Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? sizce ne demek, Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? size neyi çağrıştırıyor?
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
"Yalnızım, yalnızsın
Söyle İstanbul şimdi mutlu musun
Yalnızız, yalnızız
Bütün olanlardan sen sorumlusun
Sahiller, çay bahçeleri, denizin sesi
Adalar, yalılar, köşkler, gösteriş hepsi
Vitrinler, meydanlar, yollar, onlar da yalan
Kandırdın âh İstanbul hepimizi"
Sıradan gözler, baktıkları gökte buluttan başka bir şey göremezler.
Aslı Birer
O hasta haliyle bile vatanını düşünen adama sonsuza kadar minnettar kalacağız.
Türk Klasik Müziği (Batı tarzı klasik müzik bestecileri)
Atatürk’ün başlattığı kültürel dönüşümün devamında yetişen isimlerdir bunlar:
?? Fazıl Say (1970– )
Piyanist, besteci, doğaçlamayı klasik müzikle birleştiren bir dahi. “Nazım,” “İstanbul Senfonisi,” “Sait Faik,” ve “Metamorphosis” gibi eserleriyle bilinir.
?? Ahmet Adnan Saygun (1907–1991)
“Atatürk Oratoryosu” ve “Yunus Emre Oratoryosu” gibi eserleriyle hem Batı hem Türk müziğini birleştiren ilk büyük bestecilerden.
?? Ulvi Cemal Erkin (1906–1972)
“Sinfonietta” ve “Köçekçe” adlı eserleriyle halk ezgilerini orkestral dile taşıdı.
?? Cemal Reşit Rey (1904–1985)
Opera, operet, senfoni türlerinde öncüydü. “Lüküs Hayat” opereti hâlâ efsanedir.
?? Necil Kazım Akses (1908–1999)
Senfonik eserleriyle tanınır, Avrupa’da da saygı görmüş bir bestecidir.
?? Hasan Ferit Alnar (1906–1978)
Kanun virtüözüydü; Doğu müziğini Batı orkestrasyonuyla birleştiren ilk isimlerden biri.
Türk Klasik Müziği (Batı tarzı klasik müzik bestecileri)
Atatürk’ün başlattığı kültürel dönüşümün devamında yetişen isimlerdir bunlar:
?? Fazıl Say (1970– )
Piyanist, besteci, doğaçlamayı klasik müzikle birleştiren bir dahi. “Nazım,” “İstanbul Senfonisi,” “Sait Faik,” ve “Metamorphosis” gibi eserleriyle bilinir.
?? Ahmet Adnan Saygun (1907–1991)
“Atatürk Oratoryosu” ve “Yunus Emre Oratoryosu” gibi eserleriyle hem Batı hem Türk müziğini birleştiren ilk büyük bestecilerden.
?? Ulvi Cemal Erkin (1906–1972)
“Sinfonietta” ve “Köçekçe” adlı eserleriyle halk ezgilerini orkestral dile taşıdı.
?? Cemal Reşit Rey (1904–1985)
Opera, operet, senfoni türlerinde öncüydü. “Lüküs Hayat” opereti hâlâ efsanedir.
?? Necil Kazım Akses (1908–1999)
Senfonik eserleriyle tanınır, Avrupa’da da saygı görmüş bir bestecidir.
?? Hasan Ferit Alnar (1906–1978)
Kanun virtüözüydü; Doğu müziğini Batı orkestrasyonuyla birleştiren ilk isimlerden biri.
Ama bugün o küllerinden doğmuş memleketi çekemeyen bedhahlar hala vardır. Cumhuriyet ve getirdiği özgürlüğü istemeyen çıkar odaklı yaverler Türkiye cumhuriyeti vatandaşı asla olamazlar.
Cumhuriyet de benim, kürsüsü de benim. Doğru bilgi doğru kişiden öğrenilir. Özüne sözüne güvenilir kişilerden öğrenilir.
Sonuç
Atatürk döneminde:
Türküler asla yasaklanmadı, aksine sistemli biçimde derlendi.
Sanat müziği (fasıl) bir süre radyo yayınlarından çekildi, ama tamamen kaldırılmadı.
Batı müziği, Türk müziğiyle sentezlenmek üzere teşvik edildi.
Müzik, kültürel devrimin önemli bir aracı haline geldi.
5. Felsefi açıdan bakarsak
Atatürk’ün müzik anlayışı aslında “dil reformu”nun bir yansımasıydı:
Toplumun hem kelimelerini hem de seslerini yenilemek…
O, bir melodinin bile bir ideoloji taşıyabileceğini fark etmişti.
Dolayısıyla amaç yasaklamak değil, bilinçli bir dönüşüm yaratmaktı.
“Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesidir.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Bu söz aslında bir estetik felsefedir:
Bir milletin sesi değiştiğinde, düşünme biçimi de değişir.
Halk müziği, aksine, o dönemde derleniyor ve destekleniyordu.
1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı bünyesinde Halk Müziği Derleme Heyetleri kuruldu.
Bu ekipler Anadolu’yu dolaşıp yaklaşık 10.000’e yakın türkü derledi.
TRT’nin bugün çaldığı birçok türkü, bu dönemden kalmadır.
4. 1934–1936: Radyo yayınları ve “yasak” söylentisi
İşte en çok karıştırılan nokta burası.
1934’te Ankara Radyosu’nda kısa bir dönem boyunca Klasik Türk Sanat Müziği (özellikle fasıl tarzı) yayınlarına ara verildi.
Amaç, halkın kulağını Batı müziğinin çok sesliliğine alıştırmaktı.
Bu karar, dönemin Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip’in ve Ziya Gökalp’in “milli musikimiz halk musikisidir” görüşleriyle bağlantılıydı.
Yani bu bir sanat müziği reformuydu, türkü yasağı değil!
3. Batı müziğiyle ulusal sentez
Atatürk, Batı müziğini “yabancılaşma” aracı olarak değil, araçsal bir dil olarak görüyordu.
Batı müziğinin çok sesliliğini, armonisini ve orkestral gücünü alıp Türk halk ezgileriyle sentezlemek istiyordu.
Bu yüzden Cumhuriyet dönemi bestecileri (Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar “Türk Beşleri”) bu ideali temsil etti.
Onlar, Anadolu ezgilerini alıp senfonilere, operalara dönüştürdüler.
2. Musiki Muallim Mektebi ve modernleşme adımı (1924)
1924’te Ankara’da Musiki Muallim Mektebi kuruldu.
Amaç, yeni kuşağa hem Batı müziği tekniğini hem de Türk halk müziği geleneğini öğretecek bir sistem kurmaktı.
Bu okul, sonradan Ankara Devlet Konservatuvarı’na dönüştü.
Yani Atatürk, müziği bir eğitim meselesi olarak ele aldı: “Bir milletin sesi eğitilmelidir..
ATATÜRK VE MÜZİK DEVRİMİ
1. Zemin: Cumhuriyet’in kültür politikası
Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte amaç sadece siyasi bağımsızlık değildi; zihinsel ve kültürel bağımsızlık da hedefleniyordu.
Atatürk “milli kültür” kavramını sadece geçmişin tekrarı olarak değil, yeniden inşa edilmesi gereken bir canlı organizma olarak görüyordu.
Müzik de bu inşanın merkezindeydi.
Öyle ya bugünkü Türkiye’de klasik batı müziğini Türk sanatçıların piyano resitalleriyle dünya dinliyorsa bunu da müzikte Atatürk’ün ileriye dönük zekasına borçluyuz. Ve bununla da onur duyuyoruz.
2. Yasakla karıştırılan konu neydi?
Bazen “Atatürk döneminde müzik yasaklandı” gibi söylentiler, 1934’te Batı müziğine geçiş tartışmalarıyla karışıyor.
O dönemde radyo yayınlarında klasik Türk sanat müziği (örneğin fasıl türü) bir süreliğine azaltılmış, Batı tarzı müziğe ağırlık verilmişti.
Ama bu, halk müziği ya da türküler için geçerli değildi.
Zaten Atatürk’ün “Halkın kendi musikisi” dediği şey tam da o türkülerdi.
Mesela Atatürk’ün Halk müziğine yaklaşımından bahsedeyim.
Atatürk, Türk kültürünün özünü halkın sesinde, yani türkülerde, ağıtlarda, halk oyunlarında görüyordu.
O yüzden 1930’larda “öz Türk müziği”ni araştırmak ve kayıt altına almak için büyük bir çalışma başlattı.
Bizzat Atatürk’ün emriyle Muzaffer Sarısözen, Sadi Yaver Ataman gibi isimler Anadolu’yu dolaşarak yüzlerce halk türküsünü derlediler.
Bu derlemeler bugün TRT arşivlerinin temelini oluşturuyor.
Bugün, en güzel ölümün yıldönümünü kutlayacağız.
“Ölümün de güzeli olur mu?” demeyin, olur.
Koskoca bir imparatorluğu taht kavgalarıyla yitiren bir milletin küllerinden yeniden doğmasını sağlayan, binlerce şehidin mücadelesini zaferle taçlandıran, dünyaya özgürlüğün ve demokrasinin nasıl inşa edileceğini gösteren o büyük insan…
Bize Cumhuriyeti emanet eden, ardında bir vatan, bir ışık, bir yol bırakan Mustafa Kemal Atatürk çok güzel öldü.
Çünkü o, ölümüyle bile bir millete ölümsüzlüğü öğretti.
Ruhun şad, mekânın cennet olsun Atam.
Hayatım boyunca minnettar kalacağım.
Ne mutlu bana ki senin gibi bir Atam var.
İkindi serinliği dediğimiz
O sessiz saatlerde
Yanağıma bir öpücük kondur
Gel de
29 Ekim 1923, tarihin bir ulusa özgürlükle nefes aldırarak hayata dönüştüğü gündür.
Aslı Birer
En iğrenç bulduğum şey başkalarının kişiliğini taklit ederek bir yere gelmeye çalışan insanlar. Gerçekten de deve kuşu benzetmesi cuk oturuyor onlara.
Ateş isem seni yakmam
Güneş isem bakma bana
Kamaşırsa o gözlerin
Bir su gibi akma bana
bir kelıme yetmezdı
Sevgi, bulut kadar yumuşaktır.
Hayallere öyle güzel sığar ki, üzerimize yağar gibi sarar bizi.
İnsan hem sığınır ona, hem de kaçar.
Oysa korkmadan sarılsak sevgiye;
dünyanın düzeni bu kadar bozulmaz, güçlü güçsüzü böyle ezmezdi.
Toplumsal yozlaşmayı önleyecek tek duygu sevgidir.
Çünkü düzen, bireylerden başlayarak kolektif bilince ulaşır.
Ne düşünürsek düşünelim, temeli insan doğasındaki sevme içgüdüsüne dayanır.
Aslı Bire
Rüzgar eserken yaprağın telaşını umursamaz. Yaprak savrulurken dalı suçlamaz, dallar, yaprakları koparken rüzgara kızmaz. İnsan; kusuru, ya rüzgarda, ya dalda, ya yaprakta arar da kendine hiç bakmaz.
Ne zaman vuracak karanlığı aydınlık?
Ne zaman kışı bahar?
Kaç asır
Hayalimde hep bayramlar var…
Gırtlağını sıkıp hesap sormalı !
Gökte gökkuşağı açana kadar
Ve
Gülene dek bütün çocuklar
Yarın çok geç, bugün !
Cenazesini getirin ölümün !
Çalsın davul zurna, başlasın düğün !
Derin bir nefes aldım senden yokluğundan öpüyorum
Oysa avuçlarındaydım…
Hayyamın düşünemediği şey zamandı. Dünyanın da insanın da mutlak kader dediğimiz sonu var. Evet ölüm dünyadaki her şey için sondur. Ama kaderin zamanı, insanın dokunuşuna açıktır. Dünya belki çok daha uzun süre var olabilecekken, insan kendi eylemleriyle o takvimi öne çekebilir. Savaşlarla, hırslarla, doğayı hoyratça tüketmesiyle… Kaderin yazısı değişmez, ama o yazının hangi sayfada biteceğini insan belirleyebilir.
İşte burada sorumluluk başlar: Biz sonu engelleyemeyiz, fakat sonun ne zaman geleceğini etkileyebiliriz. Mutlak kader, bize teslim edilmiş bir zaman cetveli değil; bizim elimizle hızlanabilen veya yavaşlayabilen bir süreçtir. Belki de hakikat şudur: Kader, değişmez olan sondur; insanın payı ise o sona ne kadar hızlı yürüneceğini seçmektir. Biz kukla değiliz. Öyle olsa içimizde irade ve duygular olmazdı.
Aslı Birer
“Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz
Kuklacı felek usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.”
Dünyanın zembereği boşaldı…
Onda kaderi aradım, kaderi benmişim meğer. (İnsan)
Aslı Birer
Sade bir akşam işte, ne gökyüzü yıldızsız, ne toprağın rengi farklı…
Aslı Birer