değişiyor sürekli işine gelene göre konuşuyor herkes kamu kim ki bir kamusal alan oluşturuyorlar bu kamusal alanda ki,mler yaziıyorda kamusal alan var bide acaba onlar insan değil mi yada farklı bir insanlar mı bunlar kimlerdir yani halktan insanlıktan ayrı bir grup mu? ? öncelikle şu kamu kendini iyicene bir açıklasın sonra da alanı nereleri kapsıyormuş tapusu elindemitmiş bu alanların göstersin ki ona göre tekrar hareket ederiz di mi ama! ....
kamusuna da alanına da bi sınır çizeceğim ben. ya nedir bu, saçmalık sapanlık diz boyu...? ! 'afedersin bacı senin dış görüntün adamları tahrik ettiği için alamayız seni içeri ' denilir mi de. zaten bu da gereksiz olurdu aynı fazla kapalı olduğunu iddia edenin alınmama uygulamasında olduğu gibi.
bireylerin evlerinden dışarı adım attıklarından itibaren, toplumsal anlamda paylaşılan her yer ve mekan.. aslında sadece bu değil.. kamusal alan yalnız uzamsal bir mekanı kapsamaz. mesela gazeteler, televizyon kanalları, internet,.. vb. gibi toplumun ortaklaşa kulandığı her türlü iletişim aracı da kamusal alana dahildir (iletişim derken, zaten onu da kastetmiş oluyoruz aslında) .. yani birilerinin anladığı gibi sadece resmi devlet daireleri değildir kamusal alan.. bilmiyorum haksız mıyım!
İki sıkımlık demokrasi Son AİHM kararı ile yeniden alevlenen türban tartışması, öyle kolayca sonuçlandırılabilecek bir tartışma değil. Çünkü türban da, imam-hatip liseleri de, ilk ve ortaöğretimde din dersleri konusu da, tek tek içinden çıkılabilecek, 'inanç özgürlüğü' çerçevesinde halledilebilecek konular değil. Aslında, hep, genel olarak din ve demokrasiyi tartışıyoruz, hiç yol alamıyoruz, o ayrı. Başından başlayalım, şimdiye kadar, demokrasi söz konusu olduğunda model olarak görmeye alıştığımız Batı demokrasileri, dinsel inanç ve pratiklerin halihazırda toplumsal ve bireysel hayatta geri çekilmiş, yani sekülerleşmiş toplumlarda yaşanan siyasi pratikler. Batı toplumlarında din ve demokrasi arasında gerilim olmamasının nedeni, sıkça iddia edildiği gibi, Hıristiyan dininin demokratik modele daha yatkın olması değil. Bunun nedeni, Batı'da, uzun ve kanlı bir çatışma sürecinin sonucunda, dinin ya toplumsal hayattan radikal bir şekilde el çektirilmiş olması ya da Protestanlaşma süreciyle modernleşmeye uyarlı hale gelmesidir. Ben, İslam coğrafyasında bu süreçler yaşanmak zorunda kalınmaksızın, demokrasilerin mümkün olduğunu düşünenlerdenim. Ancak, bu imkânın hayata geçmesi için, demokrasi üzerinde çok ciddi biçimde yeniden düşünmek, yeni konvansiyonlar üretmek zorundayız. Dinsel baskı öngörmeyen ancak, Müslümanların toplumsal taleplerini dikkate alan bir demokratik konvansiyon mümkün. Demokraside ısrarlı ve samimiysek bunu kurmak elimizde, yok aklımız dayatmaya yatıyorsa, o zaman boşuna nefes tüketmeyelim. Halihazırda, çözüm adına, açıkça dayatmadan yana olmayanlardan, kimisi 'kamusal alan', 'hizmet alan/hizmet veren' gibi kavramlar icat ediyor, kimisi 'dinsel reform' adı altında Protestanlaşma teklif ediyor. Açık konuşalım, bunlar da dayatma anlayışının farklı biçimleri. Yine açık konuşalım, inanmayan birisi için dinsel inanç ve onun gerekleri olan pratiklerin, son derece saçma olması gayet tabii. İnsanların, akıllarına hiç yatmayan inanış ve pratiklere karşı sempati duymalarının ve onları sonuna kadar desteklemelerinin zor olması da anlaşılır bir şey. Ancak demokrasi fikri tam da bu yüzden önemli; başkası için önemli ve anlamlı olan bir şeye saygı duymak ve onunla yaşamayı öğrenmek zorundayız. Dindar insanlardan bunu talep ederken herkes son derece rahat, aynı şeyi inanmayanlardan beklemekse son derece zor. Halbuki, inanmayan biri için din ne kadar saçma ise, inanan biri için de, inanmamak en az o kadar saçma, ilkel ve sığ bir yaşama biçimi. Buna rağmen aynı toplumsal hayatı paylaşacaksak, öncelikle her iki durumun da eşit konumda olduğunu algılamak zorundayız. Buna benzer şeyleri daha önce defalarca yazdım, tekrar tekrar yazmamın nedeni, bu istikamette olumlu yol almaktan uzak olmamızın ötesinde, durumun giderek daha vahim bir hal alması. Bakıyorum, Avrupa'da yaşanan yasaklama örneklerinin artmasıyla, Önceleri sadece demokrasi kaygıları fazla olmayanların kullandığı dil, artık demokratlık konusunda iddialı çevrelere de sirayet etmeye başladı. Özgürlük ve Demokrasi Partisi eski genel başkanı, ayetlerden seçmelerle İslam'ın aslında şiddete ne kadar yatkın olduğuna işaret edebiliyor. Saygın bir sol demokrat gazete olarak ortaya çıkan Birgün gazetesinde, İslam ve türban konusunda son derece seviyesiz ve saldırgan yazılar yayımlanıyor. Son olarak, Radikal İki'de, 'türbanın dayatma simgesi' olduğu ileri sürülüyor (Yüksel Işık, 11 Temmuz 2004) . Bu iddianın sahibi, 'Türban gibi simgeler, simge olmaktan çok çağrıştırdıkları yaşam biçimini herkese dayatmanın aracı haline dönüşmüş durumdadır' demiş. Nasıl yani? Cevabı yok! İki sıkımlık demokratlık da, AİHM'nin son derece tartışmalı kararı ile tükenmiş görünüyor. Demek ki, işimiz giderek daha zorlaşacak, şimdi de, her adımda, demokrasiyi 'Avrupa'ya ait her şey' olarak algılayan zihniyetin tezahürleri ayağımıza dolanmaya başlayacak. Kısacası, demokratikleşme açısından, tüm dünya için çok önemli bir dönemeçte, Üçüncü Dünya Batıcılığından öteye bir adım atamayacağız. Üzücü olan, farklı fikirlerin ifade edilmesi değil, farklı görüntüler altında dayatmacılığın çeşitlenerek gelişmesi. Nuray Mert(Radikal)
aslında bunu kamusal alana sormak gerekiyor sayın kamusal alan bu durum icin ne diyorsunuz, birileri sizin adınıza kararlar veriyor da? efendim? ses yok.. ben bir sey duyamıyorum, sizler? ne insanlık durumu ama.. önce bir sey icad eder, sonra da bir güzel tabu yaparız onu.. insanın önüne geciririz.
Kamu(herkes) 'nun mali olan devletin yine kamu tarafindan kullanilan hizmet kurumlari... Almancasi öffentlich (aciklik manasina geliyor) halka acik...
ama bizde nedense halka kapali olarak anlasiliyor.. toplumun %50'sinin onayladigi (ister simge olsun, ister ister gereklilik) bir seyin kamusal alana giremeyecegi söylenip duruyor... kamunun mali olan bir sey kamunun alanina nasil giremez? ...
logik a la tourqua (böle mi yazilir bu?)
Kamusal alan türkiyede anlasildigi haliyle etrafi dikenli tellerle cevrili, (kamudan yeteri kadar soyutlanamamis, ahali tavirli) amelelerin girmesi sakincali olan alanlar...
değişiyor sürekli işine gelene göre konuşuyor herkes kamu kim ki bir kamusal alan oluşturuyorlar bu kamusal alanda ki,mler yaziıyorda kamusal alan var bide acaba onlar insan değil mi yada farklı bir insanlar mı bunlar kimlerdir yani halktan insanlıktan ayrı bir grup mu? ? öncelikle şu kamu kendini iyicene bir açıklasın sonra da alanı nereleri kapsıyormuş tapusu elindemitmiş bu alanların göstersin ki ona göre tekrar hareket ederiz di mi ama! ....
yağmacıların, ikiyüzlülerin, devletten yanayız deyip arkasına geçenin...
Atütürkçü'yüz deyip Komünizm'i savunanın...
Ülke değerlerini hiçe sayanın...bir nefi toplanma kampı...
allahtan bu alan pek fazla geniş değil...hiç değil vebâ hastalığı bulaşmıyor bizlere...
Park ve Bahçeler Müdürlüğünün görev alanındaki yerler :)))
görünen o kii, sınırları tekrar çizilecek.......mi acaba? ? ? ...bekle ve gör! ...- ;)) ...:Pp
kamusuna da alanına da bi sınır çizeceğim ben. ya nedir bu, saçmalık sapanlık diz boyu...? !
'afedersin bacı senin dış görüntün adamları tahrik ettiği için alamayız seni içeri ' denilir mi de. zaten bu da gereksiz olurdu aynı fazla kapalı olduğunu iddia edenin alınmama uygulamasında olduğu gibi.
bireylerin evlerinden dışarı adım attıklarından itibaren, toplumsal anlamda paylaşılan her yer ve mekan.. aslında sadece bu değil.. kamusal alan yalnız uzamsal bir mekanı kapsamaz. mesela gazeteler, televizyon kanalları, internet,.. vb. gibi toplumun ortaklaşa kulandığı her türlü iletişim aracı da kamusal alana dahildir (iletişim derken, zaten onu da kastetmiş oluyoruz aslında) .. yani birilerinin anladığı gibi sadece resmi devlet daireleri değildir kamusal alan.. bilmiyorum haksız mıyım!
bu alana girdin mi bazı esprileri kapsama alanına çıkarmak gerekir ;))
birilerini bloke etmek için çekilmiş dikenli tel...
yüznumaralar kamusal alanlardanmıdır merak ettim
adam baya zengin hertaraf onun
basörtüsü taktiginiz an kamusal alandasinizdir.!
İki sıkımlık demokrasi
Son AİHM kararı ile yeniden alevlenen türban tartışması, öyle kolayca sonuçlandırılabilecek bir tartışma değil. Çünkü türban da, imam-hatip liseleri de, ilk ve ortaöğretimde din dersleri konusu da, tek tek içinden çıkılabilecek, 'inanç özgürlüğü' çerçevesinde halledilebilecek konular değil. Aslında, hep, genel olarak din ve demokrasiyi tartışıyoruz, hiç yol alamıyoruz, o ayrı.
Başından başlayalım, şimdiye kadar, demokrasi söz konusu olduğunda model olarak görmeye alıştığımız Batı demokrasileri, dinsel inanç ve pratiklerin halihazırda toplumsal ve bireysel hayatta geri çekilmiş, yani sekülerleşmiş
toplumlarda yaşanan siyasi pratikler. Batı toplumlarında din ve demokrasi arasında gerilim olmamasının nedeni, sıkça iddia edildiği gibi, Hıristiyan dininin demokratik modele daha yatkın olması değil. Bunun nedeni, Batı'da, uzun ve kanlı bir çatışma sürecinin sonucunda, dinin ya toplumsal hayattan radikal bir şekilde el çektirilmiş olması ya da Protestanlaşma süreciyle modernleşmeye uyarlı hale gelmesidir.
Ben, İslam coğrafyasında bu süreçler yaşanmak zorunda kalınmaksızın, demokrasilerin mümkün olduğunu düşünenlerdenim. Ancak, bu imkânın hayata geçmesi için, demokrasi üzerinde çok ciddi biçimde yeniden düşünmek, yeni konvansiyonlar üretmek zorundayız.
Dinsel baskı öngörmeyen ancak, Müslümanların toplumsal taleplerini dikkate alan bir demokratik konvansiyon mümkün. Demokraside ısrarlı ve samimiysek bunu kurmak elimizde, yok aklımız dayatmaya yatıyorsa, o zaman boşuna nefes tüketmeyelim.
Halihazırda, çözüm adına, açıkça dayatmadan yana olmayanlardan, kimisi 'kamusal alan', 'hizmet alan/hizmet veren' gibi kavramlar icat ediyor, kimisi 'dinsel reform' adı altında Protestanlaşma teklif ediyor. Açık konuşalım, bunlar da dayatma anlayışının farklı biçimleri. Yine açık konuşalım, inanmayan birisi için dinsel inanç ve onun gerekleri olan pratiklerin, son derece saçma olması gayet tabii. İnsanların, akıllarına hiç yatmayan inanış ve pratiklere karşı sempati duymalarının ve onları sonuna kadar desteklemelerinin zor olması da anlaşılır bir şey.
Ancak demokrasi fikri tam da bu yüzden önemli; başkası için önemli ve anlamlı olan bir şeye saygı duymak ve onunla yaşamayı öğrenmek zorundayız. Dindar insanlardan bunu talep ederken herkes son derece rahat, aynı şeyi inanmayanlardan beklemekse son derece zor. Halbuki, inanmayan biri için din ne kadar saçma ise, inanan biri için de, inanmamak en az o kadar saçma, ilkel ve sığ bir yaşama biçimi. Buna rağmen aynı toplumsal hayatı paylaşacaksak, öncelikle her iki durumun da eşit konumda olduğunu algılamak zorundayız.
Buna benzer şeyleri daha önce defalarca yazdım, tekrar tekrar yazmamın nedeni, bu istikamette olumlu yol almaktan uzak olmamızın ötesinde, durumun giderek daha vahim bir hal alması. Bakıyorum, Avrupa'da yaşanan yasaklama örneklerinin artmasıyla, Önceleri sadece demokrasi kaygıları fazla olmayanların kullandığı dil, artık demokratlık konusunda iddialı çevrelere de sirayet etmeye başladı. Özgürlük ve Demokrasi Partisi eski genel başkanı, ayetlerden seçmelerle İslam'ın aslında şiddete ne kadar yatkın olduğuna işaret edebiliyor. Saygın bir sol demokrat gazete olarak ortaya çıkan Birgün gazetesinde, İslam ve türban konusunda son derece seviyesiz ve saldırgan yazılar yayımlanıyor. Son olarak, Radikal İki'de,
'türbanın dayatma simgesi' olduğu ileri sürülüyor (Yüksel Işık, 11 Temmuz 2004) . Bu iddianın sahibi, 'Türban gibi simgeler, simge olmaktan çok çağrıştırdıkları yaşam biçimini herkese dayatmanın aracı haline dönüşmüş durumdadır' demiş. Nasıl yani? Cevabı yok!
İki sıkımlık demokratlık da, AİHM'nin son derece tartışmalı kararı ile tükenmiş görünüyor. Demek ki, işimiz giderek daha zorlaşacak, şimdi de, her adımda, demokrasiyi 'Avrupa'ya ait her şey' olarak algılayan zihniyetin tezahürleri ayağımıza dolanmaya başlayacak. Kısacası, demokratikleşme açısından, tüm dünya için çok önemli bir dönemeçte, Üçüncü Dünya Batıcılığından öteye bir adım atamayacağız. Üzücü olan, farklı fikirlerin ifade edilmesi değil, farklı görüntüler altında dayatmacılığın çeşitlenerek gelişmesi.
Nuray Mert(Radikal)
kamusal: halka yönelik, mahrem olmayan.
kamusal alan: halka için açık alan.
Suyu bulandırıyorsun muhabbeti...
aslında bunu kamusal alana sormak gerekiyor
sayın kamusal alan bu durum icin ne diyorsunuz, birileri sizin adınıza kararlar veriyor da?
efendim?
ses yok.. ben bir sey duyamıyorum, sizler?
ne insanlık durumu ama.. önce bir sey icad eder, sonra da bir güzel tabu yaparız onu.. insanın önüne geciririz.
son zamanlar baş örtülü girilebilinir mi...yoksa girilinemez mi...tartışmalarının odak noktası olan mekan...
nereler kamusal nereler değil..uzun bir müddet tartışılacak gibi duruyor...
Kamu(herkes) 'nun mali olan devletin yine kamu tarafindan kullanilan hizmet kurumlari...
Almancasi öffentlich (aciklik manasina geliyor) halka acik...
ama bizde nedense halka kapali olarak anlasiliyor..
toplumun %50'sinin onayladigi (ister simge olsun, ister ister gereklilik) bir seyin kamusal alana giremeyecegi söylenip duruyor...
kamunun mali olan bir sey kamunun alanina nasil giremez? ...
logik a la tourqua (böle mi yazilir bu?)
Kamusal alan türkiyede anlasildigi haliyle etrafi dikenli tellerle cevrili, (kamudan yeteri kadar soyutlanamamis, ahali tavirli) amelelerin girmesi sakincali olan alanlar...
adinin kamusal olmasi isin sasirtmacasidur...