şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi taşınacak suyu göster,kırılacak odunu kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde bileyim hangi suyun sakasındayım ya rabbelalemin tütmesi gereken ocak nerede? ?
Sarardın üzüntüden, üç gün ağladın baktım gözlerine şıçramış halkın gözleri incesin bardakta bir karanfile benzemiyor inceliğin serçeler sekmiyor hayır, dudaklarında ham demirden bir çanakta dövülmüş otlar olur ısınmış taşlar olur yazları geceleyin sazlar kanımda Çiçek Dağı'nı vurur doldurur öylece göz yerlerimi inceliğin
Tenimde iz bırakmış kar kokusu terli, muğlak adamların hevesleriyle harman edilmiş tenim sevinçler artırmışım çiçekli ve çiçeksiz bütün dağlardan. Sarhoşken bağrıma akıtılan yıldızlar özümü çekip ayırmış avuntulardan. Şimdi sana bakıyorum, kalabalık gözlerin ağlamasan bizi utandıracak sanki dünya Valentina Tereşkova ve çekik gözlü kadın komandolar çünkü üç gün beslendiler senin gözyaşlarınla.
Sen ağlarken azığımız çoğaldı elledik halkın ağrılarını cesurca ağlamasan kök inatla kavramıyor toprağı boş umutlar içinde pervasız büyüyor kir ağlıyorsun ihanete karşı şavkıyor pıçak bir pıçak ki sevgilim, Sürmene işidir.
Bir şehrin uzak semtleri gibi gözlerin üzgün, kara, ayaklanmaya hazır ben yaralar kuşanıp katılırım onlara onlara katılırım yedek mermi ve şarkılar alarak seni alırım sonra her bir yanım çağıldar bir oyuna kalkarız sıkılmış yumruklarla yazarız duvarlara fırtınalı yazılar. Bir gün burda, bu kalktığımız yerde kendini yaşamakla taşıran bir güneş kabarcığı zonklayan bir atardamar olduğu anlaşılır el tutuşmuş çocuklar ki o zaman senin gözyaşlarını heyecanla kapışır.
Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka sonuçları bir bir gözden geçiriyorum pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can madenlerin buharından elde edilen büyü bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular nelerse ki yaşamak sözünü asi kılan nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala. Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında çapraştım, and içip ayna kırdım doğadan bir vahiy bekledimse boşuna baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın. Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.
'..hicbir mesru yani kalmamisti hayatimin....' Siire Ozel'le tanismak benim bahtsizligim....i.ö.ö. ve de i.ö.s. sonrasi var benim icin: ismet ozel oncesi ve sonrasi.....ondan sonra baskaca siir okuyamaz oldum.herhalde biz daha samanizme inanirken yasiyor olsaydik; bassaman o olurdu...cunku oyle bir efsunlu dunyaya atim atar ki siiriyle sirlara karisiriz orda....kendi insan olusumuz muammaya donustukce...sarhos olur....bir tutsu yakmiscasina sozun etrafinda meclis...kisacasi leyla oluruz... Evet..gucunu sadece ve sadece siirin atmosferinden alir ismet ozel...kurgusu oylesine saglam ve birebir kelimedeki seciciligi oylesine ahenk icredir ki...tanrisal bir tat verir..bu beseri olamaz dersiniz...
Alisilmis kurgulardan, bildik cozumlemelerden farklidir uslubu.....hatta o kadar ki..giderayak siirini vird edinir, her dinleyisde yeni birsey kesfedersiniz hayatiniz hakkinda....nasil oluyor da bir siiri her dinledigimde gozumden sicim yas akiyor...hangi gucun etkisi bu denli buyuk. Siir ondan dinlenir.sesiyle siirinin ayni zamanda muazzam bir musiki barindirdigini sessizce haykirir..
Tanistigimda ukalalik edisi hic mi hic sarsmadi beni...bu siirleri yazan ben olaydim kucuk daglarin halkini sahiplenmekle yetinmezdim bile
Soyleyin bana, bu insan, dahi, kuran dinledikten sonra nasil ihtida etmesin?
Ismet Ozel: dahi sair......insan......samimi.......neví sahsina munhasir selam olsun sana...iyi ki varsin...vicdanin guzel sesi....
Türkler tarihin kaydettiği ender milletlerden biridir. Enderdirler, çünkü bu millet tarih sahnesine çıktığından beri dik ve diri durmayı becermiştir. Eğilip bükülmemiştir hiçbir zaman… Dürüstlüğü mizacının mayası kabul etmiş ve davranışlarını bunun üzerine temellendirmiştir. Müslümanlıkla bütünleşince şanına şan katmış ve imanıyla kıtalar aşmıştır. Bu şanlı millet üzerine, dostu da düşmanı da zaman zaman güzel şeyler söyleyerek hakkını teslim etmiştir. Fakat çamur atanlar da az olmamıştır doğrusu. Lâkin Türklere çamur atanların pislikleri kendi üzerlerine sıçramıştır. Neticede altını çöpe atanlar, onun kıymetinden bir şey eksiltememiştir. Yerli ve yabancı aydınlar yıllarca Türk milleti üzerinde düşünmüşler, fikirlerini değişik şekillerde ve ortamlarda ifade etmişlerdir. Kimileri ise fikri sabitlerden kurtulamayarak yılların terennümlerini aşamamışlardır. Bazıları da hakikatleri tüm çıplaklığıyla görmüş ve göstermiştir. Bir kısmının narası da hesapları doğrultusunda çıkmıştır. Biz hesabı şahsî olanların hezeyanlarını duymak istemiyoruz. Türk aydınları arasında önemsediğim isimlerden birisi de İsmet Özel’dir. Uzun yıllardan beri şiir ve yazılarıyla hayatımıza yön veren bu kalem erbabı, bazen de sivri çıkışlarıyla dikkat çekmiştir. Sözünü sakınmadan söylediği için sevenleri de, sevmeyenleri de çok olmuştur. Fakat lâfını hiç kimseden esirgememiştir. Bazen kendi kendisini de hırpalamasını bilmiştir. Son zamanlarda İsmet Özel’in ince bir kitabı bu yoğun gündemde kendine mühim bir yer edinmiş. “Kalın Türk” adını taşıyan bu kitap aslında bundan çok evvel verilmiş bir konferans metninden ibaret… Bu eser medeniyetler çatışması üzerine İzmir’de yaptığı bir konuşmanın iki kapak arasına alınmış hâlinden başka bir şey değil. Özel’in ‘Kalın Türk’ü Nisan 2006 tarihinde Şule Yayınları’ndan çıkmış. Kitap küçük hacimli; fakat 53 sayfada çok şey anlatılıyor. Geniş içerikli bir konuyu kısaca zihne yerleştiriyor. Bu kitapta da yine ince göndermelerde bulunmuş İsmet Özel… Sözünü harbi ve delikanlıca söylemiş. 13 yıl önce verilen bir konferansın, uzun zaman sonra kitaplaştırılması, Özel’in, söylediklerinin arkasında olduğunu ve durduğunu gösteriyor. Tahminlerinde yanılmamak ve sözünün eri olmak bir aydın için önemli bir değerdir. Özel, ‘Gerçek Hayat’ dergisine verdiği röportajda Türklükle Müslümanlık arasındaki ilişkiyi irdeleyerek ‘Kalın Türk’ kitabında ele aldığı mevzunun çerçevesiyle ilgili olarak da ipucu veriyor: “Allah Resulü, cihada gitmeyip de onun masrafıyla mescit inşa edenlerin mescidine hiç gitmedi ve o mescit sonunda yıkıldı: Mescid-i Dırar... Ben diyorum ki, Türk olmak, İslamiyet’in ortaya çıkışından bu yana, kâfirle çatışmayı göze almakla mukayyettir. Allah Resulü, cihada gitmedikleri için o insanlara ne münafık dedi, ne kâfir dedi. Ama mescitlerine girmedi. Yani biz, insanların Müslümanlığına bir şey demiyoruz. Herkes Müslüman. Ama Türk olmak başka bir şeydir. Müslüman olmak Türk olmak demek değildir. Fakat Müslüman olmadan Türk olunmaz. Kâfirler bize İslam’dan tamamıyla kopuk bir Türklük yutturdular. Böyle bir şey yok. Türk ırkı diye bir şey tarihin hiçbir döneminde yok. Ama varmış gibi yaptılar. Hâlâ işler böyle yürüyor. Bu yapay ve aşağılayıcı kimlik dayatmasına bir cevabımız olmalı. Müslüman kimliğimize ve ayırıcı vasfımıza sahip çıkalım. Bakın, Müslümanların çoğunluk teşkil ettikleri bütün ülkelerde İslam’ın görüntüsü kâfirler tarafından özel olarak değiştiriliyor. Hoşgörü, temizlik… Bunlar İslam olarak öğretiliyor çocuklara. Kelimetullah uğruna kılıç çekmek yok. Bu, İslamiyet’in Türk’ten, Türk’ün İslamiyet’ten koparılmasıdır. Kılıçsız, güçsüz, meydan okumak yerine sırıtan bir insan tipi üretiliyor. Çünkü Türk’ten korkuyorlar. İnce, incelmiş Türk istiyorlar. Kraker gibi.” Daha evvel Türklükle kalınlık ve inceliğin alakası üzerinde düşünen çıkmış mıydı acaba? Sanmıyorum… Peki, kalınlıkla Türklük bağdaşır mı? Kalınlığın sınırları çizilse nasıl bir numune çıkar ortaya? Kitapçığı okuyunca bu soruların cevabını alabiliyorsunuz. İsmet Özel’in Türklükle ilgili vurguları yeni değil aslında. O eskiden beri bu konu üzerinde kafa yormuştur. O, Türklükle Müslümanlığı etle tırnak gibi iç içe görmüştür hep… Bu kanaatini benimsemeyenler ona dört koldan saldırmıştır. Fakat bu fikrî saldırılar hakikatleri ters yüz edememiştir. İsmet Özel, kitaptan da anlaşılacağı gibi kendini ‘Kalın Türk’ olarak tavsif ediyor. Ömrü boyunca ince Türklerden olmadığını, bundan sonra da olamayacağını söylüyor. Peki, nedir bu kalınlık incelik muhabbeti? Özel’ e göre Türkler önceden kalındı, fakat son zamanlarda incelmeye başladılar. Ona göre bu incelik hayra alâmet değil. Çünkü kıtalar aşan ve imparatorluk kuran Türkler esasında ince değildi. Eskiden beri mukavemetlidir bu sert coğrafyanın insanları. Onları hemencecik kırmak mümkün değildi. Oysa geçen zamanla birlikte Türkler de inceldi. Özel’e göre incelmiş Türkler ‘çıt’ diye kırılıyor. ‘Kalın Türk’ün yazarı bu konuda şöyle diyor: “Türkiye’de incelmiş Türkler var. Türkiye’de çıt deyip inceldiği yerden kopacak Türkler yaşıyor. Ben gevrek Türk değilim. Kalın Türk olduğumu söylüyorum. Şiir, sosyalizm, İslâm dolayısıyla yaşadıklarım beni kalınlaştırdı. Ama sesim Davudî bir ses oldu mu? Mesele orada. Ben başkalarının da kalınlaşmasını öneriyor ve bekliyorum. İncelikten şikâyetim var. Bugüne kadar incele incele geldik. Bizim incelmemiz başkalarına geçiş kolaylığı sağladı. Biz kalınken geçemiyorlardı. Tekrar kalınlaşmalıyız.” Ne diyelim! .... İsmet Özel böyle diyorsa bir bildiği vardır. Bizler de kendimizi boy aynasında seyredip konumumuzu tespit etmeliyiz; mevcut duruma göre yol haritamızı çizmeliyiz. Netice olarak, bir solukta okunabilecek kadar kısa ve net yazılan ‘Kalın Türk’ü bir okuyun derim. Ötesini tasarlamak ve geleceği tanzim etmek size kalmış. Bu okumanın düşünce dünyanıza katkısının olacağı muhakkaktır.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim. Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim.
yılbaşı gecesi, şiirlerini okuma etkinliği için 'alternatif bir yılbaşı etkinliği olsun diye değil, yerin boş olmamasından kaynaklı bu gece şiirler okunmuştur.' demiştir. gecenin sonunda da, of not being a jew adlı kitabı, bütün dinleyicilere ücretsiz olarak dağıtılmıştır. kitabın içindeki boşlukların zamanla doldurulacağı meselesi de, ilginç bir meseledir. bu açıdan metis'in murathan mungan kitaplarında yaptığı yayın politikalarını çağrıştırmaktadır. yanılmıyorsam, şule yayınları dışında bir tek, adam yayınları'ndan şiirlerinin bir seçki olarak sunulduğu 'çatlıycak kadar aşkî' kitabı vardır. bir de en son bir kitapçıda rastlamış olduğum üzere, 'bir masal ismet özel'i' adlı bir kitap çıkmıştır onun hakkında.
internette de okuduğum üzere, hakkında inanılmaz zıtlıklarda görüşlerin olduğu enteresan bir şahsiyettir kendisi. şu anda yazıyor olan ve adları 'genç şair' nitelemesini barındıran birçok şairi etkilediği aşikardır. şiiri, şiire götürür bence. dizelerinin karmaşıklığı ve çarpaşıklığı anlaşılmaz oluşundan değil, içindeki anlam katmanlarından bazılarının kendini zamanla ifşa ettiğindendir. şiirlerini okumak için referans alınacak kelimelerden biri, bana kalırsa, 'algı'dır. ilk okuyuşta taklit edilebilir gibi görünen bu zor ve sert şiir, şiir denilen dünyanın içine girdikten sonra, bir tokat hatta şaplak misali yüzünüze çarpar. bir yerden okudum ve çok sevdim bu benzetmeyi; turgut uyar'ın uzaktan öğrencisidir. bu, ne turgut uyar'dan bir şey götürür, ne ismet özel'den. bahsettiğim öğretmen-öğrenci ilişkisi şiiri için düşünülürse, 'öğrenen-öğreten' meselesinden başka bir yere kayacaktır ve şimdilerde metinlerarasılık diye tabir edilen şeye oldukça güzel malzemeler hazırlar.
siyasi duruşundaki meselelerin değişkenliğine bakıldığında, bence şu anda gelmiş olduğu yer en vahim yerdir. marksistlikten islamcılığa geçiş sürecinde, söylemlerinde ve fikirlerinin özünde aslında çok büyük değişikliklere rastlanmaz. marksistken söylediği birçok şeyi, sadece başka bir inanç sistemiyle (burada marksizmi bir inanç sistemi yapmıyorum, tabir ettiğim yer islam) yorumlamış ve bunun üzerinden fikirlerini inşa etmiştir. ama islamcılıktan (müslümanlıktan demek daha doğru olacak sanırım) türklük-müslümanlık gibi bir yere kayması, bence onun fikir dünyasında önemli gediklere yol açmıştır. ama, röportajları ve düzyazıları okunduğu vakit, ismet özel'in sesinden ve aslında savunduğu fikirlerden çok da vazgeçmemiş olduğunu görebiliyoruz. ismet özel; taraf olmaktan çekinmeyen ve 'karşı' olmayı bir nevi görev addeden bir figür olarak çıkıyor karşımıza.
ne olursa olsun, ismet özel'in gelişimini-değişimini-söylemlerini onunla aynı dönemde yaşıyor olarak görmek, bence bir şanstır. türkiye şiiri için de, uzun yıllar vazgeçilmez bir şair-figür olarak kalacaktır. (buradaki figür kelimesi de, duruş kelimesiyle yan yana okunabilir.)
Yıllardan hangisiydi hangi mevsimdeydik ayın kaçıydı Koynummuş madem sevgilinin göz diktiği yer kaçmak için İncecik ürperişli gölgesi cismime neden kıydı Sor gücün sormaya yetiyorsa var mıymış Gönlümü bin parçaya böldüğünün bir sebebi O yürek burkucu gençlik döngülerinde beni çark ettirişi Ses çürütüp bağrımda Böğrümden karaltı söktürüşü
acılar çekebilecek yaşa geldiğinde acı çekecek yerlerini kestiğini söyleyen edip....
hayatı sayfalar atlayarak taşların üzerinden sekerek hoplaya zıplaya katettikten sonra geri en baştan başlama cesaretini yüreğinde barındıran kalem güzellerinden...
ancak bir tespittir şu satırlarım nacizane: İsmet özel yazmalı....konuşmaktan ziyade yazmalı..aharlı kağıtların üzerinde hurufatı dans etmeli...konuşurken yazarkenki kadar ihtişamlı olamıyor...hayret ve dehşet karışımı bakışlarla izliyorum konuşurken zatını...nasıl aşinası olduğum satırları yazan insan,bu cümlelerin de sahibi olabilir? ? nasıl? az konuş ama kalemin hiç susmasın İsmet Özel...
Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak,ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves ettim gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi.
Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Çeşme var,kurnası murdar yazgım kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem ne fark eder demişim bilmeden farkı istemişim. Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık! Yola madem çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın onunla ben hep sevişecek gibi baktık birbirimize. bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık gönendi dünya bundan istifade dünya bayındırladı: Bir yakış,bir yanış tasarımı beride öte yakada bir benî adem her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan artık bu yaşa erdirdin beni,anladım gençken almadın canımı,bilmedim demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi taşınacak suyu göster,kırılacak odunu kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin tütmesi gereken ocak nerde?
Var mı bilen başıma seni saranlar arasında adını Mantık mı diyorlar idrak mısın hafıza mı Sahici bir şeysen eğer söyle bakalım Neydi sevgilinin koynuma kaçtığı tarih Yıllardan hangisiydi hangi mevsimdeydik ayın kaçıydı Koynunmuş madem sevgilinin göz diktiği yer kaçmak için İncecik ürperişli gölgesi cismime neden kıydı Sor gücün sormaya yetiyorsa var mıymış Gönlümü bin parçaya böldüğünün bir sebebi .... ..
'İnsanın kendi seçtiği ahenk ile benimsediği düşünce arasında rabıta olduğu kabul edilebilir.Ahenk en bariz biçimiyle insanın musiki ile olan münasebetinden neşet eder.Itri dinlemekten sıkılan bir adamın Süleymaniye'nin mimarisinden tad alabileceğini mümkün sayamayız.' (Zor Zamanda Konuşmak 2000)
şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasındayım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerede? ?
uzak nedir
gidilecek yer ne kadar uzak olabilir ki
kendinin bile ücrasında yaşayan benim için...
aklıma kazınan bu mısraların sahibi
Sarardın üzüntüden, üç gün ağladın
baktım gözlerine şıçramış halkın gözleri
incesin
bardakta bir karanfile benzemiyor inceliğin
serçeler sekmiyor hayır, dudaklarında
ham demirden bir çanakta dövülmüş otlar olur
ısınmış taşlar olur yazları geceleyin
sazlar
kanımda Çiçek Dağı'nı vurur
doldurur öylece göz yerlerimi inceliğin
Tenimde iz bırakmış kar kokusu
terli, muğlak adamların hevesleriyle
harman edilmiş tenim
sevinçler artırmışım çiçekli
ve çiçeksiz bütün dağlardan.
Sarhoşken bağrıma akıtılan yıldızlar
özümü çekip ayırmış avuntulardan.
Şimdi sana bakıyorum, kalabalık gözlerin
ağlamasan bizi utandıracak sanki dünya
Valentina Tereşkova
ve çekik gözlü kadın komandolar
çünkü üç gün beslendiler senin gözyaşlarınla.
Sen ağlarken azığımız çoğaldı
elledik halkın ağrılarını cesurca
ağlamasan
kök inatla kavramıyor toprağı
boş umutlar içinde pervasız büyüyor kir
ağlıyorsun ihanete karşı şavkıyor pıçak
bir pıçak ki sevgilim, Sürmene işidir.
Bir şehrin uzak semtleri gibi gözlerin
üzgün, kara, ayaklanmaya hazır
ben yaralar kuşanıp katılırım onlara
onlara katılırım yedek mermi ve şarkılar alarak
seni alırım sonra her bir yanım çağıldar
bir oyuna kalkarız sıkılmış yumruklarla
yazarız duvarlara fırtınalı yazılar.
Bir gün burda, bu kalktığımız yerde
kendini yaşamakla taşıran bir güneş kabarcığı
zonklayan bir atardamar olduğu anlaşılır
el tutuşmuş çocuklar ki o zaman
senin gözyaşlarını heyecanla kapışır.
Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka
sonuçları bir bir gözden geçiriyorum
pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can
madenlerin buharından elde edilen büyü
bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular
nelerse ki yaşamak sözünü asi kılan
nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.
Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara
sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan
ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında
çapraştım, and içip ayna kırdım
doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın.
Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
böylesine hazırlıklı değilim daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.
kalın Türk..
yalnız; italik...
'..hicbir mesru yani kalmamisti hayatimin....'
Siire Ozel'le tanismak benim bahtsizligim....i.ö.ö. ve de i.ö.s. sonrasi var benim icin: ismet ozel oncesi ve sonrasi.....ondan sonra baskaca siir okuyamaz oldum.herhalde biz daha samanizme inanirken yasiyor olsaydik; bassaman o olurdu...cunku oyle bir efsunlu dunyaya atim atar ki siiriyle sirlara karisiriz orda....kendi insan olusumuz muammaya donustukce...sarhos olur....bir tutsu yakmiscasina sozun etrafinda meclis...kisacasi leyla oluruz...
Evet..gucunu sadece ve sadece siirin atmosferinden alir ismet ozel...kurgusu oylesine saglam ve birebir kelimedeki seciciligi oylesine ahenk icredir ki...tanrisal bir tat verir..bu beseri olamaz dersiniz...
Alisilmis kurgulardan, bildik cozumlemelerden farklidir uslubu.....hatta o kadar ki..giderayak siirini vird edinir, her dinleyisde yeni birsey kesfedersiniz hayatiniz hakkinda....nasil oluyor da bir siiri her dinledigimde gozumden sicim yas akiyor...hangi gucun etkisi bu denli buyuk. Siir ondan dinlenir.sesiyle siirinin ayni zamanda muazzam bir musiki barindirdigini sessizce haykirir..
Tanistigimda ukalalik edisi hic mi hic sarsmadi beni...bu siirleri yazan ben olaydim kucuk daglarin halkini sahiplenmekle yetinmezdim bile
Soyleyin bana, bu insan, dahi, kuran dinledikten sonra nasil ihtida etmesin?
Ismet Ozel: dahi sair......insan......samimi.......neví sahsina munhasir
selam olsun sana...iyi ki varsin...vicdanin guzel sesi....
sarardın üzüntüden, üç gün ağladın
baktım gözlerine sıçramış halkın gözleri
Kısa Pantolon, Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara
Kısa Çakı, Paslı Pantolon, Gözde Yarası Kalmış Kabuk
(Of Not Being A Jew'den)
İSMET ÖZEL VE KALIN TÜRK
M.NİHAT MALKOÇ
Türkler tarihin kaydettiği ender milletlerden biridir. Enderdirler, çünkü bu millet tarih sahnesine çıktığından beri dik ve diri durmayı becermiştir. Eğilip bükülmemiştir hiçbir zaman… Dürüstlüğü mizacının mayası kabul etmiş ve davranışlarını bunun üzerine temellendirmiştir. Müslümanlıkla bütünleşince şanına şan katmış ve imanıyla kıtalar aşmıştır.
Bu şanlı millet üzerine, dostu da düşmanı da zaman zaman güzel şeyler söyleyerek hakkını teslim etmiştir. Fakat çamur atanlar da az olmamıştır doğrusu. Lâkin Türklere çamur atanların pislikleri kendi üzerlerine sıçramıştır. Neticede altını çöpe atanlar, onun kıymetinden bir şey eksiltememiştir.
Yerli ve yabancı aydınlar yıllarca Türk milleti üzerinde düşünmüşler, fikirlerini değişik şekillerde ve ortamlarda ifade etmişlerdir. Kimileri ise fikri sabitlerden kurtulamayarak yılların terennümlerini aşamamışlardır. Bazıları da hakikatleri tüm çıplaklığıyla görmüş ve göstermiştir. Bir kısmının narası da hesapları doğrultusunda çıkmıştır. Biz hesabı şahsî olanların hezeyanlarını duymak istemiyoruz.
Türk aydınları arasında önemsediğim isimlerden birisi de İsmet Özel’dir. Uzun yıllardan beri şiir ve yazılarıyla hayatımıza yön veren bu kalem erbabı, bazen de sivri çıkışlarıyla dikkat çekmiştir. Sözünü sakınmadan söylediği için sevenleri de, sevmeyenleri de çok olmuştur. Fakat lâfını hiç kimseden esirgememiştir. Bazen kendi kendisini de hırpalamasını bilmiştir.
Son zamanlarda İsmet Özel’in ince bir kitabı bu yoğun gündemde kendine mühim bir yer edinmiş. “Kalın Türk” adını taşıyan bu kitap aslında bundan çok evvel verilmiş bir konferans metninden ibaret… Bu eser medeniyetler çatışması üzerine İzmir’de yaptığı bir konuşmanın iki kapak arasına alınmış hâlinden başka bir şey değil. Özel’in ‘Kalın Türk’ü Nisan 2006 tarihinde Şule Yayınları’ndan çıkmış. Kitap küçük hacimli; fakat 53 sayfada çok şey anlatılıyor. Geniş içerikli bir konuyu kısaca zihne yerleştiriyor. Bu kitapta da yine ince göndermelerde bulunmuş İsmet Özel… Sözünü harbi ve delikanlıca söylemiş. 13 yıl önce verilen bir konferansın, uzun zaman sonra kitaplaştırılması, Özel’in, söylediklerinin arkasında olduğunu ve durduğunu gösteriyor. Tahminlerinde yanılmamak ve sözünün eri olmak bir aydın için önemli bir değerdir. Özel, ‘Gerçek Hayat’ dergisine verdiği röportajda Türklükle Müslümanlık arasındaki ilişkiyi irdeleyerek ‘Kalın Türk’ kitabında ele aldığı mevzunun çerçevesiyle ilgili olarak da ipucu veriyor:
“Allah Resulü, cihada gitmeyip de onun masrafıyla mescit inşa edenlerin mescidine hiç gitmedi ve o mescit sonunda yıkıldı: Mescid-i Dırar... Ben diyorum ki, Türk olmak, İslamiyet’in ortaya çıkışından bu yana, kâfirle çatışmayı göze almakla mukayyettir. Allah Resulü, cihada gitmedikleri için o insanlara ne münafık dedi, ne kâfir dedi. Ama mescitlerine girmedi.
Yani biz, insanların Müslümanlığına bir şey demiyoruz. Herkes Müslüman. Ama Türk olmak başka bir şeydir. Müslüman olmak Türk olmak demek değildir. Fakat Müslüman olmadan Türk olunmaz. Kâfirler bize İslam’dan tamamıyla kopuk bir Türklük yutturdular. Böyle bir şey yok. Türk ırkı diye bir şey tarihin hiçbir döneminde yok. Ama varmış gibi yaptılar. Hâlâ işler böyle yürüyor. Bu yapay ve aşağılayıcı kimlik dayatmasına bir cevabımız olmalı. Müslüman kimliğimize ve ayırıcı vasfımıza sahip çıkalım. Bakın, Müslümanların çoğunluk teşkil ettikleri bütün ülkelerde İslam’ın görüntüsü kâfirler tarafından özel olarak değiştiriliyor. Hoşgörü, temizlik… Bunlar İslam olarak öğretiliyor çocuklara. Kelimetullah uğruna kılıç çekmek yok. Bu, İslamiyet’in Türk’ten, Türk’ün İslamiyet’ten koparılmasıdır. Kılıçsız, güçsüz, meydan okumak yerine sırıtan bir insan tipi üretiliyor. Çünkü Türk’ten korkuyorlar. İnce, incelmiş Türk istiyorlar. Kraker gibi.”
Daha evvel Türklükle kalınlık ve inceliğin alakası üzerinde düşünen çıkmış mıydı acaba? Sanmıyorum… Peki, kalınlıkla Türklük bağdaşır mı? Kalınlığın sınırları çizilse nasıl bir numune çıkar ortaya? Kitapçığı okuyunca bu soruların cevabını alabiliyorsunuz. İsmet Özel’in Türklükle ilgili vurguları yeni değil aslında. O eskiden beri bu konu üzerinde kafa yormuştur. O, Türklükle Müslümanlığı etle tırnak gibi iç içe görmüştür hep… Bu kanaatini benimsemeyenler ona dört koldan saldırmıştır. Fakat bu fikrî saldırılar hakikatleri ters yüz edememiştir. İsmet Özel, kitaptan da anlaşılacağı gibi kendini ‘Kalın Türk’ olarak tavsif ediyor. Ömrü boyunca ince Türklerden olmadığını, bundan sonra da olamayacağını söylüyor.
Peki, nedir bu kalınlık incelik muhabbeti? Özel’ e göre Türkler önceden kalındı, fakat son zamanlarda incelmeye başladılar. Ona göre bu incelik hayra alâmet değil. Çünkü kıtalar aşan ve imparatorluk kuran Türkler esasında ince değildi. Eskiden beri mukavemetlidir bu sert coğrafyanın insanları. Onları hemencecik kırmak mümkün değildi. Oysa geçen zamanla birlikte Türkler de inceldi. Özel’e göre incelmiş Türkler ‘çıt’ diye kırılıyor. ‘Kalın Türk’ün yazarı bu konuda şöyle diyor:
“Türkiye’de incelmiş Türkler var. Türkiye’de çıt deyip inceldiği yerden kopacak Türkler yaşıyor. Ben gevrek Türk değilim. Kalın Türk olduğumu söylüyorum. Şiir, sosyalizm, İslâm dolayısıyla yaşadıklarım beni kalınlaştırdı. Ama sesim Davudî bir ses oldu mu? Mesele orada. Ben başkalarının da kalınlaşmasını öneriyor ve bekliyorum. İncelikten şikâyetim var. Bugüne kadar incele incele geldik. Bizim incelmemiz başkalarına geçiş kolaylığı sağladı. Biz kalınken geçemiyorlardı. Tekrar kalınlaşmalıyız.”
Ne diyelim! .... İsmet Özel böyle diyorsa bir bildiği vardır. Bizler de kendimizi boy aynasında seyredip konumumuzu tespit etmeliyiz; mevcut duruma göre yol haritamızı çizmeliyiz. Netice olarak, bir solukta okunabilecek kadar kısa ve net yazılan ‘Kalın Türk’ü bir okuyun derim. Ötesini tasarlamak ve geleceği tanzim etmek size kalmış. Bu okumanın düşünce dünyanıza katkısının olacağı muhakkaktır.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.
Dön baba dönelim...! ! !
sebebini bilmesemde sanki anlaşılmamak için özel bir gayret sarfediyor.
buda okumaya ciddi bir gayrete yonlendiriyor.
filozof
'of not baing a jaw yayınlanmasaydı kıyamet kopardı' dendi merdiven şiir dergisinde..
yılbaşı gecesi, şiirlerini okuma etkinliği için 'alternatif bir yılbaşı etkinliği olsun diye değil, yerin boş olmamasından kaynaklı bu gece şiirler okunmuştur.' demiştir. gecenin sonunda da, of not being a jew adlı kitabı, bütün dinleyicilere ücretsiz olarak dağıtılmıştır. kitabın içindeki boşlukların zamanla doldurulacağı meselesi de, ilginç bir meseledir. bu açıdan metis'in murathan mungan kitaplarında yaptığı yayın politikalarını çağrıştırmaktadır. yanılmıyorsam, şule yayınları dışında bir tek, adam yayınları'ndan şiirlerinin bir seçki olarak sunulduğu 'çatlıycak kadar aşkî' kitabı vardır. bir de en son bir kitapçıda rastlamış olduğum üzere, 'bir masal ismet özel'i' adlı bir kitap çıkmıştır onun hakkında.
internette de okuduğum üzere, hakkında inanılmaz zıtlıklarda görüşlerin olduğu enteresan bir şahsiyettir kendisi. şu anda yazıyor olan ve adları 'genç şair' nitelemesini barındıran birçok şairi etkilediği aşikardır. şiiri, şiire götürür bence. dizelerinin karmaşıklığı ve çarpaşıklığı anlaşılmaz oluşundan değil, içindeki anlam katmanlarından bazılarının kendini zamanla ifşa ettiğindendir. şiirlerini okumak için referans alınacak kelimelerden biri, bana kalırsa, 'algı'dır. ilk okuyuşta taklit edilebilir gibi görünen bu zor ve sert şiir, şiir denilen dünyanın içine girdikten sonra, bir tokat hatta şaplak misali yüzünüze çarpar. bir yerden okudum ve çok sevdim bu benzetmeyi; turgut uyar'ın uzaktan öğrencisidir. bu, ne turgut uyar'dan bir şey götürür, ne ismet özel'den. bahsettiğim öğretmen-öğrenci ilişkisi şiiri için düşünülürse, 'öğrenen-öğreten' meselesinden başka bir yere kayacaktır ve şimdilerde metinlerarasılık diye tabir edilen şeye oldukça güzel malzemeler hazırlar.
siyasi duruşundaki meselelerin değişkenliğine bakıldığında, bence şu anda gelmiş olduğu yer en vahim yerdir. marksistlikten islamcılığa geçiş sürecinde, söylemlerinde ve fikirlerinin özünde aslında çok büyük değişikliklere rastlanmaz. marksistken söylediği birçok şeyi, sadece başka bir inanç sistemiyle (burada marksizmi bir inanç sistemi yapmıyorum, tabir ettiğim yer islam) yorumlamış ve bunun üzerinden fikirlerini inşa etmiştir. ama islamcılıktan (müslümanlıktan demek daha doğru olacak sanırım) türklük-müslümanlık gibi bir yere kayması, bence onun fikir dünyasında önemli gediklere yol açmıştır. ama, röportajları ve düzyazıları okunduğu vakit, ismet özel'in sesinden ve aslında savunduğu fikirlerden çok da vazgeçmemiş olduğunu görebiliyoruz. ismet özel; taraf olmaktan çekinmeyen ve 'karşı' olmayı bir nevi görev addeden bir figür olarak çıkıyor karşımıza.
ne olursa olsun, ismet özel'in gelişimini-değişimini-söylemlerini onunla aynı dönemde yaşıyor olarak görmek, bence bir şanstır. türkiye şiiri için de, uzun yıllar vazgeçilmez bir şair-figür olarak kalacaktır. (buradaki figür kelimesi de, duruş kelimesiyle yan yana okunabilir.)
...
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp, kargılar dağıtan..
ismet özel deyince aklıma dünyanın en güzel sözlü ukalası ve faşizm karşıtı bir megafaşist....
edip cansevere ithaf ettiği bi şiiri vardır bulamıyorum şimdi..?
onunla hep sevişecek gibi baktık birbirimize
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık..
Yıllardan hangisiydi hangi mevsimdeydik ayın kaçıydı
Koynummuş madem sevgilinin göz diktiği yer kaçmak için
İncecik ürperişli gölgesi cismime neden kıydı
Sor gücün sormaya yetiyorsa var mıymış
Gönlümü bin parçaya böldüğünün bir sebebi
O yürek burkucu gençlik döngülerinde beni çark ettirişi
Ses çürütüp bağrımda
Böğrümden karaltı söktürüşü
çık sende çık şu en çok mesaj yazılanlardanda burda görünüp lekenlenmesin adın
toplanın gitmiyoruz
^^Yazarlık,okuyuculuk ve bunlara aracılık eden nesne ve kurumlar gerçekliklerin çok olduğunun ortaya çıkmasına hizmet eder.^^
dese de ' Zor Zamanda Konuşmak' da, biz de onun zor zamanda konuşmasından çok yazmasından yanayız...
acılar çekebilecek yaşa geldiğinde acı çekecek yerlerini kestiğini söyleyen edip....
hayatı sayfalar atlayarak taşların üzerinden sekerek hoplaya zıplaya katettikten sonra geri en baştan başlama cesaretini yüreğinde barındıran kalem güzellerinden...
ancak bir tespittir şu satırlarım nacizane:
İsmet özel yazmalı....konuşmaktan ziyade yazmalı..aharlı kağıtların üzerinde hurufatı dans etmeli...konuşurken yazarkenki kadar ihtişamlı olamıyor...hayret ve dehşet karışımı bakışlarla izliyorum konuşurken zatını...nasıl aşinası olduğum satırları yazan insan,bu cümlelerin de sahibi olabilir? ? nasıl? az konuş ama kalemin hiç susmasın İsmet Özel...
evet..dedim ya bu Mâi'nin bir tesbitidir...
Elbet bir hinlik vardım seni sevişimde
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan!
'ihmalkar gözlerle okunmuş kitap gibiyim
yorgun (bitap ta olabilir emin değilim) okunmayı tercih ederdim'
diyor son kitabında (of not being a jaw)
Münacaat
Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak,ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Çeşme var,kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
İsmet Özel
'İsmet Özel şiirle barışma sebebidir'
ismet özel doğunun beşinci oğludur..
Var mı bilen başıma seni saranlar arasında adını
Mantık mı diyorlar idrak mısın hafıza mı
Sahici bir şeysen eğer söyle bakalım
Neydi sevgilinin koynuma kaçtığı tarih
Yıllardan hangisiydi hangi mevsimdeydik ayın kaçıydı
Koynunmuş madem sevgilinin göz diktiği yer kaçmak için
İncecik ürperişli gölgesi cismime neden kıydı
Sor gücün sormaya yetiyorsa var mıymış
Gönlümü bin parçaya böldüğünün bir sebebi
....
..
'İnsanın kendi seçtiği ahenk ile benimsediği düşünce arasında rabıta olduğu kabul edilebilir.Ahenk en bariz biçimiyle insanın musiki ile olan münasebetinden neşet eder.Itri dinlemekten sıkılan bir adamın Süleymaniye'nin mimarisinden tad alabileceğini mümkün sayamayız.'
(Zor Zamanda Konuşmak 2000)