kaybolan yıllar. Yüreğimizdeki Polisin yıllardır aradığı fakat kaybolduktan sonra bir daha izine rastlayamadığı güzellikler. Önemli olan kaybolanları düşünmek değil kaybetmemeyi öğrenmektir diyor tüm kayboluşların içine düşüp bende bu mesajın arkasından sırra kadem basıyorum...
önce dakikalarımızı kaybettik, sonra saatleri gün geldi günlerimizi derken bi güzel besledik onları bazen keşkelerle bazen hüzün, bazen mutlulukla ve büyüdüler yıl oldular sonra da yıllar....
geçmişin anıdan başka bir ibaret olmadıgını ve gelecekte oldugunu ifade edip birde geçmişte yaptıgın hataları ve gelecekte yapman ve yapmaman gereken leri ögreten bir hayat standartlarının baş simgesi ve dogru bir kelimedir,
starda yayımlanan dizi olan kaybolan yıllar geldi aklıma! bu dizinin hastasıyım.ilk bölümünden itibaren izliyorum ve acayip tutuldum.şimdiden ekrana tutuldum.en çokta saruhan hünel e hayranım.herkese tavsiye ederim mutlaka bir kez bakın zaten ondan sonra istesenizde bırakamazsınız! ! ! :) buda benim nacizane fikrim....
Şu anda tek favorim olan dizi.Açıkçası yayınlanacağı saati iple çekmemin tek sebebi Saruhan Hünel di.Onu öyle çok özlemişim ki.Dizinin reklamları görülmeye başladığında evde çığlık attım :)) Ee ne yapayım ünlüler dünyasında hayran olduğum tek isim Saruhan'ı ekranda ne zamandır görememek beni üzüyordu.Bu yüzden saatleri zor ettim fakat şöyle ki hakikaten dizi çok güzel.Herkes rolüne oturmuş.Çoçuk oyuncuların özellikle kız çoçuğunun performansı müthiş.Geleceğin yıldız oyuncusu olmaya aday.Kısacası dizi 2 bölümüyle de beni ekrana bağladı ve Saruhan seni ekranda tekrar görmek çok ama çok güzel.TÜRKİYENİN JÖNÜ SADECE SENSİN AŞKIMMMM
Hayat üstümüze abanan çıngıraklı bir yılandır. Gölgesinde bin bir hayali barındıran yıllar, çıngıraklı yılanın desenleri misali hoş görünse de, ister istemez ürkütür bizi. Renk çizgileri içerisinde dalar gider gözlerimiz. Tonlar koyulaştıkça hissiyat karamsar, açıldıkça da iyimser bir hâle bürünür. Bir su misali, menziline koşar adım gider zaman. Tepeler ırak görünür yaklaştıkça. Renk deyip geçmeyin sakın ola… Hayatın şeklini renkler tayin eder kanımca. Yaşamın keskin çizgileridir onlar. Pembeden ibaret değildir yaşamın tuvalindeki hâkim renk… Siyahın matemi yer yer sarar ruhumuzu derinden. Kırmızılar dikkat edilmesi gereken hassas geçiş noktalarıdır insanlık için… Hâl lisanıyla her an her şey olabilir mesajını iletirler beynimizin alıcılarına. Sarısı, moru, mavisi, beyazı da vardır ömrümüzün… Fakat hepsi gelip geçicidir. Şüphesiz ki hiçbir rengin saltanatı ilelebet değildir hayatımızda. Renkler de gün gelir çekilir hayatımızdan… Buharlaşır pembenin o alımlı tonları. Rüzgârın ılık nefesi okşar aheste aheste büyüttüğümüz hayat ağacını. Gün gelir fırtınaya dönüşür rüzgârın şiddeti. Onca emekle bugünlere getirdiğimiz fidanlar, kırılır orta yerinden hiç beklenmedik bir anda. Demek ki fırtına yemeyen fidan, hayata tutunma kudretine sahip değildir. Bu böyle biline. Hayatın rotası öylece çizile. Durum bundan ibaretken hayallerimizi ne kadar daha erteleyeceğiz bu köhne zaman ağacının koyulaşan gölgeleri altında. Düşlerimiz ne kadar daha direnecek yaşamın katran karası yalnızlığına? Ne zaman bitecek oradan oraya koşturmacamız? Kendimizi boy aynasında seyretmeye ve içimizdeki o ateşîn sesi duymaya vaktimiz kalacak mı? Gelecek günlerin telâşını bugünden duymak ne kadar gereksiz ve ağır bir yük. Gün yaşanandır aslında. Dünle yarın arasında sıkışan hayatımız ne zaman gül misali açılacak? Yarınların ağırlığını çekmez oldu gönül terazimiz. Yirmili yaşlarda, yetmişli yaşların elemini çekmeye mahkûm olmamalı yüreğimiz. Kime göre yetmiş, kime göre altmış yaş? ... Var mı bunun ortasını bulan? Bazılarına göre ömrün yarısı eden otuz beş yaş, kimilerinin nihaî demleri oluyorsa ne ifade eder hayatımızı parselleyen rakamlar? ... Rakamlar büyüdükçe dünyadan uzaklaşıyor insan. Her boy atımı toprağa bir adım yaklaşmaktan öte ne ifade eder ki? ...Yukarı büyüdükçe hayata kuşbakışı baksak da bu dünyayla olan bağlarımızı gevşetiyoruz aslında. Sarıp sarmalamıyor bizi hayat eski sıcaklığında. Yaşanmış günlere saklarız umutlarımızı. Gelir mi gelmez mi hesabını yapmayız bile. Bilmeyiz ömür defterimizde ne kadar beyaz sayfa kaldığını. İyi ki de bilmeyiz. Sona ramak kaldığını hisseden bir ruhun çırpınışlarını ve hayal kırıklıklarını düşünebiliyor musunuz? Geçen her bir dakika nasıl da bir kurşun misali düşer yüreğimizin orta yerine. Ötelere attığımız hayallerimizi yaşar mıyız bilmem. Ama bildiğim o ki, anı yaşamalı insan doyasıya dek. Ötesi yok bugünün. Yarın diye bir şey yoktur aslında. Cemreler düşünce toprağa, tenimi alır bir titreme. Toprak ısındıkça üşür bedenim. Kanım akmaz olur damarlarımdan. Cemreler yüreğimdeki buzları eritmekten acizdir. Buzullar cemreleri dondurur aslında. Kışın ortasında Ağrı Dağı’nın zirvesinde tir tir titreyen bir yetim çocuktan farksızdır yüreğim. Cemreler ısıtmıyor içimi. Ancak sevgi dolu tebessümler eritebilir içimdeki buzulları. Çünkü onlar nefretin soğuk ve sevimsiz tortularıdır. Ateşi su nasıl söndürürse içimdeki nefret buzlarını da ancak sevgi gülücükleri eritebilir. Mevsimler, yalancı mevsimler… Yazı, kışı, hazanı, baharı… Ömrün güneşi kabul ettik baharı göğümüzde. Fakat kıştan kalma ayazlar yedik günün en taze ve diri demlerimde. O ayazlar ki kırdı körpecik dallarımızı. Demek yalancı bahar dedikleri buymuş. Nerden bilebilirdik bizi kıpır kıpır oynatan baharın yalancı olabileceğini. Yaşanmadan bilinmez hiçbir şey. Ödünç aldığımız nasihatler tez unutulur, netice vermez. Doğumla ölüm arasında kurulmuş bir asma köprüdür yaşam. Ne sular akmıştır o köprünün altından. Akan sular asla geri dönmemiştir, dönmeyecek de. Azlar çoğa karışmıştır. Parçalar bütünü oluşturmuştur. Köprünün altından akan sular birbirine benzese de aynı değillerdir. Hepsi de bir kez geçer aynı köprünün altından. Akarlar uzun uzadıya menzile doğru. Bir köprünün altından aynı damlanın iki kez geçmesi muhaldir. İnsan da öyledir bir bakıma. Damla misali bir kez geçer dünya sahnesinden. Geçiş o geçiştir. Filmin tekrarı yoktur. Başkaları çıkar sahneye peşi sıra. Böylece uzar gider uzun metrajlı filmler misali yaşam. Doğumla ölüm arasında geçen süreye ömür diyoruz müştereken… Ağlayarak geldiğimiz bu koca ömür sahnesinden, ağlatarak çıkıyoruz pervasızca. Nerden bakarsan tezatlar yumağı gel gitlerimiz. Yaşamak yürek ister ihanetlerin kol gezdiği bu çorak yamaçlarda. Prangalar vursalar da düşlerimize koparamazlar umutlarımızı yürek coğrafyamızdan. Umudun bittiği yerde yaşamak nefes almaktan öte ne ifade eder ki? .... Nefes almak can taşıdığımıza, yaşadığımıza delil olsa da insanca yaşadığımız manasına gelmez kanımca. Çünkü nefes insanlığın değil, canlılığın alâmetidir yalnızca. Varın siz ad verin bu yaşadıklarımıza.
'bu bir lisan-i hafidir ki ruha dolmakta kızıl havaları seyret ki akşam olmakta! .' Ahmet Haşim
kaldır kafanı, aç gözlerini, bu kadarrı yeter istiyosan dha fazlasınıda yapabilirsin ama akıllı ve birşeyleri kenarıya atmışsan bu kadarı kafidir hafi lisani ruhuna dolar akşam zaten yakın.. uç dakika beş dakika... beş dakika üç dakika.. bi kaç kez daha söylerken bunu bakmışsın binmişin otobüse. o yüzden vakit varken aç gözlerini! aç yüregiğini!
kaybolan yıllar. Yüreğimizdeki Polisin yıllardır aradığı fakat kaybolduktan sonra bir daha izine rastlayamadığı güzellikler. Önemli olan kaybolanları düşünmek değil kaybetmemeyi öğrenmektir diyor tüm kayboluşların içine düşüp bende bu mesajın arkasından sırra kadem basıyorum...
koybalan yıllar bana 6 rakamını hatırlatıyor...
dizi olması lazım değilmiydi yaa
önce dakikalarımızı kaybettik,
sonra saatleri
gün geldi günlerimizi
derken bi güzel besledik onları
bazen keşkelerle bazen hüzün,
bazen mutlulukla
ve büyüdüler
yıl oldular sonra da yıllar....
kaybolmuyorlar da aslında...geri de dönüşleri yok..; (
bu kadar mı unutkan olunur.. :)))
geçmişin anıdan başka bir ibaret olmadıgını ve gelecekte oldugunu ifade edip birde geçmişte yaptıgın hataları ve gelecekte yapman ve yapmaman gereken leri ögreten bir hayat standartlarının baş simgesi ve dogru bir kelimedir,
Kaybolmuş işte...O yılları düşünüp yanmaktansa..kalanları yaşamak gerek
Stardaki dizi muhteşem bir dizi
starda yayımlanan dizi olan kaybolan yıllar geldi aklıma! bu dizinin hastasıyım.ilk bölümünden itibaren izliyorum ve acayip tutuldum.şimdiden ekrana tutuldum.en çokta saruhan hünel e hayranım.herkese tavsiye ederim mutlaka bir kez bakın zaten ondan sonra istesenizde bırakamazsınız! ! ! :) buda benim nacizane fikrim....
Şu anda tek favorim olan dizi.Açıkçası yayınlanacağı saati iple çekmemin tek sebebi Saruhan Hünel di.Onu öyle çok özlemişim ki.Dizinin reklamları görülmeye başladığında evde çığlık attım :)) Ee ne yapayım ünlüler dünyasında hayran olduğum tek isim Saruhan'ı ekranda ne zamandır görememek beni üzüyordu.Bu yüzden saatleri zor ettim fakat şöyle ki hakikaten dizi çok güzel.Herkes rolüne oturmuş.Çoçuk oyuncuların özellikle kız çoçuğunun performansı müthiş.Geleceğin yıldız oyuncusu olmaya aday.Kısacası dizi 2 bölümüyle de beni ekrana bağladı ve Saruhan seni ekranda tekrar görmek çok ama çok güzel.TÜRKİYENİN JÖNÜ SADECE SENSİN AŞKIMMMM
ya benim bildiğim bu bir dizi ismi KAYBOLAN YILLAR hatta star tv de çikiyo mükemmel bir dizi tavsiyem size en çokta haçlı yı beğeniyorum
ÜSTÜME YAĞAN YILLAR
M.NİHAT MALKOÇ
Hayat üstümüze abanan çıngıraklı bir yılandır. Gölgesinde bin bir hayali barındıran yıllar, çıngıraklı yılanın desenleri misali hoş görünse de, ister istemez ürkütür bizi. Renk çizgileri içerisinde dalar gider gözlerimiz. Tonlar koyulaştıkça hissiyat karamsar, açıldıkça da iyimser bir hâle bürünür. Bir su misali, menziline koşar adım gider zaman. Tepeler ırak görünür yaklaştıkça.
Renk deyip geçmeyin sakın ola… Hayatın şeklini renkler tayin eder kanımca. Yaşamın keskin çizgileridir onlar. Pembeden ibaret değildir yaşamın tuvalindeki hâkim renk… Siyahın matemi yer yer sarar ruhumuzu derinden. Kırmızılar dikkat edilmesi gereken hassas geçiş noktalarıdır insanlık için… Hâl lisanıyla her an her şey olabilir mesajını iletirler beynimizin alıcılarına. Sarısı, moru, mavisi, beyazı da vardır ömrümüzün… Fakat hepsi gelip geçicidir. Şüphesiz ki hiçbir rengin saltanatı ilelebet değildir hayatımızda.
Renkler de gün gelir çekilir hayatımızdan… Buharlaşır pembenin o alımlı tonları. Rüzgârın ılık nefesi okşar aheste aheste büyüttüğümüz hayat ağacını. Gün gelir fırtınaya dönüşür rüzgârın şiddeti. Onca emekle bugünlere getirdiğimiz fidanlar, kırılır orta yerinden hiç beklenmedik bir anda. Demek ki fırtına yemeyen fidan, hayata tutunma kudretine sahip değildir. Bu böyle biline. Hayatın rotası öylece çizile.
Durum bundan ibaretken hayallerimizi ne kadar daha erteleyeceğiz bu köhne zaman ağacının koyulaşan gölgeleri altında. Düşlerimiz ne kadar daha direnecek yaşamın katran karası yalnızlığına? Ne zaman bitecek oradan oraya koşturmacamız? Kendimizi boy aynasında seyretmeye ve içimizdeki o ateşîn sesi duymaya vaktimiz kalacak mı? Gelecek günlerin telâşını bugünden duymak ne kadar gereksiz ve ağır bir yük. Gün yaşanandır aslında. Dünle yarın arasında sıkışan hayatımız ne zaman gül misali açılacak? Yarınların ağırlığını çekmez oldu gönül terazimiz. Yirmili yaşlarda, yetmişli yaşların elemini çekmeye mahkûm olmamalı yüreğimiz. Kime göre yetmiş, kime göre altmış yaş? ... Var mı bunun ortasını bulan? Bazılarına göre ömrün yarısı eden otuz beş yaş, kimilerinin nihaî demleri oluyorsa ne ifade eder hayatımızı parselleyen rakamlar? ...
Rakamlar büyüdükçe dünyadan uzaklaşıyor insan. Her boy atımı toprağa bir adım yaklaşmaktan öte ne ifade eder ki? ...Yukarı büyüdükçe hayata kuşbakışı baksak da bu dünyayla olan bağlarımızı gevşetiyoruz aslında. Sarıp sarmalamıyor bizi hayat eski sıcaklığında.
Yaşanmış günlere saklarız umutlarımızı. Gelir mi gelmez mi hesabını yapmayız bile. Bilmeyiz ömür defterimizde ne kadar beyaz sayfa kaldığını. İyi ki de bilmeyiz. Sona ramak kaldığını hisseden bir ruhun çırpınışlarını ve hayal kırıklıklarını düşünebiliyor musunuz? Geçen her bir dakika nasıl da bir kurşun misali düşer yüreğimizin orta yerine. Ötelere attığımız hayallerimizi yaşar mıyız bilmem. Ama bildiğim o ki, anı yaşamalı insan doyasıya dek. Ötesi yok bugünün. Yarın diye bir şey yoktur aslında.
Cemreler düşünce toprağa, tenimi alır bir titreme. Toprak ısındıkça üşür bedenim. Kanım akmaz olur damarlarımdan. Cemreler yüreğimdeki buzları eritmekten acizdir. Buzullar cemreleri dondurur aslında.
Kışın ortasında Ağrı Dağı’nın zirvesinde tir tir titreyen bir yetim çocuktan farksızdır yüreğim. Cemreler ısıtmıyor içimi. Ancak sevgi dolu tebessümler eritebilir içimdeki buzulları. Çünkü onlar nefretin soğuk ve sevimsiz tortularıdır. Ateşi su nasıl söndürürse içimdeki nefret buzlarını da ancak sevgi gülücükleri eritebilir.
Mevsimler, yalancı mevsimler… Yazı, kışı, hazanı, baharı… Ömrün güneşi kabul ettik baharı göğümüzde. Fakat kıştan kalma ayazlar yedik günün en taze ve diri demlerimde. O ayazlar ki kırdı körpecik dallarımızı. Demek yalancı bahar dedikleri buymuş. Nerden bilebilirdik bizi kıpır kıpır oynatan baharın yalancı olabileceğini. Yaşanmadan bilinmez hiçbir şey. Ödünç aldığımız nasihatler tez unutulur, netice vermez.
Doğumla ölüm arasında kurulmuş bir asma köprüdür yaşam. Ne sular akmıştır o köprünün altından. Akan sular asla geri dönmemiştir, dönmeyecek de. Azlar çoğa karışmıştır. Parçalar bütünü oluşturmuştur.
Köprünün altından akan sular birbirine benzese de aynı değillerdir. Hepsi de bir kez geçer aynı köprünün altından. Akarlar uzun uzadıya menzile doğru. Bir köprünün altından aynı damlanın iki kez geçmesi muhaldir. İnsan da öyledir bir bakıma. Damla misali bir kez geçer dünya sahnesinden. Geçiş o geçiştir. Filmin tekrarı yoktur. Başkaları çıkar sahneye peşi sıra. Böylece uzar gider uzun metrajlı filmler misali yaşam.
Doğumla ölüm arasında geçen süreye ömür diyoruz müştereken… Ağlayarak geldiğimiz bu koca ömür sahnesinden, ağlatarak çıkıyoruz pervasızca. Nerden bakarsan tezatlar yumağı gel gitlerimiz.
Yaşamak yürek ister ihanetlerin kol gezdiği bu çorak yamaçlarda. Prangalar vursalar da düşlerimize koparamazlar umutlarımızı yürek coğrafyamızdan. Umudun bittiği yerde yaşamak nefes almaktan öte ne ifade eder ki? .... Nefes almak can taşıdığımıza, yaşadığımıza delil olsa da insanca yaşadığımız manasına gelmez kanımca. Çünkü nefes insanlığın değil, canlılığın alâmetidir yalnızca. Varın siz ad verin bu yaşadıklarımıza.
E-mektup: [email protected]
kaybolan yıllarımı arar ağlarım
kaybolan ilkbaharımı arar ağlarım
'bu bir lisan-i hafidir ki ruha dolmakta
kızıl havaları seyret ki akşam olmakta! .'
Ahmet Haşim
kaldır kafanı, aç gözlerini, bu kadarrı yeter istiyosan dha fazlasınıda yapabilirsin ama akıllı ve birşeyleri kenarıya atmışsan bu kadarı kafidir hafi lisani ruhuna dolar akşam zaten yakın.. uç dakika beş dakika... beş dakika üç dakika.. bi kaç kez daha söylerken bunu bakmışsın binmişin otobüse. o yüzden vakit varken aç gözlerini! aç yüregiğini!
balikesirdeki son yilim
bi de gecen yil....
kaybolacak yıllar
bi baltaya sap olunmadan geçen yıllar
ne güzel sarkidir o...
Keşke 'Keşke' diye bir kelime dilimizde bulunmasaydı.
İnsanları pişmanlıklara itip üzmezdi.
Adamın biri iyice yaşlanmış..
Aynaya bakarken derin derin iç geçrmiş ve şöyle mırıldanmış;
' Hey gidi hey.. Nerede bizim zamanımızdaki aynalar...'
:-) Aynalar değişmez....
Vayyyyyyyyyy bea ne cilgin gunler idi tekrar geri gelse :) yine devam ediyor ama....
simdi bana kaybolan yillarimi geri verseler...