genç, dinamik, ciddi, etkili, kaygın, saygın, türk edbiyatının en tutarlı şairinden bahsediyorum. karamsarlığında hikmet aydınlığı olan, çelişkilerinde sistemli bir vahdet anlayışı yatan adam.
mükemmel bir şair şiirleri her okundukça derin anlamlar kazanıyor bence tartışılmaz bir usta özellikle amentu şiiri herkes tarafından okunulması gerekir
selam ve muhabbetle... İsmet bey nev-i şahsına münhasır geçmişiyle hesaplaşıp istikbaline yol bulan ender şahsiyyetlerden birisidir.Muhabbetini idrak etmek için epeyce zeka ve fikri zenginlik gerektiren bir deryadır.Zordur onun uzun telaffuzunu anlamak lakin ferahlık veren hissi andır onunla meşgul olmak.....
ismet özel ismini duydugumda içimi bir telaş sarıyor. o islamcılıkta bir ekol.ben o adamla kendime geliyorum o adamla ne yapacagıma karar veriyorum. Türkiye deismet özelcıler cephesi olusmalı bence tesekkurler olgun adam
ismet şımarma ama gerçekten güzel yazıyosun.o kurduğun cümleler her babayiğidin değil yazmak anlamak bile harcı değildir.televizyonda tartışma programlarına çıkmıyosun biliyorum.biliyorum oradaki adamların senin muhatabın olabileceğini düşünmüyosun
bir varmış bir yokmuş...bir şair ismet özel varmış...iyi şiirler yazrmış...nasıl olmuşsa bu ismet özel birgün komünist olmuş...derken efendim bir komunist olarak d aiyi şiirler yazmayı başrmış ve hatat böylelikle yıldızı parlamış....gel zaman git zaman ismet özelin duyguları,düşünceleri inançları değişmiş(masalın her versiyonunda bu değişmenin sebepleri muhtelif) ve müslümanlığı (her akılllı komünistin son durağı..yazanın açıklaması) bir hayat yolu olarak benimsemiş...ama işe bakın ki adam iyi şiirler yazmaya devam etmiş...eh,o erdiys e muradına bizde çıkabilriz kerevetine....
ismet özel,bana göre çağımızın ve ülkemizim en büyük aydını.o kelimelere hapsedilemeyecek bir değer bana göre .ismet özel hep böyle kal,hep dobra,hep bizimle....
KARDEŞLERİM! İsmet Özel'in 'ayrılışı' ile bence gereksiz bir sükut-u hayale uğramıyormuyuz? onun şiirleri kadar nesirlerini de okuyanlarımız iyi bileceklerdir ki, o zaten 'aramızda' hiç olmadı ki? tahrir vazifeleri'nin son yazısı olan 'sabah öğren akşam öl, günboyu ömür yeter' yazısında, 'meğer bir kişi bile yokmuymuş' yalnızlığını ve tek başınalığını herdaim yaşayan Özel'in ayrılışını sürpriz bulanların, nasıl bir nicelik ve nitelikte İsmet Özel okuru olduklarını gözden geçirmelerini öneririm. zira o, biz beyazlığa soyunurken, beyazların yöresinde nasibinin kalmadığını deşifre edeli uzun yılar oldu... Yine de şiirde varılabilecek son nokta olan bu 'büyük ve yalnız adamı' ve sevenlerini coşkuyla selamlıyorum...mustafa evci
İsmet Özel'in İslami kesimden ayrılmış olması, onun İslam'dan ayrılmış olduğunu göstermez. İsmet özel İslami kesimden (islamcılar) ayrılmasına sebep olarak onların fazlasıyla çıkarcı olmalarını gösteriyor. Bu tartışılabilir. Fakat İsmet Özel halâ Müslüman Dünya Görüşüne bağlı bir kimsedir. Bazılarının kendi kendilerine gelin-güvey olup söyledikleri gibi solculara falan da dönmemiştir. Zaten bütün bunları kendisi Zaman'da Nuriye Akman ile yapılmış söyleşide açıkça belirtiyor.
amentü derim, şiiri bana sevdiren kişi derim. açıkçası onu yargılamak çoğumuzun boyunu aşar... ben tüm fikirlerine katılmamakla birlikte sanatını aşk derecesinde seviyorum/
meyan kökü kazarmış babam kırlarda ben o yaşta cebimde sedef çakı boynumda zincir, .........................
Üstadımız Bediüzzaman'dan, vicdanımız İsmet Özel'e bir 'Aşk Ateşi' 'masal'ı (2)
Üstad Bediüzzaman'ı, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi İslâmî düşünce 'geleneği'nin diğer düşünürlerden ayıran, farklı kılan en temel özelliği nedir? Rönesans ve Reformasyon'dan sonra, önce Batı Avrupa toplumlarına, sonra da bütün kürre-i arza sirâyet eden dünyanın en temel, yakıcı ve yıkıcı sorunlarının kökeninde paganizmin, dolayısıyla paganizmden neşet eden sekülarizmin yattığını gören bir mütefekkir ve âlim olması; o yüzden bütün düşüncesini, imân meselesi etrafında odaklayarak kurmasıdır.
Başka bir deyişle, Bediüzzaman'ın çağının ruhunu çok iyi kavramış olması ve pagan Batılıların doymak bilmez iştihalarının ve sınır tanımaz azmanlıklarının ürünü olan sömürünün, haksızlıkların, hukuksuzlukların, insana, tabiâta ve Yaratıcı'ya karşı işlenen cinayetlerin üstesinden kalıcı şekillerde nasıl gelinebileceğinin sırlarının İslâm'ın imân, vicdan ve hakîkat tasavvurunda gizli olduğunu görmüş olması ve bütün mesâisini, gece gündüz demeden, tüm zorluklara göğüs gererek imân hakîkatlerini tasvir, tarif, tahlil ve teklif etmeye teksif etmesidir.
İliklerimize kadar sirayet eden özgüvensizlik sorunu ve yenilgi psikolojisi, Müslüman toplumların bütün kesimlerini ve bireylerini oraya buraya savuran şüphe bataklığına garketmiştir. Bu şüphe illetinden İslâm'la ilişkileri en muhkem olan kesimler de nasiplerini almıştır. Bediüzzaman'ın iman hakîkatleri üzerinde yoğunlaşmasının nedenleri burada gizli işte. Bu şüphe meselesi konusunda Sezai Karakoç'un ve Nurettin Topçu'nun da çarpıcı ve sarsıcı tespitleri var. Bu meseleyi ilerde bahis mevzuu edeceğim.
İsmet Özel'in hakîkatle kurduğu ilişkinin muhkemliğine şahit olan biri olduğum için, İsmet Özel'in tavırları, üslûbu âilemle, çocuklarımla ilişkilerimi etkileyecek kadar derinden üzdü beni: Onların hakları geçti bana.
Usûl meselesiyle asıl meselesinin birbirinden ayrılamayacağının bilincindeyim; bunu daha önce de yazmıştım. Ancak İsmet Özel ne kadar tedirgin edici bir üslup kullanırsa kullansın ben 'konuşan'a değil', Konuşturan'a ve konuşulan'a, yani zarfa değil, mazrufa bakmalıyım diye düşündüm hep.
Ben, İsmet Özel'den çokça istifade ettim. Allah ondan râzı olsun. Ama bütün zamanların çocuğu olabilecek ve bütün zamanları çocuğu kılabilecek kadar geniş ve derûnî sahanlıklara, okyanuslara ve zamanlara açılabilen ve hakîkatin gücünü tespit ve ispat etmek için bütün zamanları seferber edebilen tek mütefekkir olarak gördüğüm için üstad Sezai Karakoç'a kendimi daha yakın hisseden ve onu üstadım olarak gören biriyim. Ancak bu durum, benim İsmet Özel'e 'sahiplenme' çabamı aslâ engellemedi. Aksine İsmet Özel'i üstadı olarak gören bir kardeşimden daha fazla İsmet Özel'i önemsemeye ve sahiplenmeye icbar etti.
Dikkat ederseniz, burada -çok özür dileyerek- çok esaslı bir şey söylemeye çalışıyorum: Bu ülkede bir şeyler söyleyecek ve yapacaksak, bunu, gettolarımıza hapsolduğumuz sürece, aslâ başaramayacağımızı ve beceremeyeceğimizi düşünüyorum. Yapılması gereken ama nedense bugüne kadar yapılmayan şey, önce hakîkat sarayı'na su taşıyan, taş taşıyan, harç taşıyan ve karan son dönemin İslâmî düşünce geleneğinin düşünürlerine de, ardından 150 yıllık ve nihâyet 1400 yıllık birikime de egolarımızı, meşreplerimizi, hiziplerimizi aşabilme iradesi göstererek sahip çıkabilmek, o muhteşem sarayın bahçesine bir ağaç dikebilmek, o bahçedeki gülleri herkesin koklayabilmesine zemin hazırlayabilecek koridorlar açabilmek, böylesi bir tevazuya, alçakgönüllülüğe, kadirşinaslığa, hakbilirliğe, zora talip olmaya kendimizi hazır hale getirebilmek. Asıl yakıcı meselemiz bu.
Eğer biz bütün müminler olarak önce kendi aramızda hakîkat sohbetini canlı tutabilir ve ardından da bütün İslâm diyarlarındaki ve tarihindeki hakîkat sohbetleriyle irtibat ve temas kurabilirsek, işte ancak o zaman, sadece bu ülkede değil, bütün dünyada hakîkat aşkının ateşini daha muhkem ve sarsılmaz bir şekilde yakabiliriz. Hakîkati, gettolarımıza, kliklerimize, hiziplerimize, üstadlarımıza kilitlediğimiz sürece üzerimizdeki atalet zincirini aslâ atamaz, Allah'ın rahmet, yardım ve inâyetine aslâ mazhar olamaz; dolayısıyla müşterek ve muhteşem bir hakîkat şarkısı besteleyemeyiz.
Ben İsmet Özel özelinden ve üzerinden Allah'ın rahmet sıfatının tecellî etmesine imkân tanıyabilecek bir yer / mekân / koridor açabilmek gibi esaslı bir şey yapmaya çalışıyorum. Kimim ki ben böylesine esaslı bir şeye soyunuyorum? Mümin olduğunun şuuruna ve farkına varmış, bütün müminlerin dertlerini dert edinmek gibi bir ahlâkı, bir hassasiyeti veya sevgili Dücane Cündioğlu kardeşimin o enfes tahliliyle önerdiği hakîkate sahip çıkabilme husûsiyetini hatırlatmaya çaba gösteren âciz, sıradan, basit bir insanım. Bütün samimiyetimle, saflığımla ve açıkyürekliliğimle söylüyorum bunu.
İsmet Özel'deki o aşk ateşinin derinliğini, sarsıcılığını görmüş biriyim ben. İsmet Özel'deki bu hakîkat aşkı ateşini Hz. Ömer tavrına benzetirim hep. Bu tavır, İsmet Özel'de, onun 'hareketlerine', üslubuna özen göstermesini engelleyecek kadar yakıcı bir şekilde tezahür ediyor. Dediğim gibi sıradan bir müslüman olarak onun 'patavatsız' üslûbu beni de fena halde üzdü. Ama onun HAKÎKATLE KURDUĞUMUZ İLİŞKİNİN DOLAYSIZ DEĞİL, DOLAYLI BİR İLİŞKİ olduğundan ısrarla sözetmesi ve buna isyân etmesi, bizim onu yok saymamıza değil, ona kulak kabartmamıza yetebilmeliydi.
Sezai Karakoç, Cemel ve Sıffîn vakalarını tahlil ederken son derece enfes bir şey söyler. Der ki üstad: Bu hâdiseler, hakîkatle yüzleşen sahabenin hakîkate vâsıl olma aşkının ve hakÎkati kaybetme 'korku'sunun verdiği bir ateşin ürünüdür. İşte İsmet Özel de hakkı tutup kaldıran bir milletin çocuklarının hakîkatle kurdukları ilişkinin dolaysız değil, dolaylı bir ilişki olmasına isyan etmiştir. Bu, muhteşem bir isyandır. İsmet Özel, kendisini yıpratacağını bile bile bu isyana soyunmaktan çekinmemiştir.
İsmet Özel'deki iman ve vicdanın sarsıcılığı, muhkemliği, sukatılmamışlığı onda aslında asâlet olarak vücut bulan şeyi kibir şeklinde tezahür ettirmiştir. İsmet Özel, aslında egosunu bu kadar öne çıkarmakla, aynı zamanda, nefsini ayaklar altına alma iradesi de göstermiş olmaktadır.
İsmet Özel'in yaptığı ve onu 'kurtaracak' şeyi Bediüzzaman'ın şu tespitiyle açıklayabiliriz: 'Kahramancasına bir metanet ve kuvvet-i iman ve dikkat-i nazar lazımdır ki, kendisini [kişiyi, mümini] kurtarsın.'
Öte yandan, bundan sonra İsmet Özel'in yapması gereken şeyi, haddimi aşarak ama bir kardeşi olarak yine Bediüzzaman'ı konuşturarak hatırlatayım: 'Sende, senin nefsine olan şedid muhabbetin O'nun [Allah'ın] Zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimal edip zâtına sarfediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi [ben'i] yırt, hüve'yi [O'nu, yani Allahu Azimüşşânı] göster.'
Pazartesi günü de devam ediyoruz bu 'aşk ateşi' 'masal'ına...
Üstadımız Bediüzzaman'dan, vicdanımız İsmet Özel'e bir 'Aşk Ateşi 'masal'ı (1)
Bizim Medeniyet Tasavvuru Okulu'nun 'enfante terrible' ('harika çocuk') larından olan ve şimdilerde çağımızın en büyük düşünürlerinden Habermas'a öğrencilik yapan (!) Emrullah Gökhan kardeşimden bir 'haber'le yazıya giriş yapayım: Emrullah, Nuriye Akman'ın İsmet Özel'le yaptığı o 'dehşetengiz' konuşmayı Habermas'a çevirmiş; Habermas şöyle bir yorum yapmış: 'Anlaşılan o ki, Türkler, İsmet Özel'i anlayabilecek bir millet değil. Ama İsmet Özel de milletinin anlayabileceği bir dil kurabilmekten çok uzak.' Bu 'haber'den sonra şunu söylüyorum: Vicdanımızı 'sızlatıyor' (!) olabilir ama İsmet Özel vicdanımız bizim. Fakat sadece İsmet Özel değil: Bediüzzaman da, Necip Fazıl da, Sezai Karakoç da, Nurettin Topçu da, Cemil Meriç de, Nuri Pakdil de, Rasim Özdenören de vicdanımız aynı zamanda. Vicdanımız yani 'gözümüz', 'kulağımız', 'kalbimiz', 'aklımız' ve 'sesimiz'. Zihin dünyamızı (elbette ki sadece zihin dünyamızı değil) 'aşk ateşi' ve hakîkat ışığıyla aydınlatan yıldızlarımız. Eğer bu yıldızlarımız var/olmamış olsaydı, bugün biz belki de 'burada' var/olamayacak; nasıl bir 'yola çıkmaya hüküm giydiğimizi' bilemeyecek, hakîkatle buluşma noktasına ulaşamayacak, pergelimizi büsbütün şaşırmış olacaktık. Hakîkat, elbette ki kişilerle kâim değil; ama kıyam ve hakîkat bahçesine ikamet, önce ferden ferdâ, sonra da fevc fevc vücut bulabilir ancak. Unutmayalım ki, önce Fahr-i Kâinat Efendimiz hakîkat sarayının yemişlerinin yetiştirildiği ve devşirildiği aşk bahçesinin tohumunu ekmiş, sonra da ashabını, bütün ins-ü-cinni o bahçeye 'ikâmet'e davet etmişti. O yüzden ben zihin dünyamızın bu müstesnâ yıldızlarının yaktıkları aşk ateşinin ve hakîkat ışığının söndürülmesine aslâ göz yumamayacağımızı ve tahammül edemeyeceğimizi düşünüyorum. Çünkü hakîkat kıvılcımı çakılmış, aşk ateşi yakılmış, 'uzun yola çıkılmaya hüküm giyilmiştir' artık. Ancak yakıcı bir sorunla karşı karşıyayız: Aşk / Hakîkat Sarayımızı inşa etmeye koyulan bu hakîkat yıldızlarımızın bugüne kadar yalnızca kendi etraflarını aydınlatmakla yetindiklerini ama elbirliği, gönül birliği ve yürek birliği ederek birbirlerine ışık saçma, birbirlerinin ışığından güç devşirme eylemine henüz ve hâlâ soyunamadıklarını görüyoruz. İsmet Özel'e derhal 'sahiplenmeleri' gerekip de, sahiplenme gücü bulamayan yazarlarımızın hâlâ yazmaya devam edebiliyor olmalarındaki şaşırtıcılık ve tuhaflık; sergiledikleri 'sessizlik' ve 'kayıtsızlık'ın nedenleri kanımca burada gizli. Eğer İsmet Özel, Sezai Karakoç'a, Bediüzaman'a ve diğerlerine mevtâ muamelesi yapılıyor olmasına isyân edebilmiş olsaydı, İsmet Özel kesinlikle sahiplenilecekti. Öte yandan biz de, İsmet Özel'in hakîkat ateşinden neşet eden 'çığlığı'na kulak kabartacağımıza, İsmet Özel'i daha da zor durumlara düşmekten alıkoyacak basîret ve ferâset kılcımızı kuşanamadık. Meselâ sevgili Mustafa İslâmoğlu bu gazetede müstear ismiyle yazdığı üç İsmet Özel yazısında İsmet Özel'in yapıp ettiklerini, kaygılarını sanki bilmiyormuşçasına, onları ıskalayarak İsmet Özel'in 'çığlığı'nı 'acı', 'acınacak' ve 'acınası' sözcükleriyle özetleyen o talihsiz yazıları yazdı ve İsmet Özel'i mahkûm etme yanlışlığına düşmekten kendisini kurtaramadı. Evet, İsmet Özel'in üslûbu kesinlikle yanlıştı. Ama her ne sûretle olursa olsun, söylediklerinin çoğu, söylenemeyen ama mutlaka söylenmesi gereken yakıcı gerçeklerdi; o yüzden üslup meselesi aslî değil, arızî bir mesele olarak görülebilmeliydi. Zira İsmet Özel, çok esaslı bir şeye dikkat çekiyordu: Hakîkatle ilişkimizin dolaylılığından, hakîkate karşı kayıtsızlığımızdan, hakîkati bozuk para gibi harcama şaşkınlığımızın yanlışlığından sözediyordu ve bu duruma isyan ediyordu. Bu acınacak bir durum değil, alkışlanacak bir tavırdı. Bu nedenle, İsmet Özel'e 'sahiplenilmesi' gerekiyor. Ama sadece İsmet Özel'e değil; hakikat ışığıyla aydınlatılan o aşk sarayının mimarları olan TÜM DİĞER HAKÎKAT ÖNCÜLERİNE DE. Bu mesele, bence, İslâmî düşünce, söylem veya hareketin Türkiye'deki en yakıcı ve yıkıcı sorunlarından biri olduğu için bu mesele üzerinde özenle ve hassasiyetle durulması gerektiğini düşünüyorum: Eğer hakîkat sarayının mimarları veya yıldızları, bugüne kadar birbirlerine, birbirlerinin söylediklerine sahiplenebilmiş olsalardı, şu ân biz bu noktada olmaz, kendimizi 'atalet zindanı'na hapsetmemiş olur, daha muhkem ve muhteşem bir hakîkat sarayı inşası çabasına müştereken iştirâk etme alçakgönüllüğü gösterebilirdik. Bu milletin, kişisel saraylara değil, sarsılmaz ve muhkem bir Hakîkat Sarayı'na ihtiyacı var. Onun için de, önce hakîkate şeksiz şüphesiz sahip çıkabilme iradesine sahip olabilmek, sonra da hakîkat öncülerine ve erlerine, egolarımızı kontrol altına alma erdemi göstererek sahiplenebilmek zorundayız. Bediüzzaman'ın deyişiyle, ATALET ZİNDANInın zincirlerini ancak o zaman kırabilir ve Allah'ın HİMMETine ancak o zaman MÜSTEHAK olabiliriz. O hâlde bütün mesele, hakîkate 'sahip olmak', 'sahip çıkmak' ve 'sahiplenmek' şuuruna vâkıf ve vâsıl olabilmekte düğümleniyor. Daha önce de dikkat çekmiştim: 'Sahip' kelimesi, 'sohbet etmek', 'ashab (dost) olmak', 'musahabe etmek' eylemlerini içeren, icbar ve icap ettiren, anlam dünyası son derece engin ve zengin bir kelime. Eğer birbirimizle dost olamıyorsak, kendi aramızda o hakîkat aşkıyla ve ışığıyla kuşanarak sohbet edemiyor, insanla, kâinât'la, tabiat'la ve Rabbimiz'le kopmaz bir rabıta kuran ve kurduran bir sohbeti canlı tutamıyorsak, hakîkate de, hakîkatin mimarlarına veya yıldızlarına da sahip çıkamayacağımızı, sahiplenemeyeceğimizi, bizi zifiri karanlıklara garkeden atalet zindanından zihnimizi, ruhumuzu ve bedenimizi aslâ kurtaramayacağımızı ve hakîkat sarayına hicret edebilme iradesi geliştiremeyeceğimizi iyi bilelim, derim. Yazının bundan sonraki bölümünde bugüne kadar pek yapılmamış bir şeyi yapmaya soyunacağım: İsmet Özel'e, dolayısıyla söylediklerine sahiplenmenin ne demek olduğunu Bediüzzaman'a sahiplenerek, onun söylediklerinden yola çıkarak göstermeye, dolayısıyla HAKÎKAT SARAYI'NIN ANCAK MÜŞTEREK BİR SOHBETE İŞTİRK EDEBİLDİĞİMİZ ORANDA, ÖLÇÜDE VE SÜRECE MUHKEM BİR ŞEKİLDE İNŞA EDİLEBİLECEĞİNİ kanıtlamaya çalışacağım. Çarşamba günkü yazıda, bugüne kadar ıskaladığımız, sahiplenemediğimiz, dost olamadığımız üstad Bediüzzaman'ın, aynı anda nasıl hem enfes bir atalet fenomolojisi, epistemolojisi ve ontolojisi yaptığını, hem de geliştirdiğini göreceğiz. Ve böylelikle Bediüzzaman'la giriştiğim sohbetle atalet tasavvurundan, iman, mümin, vicdan ve hakîkat tasavvuruna kadar uzayıp gidecek bir yolculuğa çıkacağız... İşte o zaman hakîkat'e ve hakîkat sarayının mimarlarına veya yıldızlarına sahip çıkmanın ne demek olduğunu daha iyi kavrayabileceğimizi umuyorum..
burada ayrılıyoruz sevgili godot. sen yoluna ben yoluma.
ben Türkiye'yi ve Özel'i bekliycem..................
herkesi okudum. içim rahat değil. çöplük bence.
ONU hepinizden kıskanıyorum, haberiniz olsun.
sizi çöplüğünüze gömüyorum.
genç, dinamik, ciddi, etkili, kaygın, saygın, türk edbiyatının en tutarlı şairinden bahsediyorum. karamsarlığında hikmet aydınlığı olan, çelişkilerinde sistemli bir vahdet anlayışı yatan adam.
mükemmel bir şair şiirleri her okundukça derin anlamlar kazanıyor bence tartışılmaz bir usta özellikle amentu şiiri herkes tarafından okunulması gerekir
mazot ssadece mazot...
ismet özel okumak bir saldırıya uğramaktır
kadınları köle olarak gördüğünü ve eski gazetesindeki yazıları tenezzülen yazdığını söyleyip ben kibirli diilim mağrurum diyen adam
selam ve muhabbetle...
İsmet bey nev-i şahsına münhasır geçmişiyle hesaplaşıp istikbaline yol bulan ender şahsiyyetlerden birisidir.Muhabbetini idrak etmek için epeyce zeka ve fikri zenginlik gerektiren bir deryadır.Zordur onun uzun telaffuzunu anlamak lakin ferahlık veren hissi andır onunla meşgul olmak.....
'Yasamaktan öte özür bulamayinca aska
sonuçlari bir bir gözden geçiren' adam..
ismet özel adam gibi adam...
insan için önüne çıkan bütün yollar gidilebilir yollar ise o insan artık kaybolmuştur...
İSMET ÖZEL..
ismet özel ismini duydugumda içimi bir telaş sarıyor.
o islamcılıkta bir ekol.ben o adamla kendime geliyorum
o adamla ne yapacagıma karar veriyorum.
Türkiye deismet özelcıler cephesi olusmalı bence
tesekkurler olgun adam
ismet şımarma ama gerçekten güzel yazıyosun.o kurduğun cümleler her babayiğidin değil yazmak anlamak bile harcı değildir.televizyonda tartışma programlarına çıkmıyosun biliyorum.biliyorum oradaki adamların senin muhatabın olabileceğini düşünmüyosun
ölüler beni serinliğe yakıştıramaz...
bir varmış bir yokmuş...bir şair ismet özel varmış...iyi şiirler yazrmış...nasıl olmuşsa bu ismet özel birgün komünist olmuş...derken efendim bir komunist olarak d aiyi şiirler yazmayı başrmış ve hatat böylelikle yıldızı parlamış....gel zaman git zaman ismet özelin duyguları,düşünceleri inançları değişmiş(masalın her versiyonunda bu değişmenin sebepleri muhtelif) ve müslümanlığı (her akılllı komünistin son durağı..yazanın açıklaması) bir hayat yolu olarak benimsemiş...ama işe bakın ki adam iyi şiirler yazmaya devam etmiş...eh,o erdiys e muradına bizde çıkabilriz kerevetine....
ismet özel,bana göre çağımızın ve ülkemizim en büyük aydını.o kelimelere hapsedilemeyecek bir değer bana göre .ismet özel hep böyle kal,hep dobra,hep bizimle....
Suphe yokki
Ayyildizda yasayan
Sozu yigitlesmis insanlardan biri o
Kalitesi hamuruyla belgelenmis dusunur.
iyi şair. ortanın neresinde durursa dursun.
Hayatımda telişkilerle yaşadığım bir dönemde bana kılavuzluk eden muhterem...Allah ondan Razı olsun..
KARDEŞLERİM!
İsmet Özel'in 'ayrılışı' ile bence gereksiz bir sükut-u hayale uğramıyormuyuz? onun şiirleri kadar nesirlerini de okuyanlarımız iyi bileceklerdir ki, o zaten 'aramızda' hiç olmadı ki?
tahrir vazifeleri'nin son yazısı olan 'sabah öğren akşam öl, günboyu ömür yeter' yazısında, 'meğer bir kişi bile yokmuymuş' yalnızlığını ve tek başınalığını herdaim yaşayan Özel'in ayrılışını sürpriz bulanların, nasıl bir nicelik ve nitelikte İsmet Özel okuru olduklarını gözden geçirmelerini öneririm.
zira o, biz beyazlığa soyunurken, beyazların yöresinde nasibinin kalmadığını deşifre edeli uzun yılar oldu...
Yine de şiirde varılabilecek son nokta olan bu 'büyük ve yalnız adamı' ve sevenlerini coşkuyla selamlıyorum...mustafa evci
müslümanların modern dünyada yaşamış oldukları zihinsel travmayı en iyi görebilen ve bunu gözlere sokarcasına herkese göstermeye çalışan biri
Tam bir muamma...
İsmet Özel'in İslami kesimden ayrılmış olması, onun İslam'dan ayrılmış olduğunu göstermez. İsmet özel İslami kesimden (islamcılar) ayrılmasına sebep olarak onların fazlasıyla çıkarcı olmalarını gösteriyor. Bu tartışılabilir. Fakat İsmet Özel halâ Müslüman Dünya Görüşüne bağlı bir kimsedir. Bazılarının kendi kendilerine gelin-güvey olup söyledikleri gibi solculara falan da dönmemiştir. Zaten bütün bunları kendisi Zaman'da Nuriye Akman ile yapılmış söyleşide açıkça belirtiyor.
amentü derim,
şiiri bana sevdiren kişi derim.
açıkçası onu yargılamak çoğumuzun boyunu aşar...
ben tüm fikirlerine katılmamakla birlikte sanatını aşk derecesinde seviyorum/
meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta cebimde sedef çakı boynumda zincir,
.........................
Üstadımız Bediüzzaman'dan, vicdanımız İsmet Özel'e bir 'Aşk Ateşi' 'masal'ı (2)
Üstad Bediüzzaman'ı, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi İslâmî düşünce 'geleneği'nin diğer düşünürlerden ayıran, farklı kılan en temel özelliği nedir? Rönesans ve Reformasyon'dan sonra, önce Batı Avrupa toplumlarına, sonra da bütün kürre-i arza sirâyet eden dünyanın en temel, yakıcı ve yıkıcı sorunlarının kökeninde paganizmin, dolayısıyla paganizmden neşet eden sekülarizmin yattığını gören bir mütefekkir ve âlim olması; o yüzden bütün düşüncesini, imân meselesi etrafında odaklayarak kurmasıdır.
Başka bir deyişle, Bediüzzaman'ın çağının ruhunu çok iyi kavramış olması ve pagan Batılıların doymak bilmez iştihalarının ve sınır tanımaz azmanlıklarının ürünü olan sömürünün, haksızlıkların, hukuksuzlukların, insana, tabiâta ve Yaratıcı'ya karşı işlenen cinayetlerin üstesinden kalıcı şekillerde nasıl gelinebileceğinin sırlarının İslâm'ın imân, vicdan ve hakîkat tasavvurunda gizli olduğunu görmüş olması ve bütün mesâisini, gece gündüz demeden, tüm zorluklara göğüs gererek imân hakîkatlerini tasvir, tarif, tahlil ve teklif etmeye teksif etmesidir.
İliklerimize kadar sirayet eden özgüvensizlik sorunu ve yenilgi psikolojisi, Müslüman toplumların bütün kesimlerini ve bireylerini oraya buraya savuran şüphe bataklığına garketmiştir. Bu şüphe illetinden İslâm'la ilişkileri en muhkem olan kesimler de nasiplerini almıştır. Bediüzzaman'ın iman hakîkatleri üzerinde yoğunlaşmasının nedenleri burada gizli işte. Bu şüphe meselesi konusunda Sezai Karakoç'un ve Nurettin Topçu'nun da çarpıcı ve sarsıcı tespitleri var. Bu meseleyi ilerde bahis mevzuu edeceğim.
İsmet Özel'in hakîkatle kurduğu ilişkinin muhkemliğine şahit olan biri olduğum için, İsmet Özel'in tavırları, üslûbu âilemle, çocuklarımla ilişkilerimi etkileyecek kadar derinden üzdü beni: Onların hakları geçti bana.
Usûl meselesiyle asıl meselesinin birbirinden ayrılamayacağının bilincindeyim; bunu daha önce de yazmıştım. Ancak İsmet Özel ne kadar tedirgin edici bir üslup kullanırsa kullansın ben 'konuşan'a değil', Konuşturan'a ve konuşulan'a, yani zarfa değil, mazrufa bakmalıyım diye düşündüm hep.
Ben, İsmet Özel'den çokça istifade ettim. Allah ondan râzı olsun. Ama bütün zamanların çocuğu olabilecek ve bütün zamanları çocuğu kılabilecek kadar geniş ve derûnî sahanlıklara, okyanuslara ve zamanlara açılabilen ve hakîkatin gücünü tespit ve ispat etmek için bütün zamanları seferber edebilen tek mütefekkir olarak gördüğüm için üstad Sezai Karakoç'a kendimi daha yakın hisseden ve onu üstadım olarak gören biriyim. Ancak bu durum, benim İsmet Özel'e 'sahiplenme' çabamı aslâ engellemedi. Aksine İsmet Özel'i üstadı olarak gören bir kardeşimden daha fazla İsmet Özel'i önemsemeye ve sahiplenmeye icbar etti.
Dikkat ederseniz, burada -çok özür dileyerek- çok esaslı bir şey söylemeye çalışıyorum: Bu ülkede bir şeyler söyleyecek ve yapacaksak, bunu, gettolarımıza hapsolduğumuz sürece, aslâ başaramayacağımızı ve beceremeyeceğimizi düşünüyorum. Yapılması gereken ama nedense bugüne kadar yapılmayan şey, önce hakîkat sarayı'na su taşıyan, taş taşıyan, harç taşıyan ve karan son dönemin İslâmî düşünce geleneğinin düşünürlerine de, ardından 150 yıllık ve nihâyet 1400 yıllık birikime de egolarımızı, meşreplerimizi, hiziplerimizi aşabilme iradesi göstererek sahip çıkabilmek, o muhteşem sarayın bahçesine bir ağaç dikebilmek, o bahçedeki gülleri herkesin koklayabilmesine zemin hazırlayabilecek koridorlar açabilmek, böylesi bir tevazuya, alçakgönüllülüğe, kadirşinaslığa, hakbilirliğe, zora talip olmaya kendimizi hazır hale getirebilmek. Asıl yakıcı meselemiz bu.
Eğer biz bütün müminler olarak önce kendi aramızda hakîkat sohbetini canlı tutabilir ve ardından da bütün İslâm diyarlarındaki ve tarihindeki hakîkat sohbetleriyle irtibat ve temas kurabilirsek, işte ancak o zaman, sadece bu ülkede değil, bütün dünyada hakîkat aşkının ateşini daha muhkem ve sarsılmaz bir şekilde yakabiliriz. Hakîkati, gettolarımıza, kliklerimize, hiziplerimize, üstadlarımıza kilitlediğimiz sürece üzerimizdeki atalet zincirini aslâ atamaz, Allah'ın rahmet, yardım ve inâyetine aslâ mazhar olamaz; dolayısıyla müşterek ve muhteşem bir hakîkat şarkısı besteleyemeyiz.
Ben İsmet Özel özelinden ve üzerinden Allah'ın rahmet sıfatının tecellî etmesine imkân tanıyabilecek bir yer / mekân / koridor açabilmek gibi esaslı bir şey yapmaya çalışıyorum. Kimim ki ben böylesine esaslı bir şeye soyunuyorum? Mümin olduğunun şuuruna ve farkına varmış, bütün müminlerin dertlerini dert edinmek gibi bir ahlâkı, bir hassasiyeti veya sevgili Dücane Cündioğlu kardeşimin o enfes tahliliyle önerdiği hakîkate sahip çıkabilme husûsiyetini hatırlatmaya çaba gösteren âciz, sıradan, basit bir insanım. Bütün samimiyetimle, saflığımla ve açıkyürekliliğimle söylüyorum bunu.
İsmet Özel'deki o aşk ateşinin derinliğini, sarsıcılığını görmüş biriyim ben. İsmet Özel'deki bu hakîkat aşkı ateşini Hz. Ömer tavrına benzetirim hep. Bu tavır, İsmet Özel'de, onun 'hareketlerine', üslubuna özen göstermesini engelleyecek kadar yakıcı bir şekilde tezahür ediyor. Dediğim gibi sıradan bir müslüman olarak onun 'patavatsız' üslûbu beni de fena halde üzdü. Ama onun HAKÎKATLE KURDUĞUMUZ İLİŞKİNİN DOLAYSIZ DEĞİL, DOLAYLI BİR İLİŞKİ olduğundan ısrarla sözetmesi ve buna isyân etmesi, bizim onu yok saymamıza değil, ona kulak kabartmamıza yetebilmeliydi.
Sezai Karakoç, Cemel ve Sıffîn vakalarını tahlil ederken son derece enfes bir şey söyler. Der ki üstad: Bu hâdiseler, hakîkatle yüzleşen sahabenin hakîkate vâsıl olma aşkının ve hakÎkati kaybetme 'korku'sunun verdiği bir ateşin ürünüdür. İşte İsmet Özel de hakkı tutup kaldıran bir milletin çocuklarının hakîkatle kurdukları ilişkinin dolaysız değil, dolaylı bir ilişki olmasına isyan etmiştir. Bu, muhteşem bir isyandır. İsmet Özel, kendisini yıpratacağını bile bile bu isyana soyunmaktan çekinmemiştir.
İsmet Özel'deki iman ve vicdanın sarsıcılığı, muhkemliği, sukatılmamışlığı onda aslında asâlet olarak vücut bulan şeyi kibir şeklinde tezahür ettirmiştir. İsmet Özel, aslında egosunu bu kadar öne çıkarmakla, aynı zamanda, nefsini ayaklar altına alma iradesi de göstermiş olmaktadır.
İsmet Özel'in yaptığı ve onu 'kurtaracak' şeyi Bediüzzaman'ın şu tespitiyle açıklayabiliriz: 'Kahramancasına bir metanet ve kuvvet-i iman ve dikkat-i nazar lazımdır ki, kendisini [kişiyi, mümini] kurtarsın.'
Öte yandan, bundan sonra İsmet Özel'in yapması gereken şeyi, haddimi aşarak ama bir kardeşi olarak yine Bediüzzaman'ı konuşturarak hatırlatayım: 'Sende, senin nefsine olan şedid muhabbetin O'nun [Allah'ın] Zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimal edip zâtına sarfediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi [ben'i] yırt, hüve'yi [O'nu, yani Allahu Azimüşşânı] göster.'
Pazartesi günü de devam ediyoruz bu 'aşk ateşi' 'masal'ına...
Yusuf KAPLAN (Yeni Şafak)
seni anlamadılar ya....
Üstadımız Bediüzzaman'dan, vicdanımız İsmet Özel'e bir 'Aşk Ateşi 'masal'ı (1)
Bizim Medeniyet Tasavvuru Okulu'nun 'enfante terrible' ('harika çocuk') larından olan ve şimdilerde çağımızın en büyük düşünürlerinden Habermas'a öğrencilik yapan (!) Emrullah Gökhan kardeşimden bir 'haber'le yazıya giriş yapayım: Emrullah, Nuriye Akman'ın İsmet Özel'le yaptığı o 'dehşetengiz' konuşmayı Habermas'a çevirmiş; Habermas şöyle bir yorum yapmış: 'Anlaşılan o ki, Türkler, İsmet Özel'i anlayabilecek bir millet değil. Ama İsmet Özel de milletinin anlayabileceği bir dil kurabilmekten çok uzak.'
Bu 'haber'den sonra şunu söylüyorum: Vicdanımızı 'sızlatıyor' (!) olabilir ama İsmet Özel vicdanımız bizim. Fakat sadece İsmet Özel değil: Bediüzzaman da, Necip Fazıl da, Sezai Karakoç da, Nurettin Topçu da, Cemil Meriç de, Nuri Pakdil de, Rasim Özdenören de vicdanımız aynı zamanda. Vicdanımız yani 'gözümüz', 'kulağımız', 'kalbimiz', 'aklımız' ve 'sesimiz'. Zihin dünyamızı (elbette ki sadece zihin dünyamızı değil) 'aşk ateşi' ve hakîkat ışığıyla aydınlatan yıldızlarımız.
Eğer bu yıldızlarımız var/olmamış olsaydı, bugün biz belki de 'burada' var/olamayacak; nasıl bir 'yola çıkmaya hüküm giydiğimizi' bilemeyecek, hakîkatle buluşma noktasına ulaşamayacak, pergelimizi büsbütün şaşırmış olacaktık.
Hakîkat, elbette ki kişilerle kâim değil; ama kıyam ve hakîkat bahçesine ikamet, önce ferden ferdâ, sonra da fevc fevc vücut bulabilir ancak. Unutmayalım ki, önce Fahr-i Kâinat Efendimiz hakîkat sarayının yemişlerinin yetiştirildiği ve devşirildiği aşk bahçesinin tohumunu ekmiş, sonra da ashabını, bütün ins-ü-cinni o bahçeye 'ikâmet'e davet etmişti.
O yüzden ben zihin dünyamızın bu müstesnâ yıldızlarının yaktıkları aşk ateşinin ve hakîkat ışığının söndürülmesine aslâ göz yumamayacağımızı ve tahammül edemeyeceğimizi düşünüyorum. Çünkü hakîkat kıvılcımı çakılmış, aşk ateşi yakılmış, 'uzun yola çıkılmaya hüküm giyilmiştir' artık.
Ancak yakıcı bir sorunla karşı karşıyayız: Aşk / Hakîkat Sarayımızı inşa etmeye koyulan bu hakîkat yıldızlarımızın bugüne kadar yalnızca kendi etraflarını aydınlatmakla yetindiklerini ama elbirliği, gönül birliği ve yürek birliği ederek birbirlerine ışık saçma, birbirlerinin ışığından güç devşirme eylemine henüz ve hâlâ soyunamadıklarını görüyoruz. İsmet Özel'e derhal 'sahiplenmeleri' gerekip de, sahiplenme gücü bulamayan yazarlarımızın hâlâ yazmaya devam edebiliyor olmalarındaki şaşırtıcılık ve tuhaflık; sergiledikleri 'sessizlik' ve 'kayıtsızlık'ın nedenleri kanımca burada gizli.
Eğer İsmet Özel, Sezai Karakoç'a, Bediüzaman'a ve diğerlerine mevtâ muamelesi yapılıyor olmasına isyân edebilmiş olsaydı, İsmet Özel kesinlikle sahiplenilecekti. Öte yandan biz de, İsmet Özel'in hakîkat ateşinden neşet eden 'çığlığı'na kulak kabartacağımıza, İsmet Özel'i daha da zor durumlara düşmekten alıkoyacak basîret ve ferâset kılcımızı kuşanamadık. Meselâ sevgili Mustafa İslâmoğlu bu gazetede müstear ismiyle yazdığı üç İsmet Özel yazısında İsmet Özel'in yapıp ettiklerini, kaygılarını sanki bilmiyormuşçasına, onları ıskalayarak İsmet Özel'in 'çığlığı'nı 'acı', 'acınacak' ve 'acınası' sözcükleriyle özetleyen o talihsiz yazıları yazdı ve İsmet Özel'i mahkûm etme yanlışlığına düşmekten kendisini kurtaramadı.
Evet, İsmet Özel'in üslûbu kesinlikle yanlıştı. Ama her ne sûretle olursa olsun, söylediklerinin çoğu, söylenemeyen ama mutlaka söylenmesi gereken yakıcı gerçeklerdi; o yüzden üslup meselesi aslî değil, arızî bir mesele olarak görülebilmeliydi. Zira İsmet Özel, çok esaslı bir şeye dikkat çekiyordu: Hakîkatle ilişkimizin dolaylılığından, hakîkate karşı kayıtsızlığımızdan, hakîkati bozuk para gibi harcama şaşkınlığımızın yanlışlığından sözediyordu ve bu duruma isyan ediyordu. Bu acınacak bir durum değil, alkışlanacak bir tavırdı.
Bu nedenle, İsmet Özel'e 'sahiplenilmesi' gerekiyor. Ama sadece İsmet Özel'e değil; hakikat ışığıyla aydınlatılan o aşk sarayının mimarları olan TÜM DİĞER HAKÎKAT ÖNCÜLERİNE DE.
Bu mesele, bence, İslâmî düşünce, söylem veya hareketin Türkiye'deki en yakıcı ve yıkıcı sorunlarından biri olduğu için bu mesele üzerinde özenle ve hassasiyetle durulması gerektiğini düşünüyorum: Eğer hakîkat sarayının mimarları veya yıldızları, bugüne kadar birbirlerine, birbirlerinin söylediklerine sahiplenebilmiş olsalardı, şu ân biz bu noktada olmaz, kendimizi 'atalet zindanı'na hapsetmemiş olur, daha muhkem ve muhteşem bir hakîkat sarayı inşası çabasına müştereken iştirâk etme alçakgönüllüğü gösterebilirdik. Bu milletin, kişisel saraylara değil, sarsılmaz ve muhkem bir Hakîkat Sarayı'na ihtiyacı var. Onun için de, önce hakîkate şeksiz şüphesiz sahip çıkabilme iradesine sahip olabilmek, sonra da hakîkat öncülerine ve erlerine, egolarımızı kontrol altına alma erdemi göstererek sahiplenebilmek zorundayız. Bediüzzaman'ın deyişiyle, ATALET ZİNDANInın zincirlerini ancak o zaman kırabilir ve Allah'ın HİMMETine ancak o zaman MÜSTEHAK olabiliriz.
O hâlde bütün mesele, hakîkate 'sahip olmak', 'sahip çıkmak' ve 'sahiplenmek' şuuruna vâkıf ve vâsıl olabilmekte düğümleniyor.
Daha önce de dikkat çekmiştim: 'Sahip' kelimesi, 'sohbet etmek', 'ashab (dost) olmak', 'musahabe etmek' eylemlerini içeren, icbar ve icap ettiren, anlam dünyası son derece engin ve zengin bir kelime. Eğer birbirimizle dost olamıyorsak, kendi aramızda o hakîkat aşkıyla ve ışığıyla kuşanarak sohbet edemiyor, insanla, kâinât'la, tabiat'la ve Rabbimiz'le kopmaz bir rabıta kuran ve kurduran bir sohbeti canlı tutamıyorsak, hakîkate de, hakîkatin mimarlarına veya yıldızlarına da sahip çıkamayacağımızı, sahiplenemeyeceğimizi, bizi zifiri karanlıklara garkeden atalet zindanından zihnimizi, ruhumuzu ve bedenimizi aslâ kurtaramayacağımızı ve hakîkat sarayına hicret edebilme iradesi geliştiremeyeceğimizi iyi bilelim, derim.
Yazının bundan sonraki bölümünde bugüne kadar pek yapılmamış bir şeyi yapmaya soyunacağım: İsmet Özel'e, dolayısıyla söylediklerine sahiplenmenin ne demek olduğunu Bediüzzaman'a sahiplenerek, onun söylediklerinden yola çıkarak göstermeye, dolayısıyla HAKÎKAT SARAYI'NIN ANCAK MÜŞTEREK BİR SOHBETE İŞTİRK EDEBİLDİĞİMİZ ORANDA, ÖLÇÜDE VE SÜRECE MUHKEM BİR ŞEKİLDE İNŞA EDİLEBİLECEĞİNİ kanıtlamaya çalışacağım.
Çarşamba günkü yazıda, bugüne kadar ıskaladığımız, sahiplenemediğimiz, dost olamadığımız üstad Bediüzzaman'ın, aynı anda nasıl hem enfes bir atalet fenomolojisi, epistemolojisi ve ontolojisi yaptığını, hem de geliştirdiğini göreceğiz. Ve böylelikle Bediüzzaman'la giriştiğim sohbetle atalet tasavvurundan, iman, mümin, vicdan ve hakîkat tasavvuruna kadar uzayıp gidecek bir yolculuğa çıkacağız... İşte o zaman hakîkat'e ve hakîkat sarayının mimarlarına veya yıldızlarına sahip çıkmanın ne demek olduğunu daha iyi kavrayabileceğimizi umuyorum..
Yusuf KAPLAN (Yeni Şafak)
Çoğu insanı hayalkırıklığına uğratan bir şahsiyet
inek
yaşamayı bileydim yazrmıydım hiç şiir
yaşamayabileydim yazarmıydım hiç şiir
-yaşama!
-ya bileydim
yazar mıydım
hiç şiir.