Rastgele bir sayfa açtım.Bir İngiliz metropolidinin asırlar evvel kitaplar hakkında yazdığı şu satırları okudum:
“İşte değneksiz,acı söz söylemeden,öfkelenmeden,hediye ve para istemeden bize bilgi veren hocalar…Onlara yaklaşırsanız,uyumadıklarını görürsünüz.Sual sorarsanız,sizden bir şey gizlemezler.Eğer bir şey bilmezseniz,sizinle alay etmezler.”
Raflarda gözlerin onu bulmak için çırpınışı, elin ilk teması, sayfalarının aheste aheste çevrilmesi, her sayfa çevirişte burna gelen o ferahlatıcı yaprak kokusu ve ilk cümlenin gizemi, son cümlenin şaşkınlığı, üzüntüsü, sevinci veya ürpertisi.............. işte kitap ve okuyucu arasındaki o ölümsüz bağın kurulumu ve devamlılığının sebebi.
Yazarlık bir sevda mesleğidir. Bu işi sevmezseniz, geçim kaynağı ve meslek olarak düşünürseniz, içinize sindiremezseniz, zoraki birkaç yazı yazar bırakırsınız. Yazdıklarınız yerli yerine oturmaz, ifadeler havada kalır. Fakat mesleğin ötesinde bir içtenlikle benimserseniz gittikçe üslubunuzun oturmaya başladığını, güzelleştiğini görürsünüz.
Ülkemizde okuyan insan sayısı toplam nüfusla kıyaslandığında devede kulak kalıyor. Millet olarak okumuyor, bilsek de bilmesek de konuşuyoruz. Fakat konuşmak için de belli bir kültürel altyapınız olması zaruridir. Bunu dikkate almadığımız için muhabbeti sıradanlaştırıyoruz. Bizde ne söylendiğinden öte, kimin söylediği daha çok önemsendiği için içeriğe fazla bakılmıyor, keskin ifadeler ilgi çekiyor, taraftar buluyor.
Bazıları Türkiye’yi Ankara ve İstanbul’dan ibaret görse de Anadolu’da da hayat tüm hızıyla devam ediyor. Orada da insanlar yiyor, içiyor, nefes alıyor, en önemlisi de düşünüyor. Kültür ve sanatın başkentinin İstanbul olduğunu kabul etmek, Anadolu şehirlerindeki kültürel etkinlikleri yok saymayı gerektirmiyor. Oralarda da gazeteler, dergiler çıkıyor, kitaplar yayınlanıyor. Anadolu’da hayat dolu dolu yaşanıyor.
Anadolu şehirlerinin hemen hepsinde en az bir gazete veya bir dergi çıkarılmaktadır. Çünkü bizim insanımız yazmadan ve söylemeden duramaz. Hatta Trabzon gibi mütevazı bir Anadolu şehrinde sekiz tane günlük gazete çıkarılmaktadır. 10’a yakın televizyon ve radyo da aynı şehirde yayın faaliyetlerini büyük bir başarıyla sürdürmektedir. Bunlar sanıldığı gibi büyük gelirler getiren faaliyetler değildir. Tamamen kültürel heveslerle ve fedakârlıklarla yapılmaktadırlar. Bu alkışlanacak bir durumdur. Bu yönümüzle ne kadar gururlansak azdır.
Trabzon’da faaliyet gösteren gazete, dergi ve televizyonlarda çalışan onlarca yetişkin eleman vardır. Bunlar zor şartlarda, kıt imkânlarla en iyisini yapmanın mücadelesini vermektedirler. Bu kişiler zamanla kendilerini yetiştirip aydın vasfını kazanmışlardır. Bunların çoğu ulusal medyada görev yapacak birikime ve donanıma sahiptirler. Bunlardan birisi de Karadeniz Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Osman Diyadin’dir.
Osman Diyadin uzun yıllardan beri Karadeniz gazetesinin değişik kademelerinde başarılı görevler üstlenerek gazetenin sahibi Mehmet Ali Yılmaz tarafından bugün gazetenin en başına getirilmiştir. Fakat O, bu yere hakkıyla gelmiş bir basın mensubudur. Bunu, yıllardan beri çıkardığı gazetenin devamlılığı ve okunurluğu açıkça göstermektedir.
Karadeniz Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Osman Diyadin iyi bir idareci olduğu kadar iyi bir yazardır da… Bunu yıllardan beri yazdığı köşe yazılarından anlayabiliyoruz. Diyadin’in gündemin nabzını tutan yazılarında olaylara bakışı tutarlı, isabetli ve vukufludur. Meselelere milli pencereden bakmıştır hep… Atatürkçülüğün süzgecinden geçirmiştir fikirlerini... Hiçbir zaman tahrik edici, yıkıcı ve bölücü bir üslup kullanmamıştır. Uzlaşmacı bir tutum takınmıştır milli ve yerel meselelerde… Bağcıyı dövmeyi değil, üzüm yemeyi murat etmiştir. Bunu onun köşe yazılarının satır aralarında rahatça görüp hissedebilirsiniz.
Diyadin geçen yıl yayınladığı “Ben Şehit Miyim Hain Mi? ” adlı kitabıyla uzun süre adından sıkça söz ettirdi. Öyle ki kitap ulusal medyada da konuşuldu, yazıldı. Türkiye genelinde de on binlerin üstünde bir baskı yaptı. Bu taşra menşeli bir yazar için çok büyük bir başarıdır. Çünkü taşranın sesi ne kadar gür olsa da Ankara ve İstanbul’da yankı bulmuyor.
Osman Diyadin’in “Ben Şehit Miyim Hain Mi “ adlı kitabını diğer insanlar gibi ben de büyük bir zevkle ve heyecanla okudum. Bu kitap Diyadin’in daha önce gazetede yayınlanan yazılarının bir araya getirilmesinden meydana geldi. Gerçi bu yazıların çoğunu vaktiyle Karadeniz gazetesinden sıcağı sıcağına okumuştum. Çünkü bizler Karadeniz gazetesiyle büyüdük. Güne Karadeniz gazetesiyle başlamadığımızda kendimizi noksan hissettik. Lakin bunları iki kapak arasında, tabir caizse arşivlenmiş olarak görmek bir okuyucu olarak beni fazlasıyla memnun etti. Çünkü gazete yazılarının ömrü genelde kısadır. Bizde gazete okununca ya ekmek sarmada, ya cam silmede kullanılır, ya da atılır. Fakat Diyadin’in yazıları gelecek nesillerin okuması gereken türden yazılardı. Bunlar atılmamalıydı, gazete olarak saklamak da uygun olmazdı, iyi ki kitap haline getirildiler.
Türkiye gelişmişlik açısından olmasa da siyasi açıdan capcanlı bir ülkedir. Trabzon da Türkiye’yi yansıtan bir prototiptir. Bu şehirde de hayat her zaman capcanlı yaşanır. İnsanlar zor şartlarda yaşasa da vatanına, milletine ve değerlerine candan bağlıdır. Dini ve milli meselelerde taviz vermezler. Diyadin’de bu şehrin bir yazarı olduğu için meselelere bu çerçeveden bakmıştır. Trabzonluların gören gözü, söyleyen dili, işiten kulağı olmuştur. Yaşanan güncel meselelere kösesinde anında cevap vermiştir. Milli duruşunu her fırsatta göstermiştir. Kitabın kapağında Diyadin eseriyle ilgili olarak şunları söylüyor:
“Bu kitap, Atatürk’ün ‘çağdaşlık’ ilkesiyle Türkiye’nin önüne koyduğu hedeflere ulaşmada ölümsüz liderin kararlılığı ve inancı ile bağdaşmayan yöntemler izlenmesinin... Emperyalizmin Türkiye üzerinde oynadığı oyunlarda değiştirdiği metotlara karşı asla ve asla değişmemesi gereken ilkelerimizin yansımasıdır...”
368 sayfadan oluşan kitapta 108 tane köşe yazısı(fıkra) yer alıyor. Kitabın Önsöz’ü Trabzonspor’un şeref başkanı Mehmet Ali Yılmaz tarafından kaleme alınmış. Gazeteci-Yazar Diyadin, kitabın başına bir de Sunuş yazısı koymuştur. Bu yazıda kitabın içeriği ve gayesiyle ilgili açıklama ve tespitlerde bulunmuştur; köşe yazılarının bir araya getirilme gerekçelerini okurlarıyla paylaşmıştır. Eserin bir Cumhuriyet evladının, Cumhuriyet evlatları adına bir haykırış olduğunu vurgulamıştır. Kendisini milletin ortak sesi olarak görmüştür.
Bu kitabın dikkatle ve düşünülerek okunması gerekir. Burada yazılanlar Türkiye’nin değişmez kaderinin tahlilidir. Fakat bu tahliller birilerinin emriyle değil, yürekten neşet eden bir inanç ve iradeyle yapılmıştır. Eseri değerli kılan da bu bakış açısıdır. Değerli hemşehrim Osman Diyadin’i bu kıymetli tahlillerinden dolayı kendime yakın buluyor, yaklaşımlarındaki cesaretinden ve kararlılığından dolayı tebrik ediyorum. Diğer yazılarının da iki kapak arasına alınmasını, okuyucunun istifadesine sunulmasını umuyor ve bekliyorum.
Çocuklar hayatımızın vazgeçilmez değerleridir. Onlar için ne yapmayız ki? .. Her şeyimiz onlara adanmıştır. Gecemizi günümüzü onlara ayırmaktan yorulmayız, hatta onlarla geçirdiğimiz her an büyük mutluluk ve haz duyarız. Canımızdan bir parçadırlar. Onların eğitimi için varımızı, yoğumuzu harcarız. Onların başarılarıyla gururlanırız.
Çocukların kişiliğinin gelişmesinde ailenin, okulun ve çevrenin etkisi çok büyüktür. Çocuk ilk terbiyesini anne babasından alır. Ebeveyn ne yaparsa onlar da aynı şeyleri yapmaya çalışır. Çocukların güzel huylar edinmelerini istiyorsanız onlara iyi örnek olun. Yapmadığınız şeyleri onlardan istemeyin ve beklemeyin. Öncelikle onları bağımsız bir fert olarak kabul edin. Onları anlamaya, dünyalarına girmeye çalışın.
Çocuğun yetişmesinde anne –babadan sonra okulun tesiri büyüktür. Okul daha çok öğretim ağırlıklı olsa da burada eğitim de verilir. Öğretmenler bilginin yanında, terbiye de verir öğrencilerine, vermelidir de… Gün boyu öğretme gayesi güden öğretmen, vazifesini hakkıyla ifa etmiş, başarılı bir öğretmen sayılamaz. Öğretimin yanında edep de asla ihmal edilmelidir. Her fırsatta çocuğun ahlâki gelişimine katkıda bulunulmalıdır.
Çocukların çevreden etkilendiği, karakterinin oluşumunda çevrenin de büyük tesiri olduğu bilinen bir gerçektir. Aile ve okul kadar olmasa da çevre de çocuğun kişiliğini olumlu veya olumsuz şekilde etkiliyor. Bunu bilen ve önemseyen aileler çocuklarının arkadaş çevresini mercek altına almayı ihmal etmezler; çocuklarının arkadaş çevrelerini tanırlar.
Çocukların kişiliklerinin şekillenmesinde okudukları kitapların etkisi de çok büyüktür. Çocuklar okudukları kitapların tesiri altında kalabilir. Okuduklarından yola çıkarak hareket edebilirler. Kitabın içeriği müspetse okunanlar kazanca, menfiyse kayba yol açabilir. Bu hususta aile reisinin titiz ve uyanık olması şarttır. Yoksa dönüşü olmayan yollara sapabiliriz.
Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak ve kitap sevgisini arttırmak için her yıl Kasım ayının ikinci pazartesi günü ile başlayan hafta, Çocuk Kitapları Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu haftanın kutlanmasını ilk kez, 1917 yılında Amerikan izcilerinin kitaplık yöneticileri önermiş ve 1919 yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise bu haftanın kutlanmasına 1947 yılında başlanmıştır. O tarihten beri bu hafta içerisinde değişik etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Hafta boyunca kitapla çocuk zihinlere nakşedilmektedir.
Bilindiği gibi Türkiye’nin en büyük meselelerinden birisidir okumamak… Okumamak nasıl mesele olur demeyin. Bunu ferdi planda değerlendirme hatsına düşmeyin. Okumazlık toplumsal bir hastalıktır. Şayet insanımız yeterince okusaydı cehalet yüzünden başımıza bunca felâket gelmezdi. İnsanlar hak ve sorumluluklarını bilirdi; hainlerin oyununa gelmezdi.
Çocuk okuma alışkanlığını öncelikle ailede ve okulda kazanır. Eğer aile fertleri kitaba değer veriyorsa ve düzenli olarak okuyorsa, çocuklar da belli bir zaman sonra okumaya başlayacaktır. Bu zamanla okuma kültürüne ve davranışa dönüşecektir.
Çocuk, okumayı bir zorunluluk değil, bir zevk olarak görmelidir. Çocuklar kitapları oyuncakları yerine koymalıdır. Onlardan zevk almalıdır. Bu zevki kazandırmak için evde ailece kitap okuma saatleri düzenlenmelidir. Anne babayla birlikte okunan kitaplar, çocuğa kitap ve okuma sevgisi kazandıracaktır. Çocuk okumayı angarya olarak görmekten kurtulacaktır. Okumak onun için bir davranış haline dönüşecektir.
Çocuklar dil zevkini ailelerinden ve öğretmenlerinden kazanırlar. Okudukları kitaplar ise kelime dağarcıklarını zenginleştirir, algılama güçlerini artırır. Dil imkânlarını genişletir, hayal gücünü zenginleştirir. Çok okuyan kişiler kendilerini ifade etmekte güçlük çekmezler.
Çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren okuma sevgisi kazandırmalıyız. Fakat bu hususta onları başıboş bırakmamalıyız. Kitap seçimine çok dikkat etmeliyiz. Çocukların abur cubur okumalarına müsaade etmemeliyiz. Onların zevklerine ve seviyelerine uygun kitaplar seçmeliyiz. Aksi takdirde onlara kitap sevgisi kazandıracağız derken onları kitaptan soğutabiliriz. Okunacak kitap ne çok basit, ne de çok ağır olmalıdır. Kitabın basiti de, ağırı da çocuğu sıkar ve okuma sevgisini köstekler.
Türkiye’de çocuk kitapları alanında ciddi boşluklar vardır. Yazarlarımız nedense bu alana fazla ilgi duymuyorlar. Ülkemizde çocuk kitapları piyasasında daha çok çeviri eserler dolaşıyor. Bu eserlerin bir kısmının içeriği kültürel değerlerimize aykırıdır. Bazıları hıristiyan propagandası yapmaktadır. Çevirenlerin basiretsizliği ve dile hâkim olamayışları da çocukların dil zevkini ciddi biçimde baltalıyor.
Anne babalar her fırsatta çocuklarına kitap alıp hediye etmelidir. Her evde bir kütüphane oluşturulmalıdır. Okul ve sınıf kitaplıklarına katkıda bulunulmalıdır. Ders kitabı dışındaki eserlerin okunması teşvik edilmelidir. Yeni çıkan çocuk kitapları takip edilmeli, satın alınmalıdır. Böylelikle bu alanda kalem oynatanlara da destek olunmuş olur. Çünkü marifet iltifata tabidir. Şartlar uygunsa çocuklar yazarların imza günlerine götürülüp onlarla tanıştırılmalıdır. Böylelikle çocukların ilgisi kitaplara çekilmelidir.
okuyacaksın.......kim olursan ol ne biliyorsan bil.....okuyacaksın.......sadece sevdiklerini değil sevmediklerini de okuyacaksın......bunlar ne düşünüyor...belki de bunlar da haklı olabilir....deyip objektif olmayı ögreneceksin.......çünkü hayatı en güzel kitaplar anlatır......
kitaplar, sevgili kitaplar. kitaplar iyi de, en kötüsü onları yazanları tanımak. hayatımın hatasıdır işte, yayıncı olmak. kutsanan kitaplar dolaşırken ortada, içim isyan eder, ağlar bir yanım. heeeey demek istiyorum bütün okurlara, kanmayın, yazarları sahte... yazarı geçin, siz kitaba bakın. hatta bazen kitaba da bakmayın.
kitaptan konuşulanları görmek için sayfalarda biraz geriler gitmek lazım gelir efendim. öle Amerikalardan Türkiye gündemini yeni keşfedenler bilmeden konuşmasın ;)
tuhaftır gariptir ve acayiptir ki insanın fikirleri en son okuduğu kitaptan ibaret.. yazar hangi perspektiften bakmışsa hayata okuyan-önyargılı bir okuma hariç- da aynı şekilde bakıyor.. fazla iddialı ama bana son okuduğun kitabı söyle sana kim olduğunu söyleyeyim denebilir mi?
kitap bence iyi ve dolu vakit geçirmek, eğlenirken öğrenmek demek. Ceyde kılınç`ın aymesev isimli kitabı okuyucusunu keyifli vakit geçirtiyor. Ceyda hanımın ikinci kitabı denize doğruyu da herkese tavsiye ederim
Kitap doğru kaynaksa ve dogru kişilerce okunursa kitaptır.
ben
yani açıklıyom ben ve kitapLARIM
imza = kitap kurdu
herşeydir
Rastgele bir sayfa açtım.Bir İngiliz metropolidinin asırlar evvel kitaplar hakkında yazdığı şu satırları okudum:
“İşte değneksiz,acı söz söylemeden,öfkelenmeden,hediye ve para istemeden bize bilgi veren hocalar…Onlara yaklaşırsanız,uyumadıklarını görürsünüz.Sual sorarsanız,sizden bir şey gizlemezler.Eğer bir şey bilmezseniz,sizinle alay etmezler.”
Raflarda gözlerin onu bulmak için çırpınışı, elin ilk teması, sayfalarının aheste aheste çevrilmesi, her sayfa çevirişte burna gelen o ferahlatıcı yaprak kokusu ve ilk cümlenin gizemi, son cümlenin şaşkınlığı, üzüntüsü, sevinci veya ürpertisi.............. işte kitap ve okuyucu arasındaki o ölümsüz bağın kurulumu ve devamlılığının sebebi.
bilginin taşıyıcısı
Şu ara okuduğum kitap, yüzde yüz düşünce gücü...Bir arkadaşın tavsiyesi ile başladım ve keyifli devam ediyor... :)))
'hayatim suresince boyum kadar kitap yazdim ama beni sevmeyenler buna da mazeret bulup -onun zaten boyu kisaydi- diyebilirler.'
A.N
Ben...
bkz. Gaffur...
BEN ŞEHİT MİYİM, HAİN Mİ?
M.NİHAT MALKOÇ
Yazarlık bir sevda mesleğidir. Bu işi sevmezseniz, geçim kaynağı ve meslek olarak düşünürseniz, içinize sindiremezseniz, zoraki birkaç yazı yazar bırakırsınız. Yazdıklarınız yerli yerine oturmaz, ifadeler havada kalır. Fakat mesleğin ötesinde bir içtenlikle benimserseniz gittikçe üslubunuzun oturmaya başladığını, güzelleştiğini görürsünüz.
Ülkemizde okuyan insan sayısı toplam nüfusla kıyaslandığında devede kulak kalıyor. Millet olarak okumuyor, bilsek de bilmesek de konuşuyoruz. Fakat konuşmak için de belli bir kültürel altyapınız olması zaruridir. Bunu dikkate almadığımız için muhabbeti sıradanlaştırıyoruz. Bizde ne söylendiğinden öte, kimin söylediği daha çok önemsendiği için içeriğe fazla bakılmıyor, keskin ifadeler ilgi çekiyor, taraftar buluyor.
Bazıları Türkiye’yi Ankara ve İstanbul’dan ibaret görse de Anadolu’da da hayat tüm hızıyla devam ediyor. Orada da insanlar yiyor, içiyor, nefes alıyor, en önemlisi de düşünüyor. Kültür ve sanatın başkentinin İstanbul olduğunu kabul etmek, Anadolu şehirlerindeki kültürel etkinlikleri yok saymayı gerektirmiyor. Oralarda da gazeteler, dergiler çıkıyor, kitaplar yayınlanıyor. Anadolu’da hayat dolu dolu yaşanıyor.
Anadolu şehirlerinin hemen hepsinde en az bir gazete veya bir dergi çıkarılmaktadır. Çünkü bizim insanımız yazmadan ve söylemeden duramaz. Hatta Trabzon gibi mütevazı bir Anadolu şehrinde sekiz tane günlük gazete çıkarılmaktadır. 10’a yakın televizyon ve radyo da aynı şehirde yayın faaliyetlerini büyük bir başarıyla sürdürmektedir. Bunlar sanıldığı gibi büyük gelirler getiren faaliyetler değildir. Tamamen kültürel heveslerle ve fedakârlıklarla yapılmaktadırlar. Bu alkışlanacak bir durumdur. Bu yönümüzle ne kadar gururlansak azdır.
Trabzon’da faaliyet gösteren gazete, dergi ve televizyonlarda çalışan onlarca yetişkin eleman vardır. Bunlar zor şartlarda, kıt imkânlarla en iyisini yapmanın mücadelesini vermektedirler. Bu kişiler zamanla kendilerini yetiştirip aydın vasfını kazanmışlardır. Bunların çoğu ulusal medyada görev yapacak birikime ve donanıma sahiptirler. Bunlardan birisi de Karadeniz Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Osman Diyadin’dir.
Osman Diyadin uzun yıllardan beri Karadeniz gazetesinin değişik kademelerinde başarılı görevler üstlenerek gazetenin sahibi Mehmet Ali Yılmaz tarafından bugün gazetenin en başına getirilmiştir. Fakat O, bu yere hakkıyla gelmiş bir basın mensubudur. Bunu, yıllardan beri çıkardığı gazetenin devamlılığı ve okunurluğu açıkça göstermektedir.
Karadeniz Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Osman Diyadin iyi bir idareci olduğu kadar iyi bir yazardır da… Bunu yıllardan beri yazdığı köşe yazılarından anlayabiliyoruz. Diyadin’in gündemin nabzını tutan yazılarında olaylara bakışı tutarlı, isabetli ve vukufludur. Meselelere milli pencereden bakmıştır hep… Atatürkçülüğün süzgecinden geçirmiştir fikirlerini... Hiçbir zaman tahrik edici, yıkıcı ve bölücü bir üslup kullanmamıştır. Uzlaşmacı bir tutum takınmıştır milli ve yerel meselelerde… Bağcıyı dövmeyi değil, üzüm yemeyi murat etmiştir. Bunu onun köşe yazılarının satır aralarında rahatça görüp hissedebilirsiniz.
Diyadin geçen yıl yayınladığı “Ben Şehit Miyim Hain Mi? ” adlı kitabıyla uzun süre adından sıkça söz ettirdi. Öyle ki kitap ulusal medyada da konuşuldu, yazıldı. Türkiye genelinde de on binlerin üstünde bir baskı yaptı. Bu taşra menşeli bir yazar için çok büyük bir başarıdır. Çünkü taşranın sesi ne kadar gür olsa da Ankara ve İstanbul’da yankı bulmuyor.
Osman Diyadin’in “Ben Şehit Miyim Hain Mi “ adlı kitabını diğer insanlar gibi ben de büyük bir zevkle ve heyecanla okudum. Bu kitap Diyadin’in daha önce gazetede yayınlanan yazılarının bir araya getirilmesinden meydana geldi. Gerçi bu yazıların çoğunu vaktiyle Karadeniz gazetesinden sıcağı sıcağına okumuştum. Çünkü bizler Karadeniz gazetesiyle büyüdük. Güne Karadeniz gazetesiyle başlamadığımızda kendimizi noksan hissettik. Lakin bunları iki kapak arasında, tabir caizse arşivlenmiş olarak görmek bir okuyucu olarak beni fazlasıyla memnun etti. Çünkü gazete yazılarının ömrü genelde kısadır. Bizde gazete okununca ya ekmek sarmada, ya cam silmede kullanılır, ya da atılır. Fakat Diyadin’in yazıları gelecek nesillerin okuması gereken türden yazılardı. Bunlar atılmamalıydı, gazete olarak saklamak da uygun olmazdı, iyi ki kitap haline getirildiler.
Türkiye gelişmişlik açısından olmasa da siyasi açıdan capcanlı bir ülkedir. Trabzon da Türkiye’yi yansıtan bir prototiptir. Bu şehirde de hayat her zaman capcanlı yaşanır. İnsanlar zor şartlarda yaşasa da vatanına, milletine ve değerlerine candan bağlıdır. Dini ve milli meselelerde taviz vermezler. Diyadin’de bu şehrin bir yazarı olduğu için meselelere bu çerçeveden bakmıştır. Trabzonluların gören gözü, söyleyen dili, işiten kulağı olmuştur. Yaşanan güncel meselelere kösesinde anında cevap vermiştir. Milli duruşunu her fırsatta göstermiştir. Kitabın kapağında Diyadin eseriyle ilgili olarak şunları söylüyor:
“Bu kitap, Atatürk’ün ‘çağdaşlık’ ilkesiyle Türkiye’nin önüne koyduğu hedeflere ulaşmada ölümsüz liderin kararlılığı ve inancı ile bağdaşmayan yöntemler izlenmesinin... Emperyalizmin Türkiye üzerinde oynadığı oyunlarda değiştirdiği metotlara karşı asla ve asla değişmemesi gereken ilkelerimizin yansımasıdır...”
368 sayfadan oluşan kitapta 108 tane köşe yazısı(fıkra) yer alıyor. Kitabın Önsöz’ü Trabzonspor’un şeref başkanı Mehmet Ali Yılmaz tarafından kaleme alınmış. Gazeteci-Yazar Diyadin, kitabın başına bir de Sunuş yazısı koymuştur. Bu yazıda kitabın içeriği ve gayesiyle ilgili açıklama ve tespitlerde bulunmuştur; köşe yazılarının bir araya getirilme gerekçelerini okurlarıyla paylaşmıştır. Eserin bir Cumhuriyet evladının, Cumhuriyet evlatları adına bir haykırış olduğunu vurgulamıştır. Kendisini milletin ortak sesi olarak görmüştür.
Bu kitabın dikkatle ve düşünülerek okunması gerekir. Burada yazılanlar Türkiye’nin değişmez kaderinin tahlilidir. Fakat bu tahliller birilerinin emriyle değil, yürekten neşet eden bir inanç ve iradeyle yapılmıştır. Eseri değerli kılan da bu bakış açısıdır. Değerli hemşehrim Osman Diyadin’i bu kıymetli tahlillerinden dolayı kendime yakın buluyor, yaklaşımlarındaki cesaretinden ve kararlılığından dolayı tebrik ediyorum. Diğer yazılarının da iki kapak arasına alınmasını, okuyucunun istifadesine sunulmasını umuyor ve bekliyorum.
Kitap hayat, solunum yapmak ve yaşamanın anlamı demektir.
kşitaplar bilginin apaçık öğrenildiği yoldur
ÇOCUK KİTAPLARI
M.NİHAT MALKOÇ
Çocuklar hayatımızın vazgeçilmez değerleridir. Onlar için ne yapmayız ki? .. Her şeyimiz onlara adanmıştır. Gecemizi günümüzü onlara ayırmaktan yorulmayız, hatta onlarla geçirdiğimiz her an büyük mutluluk ve haz duyarız. Canımızdan bir parçadırlar. Onların eğitimi için varımızı, yoğumuzu harcarız. Onların başarılarıyla gururlanırız.
Çocukların kişiliğinin gelişmesinde ailenin, okulun ve çevrenin etkisi çok büyüktür. Çocuk ilk terbiyesini anne babasından alır. Ebeveyn ne yaparsa onlar da aynı şeyleri yapmaya çalışır. Çocukların güzel huylar edinmelerini istiyorsanız onlara iyi örnek olun. Yapmadığınız şeyleri onlardan istemeyin ve beklemeyin. Öncelikle onları bağımsız bir fert olarak kabul edin. Onları anlamaya, dünyalarına girmeye çalışın.
Çocuğun yetişmesinde anne –babadan sonra okulun tesiri büyüktür. Okul daha çok öğretim ağırlıklı olsa da burada eğitim de verilir. Öğretmenler bilginin yanında, terbiye de verir öğrencilerine, vermelidir de… Gün boyu öğretme gayesi güden öğretmen, vazifesini hakkıyla ifa etmiş, başarılı bir öğretmen sayılamaz. Öğretimin yanında edep de asla ihmal edilmelidir. Her fırsatta çocuğun ahlâki gelişimine katkıda bulunulmalıdır.
Çocukların çevreden etkilendiği, karakterinin oluşumunda çevrenin de büyük tesiri olduğu bilinen bir gerçektir. Aile ve okul kadar olmasa da çevre de çocuğun kişiliğini olumlu veya olumsuz şekilde etkiliyor. Bunu bilen ve önemseyen aileler çocuklarının arkadaş çevresini mercek altına almayı ihmal etmezler; çocuklarının arkadaş çevrelerini tanırlar.
Çocukların kişiliklerinin şekillenmesinde okudukları kitapların etkisi de çok büyüktür. Çocuklar okudukları kitapların tesiri altında kalabilir. Okuduklarından yola çıkarak hareket edebilirler. Kitabın içeriği müspetse okunanlar kazanca, menfiyse kayba yol açabilir. Bu hususta aile reisinin titiz ve uyanık olması şarttır. Yoksa dönüşü olmayan yollara sapabiliriz.
Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak ve kitap sevgisini arttırmak için her yıl Kasım ayının ikinci pazartesi günü ile başlayan hafta, Çocuk Kitapları Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu haftanın kutlanmasını ilk kez, 1917 yılında Amerikan izcilerinin kitaplık yöneticileri önermiş ve 1919 yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise bu haftanın kutlanmasına 1947 yılında başlanmıştır. O tarihten beri bu hafta içerisinde değişik etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Hafta boyunca kitapla çocuk zihinlere nakşedilmektedir.
Bilindiği gibi Türkiye’nin en büyük meselelerinden birisidir okumamak… Okumamak nasıl mesele olur demeyin. Bunu ferdi planda değerlendirme hatsına düşmeyin. Okumazlık toplumsal bir hastalıktır. Şayet insanımız yeterince okusaydı cehalet yüzünden başımıza bunca felâket gelmezdi. İnsanlar hak ve sorumluluklarını bilirdi; hainlerin oyununa gelmezdi.
Çocuk okuma alışkanlığını öncelikle ailede ve okulda kazanır. Eğer aile fertleri kitaba değer veriyorsa ve düzenli olarak okuyorsa, çocuklar da belli bir zaman sonra okumaya başlayacaktır. Bu zamanla okuma kültürüne ve davranışa dönüşecektir.
Çocuk, okumayı bir zorunluluk değil, bir zevk olarak görmelidir. Çocuklar kitapları oyuncakları yerine koymalıdır. Onlardan zevk almalıdır. Bu zevki kazandırmak için evde ailece kitap okuma saatleri düzenlenmelidir. Anne babayla birlikte okunan kitaplar, çocuğa kitap ve okuma sevgisi kazandıracaktır. Çocuk okumayı angarya olarak görmekten kurtulacaktır. Okumak onun için bir davranış haline dönüşecektir.
Çocuklar dil zevkini ailelerinden ve öğretmenlerinden kazanırlar. Okudukları kitaplar ise kelime dağarcıklarını zenginleştirir, algılama güçlerini artırır. Dil imkânlarını genişletir, hayal gücünü zenginleştirir. Çok okuyan kişiler kendilerini ifade etmekte güçlük çekmezler.
Çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren okuma sevgisi kazandırmalıyız. Fakat bu hususta onları başıboş bırakmamalıyız. Kitap seçimine çok dikkat etmeliyiz. Çocukların abur cubur okumalarına müsaade etmemeliyiz. Onların zevklerine ve seviyelerine uygun kitaplar seçmeliyiz. Aksi takdirde onlara kitap sevgisi kazandıracağız derken onları kitaptan soğutabiliriz. Okunacak kitap ne çok basit, ne de çok ağır olmalıdır. Kitabın basiti de, ağırı da çocuğu sıkar ve okuma sevgisini köstekler.
Türkiye’de çocuk kitapları alanında ciddi boşluklar vardır. Yazarlarımız nedense bu alana fazla ilgi duymuyorlar. Ülkemizde çocuk kitapları piyasasında daha çok çeviri eserler dolaşıyor. Bu eserlerin bir kısmının içeriği kültürel değerlerimize aykırıdır. Bazıları hıristiyan propagandası yapmaktadır. Çevirenlerin basiretsizliği ve dile hâkim olamayışları da çocukların dil zevkini ciddi biçimde baltalıyor.
Anne babalar her fırsatta çocuklarına kitap alıp hediye etmelidir. Her evde bir kütüphane oluşturulmalıdır. Okul ve sınıf kitaplıklarına katkıda bulunulmalıdır. Ders kitabı dışındaki eserlerin okunması teşvik edilmelidir. Yeni çıkan çocuk kitapları takip edilmeli, satın alınmalıdır. Böylelikle bu alanda kalem oynatanlara da destek olunmuş olur. Çünkü marifet iltifata tabidir. Şartlar uygunsa çocuklar yazarların imza günlerine götürülüp onlarla tanıştırılmalıdır. Böylelikle çocukların ilgisi kitaplara çekilmelidir.
beyin orgazmı.......bilmek yada bilmemek........ögrenmek yada moron kalmak.....
teknoloji çağının katlettiği, geçmişteki güzel uğraşımız.
okuyacaksın.......kim olursan ol ne biliyorsan bil.....okuyacaksın.......sadece sevdiklerini değil sevmediklerini de okuyacaksın......bunlar ne düşünüyor...belki de bunlar da haklı olabilir....deyip objektif olmayı ögreneceksin.......çünkü hayatı en güzel kitaplar anlatır......
kitaplar, sevgili kitaplar. kitaplar iyi de, en kötüsü onları yazanları tanımak. hayatımın hatasıdır işte, yayıncı olmak. kutsanan kitaplar dolaşırken ortada, içim isyan eder, ağlar bir yanım. heeeey demek istiyorum bütün okurlara, kanmayın, yazarları sahte... yazarı geçin, siz kitaba bakın. hatta bazen kitaba da bakmayın.
her türden yaşamın buluştuğu ayrı bir dünya
kitaptan konuşulanları görmek için sayfalarda biraz geriler gitmek lazım gelir efendim. öle Amerikalardan Türkiye gündemini yeni keşfedenler bilmeden konuşmasın ;)
Okunacak en büyük kitap insandır.
yaşam ilacım
en değerli eşyalarım...
kitap bana göre yanımdan hiç ayırmadığım bir arkadaştır.kitap; bilgiyi, düşünceyi,sessizliği, huzuru çağrıştırıyor
Boş zamanlarda okunmaz.
en iyi arkadaş :)
Cemil Meriç'in eşsiz ifadeleri içinde 'Kitap, smokin giymiş heyecan ve mumyalanmış tefekkürdür.'
tuhaftır gariptir
ve acayiptir ki
insanın fikirleri en son okuduğu kitaptan ibaret..
yazar hangi perspektiften bakmışsa hayata okuyan-önyargılı bir okuma hariç-
da aynı şekilde bakıyor..
fazla iddialı ama
bana son okuduğun kitabı söyle sana kim olduğunu söyleyeyim
denebilir mi?
ekmeği suyu...
kitap bence iyi ve dolu vakit geçirmek, eğlenirken öğrenmek demek. Ceyde kılınç`ın aymesev isimli kitabı okuyucusunu keyifli vakit geçirtiyor. Ceyda hanımın ikinci kitabı denize doğruyu da herkese tavsiye ederim
vedat türkali nin tüm romanlari.....önce GÜVEN sonra KAYİP ROMANLAR i tavsiye ederim...