Kur’ân, ezelden-ebede insanlığın ışığı, rehberi, ruhu ve destanıdır. Bu itibarla onda yer alan her şey, kıyamete kadar bütün insanlığı ilgilendirir. Kur’ân’daki kıssalara bu açıdan baktığımızda, bizim onlardan aldığımız ve alacağımız derslerin, ibretlerin olduğu ve olacağı da muhakkaktır. İşte bu yönüyle kıssaların anlatılmasının temel sebeplerinden biri daha belirlenmiş olur. Ancak, kıssalar bu açıdan tahlile tâbi tutulurken, şu hususun da unutulmaması gereklidir; kıssalar zaman, mekân, şahıs ve toplumlarla mukayyet hadiselerdir. Bizim onlardan gerekli dersi alabilmemiz, bu üç unsurun gözetilmesi ile mümkündür. Yoksa onları genelleme içinde ele alıp, zamanımıza indirgediğimizde, başka bir tabirle vak’aların tarihî, siyasî, askerî, coğrafî, kültürel ve dinî arka plânını gözardı ettiğimizde, ulaşacağımız neticelerin yanlış olacağı da izahtan vârestedir. Bu küllî hakikat mahfuz, Kur’ân’a ait bir hususu vurgulamak isterim; Kur’ân, bahsini ettiğimiz kıssaları öyle bir üslup ve şive ile bize sunar ki, insan hemen ondaki bu zamanüstü edada kendine hitap edildiğini anlar ve muhatap tavrına girer. Yani zaman, mekân, insan faktörlerine takılmadan, ondan gerekli olan mesajı alabilir. Ne var ki, bunun, herkesin yapabileceği çok kolay bir şey olmadığı da açıktır.
Zamanüstülük meselesiyle alâkalı şöyle bir yaklaşım uygun olsa gerek: Allah (c.c) mazi, hâl ve istikbali birden ihata eden bir Zat-ı Ecell-i A’lâ’dır. Zaten zamanı yaratan da O’dur. Kur’ân’ın evrensel ve kıyamete kadar bütün insanlığın model ve rehber kitabı olmasından ötürü, Allah (c.c) bütün insanlığı hesaba katmış, onların hayal ve kurgu dünyalarını dahi istiab edecek ölçüde, anlattığı kıssa veya verdiği mesajları değişik kalıplara dökmüştür. Kur’ân’a zamanüstülük kazandıran da her hâlde onun bu özelliğidir. Ama yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, herhangi bir kıssanın gerçek anlamda değerlendirilebilmesi, onun ön ve arka plân şartlarının bütününün gözetilmesi ile mümkündür.
Bazı kıssalar Kur’ân’da değişik yerlerde ve defaatla anlatılmaktadır. Dikkat edildiği takdirde, ilgili kıssanın anlatıldığı her yerde, başka bir yanına vurgu yapılmakta, vurgu yapılan yer ön plâna çıkartılarak, mevzûun ana temasını oluşturmaktadır ki, bu hususun gözden uzak tutulmaması gerekir.
Kıssalarda dikkatimizi çeken bir diğer özellik; kıssalarda anlatılan hakikatlerin, Allah Resûlü (s.a.s.) döneminde de az veya çok var olmasıdır. Mesela, Hz. Lut kavminde livatacılık, Hz. Şuayb’da tefecilik veya daha genel bir ifadeyle ticarî ahlâksızlık gibi unsurlar bunlardandır. Aynı şeyler Efendimiz’in içinde neş’et ettiği toplumda da vardı. Bu meselenin işaret ettiği bir husus da, Efendimiz (s.a.s.) câmî bir peygamberdir. Bu, O’nun taşıdığı sıfatlarda böyle olduğu gibi, ortaya koyduğu sistem itibarıyla da böyledir. Bu ise, Hz. Âdem’de icmal edilip, Efendimiz’e kadar gelen peygamberlerle tafsil edilen meseleler ve sıfatlar, Efendimiz’de tekrar icmal ediliyor demektir. Ve bunun bir adım ötesi, bunlar ümmet-i Muhammed’de, ümmet-i Muhammed’le tekrar tafsil edilecektir. Ümmet-i Muhammed’de dediğimiz sıfat, ümmet-i Muhammed’le dediğimiz şey bir mesele veya sistemdir. Zaten teknik ve teknolojik gelişmeler, muhabere ve muvasala -telekomünikasyon ve ulaşım- vasıtalarının gelişimi bunun alt yapısını hazırlamış durumdadır. Dünya artık bugün herkesin bildiği ve kullandığı bir kavram ile global bir köy haline gelmiştir. Sınırlar ister-istemez farklılaşmış ve millî kültür, örf, âdet vb. millî damgasını vurduğumuz çok şey bir dengelenme sürecine girmiştir. Bu husus gelecekte idarî sistemlere de yansıyacaktır.. ve daha şimdiden yansımaya da başlamıştır.
Tekrar sadede dönecek olursak, Kur’ân kıssalarının, yukarıda kısaca bahsettiğimiz unsurların gözetilerek okunması ve değerlendirilmesi bana çok önemli geliyor. Evet, Kur’ân’ı tebliğ ve temsille mükellef insanların, her âyetten mesajlar çıkartıp, onu hayatlarına tatbik etmeleri gerekmektedir. Bu da, her şeyden önce Kur’ân’ı, kendine nâzil oluyormuşçasına okumakla mümkündür ki böyle bir okuyuş Kur’ân’ı anlamada merdivenin ilk basamağı sayılır. Şahsen ben, değil Müslüman Türk milleti, bütün bir İslâm âleminin daha bu basamağa bile adım atamadıkları kanaatindeyim. Tabiî, İlahî inayetin desteklediği şahsiyetler müstesnâ.
Bence huzur,güven,mutluk -Kuranı-ı kerim bana bu üçünü veriyor huzur veriyor çünkü onu okumak beni rahatlatıyor güven veriyor çünkü onu okuduğumda yalnız olmadığımı ve korunduğumu biliyorum Mutluluk veriyor çünkü içimdeki huzur ve güven hayata isterse çevremde tek bir insan dahi olmasa biliyorum ki aslında olması gereken sevgi yani yüce rabbimin yanımda ve ozaman anlıyorumki aslında benim hiç kimseye ihtiyacım yok Kuran-ı Kerim Allah ile kulu arasında bir köprü eğer yaradanın yanında olmak istiyorsan,onu yanında sevgisini yüreğinde hissetmek istiyorsan yüreğini ona açman yeterli
Sahsen hakkini veremiyorum. Insanlar onu evlerinin en yuksek yerlerine koyarlar, asarlar, ona deger verirler ama okumazlar. Allah, Kuran, peygamber... Bu ucu yeter insana.
1 - Mutlak hükümranlık elinde bulunan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.
2 - O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.
3 - O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?
4 - Sonra gözünü tekrar tekrar döndür (bak) . Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.
5 - Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.
6 - Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü gidilecek yerdir o!
7 - Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.
8 - Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: 'Size korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? ' diye sorarlar.
9 - Derler: 'Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz.' dedik.
10 - Ve derler ki: 'Eğer biz dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık! '
11 - Böylece günahlarını itiraf ederler. (Artık) o çılgın ateş halkı (Allah'ın rahmetinden) uzak olsunlar!
12 - Fakat daha görmeden Rablerinden korkanlar var ya, işte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
13 - Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki, O, göğüslerin özünü bilir.
14 - Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.
“De ki: İnsanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, bu Kur’an’ın benzerini ortaya koymak için biraraya gelseler, andolsun ki yine de benzerini yapamazlar” (İsra, 88)
“Doğru iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler.”(Tur 34)
“Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Öyle ise siz de onun benzeri uydurulmuş on sure getirin. Eğer doğru iseniz. Allah'tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın! ” (Hud 13)
“Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru iseniz haydi onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de yardıma çağırın! ” (Yunus 38)
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
'Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz' (Zariyat Suresi, 47)
Yukarıdaki ayette geçen 'sema (gök) ' kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye 'Şüphesiz Biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız) ' olarak çevrilen Arapça 'inna le musiune' ifadesindeki 'musi'une' kelimesi, 'genişletmek' anlamına gelen 'evsea' fiilinden türemiştir. 'Le' ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek 'çok fazla' anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade 'Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz' anlamı taşımaktadır. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bize bildirilenle aynıdır. 20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, 'evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği' şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak 'genişlediğini' ortaya koydu.
Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.
Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli 'genişleyen' bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı.
Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Aslında bu gerçek 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Fakat Einstein, o devrin genel kabul gören 'durağan evren modeli' ile ters düşmemek için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra, 'Kariyerinin en büyük hatası' olarak adlandıracaktı.
Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır.
hz alinin sözü çağrıştırdı..(Kılıcım kaybolsa, Kuran-ı Kerim i açar ordan bulurum.) Hz. Ali (K.V.)
kralın biir namık kemal e kur an ı kerimle alay eder bi edayla sormuş... -kur an d aher şey var diyorsunuz...bneim başımd asaç olmamasıd a var mı?
kemal (hakketen kemal cevap) cevap verir...
-olmaz olur mu..'.toprağı verimli olan yerden rabbinin emriyle güzel güzel bitkiler çıkar v eyetişir...fena ve verimsiz olan bir yerin bitkiis ise çıkmaz ve çıkand abi şeye yaramaz..işte ayetleri şükredecek bir kavim için böylece açıklarız.'...a'raf 58...
Maide 38.ayetin hemen ardındann gelen ayetler de gözden kaçırılmamalıdır:
38-Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadın, suçları sabitleşince, yaptıklarının karşılığı ve Allah tarafından kelepçek (caydırıcı bir ceza olmak üzere) ellerini kesin. Allah, güçlüdür, hikmet sahibidir.
39-Böyle iken her kim de yaptığı zulmün ardından tevbe edip dürüstlüğe dönerse, Allah elbette tevbesini kabul eder, çünkü gerçekten Allah, bağışlayan ve merhamet edendir.
40-Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır, dilediğini azaba çeker, dilediğinin günahını bağışlar. Allah herşeye gücü yetendir.
Maide suresinin sadece 33.ayetini çekip alıp okursanız, belki korkutucu bir manzarayla karşılaşabilirsiniz.Ama önceki ve sonraki ayetleriyle birlikte okuyunca...
32- İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. Andolsun, resullerimiz onlara açık-seçik kanıtlar getirmişlerdir. Ama onlardan birçoğu bunun ardından da yeryüzünde zulüm ve azgınlığa sapmaktadır.
33- Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası şudur: Öldürülürler, yahut asılırlar, yahut elleriyle ayakları çaprazlamasına kesilir, yahut bulundukları yerden sürülürler. Bu onlar için dünyada bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır.
34- Ancak onları gücünüz altına almadan önce tövbe edenler olursa biliniz ki, Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
35- Ey iman edenler! Allah'ın buyruğuna ters düşmekten sakının; O'na varmaya vesîle arayın. O'nun yolunda gayret gösterin ki, kurtuluşa erebilesiniz
Secde suresinin 5. ve Mearic suresinin 4. ayetleri hem zamanın izafiyetine işaret etmekte, hem de 'yevm' kelimesinin anlamının doğru anlaşılmasını sağlamaktadır. Arapça 'yevm' kelimesi 'gün' olarak çevrildiği gibi, aynı zamanda 'devir' olarak da çevrilebilmektedir. Yani Arapça 'yevm' deyince sadece 24 saatlik gündüz ve geceden oluşan bir devir olan 'gün' anlaşılmaz, aynı zamanda genel anlamda 'devir' de 'yevm' kelimesiyle kastedilmiş olabilir. Söz konusu iki ayette bir 'yevm'in bin senelik bir 'yevm'e veya elli bin senelik bir 'yevm'e eşit olabildiğinin söylenmesi bunun bir delilidir.
Bu açıklamanın iyi anlaşılması Evren’in ve yeryüzünün altı 'yevm'de yaratıldığını söyleyen Kuran ayetlerinin doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlar. (Bakın 7-Araf Suresi 54, 11-Hud Suresi 7, 10-Yunus Suresi 3, 25-Furkan Suresi 59, 32-Secde Suresi 4, 57-Hadid Suresi 4) . Evren ve Dünya yaratılmadan önce gece ve gündüzden oluşan anlamda 'gün' de yoktu. Bu yüzden altı 'yevm'de yaratılmadan bahsedilen ayetlerde altı 'devir'de yaratılmadan bahsedildiğini anlamak gerekir.
Böylece Kuran’ın 'yevm' kelimesini kullanış tarzı Yahudilerin, Hıristiyanların da altı günde yaratılmadan neyi anlamaları gerektiğini açıklamakta, onların da anlayışlarına katkıda bulunmaktadır. Uzay fiziğindeki tüm bulgular, Evren’in ve Dünya’mızın ayrı devirlerden, aşamalardan geçip yaratıldığını ortaya koymaktadırlar. Gaz bulutlarından galaksilere, Dünya’mızda ilk Atmosfer’in oluşumundan, suların, madenlerin oluşumuna kadar hep değişik aşamalar, değişik devreler geçmiştir. Bu noktada Evren’in farklı 'devreler'den geçip yaratıldığının söylenmesi de Kuran’ın bir mucizesidir. Bu devrelerin nasıl altı devre bölünüp incelenebileceğini başka bir yazımıza bırakıyoruz. Fakat Evren’in ayrı devirlerden geçip oluştuğu hiç kimsenin itiraz edemediği bir gerçektir.
Eski Mısır, Çin, Hint uygarlıklarının Evren hakkındaki görüşlerini inceleyelim. Kimisi Evren’i kaplumbağaların sırtına oturtmuş, kimisi Evren sonsuzdan beri varmış gibi açıklamalarda bulunmuştur. Tüm bu uygarlıklardan hiçbiri Evren’in değişik devirlerden geçip oluştuğu gibi önemli bir noktanın altını çizmemişlerdir. Kuran böylece önemli bir noktaya işaret etmekte ve Yahudilerin, Hıristiyanların 'gün' kavramını doğru yorumlamalarına yardımcı olmaktadır. Ayrıca Yahudilerin, 'Allah altı günde Evren’i ve yeryüzünü yarattı, yedinci günde ise dinlendi.' izahını Kuran düzeltmekte ve Allah için yorgunluğun söz konusu olmadığını söylemektedir.
Andolsun Evren’i, yeryüzünü ve ikisinin arasında bulunanları altı devirde(yevm) yarattık, hiçbir yorgunluk da duymadık.
Hayatimdaki hatasiz tek dogru. kendisi ile bütünlesen herseyi de dogrulugunu ispatlayan, kendisine celisen herseyi de yalan oldugunu gösteren tek kitab. Rabbe götüren tek yol. ondan uzak olanlarin anlayamadigi yasandikca ruhlari zenginlestiren ilahi bir kaynak.
Vahyi ve inzal olusunu tartisanlar, önce kendi yaratilislarinin cevabini bulsunlar! ! ! Essiz muhtesemligi ile calisan hafiza deposu yani harddiski dahi olmayan beyinlerini cözmeyi denesinler.. evrenin derinliklerinde kaybolurken yüreklerinin sicakliginda tekrar can bulsunlar..
Enfal/36-Süphesiz ki inkar edenler mallarini (insanlari) Allah yolundan alikoymak için harciyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acisi olacak ve en sonunda maglûp olacaklardir. Kafirlikte israr edenler ise cehenneme toplanacaklardir
Biliniz, cesedin içinde öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa ceset iyi olur. O bozuk olursa bütün ceset bozuk olur. İşte o kalptir.
TANIM: Hadis-i Şerif KAYNAK: Buhari ve Müslim
AÇIKLAMA: Bu Hadis-i Şerif de, insanlara dünyasal, maddesel olarak bildirilmiş bir takım izahatlar veren bir Hadis’tir.
Nasıl maddesel olarak Cennet’i düşünenler manevi olarak Cennet’in hazzını düşünemez ise, gönlü düşünebilmek de zordur. Bu sebeple, gönlü kişiye anlatabilmek için, bu Hadis’te insan cesedinin içinde bir et parçası olarak tasviri yapılmıştır. Ancak bizler, gönül olarak düşündüğümüzde Hadis bütün açıklığı ile ortaya çıkıyor.
Manevi olarak kalbin iyi ya da kötü olması söz konusu olamaz. O et parçasının iyi ya da kötü olması; ancak zahiri hastalıkları anlatır. Oysa gönül, ruhun etkilendiği alanlardan birisidir. Nasıl ki ruhunuzu maddesel olarak gösteremiyor iseniz, nasıl ki düşüncelerinizi maddesel olarak gösteremiyor iseniz, gönlünüzü de vücudunuzun herhangi bir yerinde maddesel olarak göstermeniz mümkün değildir.
Onun için diyoruz ki mutlaka hayr olanları, mutlaka sevip tasvip ettiklerinizi, mutlaka alıp benimsediklerinizi gönle indirin. Bunu, o hareketi kendi içinizde özümleyerek, o hareketi aklınızda özümleyerek yapabilirsiniz. Benimserseniz, benimsediğiniz an o gönle gönderilmiş demektir. Benimsediğiniz; ama kabul etmenize rağmen uygulamadığınız bir hareket, asla gönle inmez.
Onun için denilir ki yaptığınız bütün hareketleri benimseyerek idrakli bir şekilde yapın. Örneğin: Namaz kılıyorsanız, o namazı size Allah(c.c.) mecbur ettiği için değil (farz kıldığı için değil) , dinin gereği olduğu için değil, Allah’ın gazabından korktuğunuz için değil; kendiniz için, Allah’a ulaşmakta tek yol gördüğünüz için, kısaca benimsediğiniz için yapın ki o namaz gönle insin.
Kehf 50 – ‘Hani biz meleklere: <> demiştik de iblisden başkası hemen secde etmişlerdi. O ise, cinden olduğu için, Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. ŞİMDİ DİZ BENİ BIRAKIPTA ONU VE NESLİNİ (AVENESİNİ) , HEPSİ SİZİN DÜŞMANINIZ OLDUĞU HALDE, DOSTLAR EDİNİRMİSİNİZ? ZALİMLER İÇİN NE KÖTÜ TRAMPADIR (BU) ! ’ Kehf 100-101 – ‘Beni anmak (hakikati görmek) hususunda gözleri perdeli olan, (kuranı) dinlemeye tahammül edemeyen kafirlere o gün cehennemi öyle bir göstereceğiz ki! ’ Kehf 102 – ‘Kafirler beni bırakıp ta kullarımı mı (kendilerine) dostlar edineceklerini mi sandı (lar) ? biz cehennemi o kafirler için bir konak olarak hazırladık.’ Kehf 103,104 – ‘De ki: <<(yaptıkları) İşler bakımından en çok ziyana uğrayanları, kendileri muhakkak iyi yapıyorlar sanarak dünya hayatında sa`yları (çalışmaları) boşa gitmiş olanları size haber vereyimmi? ’ Kehf 105 – ‘Onlar Rablerinin ayetlerini ve Ona kavuşmayı (inkar ile) kafir olup da (hayır namına bütün) yaptıkları boşa gitmiş bulunanlardır ki biz kıyamet gününde onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız.’ Kehf 106 – ‘İşte böyle. Onların cezası, küfr (ve inkar) etdikleri ve benim ayetlerimi ve peygamberlerimi bir eğlenceye aldıkları için, cehennemdir.’ Kehf 107 – ‘Hakikaten iman edipte iyi iyi amel (ve hareket) lerde bulunanlar (a gelince) : Onların konakları Firdevs cennetleridir.’ Kefh 108 – ‘Bunların içerisinde ebedi kalıcıdır onlar. Oradan ayrılmak da istemez onlar.’ Kehf 109 – ‘De ki: <>’ Kehf 110 – ‘De ki: <>’ Meryem 39 – ‘(Habibim) sen onları bulacağı vakit ile, emr (i ilahi) nin yerini hasret ve (nedamet) günü ile korkut. Onlar gaflet içindedirler, onlar hâlâ iman etmiyorlar.’
İbrahim 22 – ‘İş olup bitince şeytan der ki: <<şüphesiz Allah size sözün doğrusunu söyledi. Bende size vaat ettim, amma size yalancı çıktım. Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir hükmüm yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, sizde bana hemen icabet ettiniz. O halde kusuru bana yüklemeyin. Kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Esasen beni evvelce (Allah’a) ortak tutmanızı da muhakkak tanımamıştım ya! . Zalimlerin, (evet) onların hakkı elbette pek acıklı bir azaptır! .’
Dört büyük kitaptan ve Son din islamiyetindir.Peygamberimiz Hz.Muhammed en büyük mucizem dediği ilahi kitaptır.Müslümanların kutsal kitabıdır.Kıyamete kadar korunacak ve hiç bozulmayacaktır.
Kuran'ı Hz.Muhammed'in yazdığını iddia edenlere, Kuran'ı alıp başından sonuna kadar 'Bunu şu amaçla yazmıştır, bunu da yazmasının sebebi şudur vs...' diyerek okumasını tavsiye ediyorum.
İnsan yapısı bir kitap binlerce İnsanı O'na inanmaya yöneltebilir miydi? Kuran'da yazanlar sadece birer kelimeden ibaret değildir, her ayetin hatta her kelimenin içinde binlerce sır vardır.Önyargıyla yaklaşan insan için hiç bir anlam ifade etmeyen bir takım kelimeler gibi gelmesi çok doğaldır.İşte belki de ilk emrin 'OKU' olmasının sebebi hikmeti de budur.
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
Yukarıdaki ayette geçen 'sema (gök) ' kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye 'Şüphesiz Biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız) ' olarak çevrilen Arapça 'inna le musiune' ifadesindeki 'musi'une' kelimesi, 'genişletmek' anlamına gelen 'evsea' fiilinden türemiştir. 'Le' ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek 'çok fazla' anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade 'Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz' anlamı taşımaktadır. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bize bildirilenle aynıdır. 20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, 'evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği' şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak 'genişlediğini' ortaya koydu.
Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.
Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli 'genişleyen' bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı.
Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Aslında bu gerçek 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Fakat Einstein, o devrin genel kabul gören 'durağan evren modeli' ile ters düşmemek için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra, 'kariyerinin en büyük hatası' olarak adlandıracaktı. 2
Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır.
Bugün 'Sadece bilim' deyip, 'modernlik-ilericilik' taslayan bazı insanlar tarafından uydurma/komik gibi görünüyor olması doğaldır.
Bugün 'İslam' denildiğinde akla ilk gelen şey KURAN DEĞİL, İslam ülkelerinde yüzyıllardan beri süre gelen YAŞAM BİÇİMİDİR, Müslümanlığı seçmiş toplumlardır.
Bugün müslüman toplumlar DEDİĞİMİZ toplumlar Kuran'ı temsil etmemektedir.Tıpkı Avrupa ve ABD gibi..Avrupa ve ABD nin bilim ve teknolojide ilerlemesinin sebebi İNCİL(veya tevrat) OLMADIĞI gibi, yaptığı KATLİAMLARIN (Bosna, kafkasya, Irak, haçlı seferleri vs...) sebebi deİncil DEĞİLDİR.
Yani şu çok yaygın olan 'Kuran gibi hurafelerden başımızı kaldırmadığımız için GERİ KALDIK.' tespiti hiç de sağlıklı değildir.
Hurafeler, Kuran-ı Kerim indikten sonra başlamamıştırki... Hurafeler, İncil'den sonra başlammaıştırki.. Hurafeler, ilk insandan beri var olan şeylerdir. Aksine Kutsal kitaplar hurafelerin azalmasına yardımcı olmuştur.Tek tanrılı dinlerden önceki zamanı biraz araştırmak bunu görmeye yetecektir. ---- Kuran-ı Kerim, aradan 1 sure/ayet okunarak KESİN YARGIYA varılacak bir kitap değildir.Kuran bir bütündür.Surelerin diziliş sırası dahi bir anlam ifade eder, ayetlerin ilk kelimesinin ne olduğu son kelimesinin ne olduğu bile anlmalar ifade eder. Kuran bir semboller ve kıssalar kitabıdır.
Kur’ân, ezelden-ebede insanlığın ışığı, rehberi, ruhu ve destanıdır. Bu itibarla onda yer alan her şey, kıyamete kadar bütün insanlığı ilgilendirir. Kur’ân’daki kıssalara bu açıdan baktığımızda, bizim onlardan aldığımız ve alacağımız derslerin, ibretlerin olduğu ve olacağı da muhakkaktır. İşte bu yönüyle kıssaların anlatılmasının temel sebeplerinden biri daha belirlenmiş olur. Ancak, kıssalar bu açıdan tahlile tâbi tutulurken, şu hususun da unutulmaması gereklidir; kıssalar zaman, mekân, şahıs ve toplumlarla mukayyet hadiselerdir. Bizim onlardan gerekli dersi alabilmemiz, bu üç unsurun gözetilmesi ile mümkündür. Yoksa onları genelleme içinde ele alıp, zamanımıza indirgediğimizde, başka bir tabirle vak’aların tarihî, siyasî, askerî, coğrafî, kültürel ve dinî arka plânını gözardı ettiğimizde, ulaşacağımız neticelerin yanlış olacağı da izahtan vârestedir. Bu küllî hakikat mahfuz, Kur’ân’a ait bir hususu vurgulamak isterim; Kur’ân, bahsini ettiğimiz kıssaları öyle bir üslup ve şive ile bize sunar ki, insan hemen ondaki bu zamanüstü edada kendine hitap edildiğini anlar ve muhatap tavrına girer. Yani zaman, mekân, insan faktörlerine takılmadan, ondan gerekli olan mesajı alabilir. Ne var ki, bunun, herkesin yapabileceği çok kolay bir şey olmadığı da açıktır.
Zamanüstülük meselesiyle alâkalı şöyle bir yaklaşım uygun olsa gerek: Allah (c.c) mazi, hâl ve istikbali birden ihata eden bir Zat-ı Ecell-i A’lâ’dır. Zaten zamanı yaratan da O’dur. Kur’ân’ın evrensel ve kıyamete kadar bütün insanlığın model ve rehber kitabı olmasından ötürü, Allah (c.c) bütün insanlığı hesaba katmış, onların hayal ve kurgu dünyalarını dahi istiab edecek ölçüde, anlattığı kıssa veya verdiği mesajları değişik kalıplara dökmüştür. Kur’ân’a zamanüstülük kazandıran da her hâlde onun bu özelliğidir. Ama yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, herhangi bir kıssanın gerçek anlamda değerlendirilebilmesi, onun ön ve arka plân şartlarının bütününün gözetilmesi ile mümkündür.
Bazı kıssalar Kur’ân’da değişik yerlerde ve defaatla anlatılmaktadır. Dikkat edildiği takdirde, ilgili kıssanın anlatıldığı her yerde, başka bir yanına vurgu yapılmakta, vurgu yapılan yer ön plâna çıkartılarak, mevzûun ana temasını oluşturmaktadır ki, bu hususun gözden uzak tutulmaması gerekir.
Kıssalarda dikkatimizi çeken bir diğer özellik; kıssalarda anlatılan hakikatlerin, Allah Resûlü (s.a.s.) döneminde de az veya çok var olmasıdır. Mesela, Hz. Lut kavminde livatacılık, Hz. Şuayb’da tefecilik veya daha genel bir ifadeyle ticarî ahlâksızlık gibi unsurlar bunlardandır. Aynı şeyler Efendimiz’in içinde neş’et ettiği toplumda da vardı. Bu meselenin işaret ettiği bir husus da, Efendimiz (s.a.s.) câmî bir peygamberdir. Bu, O’nun taşıdığı sıfatlarda böyle olduğu gibi, ortaya koyduğu sistem itibarıyla da böyledir. Bu ise, Hz. Âdem’de icmal edilip, Efendimiz’e kadar gelen peygamberlerle tafsil edilen meseleler ve sıfatlar, Efendimiz’de tekrar icmal ediliyor demektir. Ve bunun bir adım ötesi, bunlar ümmet-i Muhammed’de, ümmet-i Muhammed’le tekrar tafsil edilecektir. Ümmet-i Muhammed’de dediğimiz sıfat, ümmet-i Muhammed’le dediğimiz şey bir mesele veya sistemdir. Zaten teknik ve teknolojik gelişmeler, muhabere ve muvasala -telekomünikasyon ve ulaşım- vasıtalarının gelişimi bunun alt yapısını hazırlamış durumdadır. Dünya artık bugün herkesin bildiği ve kullandığı bir kavram ile global bir köy haline gelmiştir. Sınırlar ister-istemez farklılaşmış ve millî kültür, örf, âdet vb. millî damgasını vurduğumuz çok şey bir dengelenme sürecine girmiştir. Bu husus gelecekte idarî sistemlere de yansıyacaktır.. ve daha şimdiden yansımaya da başlamıştır.
Tekrar sadede dönecek olursak, Kur’ân kıssalarının, yukarıda kısaca bahsettiğimiz unsurların gözetilerek okunması ve değerlendirilmesi bana çok önemli geliyor. Evet, Kur’ân’ı tebliğ ve temsille mükellef insanların, her âyetten mesajlar çıkartıp, onu hayatlarına tatbik etmeleri gerekmektedir. Bu da, her şeyden önce Kur’ân’ı, kendine nâzil oluyormuşçasına okumakla mümkündür ki böyle bir okuyuş Kur’ân’ı anlamada merdivenin ilk basamağı sayılır. Şahsen ben, değil Müslüman Türk milleti, bütün bir İslâm âleminin daha bu basamağa bile adım atamadıkları kanaatindeyim. Tabiî, İlahî inayetin desteklediği şahsiyetler müstesnâ.
Bence huzur,güven,mutluk -Kuranı-ı kerim bana bu üçünü veriyor
huzur veriyor çünkü onu okumak beni rahatlatıyor
güven veriyor çünkü onu okuduğumda yalnız olmadığımı ve korunduğumu biliyorum
Mutluluk veriyor çünkü içimdeki huzur ve güven hayata isterse çevremde tek bir insan dahi olmasa biliyorum ki aslında olması gereken sevgi yani yüce rabbimin yanımda ve ozaman anlıyorumki aslında benim hiç kimseye ihtiyacım yok
Kuran-ı Kerim Allah ile kulu arasında bir köprü
eğer yaradanın yanında olmak istiyorsan,onu yanında sevgisini yüreğinde hissetmek istiyorsan yüreğini ona açman yeterli
Sahsen hakkini veremiyorum.
Insanlar onu evlerinin en yuksek yerlerine koyarlar, asarlar, ona deger verirler ama okumazlar.
Allah, Kuran, peygamber... Bu ucu yeter insana.
67-MÜLK:
1 - Mutlak hükümranlık elinde bulunan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.
2 - O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.
3 - O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?
4 - Sonra gözünü tekrar tekrar döndür (bak) . Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.
5 - Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.
6 - Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü gidilecek yerdir o!
7 - Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.
8 - Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: 'Size korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? ' diye sorarlar.
9 - Derler: 'Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz.' dedik.
10 - Ve derler ki: 'Eğer biz dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık! '
11 - Böylece günahlarını itiraf ederler. (Artık) o çılgın ateş halkı (Allah'ın rahmetinden) uzak olsunlar!
12 - Fakat daha görmeden Rablerinden korkanlar var ya, işte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
13 - Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki, O, göğüslerin özünü bilir.
14 - Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.
“De ki: İnsanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, bu Kur’an’ın benzerini ortaya koymak için biraraya gelseler, andolsun ki yine de benzerini yapamazlar” (İsra, 88)
“Doğru iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler.”(Tur 34)
“Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Öyle ise siz de onun benzeri uydurulmuş on sure getirin. Eğer doğru iseniz. Allah'tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın! ” (Hud 13)
“Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru iseniz haydi onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de yardıma çağırın! ” (Yunus 38)
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
'Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz' (Zariyat Suresi, 47)
Yukarıdaki ayette geçen 'sema (gök) ' kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye 'Şüphesiz Biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız) ' olarak çevrilen Arapça 'inna le musiune' ifadesindeki 'musi'une' kelimesi, 'genişletmek' anlamına gelen 'evsea' fiilinden türemiştir. 'Le' ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek 'çok fazla' anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade 'Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz' anlamı taşımaktadır. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bize bildirilenle aynıdır.
20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, 'evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği' şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak 'genişlediğini' ortaya koydu.
Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.
Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli 'genişleyen' bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı.
Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Aslında bu gerçek 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Fakat Einstein, o devrin genel kabul gören 'durağan evren modeli' ile ters düşmemek için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra, 'Kariyerinin en büyük hatası' olarak adlandıracaktı.
Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır.
hz alinin sözü çağrıştırdı..(Kılıcım kaybolsa, Kuran-ı Kerim i açar ordan bulurum.)
Hz. Ali (K.V.)
kralın biir namık kemal e kur an ı kerimle alay eder bi edayla sormuş...
-kur an d aher şey var diyorsunuz...bneim başımd asaç olmamasıd a var mı?
kemal (hakketen kemal cevap) cevap verir...
-olmaz olur mu..'.toprağı verimli olan yerden rabbinin emriyle güzel güzel bitkiler çıkar v eyetişir...fena ve verimsiz olan bir yerin bitkiis ise çıkmaz ve çıkand abi şeye yaramaz..işte ayetleri şükredecek bir kavim için böylece açıklarız.'...a'raf 58...
tek kitap hak kitap.4 çeşit değil.içinde allah kelamı var.
Maide 38.ayetin hemen ardındann gelen ayetler de gözden kaçırılmamalıdır:
38-Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadın, suçları sabitleşince, yaptıklarının karşılığı ve Allah tarafından kelepçek (caydırıcı bir ceza olmak üzere) ellerini kesin. Allah, güçlüdür, hikmet sahibidir.
39-Böyle iken her kim de yaptığı zulmün ardından tevbe edip dürüstlüğe dönerse, Allah elbette tevbesini kabul eder, çünkü gerçekten Allah, bağışlayan ve merhamet edendir.
40-Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır, dilediğini azaba çeker, dilediğinin günahını bağışlar. Allah herşeye gücü yetendir.
Maide suresinin sadece 33.ayetini çekip alıp okursanız, belki korkutucu bir manzarayla karşılaşabilirsiniz.Ama önceki ve sonraki ayetleriyle birlikte okuyunca...
32- İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. Andolsun, resullerimiz onlara açık-seçik kanıtlar getirmişlerdir. Ama onlardan birçoğu bunun ardından da yeryüzünde zulüm ve azgınlığa sapmaktadır.
33- Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası şudur: Öldürülürler, yahut asılırlar, yahut elleriyle ayakları çaprazlamasına kesilir, yahut bulundukları yerden sürülürler. Bu onlar için dünyada bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır.
34- Ancak onları gücünüz altına almadan önce tövbe edenler olursa biliniz ki, Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
35- Ey iman edenler! Allah'ın buyruğuna ters düşmekten sakının; O'na varmaya vesîle arayın. O'nun yolunda gayret gösterin ki, kurtuluşa erebilesiniz
Secde suresinin 5. ve Mearic suresinin 4. ayetleri hem zamanın izafiyetine işaret etmekte, hem de 'yevm' kelimesinin anlamının doğru anlaşılmasını sağlamaktadır. Arapça 'yevm' kelimesi 'gün' olarak çevrildiği gibi, aynı zamanda 'devir' olarak da çevrilebilmektedir. Yani Arapça 'yevm' deyince sadece 24 saatlik gündüz ve geceden oluşan bir devir olan 'gün' anlaşılmaz, aynı zamanda genel anlamda 'devir' de 'yevm' kelimesiyle kastedilmiş olabilir. Söz konusu iki ayette bir 'yevm'in bin senelik bir 'yevm'e veya elli bin senelik bir 'yevm'e eşit olabildiğinin söylenmesi bunun bir delilidir.
Bu açıklamanın iyi anlaşılması Evren’in ve yeryüzünün altı 'yevm'de yaratıldığını söyleyen Kuran ayetlerinin doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlar. (Bakın 7-Araf Suresi 54, 11-Hud Suresi 7, 10-Yunus Suresi 3, 25-Furkan Suresi 59, 32-Secde Suresi 4, 57-Hadid Suresi 4) . Evren ve Dünya yaratılmadan önce gece ve gündüzden oluşan anlamda 'gün' de yoktu. Bu yüzden altı 'yevm'de yaratılmadan bahsedilen ayetlerde altı 'devir'de yaratılmadan bahsedildiğini anlamak gerekir.
Böylece Kuran’ın 'yevm' kelimesini kullanış tarzı Yahudilerin, Hıristiyanların da altı günde yaratılmadan neyi anlamaları gerektiğini açıklamakta, onların da anlayışlarına katkıda bulunmaktadır. Uzay fiziğindeki tüm bulgular, Evren’in ve Dünya’mızın ayrı devirlerden, aşamalardan geçip yaratıldığını ortaya koymaktadırlar. Gaz bulutlarından galaksilere, Dünya’mızda ilk Atmosfer’in oluşumundan, suların, madenlerin oluşumuna kadar hep değişik aşamalar, değişik devreler geçmiştir. Bu noktada Evren’in farklı 'devreler'den geçip yaratıldığının söylenmesi de Kuran’ın bir mucizesidir. Bu devrelerin nasıl altı devre bölünüp incelenebileceğini başka bir yazımıza bırakıyoruz. Fakat Evren’in ayrı devirlerden geçip oluştuğu hiç kimsenin itiraz edemediği bir gerçektir.
Eski Mısır, Çin, Hint uygarlıklarının Evren hakkındaki görüşlerini inceleyelim. Kimisi Evren’i kaplumbağaların sırtına oturtmuş, kimisi Evren sonsuzdan beri varmış gibi açıklamalarda bulunmuştur. Tüm bu uygarlıklardan hiçbiri Evren’in değişik devirlerden geçip oluştuğu gibi önemli bir noktanın altını çizmemişlerdir. Kuran böylece önemli bir noktaya işaret etmekte ve Yahudilerin, Hıristiyanların 'gün' kavramını doğru yorumlamalarına yardımcı olmaktadır. Ayrıca Yahudilerin, 'Allah altı günde Evren’i ve yeryüzünü yarattı, yedinci günde ise dinlendi.' izahını Kuran düzeltmekte ve Allah için yorgunluğun söz konusu olmadığını söylemektedir.
Andolsun Evren’i, yeryüzünü ve ikisinin arasında bulunanları altı devirde(yevm) yarattık, hiçbir yorgunluk da duymadık.
50-Kaf Suresi 38
kutsal...
Kuran, 49/13:... 'Muhakkak ki, Allah yanında en değerli olanınız, takva(günahlardan korunup sakınma) da en ileri olanınızdır...'
Hayatimdaki hatasiz tek dogru. kendisi ile bütünlesen herseyi de dogrulugunu ispatlayan, kendisine celisen herseyi de yalan oldugunu gösteren tek kitab. Rabbe götüren tek yol. ondan uzak olanlarin anlayamadigi yasandikca ruhlari zenginlestiren ilahi bir kaynak.
Vahyi ve inzal olusunu tartisanlar, önce kendi yaratilislarinin cevabini bulsunlar! ! ! Essiz muhtesemligi ile calisan hafiza deposu yani harddiski dahi olmayan beyinlerini cözmeyi denesinler.. evrenin derinliklerinde kaybolurken yüreklerinin sicakliginda tekrar can bulsunlar..
Enfal/36-Süphesiz ki inkar edenler mallarini (insanlari) Allah yolundan alikoymak için harciyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acisi olacak ve en sonunda maglûp olacaklardir. Kafirlikte israr edenler ise cehenneme toplanacaklardir
Biliniz, cesedin içinde öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa ceset iyi olur. O bozuk olursa bütün ceset bozuk olur. İşte o kalptir.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Buhari ve Müslim
AÇIKLAMA:
Bu Hadis-i Şerif de, insanlara dünyasal, maddesel olarak bildirilmiş bir takım izahatlar veren bir Hadis’tir.
Nasıl maddesel olarak Cennet’i düşünenler manevi olarak Cennet’in hazzını düşünemez ise, gönlü düşünebilmek de zordur. Bu sebeple, gönlü kişiye anlatabilmek için, bu Hadis’te insan cesedinin içinde bir et parçası olarak tasviri yapılmıştır. Ancak bizler, gönül olarak düşündüğümüzde Hadis bütün açıklığı ile ortaya çıkıyor.
Manevi olarak kalbin iyi ya da kötü olması söz konusu olamaz. O et parçasının iyi ya da kötü olması; ancak zahiri hastalıkları anlatır. Oysa gönül, ruhun etkilendiği alanlardan birisidir. Nasıl ki ruhunuzu maddesel olarak gösteremiyor iseniz, nasıl ki düşüncelerinizi maddesel olarak gösteremiyor iseniz, gönlünüzü de vücudunuzun herhangi bir yerinde maddesel olarak göstermeniz mümkün değildir.
Onun için diyoruz ki mutlaka hayr olanları, mutlaka sevip tasvip ettiklerinizi, mutlaka alıp benimsediklerinizi gönle indirin. Bunu, o hareketi kendi içinizde özümleyerek, o hareketi aklınızda özümleyerek yapabilirsiniz. Benimserseniz, benimsediğiniz an o gönle gönderilmiş demektir. Benimsediğiniz; ama kabul etmenize rağmen uygulamadığınız bir hareket, asla gönle inmez.
Onun için denilir ki yaptığınız bütün hareketleri benimseyerek idrakli bir şekilde yapın. Örneğin: Namaz kılıyorsanız, o namazı size Allah(c.c.) mecbur ettiği için değil (farz kıldığı için değil) , dinin gereği olduğu için değil, Allah’ın gazabından korktuğunuz için değil; kendiniz için, Allah’a ulaşmakta tek yol gördüğünüz için, kısaca benimsediğiniz için yapın ki o namaz gönle insin.
3/200. Ey Inananlar! Sabredin, dusmanlarinizdan daha sabirli olun, cihada hazir bulunun, Allah'a karsi gelmekten sakinin ki basariya erisebilesiniz.
Kuran, putperestlik gibi, ırkçılık gibi aynı atanın Adem in çocuklarını birbirine düşürmek için üretilmiş ilkellikleri yok etmek için gönderilmiştir.
bütün yolunu şaşıranlara..
gecenin bir yarısı yolumu kaybettiğimde adımlarıma yön veren ışık..
kutsal kitap
hakikate giden yol
hayatın anlamı
yaşamın temeli
Kehf 50 – ‘Hani biz meleklere: <> demiştik de iblisden başkası hemen secde etmişlerdi. O ise, cinden olduğu için, Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. ŞİMDİ DİZ BENİ BIRAKIPTA ONU VE NESLİNİ (AVENESİNİ) , HEPSİ SİZİN DÜŞMANINIZ OLDUĞU HALDE, DOSTLAR EDİNİRMİSİNİZ? ZALİMLER İÇİN NE KÖTÜ TRAMPADIR (BU) ! ’>’>’
Kehf 100-101 – ‘Beni anmak (hakikati görmek) hususunda gözleri perdeli olan, (kuranı) dinlemeye tahammül edemeyen kafirlere o gün cehennemi öyle bir göstereceğiz ki! ’
Kehf 102 – ‘Kafirler beni bırakıp ta kullarımı mı (kendilerine) dostlar edineceklerini mi sandı (lar) ? biz cehennemi o kafirler için bir konak olarak hazırladık.’
Kehf 103,104 – ‘De ki: <<(yaptıkları) İşler bakımından en çok ziyana uğrayanları, kendileri muhakkak iyi yapıyorlar sanarak dünya hayatında sa`yları (çalışmaları) boşa gitmiş olanları size haber vereyimmi? ’
Kehf 105 – ‘Onlar Rablerinin ayetlerini ve Ona kavuşmayı (inkar ile) kafir olup da (hayır namına bütün) yaptıkları boşa gitmiş bulunanlardır ki biz kıyamet gününde onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız.’
Kehf 106 – ‘İşte böyle. Onların cezası, küfr (ve inkar) etdikleri ve benim ayetlerimi ve peygamberlerimi bir eğlenceye aldıkları için, cehennemdir.’
Kehf 107 – ‘Hakikaten iman edipte iyi iyi amel (ve hareket) lerde bulunanlar (a gelince) : Onların konakları Firdevs cennetleridir.’
Kefh 108 – ‘Bunların içerisinde ebedi kalıcıdır onlar. Oradan ayrılmak da istemez onlar.’
Kehf 109 – ‘De ki: <
Kehf 110 – ‘De ki: <
Meryem 39 – ‘(Habibim) sen onları bulacağı vakit ile, emr (i ilahi) nin yerini hasret ve (nedamet) günü ile korkut. Onlar gaflet içindedirler, onlar hâlâ iman etmiyorlar.’
İbrahim 22 – ‘İş olup bitince şeytan der ki: <<şüphesiz Allah size sözün doğrusunu söyledi. Bende size vaat ettim, amma size yalancı çıktım. Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir hükmüm yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, sizde bana hemen icabet ettiniz. O halde kusuru bana yüklemeyin. Kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Esasen beni evvelce (Allah’a) ortak tutmanızı da muhakkak tanımamıştım ya! . Zalimlerin, (evet) onların hakkı elbette pek acıklı bir azaptır! .’
Dört büyük kitaptan ve Son din islamiyetindir.Peygamberimiz Hz.Muhammed en büyük mucizem dediği ilahi kitaptır.Müslümanların kutsal kitabıdır.Kıyamete kadar korunacak ve hiç bozulmayacaktır.
Kuran'ı Hz.Muhammed'in yazdığını iddia edenlere, Kuran'ı alıp başından sonuna kadar 'Bunu şu amaçla yazmıştır, bunu da yazmasının sebebi şudur vs...' diyerek okumasını tavsiye ediyorum.
İnsan yapısı bir kitap binlerce İnsanı O'na inanmaya yöneltebilir miydi? Kuran'da yazanlar sadece birer kelimeden ibaret değildir, her ayetin hatta her kelimenin içinde binlerce sır vardır.Önyargıyla yaklaşan insan için hiç bir anlam ifade etmeyen bir takım kelimeler gibi gelmesi çok doğaldır.İşte belki de ilk emrin 'OKU' olmasının sebebi hikmeti de budur.
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
Yukarıdaki ayette geçen 'sema (gök) ' kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye 'Şüphesiz Biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız) ' olarak çevrilen Arapça 'inna le musiune' ifadesindeki 'musi'une' kelimesi, 'genişletmek' anlamına gelen 'evsea' fiilinden türemiştir. 'Le' ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek 'çok fazla' anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade 'Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz' anlamı taşımaktadır. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bize bildirilenle aynıdır.
20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, 'evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği' şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak 'genişlediğini' ortaya koydu.
Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.
Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı
Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli 'genişleyen' bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı.
Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Aslında bu gerçek 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Fakat Einstein, o devrin genel kabul gören 'durağan evren modeli' ile ters düşmemek için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra, 'kariyerinin en büyük hatası' olarak adlandıracaktı. 2
Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır.
Bugün 'Sadece bilim' deyip, 'modernlik-ilericilik' taslayan bazı insanlar tarafından uydurma/komik gibi görünüyor olması doğaldır.
Bugün 'İslam' denildiğinde akla ilk gelen şey KURAN DEĞİL, İslam ülkelerinde yüzyıllardan beri süre gelen YAŞAM BİÇİMİDİR, Müslümanlığı seçmiş toplumlardır.
Bugün müslüman toplumlar DEDİĞİMİZ toplumlar Kuran'ı temsil etmemektedir.Tıpkı Avrupa ve ABD gibi..Avrupa ve ABD nin bilim ve teknolojide ilerlemesinin sebebi İNCİL(veya tevrat) OLMADIĞI gibi, yaptığı KATLİAMLARIN (Bosna, kafkasya, Irak, haçlı seferleri vs...) sebebi deİncil DEĞİLDİR.
Yani şu çok yaygın olan 'Kuran gibi hurafelerden başımızı kaldırmadığımız için GERİ KALDIK.' tespiti hiç de sağlıklı değildir.
Hurafeler, Kuran-ı Kerim indikten sonra başlamamıştırki...
Hurafeler, İncil'den sonra başlammaıştırki..
Hurafeler, ilk insandan beri var olan şeylerdir.
Aksine Kutsal kitaplar hurafelerin azalmasına yardımcı olmuştur.Tek tanrılı dinlerden önceki zamanı biraz araştırmak bunu görmeye yetecektir.
----
Kuran-ı Kerim, aradan 1 sure/ayet okunarak KESİN YARGIYA varılacak bir kitap değildir.Kuran bir bütündür.Surelerin diziliş sırası dahi bir anlam ifade eder, ayetlerin ilk kelimesinin ne olduğu son kelimesinin ne olduğu bile anlmalar ifade eder.
Kuran bir semboller ve kıssalar kitabıdır.