İslâm’a farklı açılardan hareketle getirilebilecek değişik tanım ve açıklamalar sonuç olarak birbirini tamamlar niteliktedir. Bu sebeple gerek genel din tasavvuru ve vahiy geleneği ya da diğer semavî dinlerle farklılığı ön plana çıkarılarak, gerekse müslümanların ayırıcı özelliğini oluşturan inanç ve ibadet esaslarına, duygu, düşünce ve davranış yönüyle müslüman fert ve toplumların tarihten günümüze akseden genel görüntüsüne ağırlık vererek yapılacak tanıtımlar ayrı ayrı anlam taşır. Böyle olduğu için de İslâm, Hz. Muhammed’in temel öğreti ve esaslarını vahiy yoluyla Allah’tan aldığı ve ilk uygulamalarını bizzat kendisinin gerçekleştirdiği, zamanla müslüman toplumlar tarafından insanlığın diğer zihnî ve amelî birikimlerinden de istifade ile geliştirilen din ve dünya görüşünün; insan, toplum, devlet gibi insanî konularda kendine has ilkeleri ve felsefesi bulunan tarihî tecrübenin, kültür ve uygarlığın genel adı olmuştur.
İslâm kelimesinin semantik tahlilini yapan Toshihiko Izutsu’ya göre Câhiliye döneminin hâkim telakkisi olan şirk inancının aksine Kur’an’ın mesajıyla Allah kâinatın mutlak hâkimi ve tek rabbi olarak kabul edilmiş; O’na yapılan kulluk ise itaat, teslimiyet ve tevazu ifade eden terimler arasında en önemlisi olan, “kişinin bilerek ve samimiyetle kendisini Allah’a teslim etmesi” anlamına gelen İslâm terimiyle belirtilmiştir. İtaat ve teslimiyeti anlatan huşû, tazarru gibi diğer Kur’an terimlerinden farklı olarak İslâm, eskiden başlayıp devam eden bir şeye değil yeni başlayan bir dönüşüme işaret etmektedir. Bu durumda müslim de Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak suretiyle bir atılım cesaretini gösteren kimsedir.
Dönüp duran bir tekerlek gibidir hayat ve insanlar bu tekerleğin tam göbeğindeki “kardeşlik” adlı poyraya bağlı parmaklardır. Kırılınca bu parmaklar, tekerlek artık çıkar tekerlek olmaktan; yaşanmaz olur hayat. Onun içindir ki bilir kardeşler, kardeşliğin birlik ve beraberlik olduğunu; birbirlerini bütünleyerek yekpare sağlam bir bina oluşturduklarını. Birinin derdi kederi bütün kardeşlerini ilgilendirir. Birinin mutluluğu sevinci hepsinin gönencidir. Aynı anne babanın çocukları değildirler belki, ama aynı duygu, düşünce ve inançları paylaşmaktan doğan bir kardeşlik havasını çekerler içlerine, etraflarına da aynı havayı estirirler. Özveri olduğunu düşünmeden, kafalarında en ufak bir soru oluşmadan sahip olduklarını paylaşırlar. İyi niyet ve tam bir samimiyetle birbirlerine destek olur, yardımlaşırlar...
Kardeşliğin hâkim olduğu bir toplumda çıkar değil samimiyet, bencillik değil diğerkâmlık, zorunluluk değil gönüllülük, zulüm değil adalet ve merhamet görülür. Bu toplumu oluşturan insanların aralarındaki ilişkiyi isimlendirmek için en çok kullanılan kelimeler dost, arkadaş, ahbap, gönüldaş, sırdaştır ve bu toplumda hiç duyulmayacak üç kelime kin, nefret ve düşmanlıktır...
Hoş görmek, birinin hatalı davranışına karşı geliştirilen iyi davranıştır, aynen karşılık verebilecekken vazgeçmektir. Çünkü insanız; aynı çatı altında yaşıyor, aynı güneşten faydalanıyor, aynı topraktan besleniyoruz. Aynı ten kafesinde, aynı can emanetini taşıyoruz. Doğumla ölüm arasında benzer duraklarda konup kalkıyoruz ve bütün benzerliklerimize rağmen herkesin tuttuğu farklı yollar, benimsediği farklı hayat tarzları var. Nasıl ki yer damar damardır, insan da çeşit çeşit… Aynı olay karşısında farklı tepkiler verebilir, aynı durumlarda farklı davranışları kolayca sergileriz. Bunların kimi doğrudur, kimi de yanlış...
Hayat insana Rabbinin verdiği bir armağandır; güllük gülistanlık bir armağan. Ama gül dikensiz değildir. Hayat da… Hayat denen gülistanın dikenleri güçlükler, zorluklar ve sıkıntılardır. Sabırsa bunlara göğüs germenin adı… Kimi zaman ağırlığından omuzlarımızın yorulduğu, ayaklarımızın titrediği elemlere katlanırız; kimi zaman sonucunda karşılaşacağımız güzelliklerin ümidiyle bazı lezzetlerden uzak durmak mecburiyetine... Kimi zaman da hiçbir şey beklemeden ve hiçbir şey ümit etmeden bekleriz, sadece bekleriz. Zahmetsiz rahmet ermez çünkü. Hayat yolculuğunda kapısında duracağımız sabır, kazanacağımız galibiyetlerin ve güzel sonuçların habercisidir; er ya da geç kapı açılacaktır çünkü....
Umut sanatkârının tutunduğu daldır sabır. Sayesinde sözümüzden veya kararlarımızdan dönmeden gereğini sonuna kadar yaparız; korukluktan olgunluğa ancak böyle geçileceğini biliriz. Sabrın eteklerine sıkı sıkıya tutunarak olacak olanı telâş göstermeden bekleriz; bu bize katlanma gücü verir, dayanıklılık kazandırır...
Sabrı ahlâk edinmiş kişi sözlerini yerine getirmek için sabreder. Namazlarına, oruçlarına sabırla devam eder. Allah’tan gelen nimetlerin lezzetine de, çekip aldığında yokluğunun elemine de sabreder. Yanındakilerin bir gün yok olacağını, Allah katında olanın ise kalıcı olduğunu bilmenin gücüyle sabretmeye devam eder. Korktuğunda, aç açıkta kaldığında, malını mülkünü kaybettiğinde tahammül gösterip sabreder...
Hz. Peygamber’in(s.a.s.) eşsiz ahlâkını “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11 / 112) âyetinin emrine uygun davranma endişesi şekillendirmekteydi. O, dua ve ibadetlerinde, yeme içmesinde, giyim kuşamında, dostları ve hasımları ile ilişkilerinde, ticarî faaliyetlerinde, zenginlik ve fakirlik dönemlerinde, savaş ve barış zamanlarında, hayatının her alanında ve bütün safhalarında hep bu endişeyi taşımaktaydı. O kadar ki “Beni, Hûd sûresi ihtiyarlattı” buyurmuştu. Onun ahlâkı Kur’an’dan ibaretti. O, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiş bir elçiydi.
Güzel ahlâkın örneği olan Hz. Peygamber, (s.a.s.) diğer insanlarla ilişkilerinde nazik, şefkatli ve merhametliydi. Her zaman güler yüzlü ve mütevaziydi. Ashabıyla karşılaştığında önce o selâm verir ve karşısındakiyle tokalaşırdı. Karşısındaki elini bırakıncaya kadar da elini bırakmazdı. Birisi onunla konuştuğunda ona doğru döner ve muhatabının sözü bitinceye kadar yüzünü çevirmezdi. Hasta olan arkadaşlarını ziyaret eder, komşuluk ilişkilerine önem verirdi. İzin verilmedikçe birinin evine girmez, izin verilmezse geri dönerdi. Gittiği evlerde başköşeye oturmaktan kaçınırdı. Misafirlerine ise bizzat kendisi hizmet ederdi.
Hz. Muhammed(s.a.s.) Allah’ın, kulları arasından seçtiği bir peygamberdir. Bir peygamber olarak tebliğ görevi ile yükümlüydü. Allah’tan aldığı vahyi insanlara bildirir, kendisi de vahyin bildirdiği şekilde hayatını sürdürürdü. Bu yönüyle bütün insanlık için en güzel örnektir. Ümmetini hep iyiye ve doğruya davet etmiştir. O aynı zamanda bir uyarıcıdır. Allah’a itaat ettiği gibi resûlüne(s.a.s.) de itaat etmek her müslümanın üzerine bir borçtur. Hz. Peygamber, (s.a.s.) rehberdir, yol göstericidir. Bütün bu görevlerini insanların özelliklerine dikkat ederek, onları kırıp incitmeden yerine getirmiş, Allah’ın buyruklarını hep sabırla anlatmıştır. Karşılaştığı güçlüklerden yılmamış, davasına hep sadık kalmıştır. Hira mağarasında ilk vahyi aldığı günden son nefesini verinceye kadar sürdürdüğü hayatı ve geride bıraktığı sünneti ile o(s.a.s.) âlemlere rahmettir.
Cahit Bey, Dünya ve Ahiretin tapusu yüce Yaratana ait değil midir? Bu tafsilatı kim, ya da kimler yapıyor. Her yaratılmışın gaye ve önemi farklı-farklıdır. Bu Dünya olmasa, Ahiretin ne mana ve kıymeti olacaktır? Yaşam varsa, ölüm mutlak olacaktır.. . Dünya gerçek, İnsanlar Fani, ölümse haktır...Bu deyim de bana aittir... Sevgi, Barış, hayır ve hasenatla kalınız.
Edebe riayet etmeyen hiç kimse, Allahü teâlâya kavuşamaz, yani veli olamaz. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir. Namazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzihi bir mekruhtan sakınmak; zikir, fikirden (tefekkürden) üstündür.
İlk imanımızı anamızdan, babamızdan öğrendik. Onlar ilk mürşidimizdir. Onun için ana baba hakkı çok büyüktür. Bu yüzden, din düşmanları; İslam’ı kökünden kazımak için aile yuvasını yıkmak lazım diyorlar.
Mevcuda şükretmeli, kanaat etmeli. Mevcutla devam etmeli. İsraf, küfran-ı nimet, hep "Bu bana lazımdır” diyerek başlar. Bir kere bu bana lazımdır deyince onun ardı gelir, bu da lazım, şu da lazım diye devam eder. Lazım dediğine kavuşmak için dinin dışına çıkar da haberi olmaz.
Allahü teâlâ suç işleyenin cezasını verir, ancak istigfar edenleri affeder. Müjdeler çok, Rabbimizin merhameti geniş. Seksen sene kilisede papazlık yapmış, İslamı yıkmaya uğraşmış kişiyi bile bir kelime-i şehadet söylemekle affediyor. Allahümme inneke afüvvün kerîmün tühıbbül afve fa'fü annî (Ya Rabbi sen madem ki affedicisin, ihsan edicisin, affetmeyi seversin öyleyse beni de affet). Bunu her namazdan sonra okumalı. Bunlar hep, âsi kullara Allahü teâlânın müjdesidir.
Peygamber efendimize bir yahudi gelip, selam verir gibi yaparak Es sam aleyküm yani, ölesin, yok olasın der. Peygamber efendimiz de, ve aleyküm sam diye cevap verir. Gittikten sonra, Hazret-i Âişe validemiz, Allah belanızı versin, sizi kahretsin... gibi bazı şeyleri sıralamaya başlayınca, Peygamberimiz durdurup, fazlaya hakkımız yok, bize ne yaptıysa ancak o kadarını yapabiliriz, buyurdu. Kâfir de olsa yaptığından fazlasını yapmak caiz değildir.
Nice sarhoşlar vardır ki, yaptığından pişmanlık duyar tevbe eder, imanla gider. Nice dervişler, müritler vardır ki, kibirlidir, günahları için tevbe etmez, imansız giderler. Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine bir papaz gelip, ben mi üstünüm sen mi üstünsün diye sorar. O da bir hafta sonra gel, der. Bir hafta sonra geldiğinde vefat ettiğini görür. Bugün bana cevap verecekti diye söylenince, tabutu göstererek, işte orada git sor, o boşuna konuşmaz derler. Tabutunun başına gidip aynı soruyu sorar. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri Allahü teâlânın izniyle başını kaldırıp, şöyle cevap verir; Geçen hafta sonumun ne olacağını bilmediğim için sana cevap veremedim. Ben imanla gidip kendimi kurtardım, senden üstünüm. Sen kendine bak. Papaz, ağlamaya başlar, kelime-i şehadet getirir müslüman olur.
Bilerek pek küfre düşülmez fakat bilmeyerek küfre düşülebilir. Bunun için (Ya Rabbi, bilerek veya bilmeyerek küfre sebep olan bir söz söylediysem, bir iş yaptıysam nadim oldum, pişman oldum, beni affet) duasını çok okumamız lazım. Küfür sigorta gibidir. İrtibatı keser. Bir kimse küfre düşmüş ise, ne yaparsa yapsın, ne kadar çok ibadet ederse etsin hiçbir faydası yoktur. Çünkü sigorta atmıştır, ampul, tesisat ne kadar sağlam olursa olsun, elektrik gelmediği için fayda olmaz.
Cahit bey, Ülkemiz de aza kanaat edenler sefalet içerisinde yaşıyorlar? --Kendilerine güvenmeyen Filistin ve Gazze'nin hali orta da? --Şimdi Filistin Halkı Yüce Yaradana güvenmiyor mu? --Muhterem, insanlar kuş mudur ki günü birlik yaşasınlar? --Mevsimi var, iklimi var, Yazı var, Kışı var. Çoluk var, çocuk var. Hastalık var ölüm var. Vergisi var zam-ı var. Bu külfetler nasıl halledilecek? --Devri Alem de, iğneyi kendisine batıracak birey, nesil ya da öğle bir toplum kaldı mı? --Güney Doğu da Deprem olduğunda, Riyaset, Sarayda Hatim indirdiler? Kızılay'a-Dolunay'a yaptırım uygulamadılar. Şimdi de bir benzerini siz diyorsunuz? (Kızdıklarınıza DUA ediniz) --Hilafetçilerin tamamı mal-mülk için Savaşmışlardır. Osmanlının iki türlü geliri vardı. Biri Toplumsal Vergi, ikicisi savaş ganimeti? --Dünya'da kanlı savaşları başlatan başlıca ve ilk nedenlerden bir Din-Mezhep ayrışmalarıdır? --Bu gün islam Devletlerinin tamamın da, Din Kuran-a dayalı yaşanmamaktır. Oysa ki Kuran Evrenin tercüm-i ezeliyesidir. Ve tek ve son kutsal Kitaptır. Hz. Muhammed Yüce Yaratanın yer yüzünde ki, tek ve son rehberidir.... --İslamiyet'te ilk ayrışmayı Cümle Mezhepler yapmıştır. Tarikat ve Asitane dergâhları Din gölgesi altında eli zülfikârlı anarşit ve terörist yetiştirmiştir. Bütün devri alem de Yüce islam Dinine en çok Tarikatlar zarar vermiştir.. Ülkemiz de, ne zaman ki cümle Tarikat ve Asitane dergahlarına kilit vurulur, o dinsiz-imansız sempatizanların kökü kazılır, Haa işte o zaman Yüce Dinimiz Laiklik güvencesi altında, aslına uygun icra edilir. --Bunun aksi cehallettir, garabettir, delallettir, hilafettir, hatta ihanettir. Zat-i alinize hayırlı çalışmalar, hayır ve hasenatlar dilerim.....OZAN ÇAKIROĞLU.
İslâm’a farklı açılardan hareketle getirilebilecek değişik tanım ve açıklamalar sonuç olarak birbirini tamamlar niteliktedir. Bu sebeple gerek genel din tasavvuru ve vahiy geleneği ya da diğer semavî dinlerle farklılığı ön plana çıkarılarak, gerekse müslümanların ayırıcı özelliğini oluşturan inanç ve ibadet esaslarına, duygu, düşünce ve davranış yönüyle müslüman fert ve toplumların tarihten günümüze akseden genel görüntüsüne ağırlık vererek yapılacak tanıtımlar ayrı ayrı anlam taşır. Böyle olduğu için de İslâm, Hz. Muhammed’in temel öğreti ve esaslarını vahiy yoluyla Allah’tan aldığı ve ilk uygulamalarını bizzat kendisinin gerçekleştirdiği, zamanla müslüman toplumlar tarafından insanlığın diğer zihnî ve amelî birikimlerinden de istifade ile geliştirilen din ve dünya görüşünün; insan, toplum, devlet gibi insanî konularda kendine has ilkeleri ve felsefesi bulunan tarihî tecrübenin, kültür ve uygarlığın genel adı olmuştur.
İslâm kelimesinin semantik tahlilini yapan Toshihiko Izutsu’ya göre Câhiliye döneminin hâkim telakkisi olan şirk inancının aksine Kur’an’ın mesajıyla Allah kâinatın mutlak hâkimi ve tek rabbi olarak kabul edilmiş; O’na yapılan kulluk ise itaat, teslimiyet ve tevazu ifade eden terimler arasında en önemlisi olan, “kişinin bilerek ve samimiyetle kendisini Allah’a teslim etmesi” anlamına gelen İslâm terimiyle belirtilmiştir. İtaat ve teslimiyeti anlatan huşû, tazarru gibi diğer Kur’an terimlerinden farklı olarak İslâm, eskiden başlayıp devam eden bir şeye değil yeni başlayan bir dönüşüme işaret etmektedir. Bu durumda müslim de Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak suretiyle bir atılım cesaretini gösteren kimsedir.
Dönüp duran bir tekerlek gibidir hayat ve insanlar bu tekerleğin tam göbeğindeki “kardeşlik” adlı poyraya bağlı parmaklardır. Kırılınca bu parmaklar, tekerlek artık çıkar tekerlek olmaktan; yaşanmaz olur hayat. Onun içindir ki bilir kardeşler, kardeşliğin birlik ve beraberlik olduğunu; birbirlerini bütünleyerek yekpare sağlam bir bina oluşturduklarını. Birinin derdi kederi bütün kardeşlerini ilgilendirir. Birinin mutluluğu sevinci hepsinin gönencidir. Aynı anne babanın çocukları değildirler belki, ama aynı duygu, düşünce ve inançları paylaşmaktan doğan bir kardeşlik havasını çekerler içlerine, etraflarına da aynı havayı estirirler. Özveri olduğunu düşünmeden, kafalarında en ufak bir soru oluşmadan sahip olduklarını paylaşırlar. İyi niyet ve tam bir samimiyetle birbirlerine destek olur, yardımlaşırlar...
Kardeşliğin hâkim olduğu bir toplumda çıkar değil samimiyet, bencillik değil diğerkâmlık, zorunluluk değil gönüllülük, zulüm değil adalet ve merhamet görülür. Bu toplumu oluşturan insanların aralarındaki ilişkiyi isimlendirmek için en çok kullanılan kelimeler dost, arkadaş, ahbap, gönüldaş, sırdaştır ve bu toplumda hiç duyulmayacak üç kelime kin, nefret ve düşmanlıktır...
Hoş görmek, birinin hatalı davranışına karşı geliştirilen iyi davranıştır, aynen karşılık verebilecekken vazgeçmektir. Çünkü insanız; aynı çatı altında yaşıyor, aynı güneşten faydalanıyor, aynı topraktan besleniyoruz. Aynı ten kafesinde, aynı can emanetini taşıyoruz. Doğumla ölüm arasında benzer duraklarda konup kalkıyoruz ve bütün benzerliklerimize rağmen herkesin tuttuğu farklı yollar, benimsediği farklı hayat tarzları var. Nasıl ki yer damar damardır, insan da çeşit çeşit… Aynı olay karşısında farklı tepkiler verebilir, aynı durumlarda farklı davranışları kolayca sergileriz. Bunların kimi doğrudur, kimi de yanlış...
Hayat insana Rabbinin verdiği bir armağandır; güllük gülistanlık bir armağan. Ama gül dikensiz değildir. Hayat da… Hayat denen gülistanın dikenleri güçlükler, zorluklar ve sıkıntılardır. Sabırsa bunlara göğüs germenin adı… Kimi zaman ağırlığından omuzlarımızın yorulduğu, ayaklarımızın titrediği elemlere katlanırız; kimi zaman sonucunda karşılaşacağımız güzelliklerin ümidiyle bazı lezzetlerden uzak durmak mecburiyetine... Kimi zaman da hiçbir şey beklemeden ve hiçbir şey ümit etmeden bekleriz, sadece bekleriz. Zahmetsiz rahmet ermez çünkü. Hayat yolculuğunda kapısında duracağımız sabır, kazanacağımız galibiyetlerin ve güzel sonuçların habercisidir; er ya da geç kapı açılacaktır çünkü....
Umut sanatkârının tutunduğu daldır sabır. Sayesinde sözümüzden veya kararlarımızdan dönmeden gereğini sonuna kadar yaparız; korukluktan olgunluğa ancak böyle geçileceğini biliriz. Sabrın eteklerine sıkı sıkıya tutunarak olacak olanı telâş göstermeden bekleriz; bu bize katlanma gücü verir, dayanıklılık kazandırır...
Sabrı ahlâk edinmiş kişi sözlerini yerine getirmek için sabreder. Namazlarına, oruçlarına sabırla devam eder. Allah’tan gelen nimetlerin lezzetine de, çekip aldığında yokluğunun elemine de sabreder. Yanındakilerin bir gün yok olacağını, Allah katında olanın ise kalıcı olduğunu bilmenin gücüyle sabretmeye devam eder. Korktuğunda, aç açıkta kaldığında, malını mülkünü kaybettiğinde tahammül gösterip sabreder...
Hz. Peygamber’in(s.a.s.) eşsiz ahlâkını “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11 / 112) âyetinin emrine uygun davranma endişesi şekillendirmekteydi. O, dua ve ibadetlerinde, yeme içmesinde, giyim kuşamında, dostları ve hasımları ile ilişkilerinde, ticarî faaliyetlerinde, zenginlik ve fakirlik dönemlerinde, savaş ve barış zamanlarında, hayatının her alanında ve bütün safhalarında hep bu endişeyi taşımaktaydı. O kadar ki “Beni, Hûd sûresi ihtiyarlattı” buyurmuştu. Onun ahlâkı Kur’an’dan ibaretti. O, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiş bir elçiydi.
Güzel ahlâkın örneği olan Hz. Peygamber, (s.a.s.) diğer insanlarla ilişkilerinde nazik, şefkatli ve merhametliydi. Her zaman güler yüzlü ve mütevaziydi. Ashabıyla karşılaştığında önce o selâm verir ve karşısındakiyle tokalaşırdı. Karşısındaki elini bırakıncaya kadar da elini bırakmazdı. Birisi onunla konuştuğunda ona doğru döner ve muhatabının sözü bitinceye kadar yüzünü çevirmezdi. Hasta olan arkadaşlarını ziyaret eder, komşuluk ilişkilerine önem verirdi. İzin verilmedikçe birinin evine girmez, izin verilmezse geri dönerdi. Gittiği evlerde başköşeye oturmaktan kaçınırdı. Misafirlerine ise bizzat kendisi hizmet ederdi.
Hz. Muhammed(s.a.s.) Allah’ın, kulları arasından seçtiği bir peygamberdir. Bir peygamber olarak tebliğ görevi ile yükümlüydü. Allah’tan aldığı vahyi insanlara bildirir, kendisi de vahyin bildirdiği şekilde hayatını sürdürürdü. Bu yönüyle bütün insanlık için en güzel örnektir. Ümmetini hep iyiye ve doğruya davet etmiştir. O aynı zamanda bir uyarıcıdır. Allah’a itaat ettiği gibi resûlüne(s.a.s.) de itaat etmek her müslümanın üzerine bir borçtur. Hz. Peygamber, (s.a.s.) rehberdir, yol göstericidir. Bütün bu görevlerini insanların özelliklerine dikkat ederek, onları kırıp incitmeden yerine getirmiş, Allah’ın buyruklarını hep sabırla anlatmıştır. Karşılaştığı güçlüklerden yılmamış, davasına hep sadık kalmıştır. Hira mağarasında ilk vahyi aldığı günden son nefesini verinceye kadar sürdürdüğü hayatı ve geride bıraktığı sünneti ile o(s.a.s.) âlemlere rahmettir.
(İzinsiz bir evin içine bakan, haram işlemiş olur.) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Arkadaşının yazısına izinsiz bakan, Cehennem ateşine bakmış olur.) [Taberani]
Azılı bir kâfir Müslüman olunca, bütün günahları affedilir, tertemiz bir Müslüman olur. Hatta günahları sevaba çevrilir. (Furkan 70)
(Süs ve gösteriş için giydiği elbiseyi üstünden çıkarmadığı müddetçe, Allahü teâlâ ona rahmet etmez.) [Taberani]
(Güzel giyinin ki, Allahü teâlânın size verdiği nimetlerin eseri görülsün!) [Taberani]
Cahit Bey, Dünya ve Ahiretin tapusu yüce Yaratana ait değil midir?
Bu tafsilatı kim, ya da kimler yapıyor. Her yaratılmışın gaye ve önemi
farklı-farklıdır. Bu Dünya olmasa, Ahiretin ne mana ve kıymeti olacaktır?
Yaşam varsa, ölüm mutlak olacaktır..
.
Dünya gerçek, İnsanlar Fani, ölümse haktır...Bu deyim de bana aittir...
Sevgi, Barış, hayır ve hasenatla kalınız.
Dünya malı için üzülmek, kalbe zulmet; ahiret için üzülmek ise, kalbe nurdur.
Allahü teâlâ, başkasına acımayana merhamet etmez, af etmeyeni af etmez, özür kabul etmeyenin özrünü kabul etmez.
Bir insan için, en kötü beş şey; imansızlık, kibir, şükür azlığı, kötü ahlak ve cimrilik.
Edebe riayet etmeyen hiç kimse, Allahü teâlâya kavuşamaz, yani veli olamaz. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir. Namazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzihi bir mekruhtan sakınmak; zikir, fikirden (tefekkürden) üstündür.
Çocuklarımıza çok ihtimam göstermeli. Kur’an-ı kerim okumalarına, ehl-i sünnet itikadını ve ilmihal bilgilerini öğrenmelerine, ehl-i sünnet âlimlerini tanımalarına ve sevmelerine çok ehemmiyet vermeli
İlk imanımızı anamızdan, babamızdan öğrendik. Onlar ilk mürşidimizdir. Onun için ana baba hakkı çok büyüktür. Bu yüzden, din düşmanları; İslam’ı kökünden kazımak için aile yuvasını yıkmak lazım diyorlar.
Mevcuda şükretmeli, kanaat etmeli. Mevcutla devam etmeli. İsraf, küfran-ı nimet, hep "Bu bana lazımdır” diyerek başlar. Bir kere bu bana lazımdır deyince onun ardı gelir, bu da lazım, şu da lazım diye devam eder. Lazım dediğine kavuşmak için dinin dışına çıkar da haberi olmaz.
Allahü teâlâ suç işleyenin cezasını verir, ancak istigfar edenleri affeder. Müjdeler çok, Rabbimizin merhameti geniş. Seksen sene kilisede papazlık yapmış, İslamı yıkmaya uğraşmış kişiyi bile bir kelime-i şehadet söylemekle affediyor. Allahümme inneke afüvvün kerîmün tühıbbül afve fa'fü annî (Ya Rabbi sen madem ki affedicisin, ihsan edicisin, affetmeyi seversin öyleyse beni de affet). Bunu her namazdan sonra okumalı. Bunlar hep, âsi kullara Allahü teâlânın müjdesidir.
Peygamber efendimize bir yahudi gelip, selam verir gibi yaparak Es sam aleyküm yani, ölesin, yok olasın der. Peygamber efendimiz de, ve aleyküm sam diye cevap verir. Gittikten sonra, Hazret-i Âişe validemiz, Allah belanızı versin, sizi kahretsin... gibi bazı şeyleri sıralamaya başlayınca, Peygamberimiz durdurup, fazlaya hakkımız yok, bize ne yaptıysa ancak o kadarını yapabiliriz, buyurdu. Kâfir de olsa yaptığından fazlasını yapmak caiz değildir.
Nice sarhoşlar vardır ki, yaptığından pişmanlık duyar tevbe eder, imanla gider. Nice dervişler, müritler vardır ki, kibirlidir, günahları için tevbe etmez, imansız giderler. Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine bir papaz gelip, ben mi üstünüm sen mi üstünsün diye sorar. O da bir hafta sonra gel, der. Bir hafta sonra geldiğinde vefat ettiğini görür. Bugün bana cevap verecekti diye söylenince, tabutu göstererek, işte orada git sor, o boşuna konuşmaz derler. Tabutunun başına gidip aynı soruyu sorar. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri Allahü teâlânın izniyle başını kaldırıp, şöyle cevap verir; Geçen hafta sonumun ne olacağını bilmediğim için sana cevap veremedim. Ben imanla gidip kendimi kurtardım, senden üstünüm. Sen kendine bak. Papaz, ağlamaya başlar, kelime-i şehadet getirir müslüman olur.
Bilerek pek küfre düşülmez fakat bilmeyerek küfre düşülebilir. Bunun için (Ya Rabbi, bilerek veya bilmeyerek küfre sebep olan bir söz söylediysem, bir iş yaptıysam nadim oldum, pişman oldum, beni affet) duasını çok okumamız lazım. Küfür sigorta gibidir. İrtibatı keser. Bir kimse küfre düşmüş ise, ne yaparsa yapsın, ne kadar çok ibadet ederse etsin hiçbir faydası yoktur. Çünkü sigorta atmıştır, ampul, tesisat ne kadar sağlam olursa olsun, elektrik gelmediği için fayda olmaz.
Size de hayırlı çalışmalar sayın Pehlivan.
Cahit bey, Ülkemiz de aza kanaat edenler sefalet içerisinde yaşıyorlar?
--Kendilerine güvenmeyen Filistin ve Gazze'nin hali orta da?
--Şimdi Filistin Halkı Yüce Yaradana güvenmiyor mu?
--Muhterem, insanlar kuş mudur ki günü birlik yaşasınlar?
--Mevsimi var, iklimi var, Yazı var, Kışı var. Çoluk var, çocuk var. Hastalık var ölüm var.
Vergisi var zam-ı var. Bu külfetler nasıl halledilecek?
--Devri Alem de, iğneyi kendisine batıracak birey, nesil ya da öğle bir toplum kaldı mı?
--Güney Doğu da Deprem olduğunda, Riyaset, Sarayda Hatim indirdiler? Kızılay'a-Dolunay'a
yaptırım uygulamadılar. Şimdi de bir benzerini siz diyorsunuz? (Kızdıklarınıza DUA ediniz)
--Hilafetçilerin tamamı mal-mülk için Savaşmışlardır. Osmanlının iki türlü geliri vardı. Biri
Toplumsal Vergi, ikicisi savaş ganimeti?
--Dünya'da kanlı savaşları başlatan başlıca ve ilk nedenlerden bir Din-Mezhep ayrışmalarıdır?
--Bu gün islam Devletlerinin tamamın da, Din Kuran-a dayalı yaşanmamaktır. Oysa ki Kuran
Evrenin tercüm-i ezeliyesidir. Ve tek ve son kutsal Kitaptır. Hz. Muhammed Yüce Yaratanın
yer yüzünde ki, tek ve son rehberidir....
--İslamiyet'te ilk ayrışmayı Cümle Mezhepler yapmıştır. Tarikat ve Asitane dergâhları Din
gölgesi altında eli zülfikârlı anarşit ve terörist yetiştirmiştir. Bütün devri alem de Yüce islam
Dinine en çok Tarikatlar zarar vermiştir.. Ülkemiz de, ne zaman ki cümle Tarikat ve Asitane
dergahlarına kilit vurulur, o dinsiz-imansız sempatizanların kökü kazılır, Haa işte o zaman
Yüce Dinimiz Laiklik güvencesi altında, aslına uygun icra edilir.
--Bunun aksi cehallettir, garabettir, delallettir, hilafettir, hatta ihanettir. Zat-i alinize hayırlı
çalışmalar, hayır ve hasenatlar dilerim.....OZAN ÇAKIROĞLU.