Kültür Sanat Edebiyat Şiir

istanbul sizce ne demek, istanbul size neyi çağrıştırıyor?

istanbul terimi tarafından tarihinde eklendi

  • İlkay Yıldız
    İlkay Yıldız

    ööfffffff dedirtio insana berbat kalabalık, heleki o halk otobüsleri insanın çileden çıkarıo

  • Stefan Wolf
    Stefan Wolf

    şehr-i azam..

  • Handan Çelik
    Handan Çelik

    Nazlı,güzel,güvenilmez ve vazgeçilmez bir kadın isanbul

  • Hulya Tufekcıoglu
    Hulya Tufekcıoglu

    tarihi anlamda çok güzel bir şehir ama herkesçe bu kadar önemsenmesi diğer şehirlerin gözardı edilmesi(örneğin rize,rizeliyim de :)) biraz can sıkıcı,bunun yanında trafiği insanı çileden çıkarıyorr

  • Gül Ela
    Gül Ela

    İstanbul aşktır, aşıkların diyarıdır....Herkes ona şiirler yazmıştır, acaba o kime aşıktır ;) ...

  • Devrim Kaya
    Devrim Kaya

    İstanbul yedi tepe
    Bir gün orada, bir gün burada arıyorum seni yine delice

  • Asuva Dans Pistinde
    Asuva Dans Pistinde

    önce kuş olduk uçtuk semaya sonra vurulduk düştük sevdayaaaaa

  • Suheyl Aygul
    Suheyl Aygul

    istanbul dokunulduğu zaman konuşan, bakıldığı zaman görünen, yaşadığınız zaman hissedilen bir kent. Belkide Napeleon'un dediği gibi dünya tek bir devlet olsaydı; istanbul başkent olurdu söylemindeki gibi kentlerin kraliçesi. Bu kentin çoğu zaman ışıltılı ve yaldızlı akşamlarını yaşayan birisi olarak istanbulu tanımanın tanımak olmadığını, özel planörle yukarıdan kuş açışı bakmanın ise kente yapılan işkenceyi görerek derinlemesine yaşanan bir hüznü paylaşmanın ötesine geçirmediğinı malesef gözlemledim. Bu kenti hafta içi yaşamak lazım, herkes plazalarında, işyerlerinde, okullarında kafalarını meşgul ederken bu kenti doyasıya yaşayan vapurlara yakın uçan bir martı, manolyaların, sinanın camilerinin avlularında dolaşan bir güvercin, park banklarında boğaza nazır oturarak kutu birasını turkuaz mavi sulara bakarak yudumlayan bir emekli olmak lazım. İstanbulu yaşamak için kısaca önce kafayı boşaltmalı ve sonra kentin herkesi kucaklayan ahtopot kollarına teslim olmalı..

  • Mehmet Kar
    Mehmet Kar

    istanbul en büyük aşkım
    varlığımın ispatı.

    istanbulu sevmeseydim kendimi yaşamamış sayardım
    daha liseden başlayan bir aşk bende.
    daha hiç görmeden sevdim ben onu kitaplardan tv'den

  • Mustafa Tahir Öncel
    Mustafa Tahir Öncel

    İstanbul ben için bir var olmak demektir.Hayatın zorluklarını birbir aşıp hayata dahada sıkıca bağlanmaktır.istanbul bu yönüyle bütün sıkıntılarımı alıyor.ve istanbul ile dahada içiçe olmaya başlıyorsunuz.
    Sanki istanbul sizin bir parçanızmış gibi oluyor. bütün gününüz istanbulla geçmeye başlıyor.

  • Gerek Yok
    Gerek Yok

    keşke istediğim bir şeyi sende bulamasaydım ya da istediğim herşeyi sen de kaybetmeseydim dedirten, ömür törpüsü..

  • Nurhan Guder
    Nurhan Guder

    uzak' a anlam katmış olmasıyla ünlü..nefret ettiğim şehir..
    sırf bu yüzden...

  • Filiz Kantarcı
    Filiz Kantarcı

    orda yaşayanların kaçmak için, hiç gidemeyenlerin yaşamak için özendiği, fatih'in fethiyle nice kalplerin kırıldığı tüm dünyanın sahip olmak istediği nandide bir ilimiz

  • Mehmet Kar
    Mehmet Kar

    Seviyoruz tabi kendisini
    sevmesek katlanırmıyız bu kadar çilesine

    istanbul'un uzaktayken değeri daha iyi anlaşılıyor
    o kadar kalabalık ki kaybolmak ne kolay içinde

  • İstanbul için

    NİSAN

    İmkansız şey
    Şiir yazmak,
    Aşıksan eğer;
    Ve yazmamak,
    Aylardan Nisansa

  • Selçuk Akçaören
    Selçuk Akçaören

    İstanbul ah İstanbul...
    İstanbulluktan çıkan istanbul...
    önceden varoşları bile saygıdeğer beyefendi olan İstanbulun artık insanı..
    yobaz patavatsız laf konuşmayı bilmeyen ayılarla doldu...
    İstanbul o kadar vefakarsınki...sana yapılan onca kötülüğe hainliğe rağmen her gelen insan bile diyemiyeceğimiz mahlukları bile kabul ediyorsun

  • Berna
    Berna

    istanbul anlatılmaz yaşanır.kalplerde saklanır

  • Kübra Özsoy
    Kübra Özsoy

    insanın kendini kaybetti şehir

  • Bahar Ks
    Bahar Ks

    İstanbul insanın içini adını söylediği an ürperten, heyecandan bacaklarını titreten,Boğaz'dan her gün geçsen bile hergün yeni bir zevki farkettiren, ve her bir martıyı gördüğünde İstanbul'da değilsen bile İstanbul'daymış gibi hissettirebilen tek şehir. Yedi tepe üzerine kurulmuş bir şaheser ne kadar pis de olsa gürültülüyse de seviyorum bu şehri hiç bir şehri sevmediğim gibi.

  • Sibel Sahtılı
    Sibel Sahtılı

    Ruhu olan, fethi müjdelenen muhteşem şehir

  • Nisa Nur
    Nisa Nur

    şah ı gülistan..
    sende şiir,sende gazel,sende nur,sende aşk,sende iz..
    bekleyen,beklenen sen..
    fatih sen..
    fetih sen..
    müjde sen..
    ille sen.. illede sen..

  • Kübra Özer
    Kübra Özer

    Şah-ı şehrim İstanbul...

    Şehirlere aşık olmuş şairler, nasıl derdim görene dek... Meğer şehirlere de aşık olabilirmiş insna,bir şehrin hasreti ile sızılanabilirmiş..

    Seni görenek dek ben ki dünyayı görmedim,denizi,çiçeği,ağacı,insanı,kumu, toprağı görmedim, seni görene dek...

    Seni görene dek hiç bir coğrafya da barınmadım yaşamadım, ekmek aş yemedim...

    Seni görene dek tarihi bilmedim, miladı kayıpmış yaşımın,bilmedim...

    Seni görene dek, Nazlanmadım ben, bir sultandım,edası kayıp....

    Seni görene dek martıları da hiç bilmedim, uçmayı da....

    Seni görene dek kendimi bilmedim....

    Seni gördüm....

    Vuruldum.... Senin sevdiğin, sevdiğinim....

    Senki şahı şehrim İstanbul'umsun....
    Kalbimşn aynası, ruhumun kıvrımlarından oluşan canım şehrimsin...

  • Polatt
    Polatt

    İstanbul'un Fethi Ve Ayasofya'nın Camiye Çevrilişi
    Doç. Dr. Said Öztürk


    Müslümanların İstanbul'u fetih arzuları çok erken tarihlerde başlamış idi. Hicri 52, miladi 672 yılında Hz. Muhammed'in mihmandarı olan Ebu Eyyub el - Ensari ile ile başlayan fetih hareketi, ancak onuncusunda yani Fatih Sultan Mehmed'in Bizans'a giriştiği son hamle ile neticelenecek, İstanbul Müslüman ordularına, Osmanlı askerine kapılarını açacaktır[1]. Bir kısım kaynaklar Emevilerle Abbasiler'in H.34/655-H.169/785 tarihleri arasında İstanbul'a beş sefer düzenledikleri, Osmanlıların ise, İstanbul'u yedi kere muhasara ettikleri ve yedincisinde fethettikleri kayıtlıdır[2]. Fatih'in Ayasofya ile ilgili en eski vakfiyelerinden birinde ' nice melikler bu işe el uzattılar. Her birinin zafere ulaşamadan geri döndükleri rivayet olunmaktadır. Kuvvet ve azamet sahibi eski sultanlar ve meliklerden 63 kişi bu beldeyi feth için çok miktarda asker topladılar. Muhkem ve büyük kuvvetlerle geldiler. Kuşatıp zorla ele geçirmek ve halkını esir etmek isteğiyle harb ettiler ise de... verdikleri zayiatla birlikte geri çekildiler '. Kaydı ile vu konuya işaret edilir [3].

    Son Bizans imparatorunun (XI. Konstantinos) ne cesareti, ne de enerjisi devleti yıkılmaktan kurtaramayacaktı. Fatih Sultan Mehmet, babası II. Murad'ın vefatından sonra (Şubat 1451) Bizans'ın son saatleri de yaklaşmış idi. Zira Bizans'a ait olan İstanbul, Osmanlı arazisinin tam kalbinde yer alıyor, Osmanlıların Anadolu ve Avrupa'daki topraklarını birbirinden ayırıyordu. Bu yabancı unsuru ortadan kaldırmak ve teşekkül etmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'na İstanbul ile sağlam bir devlet merkezi hediye etmek genç sultanın ilk hedefi idi. Tükenmez bir enerji ve büyük bir ihtiyat ve itina ile Bizans İmparatorluğu'nun başşehrinin fethi için hazırlandı. Boğaziçi'nde, şehrin hemen dibinde Rumeli Hisarı'nı inşa etti[4].

    O devirde Bizans mezhep kavgaları ile meşgul idi. İstanbul'un sukut edeceği bilindiği halde, mezhep ihtilafı sönmemişti. Bizans Tarihi yazarı Dukas, söz konusu mücadele hakkında şu çarpıcı beyanlarda bulunuyor;

    ' Mezhep kavgaları da nihayet bulmadı. Salâhiyetli ruhanilerin bu hususta takındıkları tavır zikre değer. Mesela günahlarını itiraf için bunlara müracaat eden hristiyanları, daha evvel katolik papazlarından Hz. İsa'nın kanını ve cesedini temsil eden ekmek ve şarabı alıp almadıklarını, birleşme taraftarı bir papazın icra eylediği ruhani ayinde bulunup bulunmadıklarını soruyorlardı. Şayet böyle bir hal vaki olmuş ise, bu husustaki kilise kanunları şiddetli ve manevi cezası ağır idi. Adet olduğu üzere kilise kanunlarına uyarak mukaddes ekmek ve şarabı almağa hak kazanan kimse, birleşme taraftarı papazlara müracaat etmezse, onlar tarafından ağır manevi cezaya müstahak olurdu. Birleşme taraftarı papazlar Ortodoksluk taraftarı olan papazlar hakkında bunların papaz olmadıklarını, takdim ettikleri şeylerin sahih ve hakiki olmadıklarını söylüyorlardı. Ortodoks papazlar, bir cenazeye veya bir ölünün ruhunun istirahatı için yapılan ayine davet olunduğu zaman, bu merasimlerde birleşme taraftarı bir papaz görününce, Ortodoks papaz hemen ruhani elbisesini çıkarır ve yangından kaçar gibi oradan uzaklaşırdı. Büyük kilise (Ayasofya) şeytanların ilticagahı ve putperestlerin mabedi telakki ediliyordu. Nerede o mumlar, nerede o kandillerdeki yağlar? Her şey zulmet içinde, hiç müteessir olmuyordu, mukaddes mâbed viran bir hal almıştı. Bu hal, şehir halkının dini hükümlere muhalefet ve tecavüzleri dolayısıyla, bir müddet sonra mâbedin düşeceği harap vaziyeti daha evvelden gösteriyordu. Genadios ise, hücresinde va'z ediyor ve birleşmeğe taraftar olanları tel'in ediyordu '[5].

    Dukas devamla diyor ki; Genadios her gün birleşme taraftarları aleyhine vaz etmekten ve yazılar yazmaktan geri kalmıyordu...Senatodan baş amiral büyük duka, Genadios ile hem fikirdi ve işbirliği yapıyorlardı. İstanbul'un aleyhine toplanmış olan sayısız Türk askerlerini gören halka hitaben bu büyük duka Latinler aleyhine şunları söylemeğe cesaret etti; İstanbul'un içinde Türk sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten daha iyidir[6]. Dukas'ın büyük duka dediği şahıs Bizans Devleti'nin en saygın kişilerinden Leon Notaras idi[7].

    Ayasofya'ya mağara ve rafizilerin mezbahı adı veriliyor, içinde kiliselerin birleşmesi taraftarları olanlar tarafından ruhani ayin icra olunduğundan kirlenmemek için Dukas'a göre hiçbir Bizanslı bu mâbede girmiyordu[8].

    Bizans, ahlaki bakımdan da tamamen çökmüştü. Bu durum karşısında İstanbul'un müdafaası doğudaki ticari menfaatlerini kaybetme korkusu içinde bulunan Latinlere bırakılmıştı.

    Tahta çıkınca ilk işinin İstanbul'un fethi olacağı şayiası daha şehzadeliği zamanından beri duyulan Fatih tahta çıkınca Bizanslılar derin bir teessüre kapılmışlar, son Bizans imparatoru Konstantinos Dragasis, hristiyanlık namına Papa Beşinci Nicolas (Nikola) 'dan imdat dilemiş, hatta asırlardır birbirine düşman olan İstanbul ve Roma kiliselerinin birleştirilmesine bile razı olmuştur. Batılı kaynaklarda göre papa İstanbul'a yardım kuvvetleri yerine iki mezhebi birleştirecek bir kardinalden başka bir şey göndermemiş olmakla tenkit edilir. Aslen Selanikli veyahut Moralı bir Rum olduğu rivayet edilen kardinal İsidore (İzidor) büyük bir gemiye iki yüz İtalyan askeri doldurarak İstanbul'a gelmiş, 30 Zilkade 856 /12 Ocak 1452 (12 Aralık 1452 bk Ostrogorsky, s. 523) günü Ayasofya kilisesinde imparatorla devlet erkanı da hazır bulunduğu halde büyük bir ayin yaparak Rum patriği Grigorios Mammas'la beraber Ortodoks ve Katolik mezheplerinin birleştirildiğini ilan etmiştir. Mezheplerine vatanlarından çok fazla bağlı olan Bizanslılar imparatorun bu faaliyetini küfür saymışlar ve İstanbul sokaklarında Türk sarığı görmeyi kardinal şapkası görmeye tercih ettiklerini konuşmaya başlamışlardır. Bizans imparatoru Avrupa katolikliğine gösterdiği fedakarlığın karşılığını görememiş, hemen hiçbir yardım alamamış, netice itibariyle kendi tebaası arasına bir tefrika sokmuş ya da mevcut olan bir tefrikayı alevlendirmiştir. İmparator bu buhran içinde yapabildiği tek şey surları onarmak, Adaları tahkim etmek ve şehre erzak yığmak olmuştur[9].

    Dukas'ın anlattıklarına bakılırsa, İstanbul'un fethinin yaklaştığını ve şehrin düşeceğini anlayan yerli halk, bütün kadın ve erkekler, rahip ve rahibeler Büyük Kilise'ye yani Ayasofya'ya sığınmışlar, iltica etmişlerdi. Bunun sebebi şu idi; Çok seneden beri şehir halkına bazı yalancı falcılar istikbalde şehrin Türklere teslim olunacağını, bu Türklerin askeri kuvvetle şehre gireceklerini, Bizanslıları keseceklerini ve Türklerin bu yürüyüşlerinin büyük Konstantin'in sütununa (Çemberlitaş) kadar varacağını, ondan sonra gökten bir meleğin elinde kılıç olarak ineceğini ve bu melek, sütunun yanında bulunacak olan ismi meçhul sadedil ve fakir bir adama imparatorluğu ve kılıcı vererek ona; Bu kılıcı al ve Allah'ın kavminin intikamını al diyeceğini, o zaman Türklerin geri gideceklerini, Bizanslıların bunları takip ve telef edeceklerini, bunların şehirden, garptan ve şark yerlerinden İran hudutlarında bulunan bir yere kadar kovulacaklarını söylüyorlardı. Bazı kimseler yukarıda bahsedilenlere inanarak bunların vaki olacağı kanaatiyle koşuyorlar ve başkalarını da koşmağa teşvik ediyorlardı. Bunların kanaati böyleydi ve bugün vuku bulmakta olan hadiseler, esasen çok seneden beri kafalarında yer etmişti. Yani Stavros (Çemberlitaş) sütununu geçecek olursak, gelecek felaketi atlatırız diyorlardı. İşte bu sebepten halk Ayasofya'ya sığınıyordu. Bir saat içinde o muazzam mâbed tamamıyla erkek ve kadınlarla dolmuş idi. Mâbedin alt ve üst katları, avluları ve her bir yeri sayısız halk tarafından işgal edilmişti. Mâbed dolduktan sonra, içerdekiler kapıları kapadılar; kurtuluşlarını mâbedin kerametinden bekliyorlardı[10].

    İstanbul'un fethinden bir gün önce Ayasofya'da imparatorun, bütün devlet ve saray erkanının göz yaşlarıyla katıldığı büyük bir ayin yapılır. Bu Ayasofya'da yapılan son ayindir. Ayrıca sokaklardan papazların idare ettiği ayin alayları geçirilmiş, bütün halk bu alaylara katılmış, İstanbul'un içi ' Kyrie eleison ' yani Ya Rabbi bize merhamet et dualarıyla çınlamış, kadın ve çocukların vaveylaları içinde yoluna devam eden alay surlara kadar ilerleyerek Bizans'ın son tahkimatını takdis etmişlerdir. İmparator, Bizanslıları mukavemete teşvik eden son nutkunda Şarki Roma'nın uzun bir inhitat ahlaksızlığından sonra bu akıbete layık olduğunu belirten ' eğer bu tavsiyelerime riayet edecek olursanız Allah'ın bize yolladığı haklı cezadan belki kurtuluruz ' sözünü ifade etmiştir[11].

    Türkler İstanbul'u zaptettikleri zaman (29 mayıs 1453) müdafaasız halk kiliseye sığınmıştı. Halk şu inancı taşıyordu; Türkler Büyük Konstantin sütununun yanına kadar geldiklerinde gökte bir melek zuhur edecek ve bunu gören Türkler bir daha dönmemek üzere Asya'da ki vatanlarına (İran sınırı) çekileceklerdi. Fakat Türkler gelmişler mabedin kapılarını açarak içeri girmişler ve orada korkudan birbiri üstüne yığılmış olan erkek ve kadınları esir etmişlerdir[12]. Burada cebren içeri girmek mecburiyetinde kalan Türk askerleri hiç kimsenin hayatına dokunmamış ve yalnız esir almakla yetinmişlerdir. Türk ordusu değil Ayasofya'ya sığınanları öldürmek, İstanbul'a girdiği vakit Fernand Grenard'ın ifadesiyle yalnız silahla mukavemet gösterenleri ve vaziyetleri şüpheli görülenleri öldürmüşler, mütebakisini esir etmişlerdir. Bizans Rumları katliama maruz kalmamıştır[13]. Hayrullah Efendi tarihinde ' şehir içine girildikten başka imparatorun ölümü haberi duyulunca asker ve halktan bir çoğu Venedik gemilerine binip kaçmak için Samatya, Ahırkapı ve Kadırga Limanı taraflarına koştuklarından diğer taraflarda az kimse kalmıştı. Bundan başka ahalinin çoğu kiliselere kapandığından çok can kaybı olmadığını, bir çoğunun da savaş esiri olarak sağ yakalandıklarından iki bin kişiden fazla insanın ölmediğini...' belirtir[14].

    Kapılarını kırıp Ayasofya'ya giren Fatih'in askerlerinin yaptıklarını abartılı bir şekilde anlatan Dukas, mâbedin içinde hiçbir şey bırakmadılar der[15]. Daha sonra Hammer, Lamartine, Kont Segür, Dimitri Kantemir ve benzeri Avrupa tarihçileri ve yazarları da taassuba dayanan, gerçek dışı saldırılarda bulunmuşlar, okuyucularını yanıltmışlardır[16]. Ayasofya da dahil sanat ve kültür eserlerini tahrip edenler Türkler değil, bir kısım batılı kaynakların da teslim ettiği gibi, Türklerden iki buçuk asır önce İstanbul'u Bizanslılardan zaptetmiş olan Avrupa Haçlılarıdır. Şurası unutulmamalıdır ki, Osmanlılar Ayasofya'nın çan kulesini bile yıkmamışlardır[17]. 1847-1849 yılları arasında gerçekleşen tamirde İsviçreli mimarlar Bizans devri mozayiklerinin hâlâ çok iyi durumda olduğunu görmüşlerdi. Eğer Türkler tahripkar davransaydı mozayiklerden eser bile kalmazdı[18]. Rus müelliflerinden Uspenski sanat ve kültür eserlerine karşı Müslüman Türklerin 1204 Haçlılarından bin kat insaflı ve insanca davranmış olduklarını söyler. Bir çok batılı tarihçi de Müslümanların Kudüs'e girdiklerinde orada ki Hristiyanlara, kendilerini İsa'nın askerleri sayan İstanbul'u talan eden bu adamlardan daha bir insanca davrandıklarını yazarlar. Ortaçağda yaşamış Fransız tarihçi Villehardouin 1204 Haçlı yağmasını ' Dünya yaratıldı yaratılalı bir kentten bu kadar çok ganimet kazanılmamıştır ' diye anlatır. Zaten harap ve perişan bir halde olan İstanbul'u alan Fatih, derhal imar faaliyetlerine başlamıştır. Türk fethi Bizansı yıkmış ama İstanbul'u kurtarmıştır[19]. Tarih - i Ebu'l-Feth yazarı Tursun Bey eserinde İstanbul daru'l-eman oldu, Fatih Ayasofya'ya geldiğinde ' bu binay - ı hasînün tevabi ve levahıkın harab u yebab gördi ' der ve Ayasofya'yı ve surları onardığını belirtir[20].

    Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet adlı eserinde 1204 yılındaki Latin yağmasına değinirken barbarlarınkinden çok daha korkunç katliâma ve yağmaya giriştiklerini, yüzyıllardır biriktirilen defineler, hazineler yağmalandığını; kiliseler, manastırlar, evler, soyulup soğana çevrildiğini; Ayasofya'nın tamamen soyulup boşaltıldığını; kutsal vazolar içki kadehleri olarak kullanıldığını, mihrabı yaktıklarını, kilisede değer taşıyan ne varsa parça parça edip aralarında paylaştıklarını, aldıkları bu değerli eşyayı yüklemek için atlarını ve katırlarını kilisenin içine kadar getridiklerini, hayvanlar gibi davranıp bütün kadın ve kızların, rahibelerin ırzına geçtiklerini belirtir[21].

    Sadece Ayasofya'da bile her asırda bir Türk eseri buluyoruz. Her devirde camiiye bir Türk eseri katılmıştır. Müştemilatıyla binayı bu zaviyeden değerlendirdiğimizde Türk eserleri yarıdan fazlayı bulur. Süheyl Ünver, Ayasofya'nın pek çabuk olarak medresesi ile, türbeleri ile ve Mahmud I in kurduğu pek zarif kütüphanesi ile, mahfelleri ile, şadırvanıyla, sebiliyle, ilk mektebi ile muvakkıthanesi ile en mühim İslami sitelerimizden biri olmuştur der[22].

    Türklerin Ayasofya'ya girişlerine şahit olanlardan hiç biri sonraları çıkan rivayetlerde olduğu gibi, o vakit bir katl - i âmdan ve mabede karşı bir hürmetsizlik ve tecavüz yapıldığından bahsetmezler[23]. Bu müfterilerden biri olan ve Ayasofya'nın minarelerinin yıktırılmasını, Rusların İstanbul'u alıp haçı dikmesini hararetle savunan muasır tarihçilerden Schlumberger hiçbir kaynak göstermeden Ayasofya içinde bile katliam olduğunu belirtir[24].

    Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet adlı eserinde, öyle görünüyor ki büyük kilisede çok az kan döküldü. Türkler orada bulunanları tutuklayıp sonradan köle yapmakla yetindiler der. Yine aynı yazar Fatih'in akşam sivillerin tutuklanmasının durdurulmasını ve yağmalamaya son verilmesini emrettiğini, orduya mensup her kişiye, her askere kent halkını, kadınları ve çocukları öldürmeyi veya köle almayı da bunlara karşı kötü davranılmasını yasaklıyorum. Bu emre karşı gelen herkes öldürülecektir dediğini nakleder[25]. Osmanlılar merhametli davranmayı kan dökmeye tercih etmişlerdir. Ayasofya sahasını hiçbir katl veya idam lekesi kirletmemiştir[26]. Voltaire, İstanbul'un zabtı sırasında bazı tarihçiler tarafından Osmanlılar tarafından ahaliye karşı yapıldığı belirtilen saldırıları ve bu saldırılara karşı gösterildiği rivayet edilen salabet ve hoşgörüyü reddetmiştir[27]. Lamartine bütün saldırıları ile beraber şu gerçeği aktarmadan geçememiştir. Ünlü tarihçi Phranzes'den naklen şöyle diyor; ... rahibelerin, annelerinden ayrı düşmüş çocukların, kendi çocuklarından ayrılmış annelerin feryat ve figanlarını merhamet gözüyle gören Osmanlılar bu hazin duruma üzülüyorlardı[28].

    Fatih, umumiyetle rivayet olunduğu gibi, at üzerinde değil, fakat yaya olarak kiliseye girmiş ve müezzine ezan okutarak maiyeti ile beraber namaz kılmıştır[29]. Maalesef ünlü ressam Delacroix, Paris Louvre Müzesinde bulunan Fatih'in Ayasofya'ya girişini temsil eden tablosunda sultanı atıyla mabede girer gibi göstermiştir. Hata etmiştir. Fatih Ayasofya'ya girince secde - i şükrana kapanmış, iki rekat namaz kılmış, ilk ezanın da bu sırada okunduğu rivayet edilmiştir[30].

    Fatih düzenlenen tören alayı ile şehre girince kuvvetli rivayete göre doğruca Ayasofya'ya gitmiştir. Tursun Bey, Ayasofya nam kiliseyi görmeye rağbet etti der. Müverrih Âlî, ' Fatih'in hemen şehre girmesindeki isticali Ayasofya nam kenise - i azimeyi mâbed - i ehl - i İslam etmeğe mütehâlik ' olduğunu söylüyor ve devamla mâbed - i kadime doğru yöneldiklerini belirtiyor. Osmanlı Türklerinde bir gelenek olarak devam eden, asırlardır tatbik edilen bir kural vardır. Bu kural bir memleket veya kale fethedildiği vakit ordu içeriye girip burçlara bayrak çekerken surların üstünde ezan sesleri yükselir ve şehrin en büyük kilisesi derhal camiye tahvil edildikten sonra ilk Cuma namazı bu ilk camiide kılınırdı. Bu tarihi ve milli an'ane gereği Fatih vakit geçirmeden Ayasofya'yı camiiye tahvil etmek gayesiyle Ayasofya'ya yönelmiştir. Fatih buraya gelince atından inerek yaya olarak içeriye girmiştir. Burada belirtmek gerekir ki Fatih at üzerinde değil yaya olarak mâbede girmiştir. Fatih mâbedin azametini görünce hayran kalmıştır. O sırada bir Türk askerinin mabedin mermerlerinden birisini kırmakta olduğunu görünce Fatih, bu tahribatı neden yaptığını sormuş, o asker de din için yaptığını söylemiştir. Fatih bu askerin tahribatına mani olmuş, askeri yakın koruma dışarı çıkarmıştır. Fatih burada ' servet ve esirler size yeter, şehrin binaları bana aittir ' der[31].

    Yanında bulunan bazı İtalyan ve Rumlar'ın rivayetine göre Fatih, mozaiklerin sökülmesi teşebbüsünde bulunan mimarlara hitaben; ' Durunuz! Bu mozaik resimleri günaha sebep olmamaları için bir kireç tabakasıyla örtmekle yetininiz! Fevkâlâde olan bu kakmaları koparmayınız ' demiştir[32]. 1930'lı yıllarda Amerikan Bizans Ensititüsü namına Ayasofya mozayiklerini araştırmakla görevli Thomas Whittemore ' bu mozayiklerin hiç birinde insan tarafından tahribat ika edildiğine ait bir iz görülmemiştir. Hatta binanın her tarafında yüzlerce haçlar hiç bozulmadan kalmış olup binanın uzun müddet Türkler tarafından muhafaza edildiğine şehadet etmektedir '[33].

    Ayasofya İstanbul'un fethinde usulden olduğu üzere şehrin büyük kilisesi olarak camiye çevrildi. Tursun Bey'in ifadesine göre kubbeye kadar çıkan Fatih Sultan Mehmet binanın ve çevresinin harap görüntüsü karşısında meşhur Farsça beytini söylemiştir. Tursun Bey, Fatih Ayasofya'ya girdiğinde ' vakta ki bu binay - ı hasisün tevabi ve levahikin harab u yebab gördü ' der ve Sadî'nin şu meşhur Farsça beytini söylediğini rivayet eder;

  • Mücahit Sezgin
    Mücahit Sezgin

    İstanbul sevgili gibidir.Birlikteyken kaçmak istersin,ayrı kalıncada çok özlersin...

  • Murat Pars
    Murat Pars

    oy zalım zalım zalım..
    başımda zulüm..
    bırak git ölüm..

  • Serpil Başar
    Serpil Başar

    Çocuğunu asma köprüde sallayan
    bir annedir İstanbul
    ki onun
    içi süt dolu
    biberonudur Kız Kulesi
    soğusun diye suya tutulan........

    (alıntı) .

  • Badegül Mirzaoğlu
    Badegül Mirzaoğlu

    Dünyanın en güzel şehrini... ve ddiyorum ki: İstanbul Lâlesine Sahip Çıkalım...

  • Tuba Ünsal
    Tuba Ünsal

    istanbul..

    asık oldugum...

  • Raşit Özdemir
    Raşit Özdemir

    içinde olduğum
    içimde olan

  • Raşit Özdemir
    Raşit Özdemir

    üzerimde ki en güzel örtü