Kültür Sanat Edebiyat Şiir

hatemül evliya sizce ne demek, hatemül evliya size neyi çağrıştırıyor?

hatemül evliya terimi Bilal Büyükılgaz tarafından tarihinde eklendi

  • Mustafa Temel
    Mustafa Temel

    Hatem-ül Evliya Son Evliya demektir. Kendisi Mehdi Hazretleridir. Ondan sonra yaşamakta bir HAYIR yoktur. Aslen Zâtı, Hazret-i Peygamberin Zâtı Şerifleridir. Dolayısı ile Hatem-ün Nebi de odur, Hatm-ül Evliya da. Es Selamün Aletküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü. Hazret-i Mehdi' ye HAİN olana veyl olsun.

  • Nazan
    Nazan

    Hâtem’ül evliya şu anda Mısır’ın tanta şehrinde türbesi bulunan Seyyid Ahmet Bedevi hazretleridir Onun yaşadığı dönemde Moğollar’ her tarafı yıkmış bir tek o zaman Mısır’da yeni kurulan 1250 yılında Türk devleti olan Memlük devletinin komutanı Baybars Moğollar’ı yenerek müslüman devletlerini Moğol istilasından kurtarmıştır Memlük devleti yönetimi ve ordusu Türk olup halkı Araptlardan oluşuyordu

  • UGUR ÇİÇEN014
    UGUR ÇİÇEN014

    HMJKOKLSKHLELÇ

  • Mustafa Taşkın
    Mustafa Taşkın

    Hâtemü'l-Evliyâ'nın Cismâni Yönünün Velilerden Gizli Tutuluşu:

    Hâtemü'l-evliyâ'nın varlığı ve zuhur zamanı hakkındaki ilk ve en net bilgiler Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nden gelmiştir. O, kendisine 'Hâtemü'l-Velâye' verilen velinin âhir zamanda, dünyanın zeval vakti iyice yaklaştığı bir sırada gönderileceğini açıkca haber vermiştir.

    Onun 'Hatmü'l-Velâye' kitabından çok etkilenen ve ondan aldığı ilhamla işin hakikatine nazar eden Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri, bu velinin makamı hakkındaki en gizli sırları ortaya çıkarmış; kendisinden sonra gelen veliler onun bu beyanlarına sayısız şerhler yazmış, fakat bir-iki bilgi dışında kim ve nereli olduğuna dair herhangi bir işaret alamamıştı.

    Nihayet bir gün yine bu sırrı çözmek için gayb âlemine teveccüh ettiğinde, hatiften bir ses kendisine: 'Ey Muhyiddîn! Bu iş senin zannettiğin gibi değildir! Bu ancak âhir zamanda gelecek bir veliye ikrâm edilecektir.' diye hitap etmiştir. (Celâl-zâde Ârif Bey, 'Atiyye-i Sübhâniyye', s. 63)

    Bütün bu tecellilerden sonra, yukarıdaki hitâb-ı ilâhi'yi işitince bu zâtın âhir zamanda gelecek başka bir kimse olduğunu öğrenen Hazret, son bir ümitle gayb âlemine yönelmiş ve o anki hislerini şöyle dile getirmiştir:

    'Bütün basar ve basiretimi derhâl âlem-i gayb'a çevirdim. Bu zâtın isim ve sıfatını, makamının ve nereli olduğunu anlamak istedimse de, Cenâb-ı Hakk bu saydıklarımdan hiçbirisine beni muttali kılmadı ve hatta koku bile koklatmadı.' (Celâl-zâde Ârif Bey, 'Atiyye-i Sübhâniyye', s. 63-64)

  • Ali İhsan Dilek
    Ali İhsan Dilek

    velilerin sonuncusu demek hatırlattığı tek kişi ÖMER ÖNGÜT (KSA)

  • Bilal Büyükılgaz
    Bilal Büyükılgaz

    Hâtemü'l-Evliyâ'nın,
    Halkın Fesada Düştüğü Bir Devirde Türk'e Gönderilmesi:

    Yaklaşık on bir asır önce kaleme aldığı 'Hatmü'l-Evliyâ' adlı eserinde, kırkların tümünün zuhurundan sonra 'Hâtemü'l-evliyâ' olan zâtın kâim olacağını haber veren Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932) , yaşadığı mânevî tecellîleri anlattığı 'Büdüvv-ü Şe'n' adlı risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan sonra kâim olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir zamanda Türk'e gönderileceğini keşfetmişti.

    Hazret sanki âhir zamanın fitne, sıkıntı ve buhranla dolu karanlık günlerinde yaşayan insanların, isyanları nedeniyle belâya maruz kaldıkları bir âna nazar edercesine, mânâ âleminde; 'halkın hepsini susmuş, korkudan dehşete düşmüş' ve 'kimileri kimini tanımaz ve korkudan garipleşmiş' bir hâlde müşâhade etmiş; kendisine Allah tarafından 'emrolunmuş bir kimse'nin, 'hiç kimse farkına varmadan' böyle bir ortamda 'yardımcılarıyla birlikte' yeryüzüne geldiği haber verilmişti.

    Bu kişi diğer veliler üzerinde söz ve tasarruf sahibi bir zât olmalıydı ki, tanımadığı bir kimse kendisine; 'Şu acâipliği görüyor musun? Emrolunan kişi kendileriyle konuşmak için tüm dünya ehlinden kırk kişiyi istemiş! ' diyerek, onun 'hepsi dünya ehlinden olan bu kırklar'ı mânevî bir toplantıya çağırdığını bildirmişti. Toplantı emri yalnız kırklar'a gelmiş, ancak bu zâtı, yanındaki bazı velîlerle birlikte Hazret de merâk edip görmeyi istemişti. Öyle ki; 'Emrolunan kişiyi ben hangi şeyle tanıyacak ve (onunla) ne zaman tanışacağım? ' diyerek, bu arzusunu açıkça da dile getirmekteydi. Bunun üzerine Hazret'e: 'Kırkların henüz tamamı mevcud değilken; emrolunan kişinin bunların üzerine, Türk'e geleceği haber' verildi.

    Nitekim Hazret, bu haberi aldıktan kısa bir süre sonra; halkı içinde bulundukları çalkantı ve karışıklıktan kurtaran bir de ordu bulunduğunu müşâhade ederek; 'Halkın, maiyyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu.' diyor ve ardından 'Kendilerini korkuttuğunu görmüş olduğum şeyden onlar sayesinde tesellî buluyorlardı.' buyurarak, halkın içine düştükleri fesaddan bu ordu sayesinde kurtulduklarına işaret ediyordu. Çünkü bu zât 'Türk'e geleceği' sırada, henüz 'kırklar tamamına ermeden bu halk fesâda düşmüş'tü.

    Hazret nihayet kırklarla birlikte bu toplantıya katılacağını haber aldı ve kendisini tutamayıp ağlamaya başladı. O an kendisine: 'Niye ağlıyorsun? Biz onunla konuşup sırlaşacağız ya! ' diyen bir kimseye; 'Ben başka bir yere konulacağım diye ağlamıyorum. Kalbimin merhametinden ötürü ağlıyorum. Bana insan topluluklarının içine konulacak olan kırklar daha bu devirde seyrettirildi ya, işte bunun için ağlıyorum! ' demiş ve yine kendisine heyecanla: 'Emrolunan kişiyi gördün mü? Emrolunan kişiyi gördün mü? ' diyen başka bir kişiye ise: 'Hayır! Lâkin kubbe kapısının sonuna kadar vardım, iki ayağımla sıçrayarak emrolunan kişinin kapısını çaldım. Emrolunan kişiyi bu kubbeden elini çıkarır gibi gördüm.' cevabını vermişti.

    Bunları söylerken, birdenbire 'emrolunan kişi'nin 'kırklar'a işaret ederek; 'Bu kırkları şu hazîreye götürün, onları burada 'ayakta tutma'ya hapsedin! ' emrini verdiğini işitti. Hazret, o kişiyi görme lütfuna eriştiği bu andan sözederken; 'O bu dünya ehlinden daha farklı ve seçkindi. Ben emrolunan kişinin küçük ordusuyla ve Türk'le yürüyordum, bana hiç kimse zarar veremiyordu. O ben de dâhil olmak üzere, büyüklerin hepsini bu toplantıda biraraya topladı.' diyordu. Bundan sonra o zât, Hazret'e; 'Mescide çık, sana kendimle ilgili sırlar vereceğim! ' dedi ve ardından kendisine: 'Sen onların tümünün zuhuruyla kâim olacak kimseyi görüyorsun! ' şeklinde bir hitap geldi. (Hakîm et-Tirmizî, 'Risâle-i Büdüvv-i Şe'n', İsmâil Sâib, nr.: 1571, vr. 215b-216a-217a)

    Bu beldenin Türk beldesi olduğunu Allah-u Teâlâ ona bin küsur sene evvel bildirdi. Bu doğrudan doğruya ilâhî bir ilhamdır ve bir keramettir.

    Hazret arzettiğimiz beyanlarında; 'Halkın, maiyyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu.' buyuruyor.

    Bunun mânâsı;

    Osmanlı devleti bir zamanlar İslâm'ın bayrağını götürüyordu. Hilâfet onlardaydı. Allah-u Teâlâ onları her devirde velilerle destekledi. Fakat âhirzaman geldi, fesat devri başladı ve bu necip millet bozuldu, fesat hâline düştü. Öyle bir fesat ki, iman ile küfür birbirine karıştı.

    Böyle bir zamanda, bu necip milletin necip olanlarını kurtarmak için, Allah-u Teâlâ bu beldeye Hâtemü'l-velî'yi gönderdi. Bu milleti seviyor, neciplerini ayırıyor, onları desteklemek için bir lütuf veriyor.

    Daha evvel de arzetmiştik ki; bu birinci basamaktır. Hem Türk milletine, hem de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî desteğidir.

    Binaenaleyh bu destek ahirete çekilinceye kadar devam edecek. İşin nezaketi daha sonra başlayacak. Nasıl ki her çadırın bir direği olur, çadırı ayakta tutar, direk yıkılınca çadır da yıkılır.

    Allah-u Teâlâ bu direği çekince bu millet büyük bir perişanlık içine düşecek, bu perişanlık bütün İslâm âlemine sirayet edecek. İslâm âlemi bir müddet büyük bir çalkantı içinde bulunacak. Fitnenin en çok yayıldığı bir anda Allah-u Teâlâ çığır açmak için, bayrağı kaldırmak için Hazret-i Mehdi'yi gönderecek ve ona ruhsat verecek. O kendisine bahşedilen ruhsatla, mânevî destekle murad edilen noktaya kadar yürüyecek, vazifesini ifâ edecek. Sonra onun elindeki iradeyi de çekecek. Deccal'e salâhiyet vermeyi murad edince, onun kuvvetine karşı çok zayıf düşecek. Bunun sebebi, Hazret-i Mehdi uzağa açılacak, o ise istilâya başlayacak. Ortalık büsbütün karışacak. Hazret-i Mehdi çok zayıf düşünce, onun maiyetini kurtarmak ve İslâm'ı galebe çaldırmak için Allah-u Teâlâ üçüncü olarak da Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı gönderecek. Deccal ve yahudiler o şekilde temizlenecek. İslâm âlemi küffârdan, yahudinin zulmünden kurtarılmış olacak. Fakat bununla kalmayacak. Bu hâlâtı gören Çin harekete geçecek, o zamana kadar harplerle boşalan dünyayı istilâ edeyim diyecek. Üzerlerine tank gibi yürüyecek, fakat Allah-u Teâlâ onları da bir gecede helâk edecek ve böylece dünyayı boşaltmış olacak.

  • Mustafa Garip
    Mustafa Garip

    hatemül nebi son peygamber ise dünya hayatındada herşeyin bir sonu varsa evliyalarında bir hatemi yani sonuncusu vardır Allaha emenet olun

  • Mutlu
    Mutlu

    Yediyüz küsür sene önce yaşamış olan Abdürrezzak bin Ahmed el-Kâşanî -kuddise sırruh- Hazretlerinin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han döneminde, İran'da bulunan Kâşan şehrinde yaşadığı ve 1329 senesinde aynı yerde vefat ettiği rivâyet edilmektedir.

    Şeyh'ül-Ekber Muhyiddin-i İbn'ül-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretlerinin izinde yürümüş olan bu zât; tasavvufî konuları içeren “Letâifü'l-İ'lâm”, “Istılâhâtü's-Sûfiyye” ve “Risâle fi'l-Kazâ ve'l-Kader” isimlerini taşiyan kiymetli eserlerin müellifidir. Bu eserlerin yaninda “Tevilât'ül-Kur'an” isminde bir de tefsir yazmış olup, bu tefsir uzun yıllar Şeyh'ül-Ekber Hazretlerine izâfe edilmiştir.

    “Fusûs'ül-Hikem”deki gizli mânâları açmak üzere “Şerh'ül-Kâşânî alâ Fusûsü'l-Hikem” adında bir de şerh yazmış olan Hazret, eserinin 34. ve 36. sayfalarında, Hâtem-i velî'nin ilmine işâret ederek şöyle buyurmaktadır:

    “Bütün Resuller bu ilmi eğer Hâtem'ür-Rüsul olan zâttan elde ediyorlarsa, Hâtem'ül evliyâ olmak hasebiyle bu zât dahi onu kendi Sırr'ının mişkâtından almaktadır. Öyle ki bütün Resuller ile bütün veliler nurlarını en sonunda Hâtem'ül-evliyâ'dan almış olurlar.”

    “Hâtem'ül-evliyâ'nın velâyetine 'Velâyet-i şemsiyye' (güneş velâyeti) , diğer velîlerinkine ise 'Velâyet-i kameriyye' (ay velâyeti) denilmektedir.”

  • Bilal Büyükılgaz
    Bilal Büyükılgaz

    Mahmud Şebüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

    “Veliliğin tam zuhuru da Velilerin sonuncusu ile olacak. İki âlem de onunla tamamlanacak, onunla kemâl bulacak. Bütün velilerin varlıkları, son velinin âzâsına benzer. O küldür, öbürleri cüz. Onun Peygamberlerin sonuncusuyla tam bir münâsebeti vardır. Bu yüzden umumî rahmet de onunla zuhur eder. İki âlem de ona uyar, Âdemoğulları içinde Allah’ın halifesi odur.” (Gülşen-i Râz)



    Bâli-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

    “Zâtiyyet hazinelerinin anahtarlarını elinde bulunduran Hâtem’ül-evliyâ’nın rûhu, bunu kendi nefsinden akletmedi; rûhundan bütün rûhlara yaptığı bu istimdâdı, cesedinin unsurlarla olan terkibi zamanından bilmedi. O bunu, hakikat ve rütbesi yönünden bildi.”

    “Bu Hâtem’ül-evliyâ, Hâtem’ür-Rüsul olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in mertebe güzelliklerinden bir güzelliktir.” (Şerh-i Fusûsu’l-Hikem-i Bâlî)

  • Bilal Büyükılgaz
    Bilal Büyükılgaz

    Saîdüddin-i Fergânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

    “Nübüvvet, dışta nebilerin noktasından oluşan bir alan meydana getirerek, bu Muhammedî nokta ile kemâle erdiği gibi; velâyet de velilerin noktasından oluşan bir alan meydana getirip, velâyetin Hâtem noktası ile kemâl bulur.

    Hâtemü’l-evliyâ, gerçekte Hâtemü’l-enbiyâ’dan başkası değildir.”

    “Nebi ile veli arasındaki fark, işte bu mevzu ile ortaya çıkar. Veli ancak nebîye tâbidir. ‘Veli nebiden üstündür.’ sözü mutlak anlamda değil, kayıtlı mânâda sahihtir.” (el-Mukaddimâtü’l-Fergânî, s. 13-14)



    Dâvud-ı Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

    “Nasıl ki nübüvvet, hariçte peygamberlerden müteşekkil bir dâire meydana getiriyor ve bu dâire Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm ile tamamlanıyorsa, velâyet de hâriçte velilerden meydana gelen bir daire teşekkül eder ve bu daire, Son veli ile tamamlanır.” (Mukaddimetü Şerhü’l-Fusûs)



    Muhammed Pârisâ -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

    “Bu ümmetin kutupları on ikidir, şu gördüğünüz âlemin burçları da on ikidir. Müfred (makâmında tek) olanlar çoktur, zaman boyunca devam ederler. İki Hatm de onlardandır.

    Kutuplar içinde Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kalbi üzre olan yoktur. Hatm de bunlar içindedir, yani Hâtemü’l-evliyâ-i has da bunlara dahildir.” (Faslu’l-Hitab Tercümesi; s. 584, trc: A. Hüsrevoğlu)

  • Mâi Eflatun
    Mâi Eflatun

    son gelecek evliya...

    Muhyiddin Arabî...