bu kararının sosyal bir derinliğinin olduğunu düşünmüyorum.
Gidişat öyle gösteriyor ki üçüncü tezkere yolda… Hükümet, Cumhurbaşkanı Sezer’in karşı olmasına rağmen Lübnan’da konuşlandırılacak barış gücüne asker gönderme kararında ısrarcı görünüyor. Yakında Meclis tezkere için olağanüstü toplanacak. Alınan karar doğrultusunda hareket edilecek. Öyle görünüyor ki bu üçüncü tezkere hükümete bağlı milletvekillerince kabul edilecek. Çünkü önümüz seçim! … Başbakan’ın kararlı tutumu karşısında hiçbir milletvekili gelecek seçimleri göz ardı ederek olumsuz oy verme gözü pekliğini gösteremez. Çünkü herkesin geleceğe dönük bir hesabı vardır. Yanlış hesap Bağdat’tan dönmese de Beyrut’tan geri dönebilir.
Bu milletin evlatlarını sınır ötesine göndermek çok büyük riskleri de beraberinde getirir. Hele askerlerin gönderileceği ülke Lübnan gibi bir cehennemse karar verirken bir değil, birkaç kere düşünülmesi, ellerin vicdana koyularak karar alınması gerekir. Çünkü bu ülke bundan yarım asır evvel Kore’de önemli ve acı tecrübeler yaşadı. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi bir deyimden öte, tecrübelerin ehemmiyetini gösteren yaşanmış bir vakadır. Onun için bu gibi millî konularda kılı kırk yarma mecburiyetimiz vardır.
Türkiye, dünyanın hassas bir bölgesindedir. Tarihten aldığımız sorumlulukla etrafımızda bir denge unsuru olma yükümlülüğümüz vardır. Etrafımız, özellikle Ortadoğu tam bir barut fıçısı… Bin yılı aşkın bir süreden ibaret devlet geleneği ve tecrübesi olan bizler, henüz devlet ve millet şuuruna erişememiş bu yeni yetme topluluklara yol göstermek zorundayız. Zaman zaman onların birikmiş gazını almalıyız ki nâhoş hadiseler yaşanmasın. Lâkin bataklıktan can kurtarırken bataklıkta boğulma riski de vardır. Bu konuda çok temkinli olma ve bilerek hareket etme gereği gün gibi ortadadır. Ucuz kahramanlık, asırlık devletlerin tavrı değildir. Kaş yapayım derken göz çıkarmamalıyız.
Ben, oldum olası Batıya ve ABD’ye güvenmemişim. Bunu önyargı sanmayın. Zira onlar bize hiçbir zaman hayırlı rüya görmemişlerdir. Onların bizim için gördükleri rüyalar nedense hep kâbusla neticelenmiştir. Onun için biraz abartılı olsa da ben Batının ve ABD’nin söylemlerinin tersini yaptığımızda düzlüğe çıkacağımıza inanıyorum. Onlar bizleri, oluşturdukları organizasyonlara heves içerisinde almaya çalışıyorlarsa bu işin içinde bir bit yeniği olduğu şüphesine kapılırım. Bu siyaset bilimi ve siyaset etiği açısından geçer akçe kabul edilmese de, içimde böyle bir his hâsıl olur. Bu benim şahsî sağduyumdur. Fakat bu sağduyu beni genellikle yanıltmamıştır.
Şahsen Lübnan’a asker gönderilmesi taraftarı değilim. Çünkü bu bölgede ateşkes ilan edilmişse de bu topraklarda büyük bir belirsizlik hâkimdir. Yarın neler olacağını kimse kestiremez. Tarihte Ortadoğu her zaman riskli bölgelerden olmuştur, bugün de öyledir. Bu nedenle iki düşünülüp bir karar verilmesinde sayısız faydalar vardır.
Bizler Lübnan’a Müslüman kardeşlerimizin zarar görmemesi için gidiyoruz; İsrail’in menfaatleri için değil… Lâkin onların hamiliğini yaparken vatan evlatlarının da zarar görmemesi esastır. Askerimiz bizim gözbebeğimizdir. Onların kılına zarar gelmesi bizi derinden yaralar. Yarın Lübnan topraklarında Türk askerine yönelik saldırılar olursa bunun altından kalkamayız. Hem bunu kimseye izah edemeyiz. Doğu ve Güneydoğu’dan yükselen feryatlara Lübnan’ı eklemek istemiyoruz.
Savaş telalığı yapmak istemiyorum ama gelecekte Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa bunun vaki olacağı coğrafya Ortadoğu’dur. Bazıları bunun bir an evvel gerçekleşmesi için kabuklaşan yaraları kaşıyarak kanatıyor. Sanki yeni bir oyun için sahne ve zemin hazırlanıyor. Onun için ben Lübnan’da barış gücü oluşturma gayretlerine şüpheyle bakıyorum.
Batı, ABD ve BM, binin üzerinde Lübnanlının ölmesini istemeseydi yaşanan kanlı savaşı bu noktaya gelmeden bitirirdi. Fakat öyle yapmadılar. Ortadoğu’nun yedi başlı yılanı olarak tabir edebileceğimiz İsrail yılanına sınırsız kredi tanıdılar. Şimdi de İsrail’in yeni istek ve planları doğrultusunda böyle bir girişimde bulunuyorlar. Bundan hayır hâsıl olacağını düşünmüyorum. Türkiye barış gücüne destek olma konusunda acele davranmamalıdır. Belli bir süre boyunca yaşananları ve yaşanacakları gözlemlemelidir. Aksi takdirde dönülmez yollara sap(tırıl) mış olabiliriz.
Türkiye yeni sancıları ve yeni yıkımları kaldıracak güçte ve konumda değildir. Delikanlı ve lider ülke dolduruşlarına gelip sonu belli olmayan hovardalıklara tevessül etmeye hiç mi hiç gerek yoktur. Ben yurdunu canından aziz bilen bir vatandaş olarak şunu söylüyorum: “Gitme Mehmet’im…” Son olarak da şunu hatırlatmak istiyorum: “Son pişmanlık fayda etmez.” Cenabı Allah karar mekanizmalarının başında bulunanlara akıl, insaf ve sağduyu nasip etsin.(Âmin)
israil saldridi uzulduk...
97 de ermeni soykırımını kabul etmisti, ondada uzulmustuk...
siyonist vahşetine maruz kalan her gün bi sürü çocuklarını alçak aşağlık yahudilere kurban veren zavallı ülke. islam dünyasının acıyan yarası. ey müslümanlar ne oluyo size bu kadarmı uzaklaştınız islamdan. hergün orda bi sürü kardeşiniz katl edilirken neden sesinişz çıkmaz ey satılmış arap liderleri abd uşakları kukla krallar nerddesiniz. dayan nasrallah dayan senin direnişine selam olsun. zafer senin olacaktır allah yardımcın olsun
EY VİCDAN! ...NERDESİN? ...
M.NİHAT MALKOÇ
Dünyamız zor zamanlara şahitlik ediyor. Ahir zamanın bu son demlerinde insanlık zıvanadan çıkmış görünüyor. Zulüm ortalıkta kol geziyor. Hoca Nasreddin’in ifade ettiği üzere günümüzde ‘Köpekleri salmışlar, taşları bağlamışlar.’
Dünyanın hassas bölgelerinde zulüm hükümranlığını sürdürüyor. Mazlumların feryadını sağır sultan duysa da, asıl duyması gerekenler sağır numarası yapıyor. Fakat bilinmelidir ki “Zulm ile abad olanın ahiri berbat olur” Zulüm payidar olmaz. Nitekim Resulullah bununla ilgili olarak şöyle söylemiştir: “Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zalime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Çünkü cimrilik sizden önceki ümmetleri helak etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helal saymaya sevketmiştir.”(Müslim, Birr 56)
Hakkı ve hakikati ezmektir zulüm… Hakkı değil gücü esas almaktır. Hangi hususta olursa olsun haddi aşmaktır. Mala, ırza ve cana saldırmaktır. Zulüm insanlığın tabiatına zıt bir eylemdir. Fakat bazı kişiler insanlıklarını askıya aldıklarında bu yola başvururlar.
Zulüm ile adalet aynı ortamlarda bulunamaz. Nasıl ki Hakk gelince batıl zail olur, işte öyle de zulüm gelince adalet kaybolur. İslâm dini zulmü ortadan kaldırıp adaleti hâkim kılmak için gönderilmiş ilâhî nizamın adıdır. İslam hakkı ve adaleti tesis etmek için Allah tarafından tanzim edilmiş bir sistemin adıdır. Mazlumlar Âdil-i Mutlak olan Allah’ın rahmet kanatları altındadır. Zira haksızlık gayretullaha dokunur. Mazlumlar bu dünyada zilletler içerisinde kalsalar da yaşadıkları acılara karşılık öteki âlemde büyük mükâfatlarla taltif edileceklerdir. Yeter ki hak ve hakikat dairesinde kalsınlar. Eskilerin dediği gibi:
“Zalimin zulmü varsa mazlumun da Allah’ı var
Bugün halka cevretmek kolay, yarın Hakk’ın divanı var.”
Zulüm içerik itibariyle çok geniş bir kavramdır; sadece şiddet uygulamak değildir. Allah’ın ayetlerini inkâr etmek, peygamberlere inanmamak, şirk koşmak da bir çeşit zulümdür. Bu düşünce bataklığı içerisinde olanlar gün gelir başkalarının hakkına ve hukukuna da tecavüz ederler. Haksızlıklar ve suiistimaller zincirine her geçen gün ateşten yeni halkalar eklenir. Biz burada insanların birbirinin canına, malına, namusuna ve şerefine el ve dil uzatmasından bahsedeceğiz. Bilindiği gibi bunlar Allah tarafından şiddetle yasaklanan eylemlerdir. Hiçbiri insanî ve vicdanî hareketler değildir.
Zalimler kendilerinden daha güçsüz olanları seçerek onlara zulmederler. Bu açıdan bakınca güç eşitsizliği bariz olan gruplar arasındaki sürtüşmenin eyleme dönüşmüş şeklidir zulüm… Zulüm, çoğunlukla Allah’tan başka dostu ve yardımcısı olmayan zayıflara, biçarelere yapılır. Şiddet içerikli bir eylem olan zulmü ancak kalbi kömürleşmiş olanlar yapabilir. Onlar hidayet nurundan ve ümidinden de yoksundurlar. Zira Allah ve ahiret inancı olanlar bu yola tevessül etmekten korkarlar. Çünkü öteki dünya ve hesap gününün varlığına inananlar, mutlaka yaptıklarının karşılığını göreceklerini bilirler, ona göre ayaklarını denk alırlar. Yüce Rabbimiz zulümle ve zulmedenlerle ilgili olarak şu çarpıcı ifadeleri kullanıyor:
“Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez… Kim zulme uğradıktan sonra nusret bulur (hakkını alır) sa, artık onlar için aleyhlerinde bir yol yoktur. …Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere ‘tecavüz ve haksızlıkta bulunanların’ aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azap vardır.”(Şura S. 40–42. Ayetler)
“Artık gerçekten, zulmedenler için, (geçmişteki) arkadaşlarının günahlarına benzer bir günah vardır. Şu halde acele etmesinler.”(Zariyat S. 59. Ayet) ”
Günümüzde İslâm coğrafyası içerisinde korkunç bir zulüm tatbikatı gerçekleştiriliyor. Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de, Lübnan’da ve adını sayamayacağım pek çok İslam beldesinde kan ve gözyaşı sular seller gibi akıyor. Irak’ta gün geçmiyor ki insanlar ölmesin. Artık bu tarz ölüm haberlerini sıradan eylemler olarak algılamaya başladık. Öyle ki nerdeyse ölüm haberleri duymadığımız günler hayrete düşüyoruz. Afganistan’da nelerin olup bittiğiyle alâkalı çok da sağlıklı haberler alamıyoruz. Duyurulmak istenenleri ancak duyabiliyoruz. Pek çok zulüm kapalı kapılar ardında gerçekleştiriliyor. Çeçenistan’da Müslüman halk liderleri hunharca öldürülüyor. Çeçen halkına gözdağı veriliyor. Keşmir’de Hint zorbalığı devam ediyor. Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk soydaşlarımız kan ağlıyor. Çinliler Doğu Türkistanlılara yapmadıklarını bırakmıyorlar. Bosna-Hersek’i toplu mezarlarla kuşatan Sırplar pusuda bekliyor. Moro’da ve Filipinlerde Müslümanlara göz açtırılmıyor. Müslüman ülkeler bir bir sömürgeleştiriliyor. Yeraltı ve yerüstü kaynakları talan ediliyor. İslâm ümmeti paramparça… Şer güçlerin istediği de buydu zaten… Bütün bunlara rağmen barış dönemi içerisinde keyif süren Müslüman devletlerden hiçbirinin kılının kıpırdadığı yok.
Bunlar yetmiyormuş gibi bir aydan beri İsrail’in Filistin ve özellikle Lübnan’daki hain saldırılarıyla çalkalanıyoruz. Bir aydan beri televizyonlar kan ve nefret görüntüleriyle dolup taşıyor. Ne olmuş yahu! ... Bilen birisi bana anlatsın… Niçin bu kin ve öfke? ... Düzenli bir ordusu bile olmayan sözüm ona Müslüman bir ülkeye çağın en modern silahlarıyla saldıranlar neyin intikamını alıyorlar? Sapanla düşman kovalayan çocukların ve savunmasız kadınların kanını içen bu zihniyete dur diyecek sağduyulu ülkeler yok mu? Bu akan kan durmazsa kendini ayrıcalıklı sanan sözde bütün medenî ülkeler, bu kan çağlayanında boğulacaklardır.
Filistinliler uzun yıllardan beri kıt imkânlarıyla ve bütün yalnızlıklarına rağmen haklı davalarının peşinde koşuyorlar. Bugün itibariyle tarihî topraklarının yüzde 78’i işgal altında… Ellerinde bulundurdukları toprakların yüzde 22’sine de sahip değiller… Toprakları ellerinden alınmış. Araya kalın utanç duvarları örülmüş. Beş dakikalık yolu beş saatte gitmek zorunda kalıyorlar. İsrail bütün Filistinlileri komşu ülkelere göç etmeye zorluyor. Ortadoğu’yu barut fıçısına çeviren ve kana bulayan İsrail, siyasal bugün gücü zorla ele geçiren, onu kötüye kullanan bir tiran konumundadır. İsrail’in hapishanelerinde sekiz bin Filistinli mahkûm var. Bu baskı ve zulümlerin sebebi topyekûn işgal sevdasıdır… Böyle bir manzara karşısında mağdur ve mazlum Filistinlilere ‘Gidin evlerinizde oturun, İsrail’in insafa gelmesini bekleyin’ mi demeliyiz? Ey uygar Batı, ne olur azıcık empati(duygudaşlık) yapın… Aklınız körelmiş, kulaklarınız ve vicdanlarınız iyice sağırlaşmış…
Batılı devletleri ve ABD’yi anlayabiliyorum da bu Müslüman ülkeleri ve onların basireti ve insafı körelmiş liderlerini anlayamıyorum. Biliyoruz ki çoğunuz Batı’da ve ABD’de okudunuz, ülkelerinizin başına geçirilirken pek çok hususlarda dışarıdan emir alacağınızı peşinen kabul ettiniz. İradeleriniz mefluç olmuş… Birilerinin tasarrufuyla o makamları işgal ediyorsunuz. Ama bu kadar mı Müslümanlığa ve Müslümanlara sırt çevirdiniz? Yoksa geleceği karanlık gördüğünüz için dışarı çıkmaktan mı korkuyorsunuz? Sizi millî şair Mehmet Akif Ersoy aşağıdaki beyitlerde ne kadar gerçekli bir biçimde tasvir ediyor. Dinleyin ve aynaya bakın:
“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.
Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle.
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.”
Yüce Rabbimiz bütün müminlerin kardeş olduğunu söylüyor. “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz…” (Hucurat S. 10. Ayet) buyuruyor. İnancımızda İslam kardeşliği kan kardeşliğinden daha öndedir. Zira aslolan İslam kardeşliğidir. Fakat günümüzde Müslüman devletler birbirlerine, argo tabirle söylemek gerekirse nanik yapıyorlar. İslam kardeşliği zedelenmiş, yıpranmış, pörsümüş, körelmiş ve büyük darbe almıştır. Uhuvvet hayatımızdan çıkmış, hatırası tozlu sayfalarda kalmıştır. Bilinmelidir ki müminlerin kendi aralarında barış ve iyilik bulunmazsa, kardeşlikleri kuvvetli olmazsa zalimlere karşı hakkıyla mücadele edemezler, Allah’ın azabından hakkıyla korunamazlar. Müslümanların bugünkü dağınık görüntüsünü bundan yüz sene evvel Mehmet Akif şöyle tasvir etmişti:
“Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile
Âlem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile
Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir”
Hangi milliyete mensup olurlarsa olsunlar, hangi ülke sınırları içerisinde yaşarsalar yaşasınlar bütün Müslümanlar birbirlerini hoş görmeli, sevmeli ve koruyup kollamalıdır. Bu hususta insan vücudunu örnek alabiliriz. Nasıl ki vücudumuzun organları büyük bir ahenk içerisinde çalışıyor ve birbirinin eksiğini gideriyorlarsa öyle de Müslümanlar da bu modeli hayatlarına taşımalıdır. Resulullah(SAV) bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: “Müminlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada, birbirlerini korumada misali, bir cesede, bir vücuda benzer ki, cesedin herhangi bir uzvu rahatsız olsa, hastalansa, cesedin diğer uzuvları da bundan muzdarip olurlar ve uykusuz kalır, ateşler içinde yanarlar.”
Müslümanların içine ‘nemelâzımcılık’ illeti sokulmuş… Oysa inancımız bu anlayışı şiddetle reddeder. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışı Müslümanlıkta yoktur. Bu sözü de Yahudiler kültürümüze sokmuşlardır. İkinci Bayezid, Yavuz ve Kanunî’ye toplam 23 yıl aralıksız Şeyhülislamlık yapan Zembilli Ali Efendi’ye, “Ne zaman kıyamet kopacak, onun alâmeti nedir? şeklinde bir soru soruyorlar. Zembilli Ali Efendi, “Kıyametin ne zaman kopacağını Allah bilir, ama kıyametin alâmeti neme lâzımcılıktır.” diyor.
Acaba Müslümanlar, bazılarının ileri sürdüğü gibi, yaptıklarının karşılığını mı görüyorlar? Yani bedel mi ödüyor Müslüman devletler? ...Bence bu zilletlerin nedeni Hıristiyanların ve Yahudilerin İslâmı içlerine sindirememesidir. Tarihteki Haçlı Seferleri de İslâm’a topyekûn saldırı değil miydi? Müslümanlar bazı hatalar yaptılar ama hata yapmasaydılar böyle olmayacak mıydı? Belki düşman karşısında Müslümanların eli daha güçlü olacaktı. Savaşlar denk kuvvetlerin mücadelesi şeklinde cereyan edecekti.
Yine bir kısım çevreler bugün yaşananların Müslümanların evvelden yaptıklarına karşılık olduğu savını ileri sürüyorlar. Tarihte Müslümanlar Yahudilere bu denli ağır zulüm yaptı mı? Azıcık tarih bilenler ve vicdanî hislerini kaybetmeyenler bu soruya ‘Evet’ cevabını veremezler. Osmanlı Devleti’nin İspanya’daki zulümden kaçan Yahudilere kapılarını ardına kadar açtığını bilmeyen yoktur. Yine Nazi Almanya’sından kaçan Yahudilerin ülkemize sığındıkları bilinen bir gerçektir. Bütün bunları yok sayıyorsanız bir de Müslümanların Yahudilere karşı nasıl davrandığı konusunda bizce tarafsız bir kalem olan Marxist Auguste Bebel’in, “Hz. Muhammet ve İslam Kültürü” adlı eserindeki ifadelerine kulak verin. Çünkü o Batı kültürünün tesiriyle büyümüş olsa da vicdan sahibi bir aydındır. Bakalım o ne diyor Bebel:
“Museviler ve Hıristiyanlar, gerek İslâmiyet’in en parlak, gerekse daha sonraki dönemlerindeki, hatta günümüze kadar uzanagelen örneklerden görebileceğimiz gibi, İslâm devlet örgütü içinde en yüksek mevkilere kadar gelebilmişlerdir. Yahudiler, bugün bile Hıristiyan Avrupa’da hâlâ kendilerine yasaklanmış onurlu mevkilere ve haklara, İslâm devlet bünyesi içinde her zaman sahip olabilmişlerdir. Hıristiyanlar ve Yahudiler, sarayda çok yüksek düzeydeki görevden sorumluluklar yüklenmişler, çoğu kez halifelerin danışmanlığını yapmışlar, özellikle Doğu’da çok saygın bir yeri olan doktorluk uğraşında sivrildikleri gibi, sık sık halifelerin başhekimliğine getirilmişlerdir. Bütün bunlardan başka, Hıristiyan kilise ve manastırlarının yanı sıra Yahudi sinagoglarının, Hz. Muhammed döneminden önce ve sonra İslâm İmparatorluğu’nun bütün topraklarında çok yaygın olmalarına karşılık, söz konusu dinlerin mensupları, kiliselerinin sınırları içinde tam bir din özgürlüğüne sahip oldukları gibi, gerek çok büyük varlık ve mülklerinin denetim ve yönetiminde, gerekse din işlerinde kusursuz bir özerkliğe sahip olmuşlardır. Ayrıca Hıristiyan ve Yahudi bilim adamları İslâm bilim adamları ile dostane ilişkiler kurmuşlardır; gerek dinî, gerekse hukukî, tıbbî ve doğal ilmî konular büyük bir özgürlük içinde ve çok içtenlikli, her türlü resmiyetten uzak bir açıklıkla tartışılabilmiştir; böyle bir ilişki, birçok Hıristiyan devletinde hâlâ imkânsızdır.”
Savaş genellikle denk güçler arasında yapılır. Şiddet içerse de askerlere yöneliktir. Kadınlar, yaşlılar ve çocuklar hedef alınmaz. Oysa İslam coğrafyasında süregelen savaşlarda hep siviller, özellikle de çocuklar öldürülüyor. İnsanın aklına ‘Bunlar soykırım mı yapıyor acaba? ’ sorusu gelmiyor değil. Öyle ya, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarında yüzlerce çocuk, hatta kundaktaki bebeler hayatını kaybetti. Böyle savaş mı olur Allah aşkına! ... Geçiyorsunuz akıllı bomba atan füze rampalarının arkasına, koordinatları yazıp bomba yağdırıyorsunuz. O bombalar nice insanların can evine düşerek değdiği her yeri yakıp yıkıyor.
İsrail, Lübnan’ı bombalarken bize medeniyetin beşiği olarak yutturulan çağdaş Batı ve onunla aynı çizgide hareket eden ABD sadece seyrediyor. Sözüm ona Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, İsrail’e ateşkes teklifinde bulunmak bir yana, yaptıkları vahşetleri, hunharca saldırıları kınamaya bile cesaret edemiyorlar. Bu örnekler de gösteriyor ki Batılı devletler, ABD ve onlara bağlı kuruluşlar ikiyüzlüdür, çifte standardın alâsını yapmaktadırlar. Asıl iş ve manevî sorumluluk Müslümanlara düşüyor. Bu yangını onlar söndürmek zorundadır. Fakat onlarda da bu çelikten iradeyi ne yazık ki göremiyoruz. Özünü kaybetmiş Müslümanlara Mehmet Akif’in şu dörtlükleriyle sesleniyor ve onları bir an evvel gaflet uykusundan uyanmaya davet ediyorum:
“Baksana kim boynu bükük ağlayan.
Hakkı hayatındır senin ey Müslüman,
Kurtar artık o biçareyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan.
Bunca zamandır uyudun kanmadın,
Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştanbaşa.
Sen yine bir kerre kımıldanmadın
Ey koca şark! Ey ebedî meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyet et.
Korkuyorum, Garbın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin melanet.”
Dünya dünya olalı böyle zulüm görmedi. Böyle bir dünyada yaşamaktan, zalimlerle aynı gök kubbenin altında bulunmaktan hicap duyuyorum. Bilinmelidir ki İsrail adı altında bir araya gelen zalimler “Nil’den Fırat’a kadarki sözde vaat edilmiş topraklar”ı elde edinceye kadar durmayacaklar. Fakat Türkiye Filistin değil, bunun böyle bilinmesi gerekir. Bu husustaki referansımız Çanakkale Savaşı’dır. Akılları varsa bize bulaşmasınlar, çok ağır bir bedel ödemek mecburiyetinde kalırlar.
İsrail’e gösterilen hoşgörü ve toleransı hiçbir ülkeye göstermeyen Batı ve ABD, Siyonizmin üç ideolojik ayağını da doğal olarak kabul ediyorlar. Bu ayaklar: “a) Seçilmiş millet b) Vaat edilmiş toprakların ele geçirilmesi (Tesniye, Bab: 11/24–25.): c) Hiçbir halka tanınmayan ayrıcalıkların İsrail’e tanınması.” olarak sıralanabilir.
Zalim ve mazlum hangi dinden ve mezhepten olursa olsun şiddet tasvip edilemez. İnançlarımız ve milliyetlerimiz farklı olsa da neticede hepimiz insanız. Doğruyla yanlışı ayırt etmeye yarayan yüreğimiz ve vicdanımız var. Hiç kimseye kulak asmasak da, bildiğimizi okusak da tavır ve davranışlarımızı içimizdeki vicdan süzgecinden geçirmeliyiz.
Biz Doğulu milletler nedense uyumayı çok severiz. Tehlike üzerimize gelip toslayana kadar kılımızı kıpırdatmayız. Bunun İslâm inancıyla bir alâkası yoktur. Sanırım genlerimizde bir bozukluk var. Çok çabuk oyuna geliyoruz. Oysa Resulullah Efendimiz “Mümin aynı delikten iki kere ısırılmaz” demiştir. Peygamber böyle demişse muhakkak bir bildiği vardır. Acaba bizim aklımızdan mı, imanımızdan mı zorumuz var ki her tarafımız ısırıklarla dolmuş… Isırılmaya o kadar alıştık ki artık acı bile hissetmiyoruz. Rabbim ümmet-i Muhammed’i şer odakların fitne ve fesatlarından muhafaza eylesin. Bizleri sırat-ı müstakimde daim ve sabit kılsın(Âmin)
bombardıman altında. terörü besledi, beslediği karga onu ziyaret ediyor. terörist israil, hastaneleri, ambulansları, elektrik santrallerini vuruyor. doktorları yurtdışına kaçmış.
amerika ateşkes istemiyor.
savaş ve sessizlik...dünya sustu, izliyor:(
hayalet şehir..