Kültür Sanat Edebiyat Şiir

jean paul sartre sizce ne demek, jean paul sartre size neyi çağrıştırıyor?

jean paul sartre terimi Bengi Sağlam tarafından tarihinde eklendi

  • Düşler Şatosu
    Düşler Şatosu

    Varoluşçu felsefenin edebiyat alnınındaki yansımasıdır j.p.Sartre.
    İnsanın özgürlük sorunsalını çözmesi için var gücüyle yazmıştır.Ona göre 'insan özgürleştikçe insandır' diyebiliriz.

  • Serap Hatipoğlu
    Serap Hatipoğlu

    'Düşünce özgürlüğünden yoksun olmak düşündüğünü söyleyememek değil hiç düşünmemiş olmaktır..' SARTRE

  • Requiem For A Dreamm
    Requiem For A Dreamm

    'Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir. (Nobel Ödülünü reddederken) '

  • Emma Libertarian
    Emma Libertarian

    Varoluşculuk öncüsü.
    Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında özellikle Sartre'den bir şeyler
    çalınmış olması irdelenecek bir konu.

    İş başa düşüyor :)

  • Emma Libertarian
    Emma Libertarian

    Egzistansiyalizm, insan, değişim vs.

  • Emma Libertarian
    Emma Libertarian

    'Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir (1960 Nobel Ödülünü reddederken) '.

    Sartre

  • Emma Libertarian
    Emma Libertarian

    1980 de öldüğünde gazetelerde çıkan başlık şudur:

    Sartre öldü
    imza:tanrı

  • Emma Libertarian
    Emma Libertarian

    Modern Fransız edebiyatının en ünlü yazar ve felsefeci..
    Denemeci, eleştirmenci, çağının ana sorunlarını
    çözümlemeye çalışan bir düşünürdür..
    Egzistansiyalizmin en önemli temsilcisidir..her şeyin
    merkezine insanı yerleştirerek ateizmi körüklemiştir.

  • Çağrı Arslantaş
    Çağrı Arslantaş

    varolışçu marksist yazar ve felsefeci Fransız Edebiyatının yazarlarındandır

  • Selahattin Aykurt
    Selahattin Aykurt

    Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris - 15 Nisan 1980, Paris) , ünlü Fransız yazar ve filozoftur. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra, her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği Varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunların yanında Varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasal alandaki aktifligiyle 20. yüzyıl'a damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur. O, her şeyden önce bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca Fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir Entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur.

    yaşamı Babasını küçük yaşta kaybeden Sartre, annesinin ailesinin yanında büyüdü. Olgunluk sınavını Louis le Grand Lisesi'nde verdi. Daha sonraki eğitimini Ecole Normale Supérieure'de, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde devam ettirdi. Çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı ve 1928'de Simone de Beauvoir'la tanıştı. II.Dünya savaşı sırasında Almanlar tarafından hapse atılmasının sonrasında Direniş hareketine katıldı. Sinekler adlı ünlü oyunu bu koşullarda yazıldı ve sahnelendi. Aynı sekilde, Varlık ve Hiçlik adlı kendi felsefesini açıkladığı ünlü yapıtı da bu sırada yazıldı.(1943)

    1945 yılında öğretmenliği bıraktı ve ' Les Temps Modernes ' adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. Kitaplarının neredeyse tamamı edebi ve politik sorunları işleyen kuramsal metinler olarak şekillendi. Sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkamaya başladı. Soğuk savaş dönemi boyunca birçok eleştirisine rağmen Sovyetler Birliği'ni desteklemiş, Fransa'nın Cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştır. Çıkardığı dergi, bu bağlamda yoğun bir etkinlik göstermiştir.

    Sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Ödülünü geri çevirmiştir. Bunun hem yapıtlarına hem de politik konumuna zarar verecegini düşünmüştür. ' 121'lerin Bildirgesi ' olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961-1962 yılındaki büyük gösterilere katılmıştır. Ayrıca, 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russel Mahkemesi'nin de başkanlığını yapmıştır. Politik aktiviteleri giderek yoğunlaşmış ve giderek kendi iç-dönüşümleriyle birlikte şekillenmiştir. 1968 olayları Sartre'ın kendi fikirlerini ve geleneksel entelektüel konumlarını da sorguladığı bir dönem olmuştur. Sovyetler'in Prag'a müdahalesinin ve Fransa'daki öğrenci hareketlerinin üzerine, teorik politik alanı yeniden değerlendirmeye başlamış, 1973'te Liberation'u kurmuştur.

    1974 yılında Sartre'ın gözleri büyük oranda görmez oldu. Bu nedenle politik aktiviteleri yavaşladı, ama her zaman yine de Batı'nın Doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulundu ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı oldu. Bu tutumuyla, Aydınların yeri ve rolü konusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturdu.


    Sartre ve Beauvoir'in mezarıÖte yandan siyasal aktifliğinin onun edebi ve felsefi yönünü gölgelediği söylenemez. Sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başardı. 15 Nisan 1980'de Paris'te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından büyük değerde metinler bıraktı. Kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları başlıca; Özgürlügün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvar olarak belirtilebilir.

    Konu başlıkları [gizle]
    1 Sartre'ın Varoluşçuluğu
    2 Bulantı
    3 Varoluşçu Marksizm
    4 Sartre ve Aydın tavrı
    5 Kitapları
    6 Kaynak
    7 Dış bağlantılar



    Sartre'ın Varoluşçuluğu [değiştir]Varoluşçuluk, esas olarak 17. yüzyıldan beri var olmakla birlikte, gerçek ününü ve daha cok da popülaritesini Sartre ile birlikte kazanmıştır. 20.yüzyılda, Martin Heidegger gibi kendine özgü ve yetkin varoluşçu filozoflar sözkonusu olmakla birlikte, bir felsefe olarak varoluşçuluk asıl etkisini Albert Camus ve özellikle de Sartre ile birlikte göstermiştir. Sartre, varoluşçu felsefenin hem felsefi hem de siyasal alandaki taşıyıcısı, uygulayıcısı olmakla bir entelektüel ve filozof olarak ayrı bir yer edinmiştir.

    Varoluşçuluğun, geriye doğru gidildiğinde Blaise Pascal'a kadar uzayan bir geçmişe sahip olduğu görülür; bu belli bir sekilde anlasilan varolusculuk anlaminda bir felsefe egilimiidr elbette, yoksa varolusculugun argümanlarinin bir kismini, nüve halinde ya da perspektif düzleminde de olsa cok daha öncelerde, örnegin Sokrates felsefesinde, kutsal metinlerde vb, de bulunmaktadir. Ama bir felsefe egilimi larak Varolusculugu Pascal ile birlikte ele alip degerlendirmek yaygin bir tutumdur felsefe tarihi incelemelerinde.

    Daha sonralari, Soren Kierkegard tam olarak belli bir sekil verir varolusculugun anlasilmasinda. Buna göre dünyadaki insanin varolusu bir problematiktir ve felsefenin sorusturulmasi bunun üzerine yürütülmelidir. ise, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Varolusculuk öyleki hem edebiyat alaninda hem de felsefe alaninda etkili olmus ve cesitli sekillerde temsilcilerini bulmustur. Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Albert Camus, Dostoyevski varolusculuk dendiginde akla gelen ve modern varolusculugun temsilcileri olarak incelenen isimlerdir.

    Sartre'ın, varoluşçuluğunda ilk olarak görülen, insanın önceden-tanımlanmamış bir varlık olarak ele alınmasıdır. İnsan kendi yaşamını, ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını ve ne olacagını belirler. Bu, 'varoluş özden önce gelir' sözünün anlamıdır. İnsan önceden-zaten-belirlenmiş bir öze sahip değildir, daha çok o özünü kendi eyleyişleriyle gerçekleştirecek, yani varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya koyacaktır. Kahraman ya da alcak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur. Bu anlamda varoluşçu felsefede insanın etik bir varlık olarak sekillendirildiği, ama bununda siyasalı yadsımayan bir etik oldugu görülür. İnsan belirli bir bütünlügün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır yaşamı boyunca. İşte bu kararlar insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda Sartre varoluşçuluğu genelde sanıldığının aksine ve varoluşçu edebi metinlerde görülen karamsarlığa rağmen iyimser bir felsefe olarak değerlendirir. Özgürlük ve bağımlılık arasında tuhaf bir ilişki kurulur bu felsefede, öyleki, insan kendi özgürlüğüne de mahküm edilmiştir, denilir. Kendi kararlarıyla ve tercihleriyle özgürlügünü gerçekleştirmek zorundadır.

    Öte yandan varoluşçuluk belirtildigi gibi iyimser bir felsefedir ve özünde hümanisttir. Hümanizm Sartre'ın felsefesinde önemli bir yöndür. 20.yüzyılın ikinci yarısı özellikle Hümaizmin kuramsala ve felsefi olarak reddedilmesi ve eleştirilmesi olarak ortaya çıkmış olmasına ve bunların çoğunluğunun Fransa kaynaklı olmalarına rağmen, Sartre ısrarla, özgül bir şekilde anladığı anlamda Hümanizmi vurgular kendi felsefi konumunu ifade etmek için. Varoluşçuluk Hümanizmdir'der Sartre ve bu şekilde bir metni vardır.


    Bulantı [değiştir]Bulantı, Sartre'ın aynı adlı kitabı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sarte'ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. Dünyanın kendinde varlığı (' kendinde şey ') , insana bulantı duygusu verir; cünkü gerceklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar. Bilinç ise, ' kendi-için-şey ' dir, ve o hiçlikle ortaya konur. Sartre, felsefi olarak 'Varlık ve Hiçlik' kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı'da edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.

    Bulantı romanının kahramanı Antoine Roquentin'dir. İlk kez yerde gördügü bir taş parçasını eğilip almak istediğinde bunu yapamadığını farkeder; çünkü bu anda varolusun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başlar, varlıkların varoluşuna, doluluğuna karşı duyulan bir bulantı.Dünyanın özündeki kendinde anlamsız varlığı karşısında duyulan bir bulantı'dır bu. Sartre'a göre bu bulantı bizi varlıkların kendiliğinden varoluşlarından ve dolayısıyla anlamsızlıktan ayırır ve bilinçli bir varlık olma konumuna getirir.


    Varoluşçu Marksizm [değiştir]Sartre'a göre Marksizm esas itibariyle varoluşçu bir mantıkla degerlendirilebilir ve degerlendirilmelidir. Marksizm, yapısalcılık gibi kuramcı eğilimlerin iddialarının aksine özünde Hümanisttir; Marksizm hümanizmdir, der Sartre.

    Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde Sartre, varoluşçulukla Marksizmi karşılaştırarak değerlendirir ve Marksizmin, 'çağımızın aşılmaz bir felsefi ufku oldugu' saptamasını yapar. Bir Descartes ve Locke dönemi, bir Kant ve Hegel dönemi, ve son olarak bir Marx dönemi sözkonusudur Sartre'a göre. Bu temsilcilerin hepsi, bütün bir kültürün tarihsel ufkunu temsil ederler ve Marx bunların en yetkinleşmiş halidir. Tarihsel bir perspektif olarak Marksizmi kesin bir sekilde önerir ve 'insanlik tarihinin tek geçerli yorumu'nun Marksizm ya da Diyalektik Materyalizm olduğunu söyler. 'Hic olmazsa zamanımız icin'der Sartre, 'marksizm aşılamazdır'.


    Sartre ve Aydın tavrı [değiştir]Sartre, bir aydın ya da entelektüel olarak her zaman çok özel bir konumda durmuş, her zaman bu aydın konumu üzerinden tartışmalar yürütülemesine vesile olmuştur. Hem savunduğu hem de uyguladığı aydın tavrı, Sartre'ı entelektüeller arasında özel bir konumda tutar. Öyle ki, Sartre, hem tamamen özgürlükçü ve bağımsız bir konumda bulunup hem de sıkı bağlanımları gerektiren pek çok politik tavrı, tereddüte ya da tutarsızlığa düşmeksizin sergileyebilmiş ve zamanının bütün sorunları konusunda neredeyse aktif bir tavir sergileyebilmiştir.

    Bu bakımdan Sartre için, 'çağının tanığı ve vicdanı' diye söz edilmesi yanlış olmaz. Sartre'ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergiledigi aktif aydın tavrıdırda. Sartre, bu noktada kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştirmiş durumdadır.

    Sartre'ın anladığı ve savunduğu anlamda aydın, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavrıdır.

    Bu anlamda Sartre'ın bir bütün yaşam doğrultusu bu bakışın doğrulanmasıdır. Dolayısıyla da, Sarte'ın sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, varoluşçuluğun edebiyattaki yetkin temsilcisi olarak kabul edilen Dostoyevski'nin sözünü onaylar niteliktedir; 'her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur'. Bu söz Sartre'ın anladığı ve örneğini sergilediği anlamda Aydının tavrının da iyi bir açıklanması gibidir.


    Kitapları [değiştir]Varoluşçuluk, J.P.Sartre, Asım Bezirci, Say yayınları.
    Diyalektik Aklın Eleştirisi, Sartre.
    Edebiyat Nedir? , çeviren:Bertan Onaran, Payel yayınları.
    Sözcükler, çeviren:Bertan Onaran, Payel yayınları.
    Yazınsal Denemeler, Payel yayınları.
    Bulantı, çeviren:Selahattin Hilav, Can yayınları.
    İmgelem, çeviren:Alp Tümertekin, İthaki yayınları.
    Baudlaire, çeviren:Alp Tümertekin, İthaki yayınları.
    Ego'nun Aşkınlığı, çeviren:Serdar Rifat Kırkoğlu, Alkım yayınları.
    İş işten Geçti, çeviren:Zübeyir Bensen, Varlık yayınları.
    Varlık ve Hiçlik
    Duvar
    Akıl Çağı
    Tükeniş (bazıları Ruhun Ölümü bazıları da Yıkılış olarak çevirmiştir)

    PATİ[email protected]
    HARAMİ[email protected]

  • Mehmet
    Mehmet

    efsane adam..memeleketi fransayı işgal ederken memelekete rest çeken hümanist insan sevgisiyle dolu fikir adamı

  • Lanet Herif
    Lanet Herif

    varoluşçuluğla ve karşı duruşuyla üniversite yıllarımda beni etkileyen fransız filozoftur. varlığın oluşmakta olan olduğunu düşünür. okuduğum kitapların birinde kahramanı bir cafede otururken varlığını bir şarkıyla tamamlar.

    karşıduruşu da şudur: staline de fransa hükümetine de zulümlerinden dolayı başkaldırmıştır. cezayir direnişini bildirileriyle desteklemiş. tek başına basın bildirileri yapmıştır.

    diğer onurlu tavrı da nobel edebiyat ödülünü reddetmesidir.

  • Elif Karahisar
    Elif Karahisar

    ilgi cekici olan devrinin itibar gören herseyine fransiz kalmasi :)

  • Buket
    Buket

    altona mahpusları...

  • Eren Tamer
    Eren Tamer

    ödev demek
    üzgünüm çok metaryelist bir yaklaşım oldu ama şu an için sartre ye baktığımda ödevden başka bir şey gelmiyor aklıma...

  • Ekim Adalı
    Ekim Adalı

    Bir Aydın Tavrı: Jean Paul Sartre
    Aydın olmanın kült bir örneğine dönüşen Jean Paul Sartre, 21 Haziran 1905’te Paris’te doğdu. İlk romanı “Bulantı”yı 1938’de yayınladı. Bu ilk eserinde, felsefi düşüncelerini (varoluşçuluk) romanın başkahramanı Roguentin’in aracılığıyla dile getirdi. 1940’ta düşünce, eylem ve ilişkileri nedeniyle Naziler tarafından esir alındı ve bir Nazi toplama kampına götürüldü. Esaretten kurtuluşunun ardından faşizme karşı Fransız direniş hareketine katıldı. Bu süreçte bir yandan direniş cephesi içinde savaşırken diğer yandan da felsefi düşüncelerini anlattığı “Varlık ve Hiçlik”i yazdı.

    Sartre için anti-faşist direnişle, sanatsal üretim birbirinin karşısında şeyler değildi. Zira her ikisi de aydın olmanın doğal ve zorunlu sonucudur. Faşizmin hâkim olduğu koşullarda silah ve kalem birbirlerinin tamamlayıcısıdır. Ki düşünce ve davranış bütünselliği aydın olmanın olmazsa olmazları arasındadır.

    Aynı yıllarda bir başka varoluşçu düşünür Martin Heidegger ise Hitler’in danışmanlığını yapıyordu. Bugün felsefe tarihine, özel olarak da varoluşçuluğa ilgi duyanlar dışında kimse M. Heidegger ismini bilmez. Doğaldır. Zira Heidegger bir aydın değildir. Doğrudan ya da dolaylı biçimlerde zulmün yanında saf tutanlar aydın olamazlar…

    Sartre, II. Paylaşım Savaşı sonrası felsefi ve edebi etkinliklerine devam ederken aynı zamanda vatandaşı olduğu Fransız devletinin Cezayir’deki işgal ve zulmüne cepheden tavır aldı. Çünkü o, zulme karşı mazlumun yanında olmayı aydın sorumluluğunun bir gereği olarak görüyor ve buna uygun davranıyordu. Böyle davranmayanlara ise haklı olarak acımasızdı: “Bu savaşı yargılıyorsunuz ama hala Cezayir savaşçılarıyla dayanışma cesareti gösteremiyorsunuz” diyordu, bu savaşta taraf olmamaya çalışanlara.

    Kendi ifadesiyle “cellatlara saygı gösteren kurbanlardan tiksinen” Sartre, mazlumların cellatlara karşı şiddetini de haklı ve meşru görüyordu. Çünkü o, “insanın ‘insan olma’ adına sonuna kadar direndiği bir dünya”dan yanadır.

    Ve yine Sartre’a göre “Özgürlük direnmektir” zaten, başkalarının lütfuyla da özgür olunamaz. Bu çerçevede, zulme yönelen devrimci şiddetin “kendini yaratan insandan başka bir şey olmadığını” söyleyerek devrimci şiddeti de olumluyordu Sartre. Bu yanıyla da aydın tutarlılığına sahip olan Sartre ile “her türden şiddete karşı” olmayı ilke edinen “aydın” figürleri arasında uçurum olduğu gerçeği göze çarpar.

    Dostu Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri” kitabına yazdığı önsözde Emperyalist- kapitalist ülkelerin gerçeğine dair şöyle der Sartre: “… iyi biliyorsunuz ki, biz sömürücüleriz. İyi biliyorsunuz ki, biz kıtaların altınını ve diğer madenlerini, sonrada petrolünü aldık ve bunları yaşlı anavatanlarımıza götürdük. (…) Bizde ‘ insan olmak’ demek ‘sömürgeciliğin suç ortakları olmak’ demektir, değil mi ki ‘hepimiz’ bu sömürüden yararlandık.”

    Nobel Edebiyat Ödülü, Sartre’ın altını çizdiği bu sömürünün bir sonucuydu. Bu “ödül” 1964 yılında kendisine verildiğinde tereddütsüz reddetti. Sömürünün yarattığı kan ve gözyaşıyla ıslanmış bir ödüle ihtiyacı yoktu onun. “Aydın” misyonuyla ortalıkta dolaşıp, böylesi ödüller almaya teşne olanlarla Sartre arasındaki uçurumun derinliği büyüktür…

    ABD’nin Vietnam halkına yönelik saldırı, katliam ve işgalinin karşısında da Sartre vardı. Amerikan saldırganlığının katliam ve vahşetini gözler önüne sermek üzere oluşturulan (1966’da) Russel Mahkemesi’nin başındaki ismin Sartre olması da doğaldı. Ki Sartre’a göre “Gerçekleri vermek her zaman iyidir. Gerçekler devrimcidir. Kitlelerin gerçeği bilmeye hakları vardır.”

    Doğrudur, gerçek devrimcidir. Tam da bu nedenle egemenler gerçekliğin bilinmesini istemezler. Her türden araç ve biçimle gerçekleri saklamaya, çarpıtmaya ve kendi yakınlarının yaygınlaşmasını sağlamaya çalışırlar. Bu koşullarda aydının görevi muktedirlerin maskesini indirmek, yalanlarını açık etmek ve gerçekleri açıklamaktır. Sartre’ın hayatı boyunca yaptığı bu olmuştur…

    1970’li yılların Avrupa’sında irili-ufaklı anti-emperyalist, anti-kapitalist grubun eylemleri yaşanmaktadır. Alman emperyalizmini tahammülsüzleştiren bu grupların en dikkat çekeni RAF’tır. “Terörist” olmakla yaftalanan RAF üyelerine karşı Alman kontrgerillası yok etme operasyonlarına başlar. Bu operasyonlar sonucu birçok RAF üyesi tutsak düşer ve tecrit hücrelerine atılır. RAF’çıların politik düşünce ya da eylemlerine katılır ya da katılmazsınız ama vicdan sahibi bir insan, sorumluluk sahibi bir aydın olarak tecrit işkencesine karşı ne yaparsınız? Sorunun cevabını yine Sartre’ın pratiğinde buluruz. Sartre ilerleyen yaşına ve RAF’çıların hakkında estirilen “teröristler” yaygarasına aldırmaksızın, tecrit işkencesinin karşısında ve RAF tutsaklarının yanında bulunmayı, aydın sorumluluğunun bir gereği saydı. Bu çerçevede RAF tutsaklarına destek verdi, tecriti bir insanlık suçu olarak mahkûm etti ve hatta RAF tutsaklarını hapishanelerde ziyaret etmeye çalıştı. Sartre’ın bu tavrına bakınca, ülkemizde “aydın” geçinenlerin tecrit karşısındaki suskunluklarından hareketle aydın bilinci, vicdanı ve sorumluluğuna sahip olup olmadıklarını daha iyi görmek mümkün…

    Sonuç olarak 100 yaşına basan Sartre bir aydın olarak, hem de aydın olmanın ne olduğunun ölçütü olarak hala yaşıyor. Peki, yaşayan ülkemizin aydınları ne yapıyor?

    “…Karadır atları, kapkara
    Nallarında kapkara demir
    Pelerinlerinde parıldar
    Mürekkep ve mum lekeleri
    Ağlamak nerede, onlara nerede
    Hepsinin de kurşundan beyni…”
    (F. Garcia LORCA)

    İzolasyona karşı beş yıldır süren direnişin başlangıcından itibaren “ölmeyin, direnişi bırakın” çağrıları yapan “aydın” kişilerin, geçtiğimiz günlerde “koşulsuz silah bırakma” çağrısı yapmaları, kendi içinde “tutarlı” bir anlayışın ürünüdür. Ancak bu tutarlılığın aydın sorumluluğuna tekabül ettiği söylenemez. Zira aydın olmanın, aydın sorumluluğu taşımanın tarihten süzülüp gelen ölçütleri vardır. Örneğin; doğaya, topluma, tarihe ve insana dair gerçeklerin bilgisine ulaşmak ve bu gerçekleri açıklamak… Dolayısıyla ilerici düşüncelere sahip olmak… Haksızlığın karşısında olmak… Dolayısıyla zalimin karşısında ve mazlumun yanında saf tutmak… Zorbalık karşısında ilke ve düşüncelerinden vazgeçmemek… Dolayısıyla bu uğurda bedel ödemeyi göze almak…

    Tarihe aydın olarak geçen kişiliklerin tutumlarına bakarak özetlediğimiz bu ölçütlerin gereğini yapanlara aydın denilebilir ancak. Şeyh Bedreddin, Thomas More, Emile Zola, Jean Paul Sartre, Jean Genet, Ruhi Su, Hasan Hüseyin, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney gibi aydınların bu olgunun içini nasıl doldurdukları yaşayan birer örnektir. Bu örneklerin “sol”un tarihine yazılmış olması ise rastlantı değildir. Zira sol duruş ve düşünceler, aydın duruş ölçütleri olarak sıraladığımız özellikleri kapsar ve kendi doğasında barındırır…

    Ancak bozulan şeyler aslının aynısı olarak kalmazlar, başka bir şey olurlar. Dolayısıyla “sol”da yaşanan, yaşatılan ve yaşanması dayatılan bozulma, aydın olgusu içinde bir tür çürümeye tekabül etmiştir. Deyim yerindeyse solcu geçinen imamlar bozulunca, aydın geçinen cemaatte çürüme kaçınılmaz olmuştur…

    1980’lerden itibaren Sol’un maruz kaldığı iktidarsızlaştırma operasyonunun aydınlara yansıması iğdiş edilme olmuştur. Bir diğer ifadeyle, burjuvazinin fiziki ve ideolojik saldırıları karşısında tutunamayarak düzeniçileşen ÖDP gibi kimi “sol” kesimler, kendilerini artık sadece “aydın” addetmeye başlamıştı. Böylece, zaten sadece “aydın” olanların, burjuvazinin yedeğine düşeceği bir zemini de yaratmışlardır. Bu iki kesim giderek iç içe geçerek “sol” kavramının da, “aydın” olgusunun da içine etmişlerdir.

    İşte böylesi bir süreç sonunda imal edilen bu “aydın” gerçeği, iktidar ve halk güçlerinin karşı karşıya geldiği her çatışmada kendisini “üçüncü taraf” olarak ifade eder olmuştur. Bunun sol bir tutum ya da aydın tavrı olmadığı malum. Zira doğru ve yanlış, gerçek ve yalan, haklı ve haksız, zalim ve mazlum arasındaki karşıtlık ve çelişkide bir “üçüncü taraf” yoktur. Var olan ise, kendilerini “aydın” zanneden ya da bizim “aydın” sanmamız istenen bu kişilerin yanlışın, yalanın, haksızın ve zalimin yanında saf tutmasıdır. Ki zulme karşı direnen insanlara “direnmeyin” demenin başka bir anlamı ve açıklaması yoktur. Olamaz…

    Zalim ve mazlum arasında kendilerinin icat ettiği bir “Araf” tepesinde durmayı meşruiyet sanan böyleleri aydın sayılamaz. Ki sınıflar mücadelesinin “Araf”ı yoktur. Lenin’in dediği gibi; “Ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji… Burada ikisinin arasında bir şey yoktur. Bu nedenle sosyalist ideolojinin her küçümsenişi, ondan her uzaklaşma aynı zamanda burjuva ideolojisinin güçlendirilmesi demektir.”

    Kendilerini “üçüncü taraf” da ya da Araf’ta görenlerin bulunduğu yer, aslında zalimlerin safıdır. Ve bunların mazlumlara söyleyebildiği tek şey “size tokat atana diğer yanağınızı uzatın” düsturundan başka bir şey değildir. Eğer ki mazlumlar, bu ulemaları dinlemez ve kendilerine zulmedenlerin ellerini kırmaya kalkarlarsa, bu kişiler hep bir ağızdan bağırmaya başlarlar: “Her türden şiddete karşıyız”.

    Eğer 100 yaşına ulaşan Sartre bu kişileri duysaydı, herhalde “hepiniz katilsiniz” demekten geri durmazdı. Çünkü cellatlardan şefaat dilenmeyi vaaz eden bu kişiler, aslında bir tür katildir. Onlar, her şeyden önce aydın kişiliği ve kimliğini katlediyorlar. Ve böylece Beyaz Saray’ların bembeyaz bayraklı ulemalarına dönüşüyorlar. Ama halk, bayrakların beyazını değil, kırmızısını seçer her zaman.

  • Murat
    Murat

    büyük fransiz düşünürü..(bu büyüklük kriterleri ne merak ettim yahu insan neye göre büyük olur?)

    1964 MODEL! nobel edebiyat ödülü almış..!

    aha son yüzyIlda büyük kitleleri fikirleriyle etkilemeyi başarmış
    kriter 1 bu :)

    iyide ne düşünmüş bu herif bir kaç kitabi var ama hiç okumadim:(
    ilk uyanış
    tükenış gibi
    okumam gerek ki kriterleri bulim :))

  • Onur Umut
    Onur Umut

    ısınamadığım herif

  • Var Mısın?
    Var Mısın?

    ilk olarak nobel ödülünü kabul etmeyen fransız filozof

  • Var Mısın?
    Var Mısın?

    21 Haziran 1905'te Paris'te doğdu. Babası o çok küçük yaştayken öldü ve annesi de ailesinin yanına döndü. Sartre, hep örnek çocuk olarak gösterildi. La Rochelle Lisesi'ne devam etti, ama olgunluk sınavını Louis le Grand Lisesi'nde verdi. Eğitimini Ecole Normale Supérieure'de, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde sürdürdü.


    1929 yılında Simone de Beauvoir'la tanıştı. Çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı. 2. Dünya Savaşı sırasında, Almanlar tarafından hapse atıldı; hapisten çıktıktan sonra Direniş Hareketi'ne katıldı. 'Sinekler' adlı tiyatro oyunu, onun Direniş Hareketi'nde olduğunu bilmeyen Almanların izniyle oynandı (1943) . Aynı durum, 'Varlık ve Hiçlik' adlı oyununda da meydana geldi (1943) . Oyunlarının her ikisi de baskı karşıtıdır; 'Varlık ve Hiçlik'te Sartre, ilk kez felsefesini ortaya koydu.


    1945 yılında öğretmenliği bırakarak 'Les Temps Modernes' adlı edebi-politik dergiyi kurdu. Kitaplarının çoğunda edebi ve politik sorunları işledi. Savaş sonrası dönemde özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkan Sartre, eleştirilerini saklamasa da SSCB'ye destek veriyor, Fransa'nın Cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkanların başında geliyordu; Les Temps Modernes, sömürgelerdeki savaşlara karşı 1953'ten başlayıp, 1957'de yoğunlaşan bir savaş yürüttü.


    Sartre, '121'lerin Bildirgesi'ni imzaladı, 1961-62 yılındaki büyük gösterilere katıldı. 1964 yılında Nobel Ödülü'nü geri çevirdi; böylesi bir ödülün, yapıtlarının bütünlüğünü zedeleyeceğini düşünüyordu. 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russel Mahkemesi'nin de başkanlığını yaptı.


    1968 yılında, Sovyetler'in Prag'a müdahalesinin ve Fransa'daki öğrenci hareketlerinin üzerine, Sovyet sosyalizmini ve kendi klasik aydın tutumunu sorgulamaya girişti. O dönemde Maocularla da bir yakınlaşması oldu. 1973 yılında Liberation'u kurdu.


    1974 yılında gözleri büyük oranda görmez oldu, bu nedenle etkinliklerini yavaşlatarak, daha çok Doğu Ülkeleri üzerindeki baskıların sona erdirilmesi, insan haklarının korunması gibi konularda çalışmaya başladı. Pierre Victor'la (Benny Levy'nin takma adı) , aydının rolü, bireyin tarihteki yeri, şiddet ve kardeşlik konuları hakkında 'Pouvoir et liberté' adında bir yapıt hazırladı.


    Siyasal etkinliklerinin, yazar tarafını bazen maskelemiş olmasına karşın, Sartre, son derece düzenli bir zihinsel çalışma yürüterek, gününün altı saatini yazmaya verdi. Edebi nesne Sartre'a göre 'Yalnızca hareket halindeyken varolan bir topaçtır. Onu ortaya çıkarmak için, adına okumak denen somut bir eyleme ihtiyaç vardır.' Yazmak, okurun özgürlüğüne çağrıda bulunmaktır. Sartre, 15 Nisan 1980'de Paris'te öldü. Sartre'ın önemli kitapları arasında Özgürlüğün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvar sayılabilir; bunun yanı sıra, yayınlanmış ya da bitirilemeyerek yayınlanmamış birçok yapıtı vardır.


    Sartre'ın adıyla birlikte anılan varoluşçuluk, aslında 17. yüzyıldan beri vardır; Blaise Pascal'le başlar; ama Sokrates'in felsefesinde, hatta İncil'de varoluşçuluğun izlerinin bulunduğu düşünülürse, Pascal'i varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul etmek de doğru olmaz. Soren Kierkegard ise, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Nietzsche, Heidegger ve tabii Sartre varoluşçudurlar. Camus ve Dostoyevski de, diğer çok ünlü varoluşçu yazarlardır.


    Sartre, varoluşçuluğun iyimser bir felsefe olduğunu söyler; çünkü tüm insanlar birbirinin aynıdır; bir kahraman ya da bir alçak olmak tamamıyla onların elindedir; insan önceden-tanımlanmamıştır; ne bir kahraman olarak doğar, ne de bir alçak. Ama aynı felsefeye göre, insan varlığının durumuna da güvenmemelidir, çünkü o halde kalacağının hiçbir güvencesi yoktur. Özet olarak, Sartre insanın tek yazgısının, elinden geldiğince 'bağımlı' olmak olduğunu söyler. Bu da, kendini bütünün içinde düşünebilmekten geçer.

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    existansiyalizm