Ben bozkırdaki ağaç Sen uzakta akan su Özlemi yüreğimin Yüzyıllardır yakan su Bir ağrılı bekleyiş Ki tükenmez bir türlü Ne duam işitilir Ne söylediğim türkü Kavrulmuş dallarımdan Haber etsinler diye Nice kuşlar uçurdum Dönmediler geriye
'...Batı'da,mahkumları daha iyi kontrol edebilmek gayesiyle inşa edilen apartman sistemlerinin zamanla bütün insanlığı gönüllü mahkumiyete dönüştürmesi bize,Allah'ın,Kitabımız Kur'an'da emredilen 'yüksek katlı binalar yapmayın' ihtarını çiğnememizin nelere sebeb olacağının acı ve dramatik delili olsa gerek...Allah,Babil Kulesi'ni yapanları,'Birbirlerini anlayamasınlar diye,onların dillerini bozduk' diyerek,nasıl cezalandırdığını bize işaret ediyor...Şimdi Babil Kulesi'nden daha beter şekilde,aynı yüksek katlı binalarda oturup,birbirlerinin dilinden anlamayan biz ölü insanlar topluluğu,sizce Babil insanlarından daha büyük ve şiddetli şekilde cezalandırılmadık mı? '
Pencerem,karşı evin tahtapoşuna bakıyor...Karşı evin üst katında,çamaşır asmaya mahsus bir tahtapoş...Tahtapoşta,düz ve çapraz bir takım teller...Umumiyetle bu tellerde gördüğüm,gizlice konulup çabucak kaldırılan yorgun ve münzevi bir gömlek,öksüz ve mahzun bir çocuk fanilasından sonra,rüzgarın daimi ürpertileri ve bir çift kuştur...Evet,yalnız bir çift kuş...Bu bir çift kuş,karşı evin ürpertili tellerinde,bir vatan sıcaklığı içinde üslenmiştir...
Alemde ahengi,bu bir çift kuşta resimlendiği kadar hiçbir mahlukta teşahhus etmiş görmedim...
Kuşlar telin üstünde dururken,o küçük,o zarafet harikası kafalarının namütenahi ince ve girift oynayışı...Birbirini arayan,sonra başka istikametlere dönen,kendi tüylerini didikleyen,oynayan,boyuna oynayan gagalar....
Fakat işin büyük harikası,bu kuşların uçmasında...Vücutlarının her noktası birbirine uygun,sahneye bir hamlede atılan hiçbir raks san'atkarı çift,bu kuşların kanatlarını bir anda yayışı ve bir anda telden süzülüşündeki beraberlik ahengine ulaşamaz...Ve o süzülüşler,havada o aşağı ve yukarı o iniş ve çıkışlar; örneklerini bir zamanlar tanıdığımız eski yazı ressamlarından belki hiç birinin çizemeyeceği o harikulade yumuşak kavisler! Ve bütün bu arada,anlatılmaz,çerçevelenmez,kalıba sığdırılmaz bir hareket kafiye ve ahengi...
Bu bir çift kuşun birbirini takip edişindeki eşitlik san'atkarlığını,aynadan bir duvar önünde dörtnala koşan bir süvariye nisbetle onun aynadaki hayali bile gösteremezdi...
Bu bir çift kuş,havalarda kainattaki ezeli ve ebedi vahdet ve nizam senfonisinden ılık ve içli bir flüt sesini örgüleştirirken,düşündüm ki,insanlardan çoğunun unuttuğunu,hayvanlar hatırlamaktadır ve hatırlamakta devam edecektir...
***
Mümkün olsa da,gözlerimi havadan hiç indirmesem...Hep aynı evin tahtapoşuna mıhlasam...Asla sokaklara ve meydanlara düşürmesem...İçlerinden dışlarına ve dışlarından içlerine doğru ahenk ve birlik sırrını yüzde yüz kaybetmiş insan kakofonisine kaptırmasam...Ve hep düşünsem,hep tekrarlasam:
-İnsanlardan çoğunun unuttuğunu,hayvanlar hatırlamaktadır ve hatırlamakta devam edecektir...
Çok severim güvercinleri. Özellikle de orijinal mavi-gri renkli, boyunları metalik yanar-döner morlu yeşilli olan ve kanat gerisinde iki siyah şerit olanları... Çok güzel, gösterişli bir kuş.
bosnadan bir çift güvercin uçar. biri siyah biri beyaz. bosna ha düştü, ha düşecek. merkezden yardım gelecekse şayet beyaz geri dönecek, yoksa umudu yardımın, heyhat... siyaha nefes yetmeyecek. bosnadan bir çift güvercin uçar. ve bosnaya bir tek kuş düşer. ve düşer kuş, ve düşer mi sevgili şehrim. bosnadan bir çift kuş uçar, fatihin şehrinden hani. ayvaz babanın sevgii bosnasından, sarı saltuk mezarından, balagay tekkesinden en son. sevgili, 20 güne kalmaz bosnadayım ben, bekle beni e mi? saldığımda bosnadan bir çift beyaz güvercini, sorma hiç siyah olanını. balagay tekkesinde bir tek yürek, içinde senin yüreğini almış, dua ediyor olacak sana bil! ! !
Süzülüp mavi göklerden yere doğru Omuzuma bir beyaz güvercin kondu Aldım elime,usul usul okşadım Sevdim,gençliğimi yeniden yaşadım Bembeyazdı tüyleri,öyle parlaktı Açsam ellerimi birden uçacaktı Eğildim kulağına; dur,gitme dedim Hareli gözlerinden öpmek istedim Duydum; avuçlarında sıcaklığını Duydum; benden yıllarca uzaklığını Çırpınan kalbini dinledim bir süre Ve uçmak istedim onunla göklere Ak güvercinin iri gözleri vardı Güzelliğinden fışkıran bir pınardı Soğuk sularından içtim,serinledim Çağlayan bir nehrin sesini dinledim Belki buydu sevmek hayat belki buydu Işıl ışıldım,gözlerim dopdoluydu Bir nağme yükseldi sevinçten ve hazdan Bir nağme yükseldi,güzelden beyazdan Uzattı sevgiyle pembe gagasını Birden öğrendim hayatın manasını Kaderde sevgiyi sende bulmak varmış Seninle bir çift güvercin olmak varmış
özgürlüğü temsil ettiğini unutup, komşunun oğlunun el hareketleriyle takla attımı, gözümdeki anlamını yitiriyor... birde beyazıttaki dilenci güvercinler var tabi.... hiç yakışıyormu size...
mutfak balkonunun kapısının açık olmasını fırsat bilerek, reçel tabağına girdiği ayaklarıyla masada gezinip tüm mutfağı kırmızı izlere bulayan kuş...senden nefret ediyorum:(
Bir şehir üşür mü? Sıkı sıkı neye sarılır koca şehir? Morarır mı elleri bir şehrin? Nasıl ısıtır kendini? Sorular sorular..Sıcağı düşleyenin, soğuğa dair uzayıp giden soruları…Sahi insan soğuktan mı üşür? Nedir içini ısıtan, ışıtan? İnsan üşür de bir şehir üşümez mi? Yalnızlıkların sonsuz bir yazgı gibi uzanıp gittiği, kar tanelerinin telaşsız düştüğü bir şehrin yalnızlığı... İnsanın yalnızlığı… Yalnızlığa nişanlı bir insanlık… Walter Benjamin demişti de o günden sonra kentlere dair içimde büyüttüğüm imge olmuştu: “Bir kente ilk bakışta değil, son bakışta AŞK! ” Ve bir kenti hep güvercinlerle düşünmeliydim bunun ardından.. Düşündüm de… Son kanat çırpınışlarıydı güvercinlerin… Hele bozkır ayazına tutulmuşsa günlerimiz… Güneşin ölgün sarısı da vurmuyorsa Kurtuluş Parkı’na, Kızılay’ın üstü karbon türevi bir kurşuniliğe sarınmışsa, Ulus her zamanki yalnızlığı ve yoksulluğu içindeyse...Nicedir ruhlarımızı Konur Sokak, Yüksel Caddesi, Sakarya barlarına sıkıştırdık o günden bu yana güvercinleri düşlerim.. Bir kenti güvercinlerle özdeşlik kurarak anlatmak düş gücünü zorlamak mı oluyor? Sorarım size bir kentin her yerinde boy atan, orası senin burası benim kanat çırpan… Her adım atışımız da pıtır pıtır bizimle yürüyen, her an sek sek oyununa davet edecekmiş gibi ‘salına da salına da gel’en hangi varlık vardır bizle bu kadar içiçe geçmiş? Bu kentin en az bizim kadar sahipleri olan, telaşsız konuklarımıza yazıyı borç bildim de yazdım bunları... Hayvan sevgisi deyince kedi, köpek, akvaryum süsleri balık muhabbetlerine bulandık uzun zamandır. Kedi demeyin bana...Ev kuzusudur onlar…(Kedileri seviniz, polis köpeği vardır ama polis kedisi bulamazsınız!) Peki köpekler mi? Ne zamandır süs eşyası gibi taşınmakta, kentin yalnızlaşan insanlarına kuyruk sallamakta…Ben özgürlükten söz ediyorum…Efendi köle ilişkisinden değil…Onun için güvercinler diyorum…O simsiyah, boz, kahverengi güvercinler…Paçalı, Bağdadi, Taklacı, Demkeş, Mardin, Kuveyt, Dilber, Fener Kuyruk... Kanatlı tinerci çocuklardır onlar... Hani gitgide arsızlaşan, kolumuza taktığımız manita gibi yanımızda yürüyen o sokak serserisi güvercinlerden söz ediyorum… O kadar çok kuşatılmışlık içerisindeki insan. Ayrılıklar, hüzünler, ölümler. Tüketim kalıplarının şekillendirdiği yalnızlaşmış ruhlar. Geçim derdinin verdiği koşuşturmalar...Doğaldır ki yalnızca olumsuzluklar değil yaşanılanlar; yaşam coşkusu, sevinçler, kavuşmalar...Bilcümle hayatın kendisine dair şeyler...İnsana dair durumlar... Şehire ve insana dair duruşu, parçalanmışlıkları ve yer değiştirmeleri yeniden anlamlandırmak ancak bu şehre ve dostluğa dair ne varsa tüm parçaları bir araya getirmekle olanaklı kılınabilir bir şeydir. Şehrin ayrılmaz parçası güvercinlerle kurulacak ilişki de bir başlangıç sayılamaz mı? Yalnızca bir şehrin parçası mıdır güvercinler? Kentin telaşsız sakinliğidir güvercinler. Sokaklarımızda, bulvarlarımızda, evimizin balkonunda, çatı aralarında, kimi zaman oturduğumuz bankın yanında...Bir duruş, kentin dokusuna eşlik etmenin verdiği bir anlamdır güvercin...İnsansız ortamda yaşamayan/yaşayamayan nadir canlılardandır güvercinler. Ruhu olan bir kentin ayrılmaz parçasıdırlar...Ruhsuzlaştırılmaya çalışılan kentlere kanat çırpışlarıyla bir karşı çıkıştır güvercinler. Metruk binaların saçak altına tünemişlikleri, Kemalettin Tuğcu çocuklarının üşümüşlükleridir. ‘Az zamanda çok işler başardık! Türk’tük, doğruyduk, çalışkandık, üşüyorduk! ’ Ne kadar çok üşüyen çocuk var Tanrım! Güvercinler...Üşüyen güvercinler...Kent insanının yaşama ümidini, dur durak bilmeyen koşturmacasını, çıtır bir simide karışan demli çay dostluklarını, onurlu ve mütevazi duruşuyla selamlayan şehir sakinleri üşüyen güvercinler... Olmasa da nüfus cüzdanları, bağlanmasa da hiçbir ulusa, ülkeye, sınıra aynı havayı soluduğumuz bu şehrin en az bizim kadar sahibidirler, ortağıdırlar... Barışın sembolüydü bir zamanlar. Barutun ve kanın bu kadar ucuz olmadığı dönemlerde... Tüm kentlerin cıvıl cıvıl çocuklar ve karanfil kokusu dostluklarla dolacağı günlere epeydir uzak zamanlardayız...Umursamazlığın diz boyunu geçtiği, gırtlağına kadar abazanlığın ve şehvetin tutsağı olduğumuz ‘Taş devri, Tunç devri, Utanç devri” günlerdeyiz...Dostluğu, paylaşmayı unuttuğumuz bu günlerde güvercinleri anımsamayı istemek, ‘Semranım’a gösterilen ilginin birazını bile istemek naiflik mi? Pardon! Tarihin sonu derken naifliklerin sonunu ilan etmişti paracı ideologlar... Peygamber sürmesi gözleriyle...Hesapsız, telaşsız, demli çay tadındaki dostluklarımıza eşlik etsin tüm güvercinler... Kente dair tanıklığımızın imleridir güvercinler.
çocukluğumun en güzel merakıydı yanarım yanarımda bu marakımı devam ettiremediğime ve imrenerek bakarım çevremde güvercin besleyenleri gördüğümde 30-40 tanesini bir den salacaksınız ve havaya yükselişleri havada dans edişlerini izleyeceksiniz takla atmaları aaah
Uçmak güvercini özgürleştirir..
Kant’ın Aydınlanma Felsefesine dayanarak ürettiğim güvercinlerle tanışanlar , adlarını yargı da görebilirler. ..
ürkek güvercin hrant dink saygıyla anıyorum
Terasımızda biriken ayak izleri
Ben bozkırdaki ağaç
Sen uzakta akan su
Özlemi yüreğimin
Yüzyıllardır yakan su
Bir ağrılı bekleyiş
Ki tükenmez bir türlü
Ne duam işitilir
Ne söylediğim türkü
Kavrulmuş dallarımdan
Haber etsinler diye
Nice kuşlar uçurdum
Dönmediler geriye
GÖKHAN ÖZEN- GÜVERCİN..
Pencereyi açarmisin? Sana posta güvercini gönderdim. Gagasinda zeytin dalı,yapraklarının her birine binlerce özür dileklerimi kazıdım.
yoksun ya
güvercin avlıyor avluda kedi
kızlar gülüşüyor bahçede
gül üşüyor –gül üşür-
yoksun ya, bezden anne
yapıyor öksüz
öpmek için kendisine..
ben bu güvercinin ta..
Little Pigeon And Crazy Horse
Cusco...
'...Batı'da,mahkumları daha iyi kontrol edebilmek gayesiyle inşa edilen apartman sistemlerinin zamanla bütün insanlığı gönüllü mahkumiyete dönüştürmesi bize,Allah'ın,Kitabımız Kur'an'da emredilen 'yüksek katlı binalar yapmayın' ihtarını çiğnememizin nelere sebeb olacağının acı ve dramatik delili olsa gerek...Allah,Babil Kulesi'ni yapanları,'Birbirlerini anlayamasınlar diye,onların dillerini bozduk' diyerek,nasıl cezalandırdığını bize işaret ediyor...Şimdi Babil Kulesi'nden daha beter şekilde,aynı yüksek katlı binalarda oturup,birbirlerinin dilinden anlamayan biz ölü insanlar topluluğu,sizce Babil insanlarından daha büyük ve şiddetli şekilde cezalandırılmadık mı? '
ÂHENK
Pencerem,karşı evin tahtapoşuna bakıyor...Karşı evin üst katında,çamaşır asmaya mahsus bir tahtapoş...Tahtapoşta,düz ve çapraz bir takım teller...Umumiyetle bu tellerde gördüğüm,gizlice konulup çabucak kaldırılan yorgun ve münzevi bir gömlek,öksüz ve mahzun bir çocuk fanilasından sonra,rüzgarın daimi ürpertileri ve bir çift kuştur...Evet,yalnız bir çift kuş...Bu bir çift kuş,karşı evin ürpertili tellerinde,bir vatan sıcaklığı içinde üslenmiştir...
Alemde ahengi,bu bir çift kuşta resimlendiği kadar hiçbir mahlukta teşahhus etmiş görmedim...
Kuşlar telin üstünde dururken,o küçük,o zarafet harikası kafalarının namütenahi ince ve girift oynayışı...Birbirini arayan,sonra başka istikametlere dönen,kendi tüylerini didikleyen,oynayan,boyuna oynayan gagalar....
Fakat işin büyük harikası,bu kuşların uçmasında...Vücutlarının her noktası birbirine uygun,sahneye bir hamlede atılan hiçbir raks san'atkarı çift,bu kuşların kanatlarını bir anda yayışı ve bir anda telden süzülüşündeki beraberlik ahengine ulaşamaz...Ve o süzülüşler,havada o aşağı ve yukarı o iniş ve çıkışlar; örneklerini bir zamanlar tanıdığımız eski yazı ressamlarından belki hiç birinin çizemeyeceği o harikulade yumuşak kavisler! Ve bütün bu arada,anlatılmaz,çerçevelenmez,kalıba sığdırılmaz bir hareket kafiye ve ahengi...
Bu bir çift kuşun birbirini takip edişindeki eşitlik san'atkarlığını,aynadan bir duvar önünde dörtnala koşan bir süvariye nisbetle onun aynadaki hayali bile gösteremezdi...
Bu bir çift kuş,havalarda kainattaki ezeli ve ebedi vahdet ve nizam senfonisinden ılık ve içli bir flüt sesini örgüleştirirken,düşündüm ki,insanlardan çoğunun unuttuğunu,hayvanlar hatırlamaktadır ve hatırlamakta devam edecektir...
***
Mümkün olsa da,gözlerimi havadan hiç indirmesem...Hep aynı evin tahtapoşuna mıhlasam...Asla sokaklara ve meydanlara düşürmesem...İçlerinden dışlarına ve dışlarından içlerine doğru ahenk ve birlik sırrını yüzde yüz kaybetmiş insan kakofonisine kaptırmasam...Ve hep düşünsem,hep tekrarlasam:
-İnsanlardan çoğunun unuttuğunu,hayvanlar hatırlamaktadır ve hatırlamakta devam edecektir...
8 Mart 1946
NFK
kökürçgen/kökürçgün/kögercin/köwerçin
türeyiş şekilleri bu ve son hâli güvercin.
'kök' (gök ve mavi anlamlarına geliyor)
güvercinlere yem atıyorum
üşüşüyorlar
biri sensin biliyorum
biri sensin
bulamıyorum
Güvercin:Pencerede kopan alkış. ;)
Barış.
Çok severim güvercinleri. Özellikle de orijinal mavi-gri renkli, boyunları metalik yanar-döner morlu yeşilli olan ve kanat gerisinde iki siyah şerit olanları...
Çok güzel, gösterişli bir kuş.
masumiyet ve barış demek
bosnadan bir çift güvercin uçar. biri siyah biri beyaz. bosna ha düştü, ha düşecek. merkezden yardım gelecekse şayet beyaz geri dönecek, yoksa umudu yardımın, heyhat... siyaha nefes yetmeyecek.
bosnadan bir çift güvercin uçar.
ve bosnaya bir tek kuş düşer. ve düşer kuş, ve düşer mi sevgili şehrim.
bosnadan bir çift kuş uçar, fatihin şehrinden hani. ayvaz babanın sevgii bosnasından, sarı saltuk mezarından, balagay tekkesinden en son.
sevgili, 20 güne kalmaz bosnadayım ben, bekle beni e mi? saldığımda bosnadan bir çift beyaz güvercini, sorma hiç siyah olanını. balagay tekkesinde bir tek yürek, içinde senin yüreğini almış, dua ediyor olacak sana bil! ! !
insana her an hoş duygular yaşatabilecek, çok sevimli kuş, elime alıp, gagasını ısırasım gelir...
Süzülüp mavi göklerden yere doğru
Omuzuma bir beyaz güvercin kondu
Aldım elime,usul usul okşadım
Sevdim,gençliğimi yeniden yaşadım
Bembeyazdı tüyleri,öyle parlaktı
Açsam ellerimi birden uçacaktı
Eğildim kulağına; dur,gitme dedim
Hareli gözlerinden öpmek istedim
Duydum; avuçlarında sıcaklığını
Duydum; benden yıllarca uzaklığını
Çırpınan kalbini dinledim bir süre
Ve uçmak istedim onunla göklere
Ak güvercinin iri gözleri vardı
Güzelliğinden fışkıran bir pınardı
Soğuk sularından içtim,serinledim
Çağlayan bir nehrin sesini dinledim
Belki buydu sevmek hayat belki buydu
Işıl ışıldım,gözlerim dopdoluydu
Bir nağme yükseldi sevinçten ve hazdan
Bir nağme yükseldi,güzelden beyazdan
Uzattı sevgiyle pembe gagasını
Birden öğrendim hayatın manasını
Kaderde sevgiyi sende bulmak varmış
Seninle bir çift güvercin olmak varmış
hüzün dolu gözlerle güvercinim penceremden uçuverdi
gönül iklimimden bir güzel daha göçüverdi
H.İ.DÖNE
http://www.antoloji.com/halil_ibrahim_done
özgürlüğü temsil ettiğini unutup, komşunun oğlunun el hareketleriyle takla attımı, gözümdeki anlamını yitiriyor...
birde beyazıttaki dilenci güvercinler var tabi....
hiç yakışıyormu size...
Güvercin uçuverdi
Kanadını açıverdi
Ben yandım aman
Ayrılamam
Eloğlu değil mi
Aman aman
Sevdi de kaçıverdi.
çok seviyorum ya şu hayvanı bizim okulun camına geliolar hep seviyorum benım kuşum beyaz :)
mutfak balkonunun kapısının açık olmasını fırsat bilerek, reçel tabağına girdiği ayaklarıyla masada gezinip tüm mutfağı kırmızı izlere bulayan kuş...senden nefret ediyorum:(
benim için hayatın anlamı zevki herşeyi bir dostumu kaybetsem güvercinimi kaybettiğim kadar üzülmem
KENTLER VE GÜVERCİNLER...
Bir şehir üşür mü? Sıkı sıkı neye sarılır koca şehir? Morarır mı elleri bir şehrin? Nasıl ısıtır kendini? Sorular sorular..Sıcağı düşleyenin, soğuğa dair uzayıp giden soruları…Sahi insan soğuktan mı üşür? Nedir içini ısıtan, ışıtan?
İnsan üşür de bir şehir üşümez mi?
Yalnızlıkların sonsuz bir yazgı gibi uzanıp gittiği, kar tanelerinin telaşsız düştüğü bir şehrin yalnızlığı...
İnsanın yalnızlığı…
Yalnızlığa nişanlı bir insanlık…
Walter Benjamin demişti de o günden sonra kentlere dair içimde büyüttüğüm imge olmuştu: “Bir kente ilk bakışta değil, son bakışta AŞK! ”
Ve bir kenti hep güvercinlerle düşünmeliydim bunun ardından..
Düşündüm de…
Son kanat çırpınışlarıydı güvercinlerin…
Hele bozkır ayazına tutulmuşsa günlerimiz…
Güneşin ölgün sarısı da vurmuyorsa Kurtuluş Parkı’na, Kızılay’ın üstü karbon türevi bir kurşuniliğe sarınmışsa, Ulus her zamanki yalnızlığı ve yoksulluğu içindeyse...Nicedir ruhlarımızı Konur Sokak, Yüksel Caddesi, Sakarya barlarına sıkıştırdık o günden bu yana güvercinleri düşlerim..
Bir kenti güvercinlerle özdeşlik kurarak anlatmak düş gücünü zorlamak mı oluyor? Sorarım size bir kentin her yerinde boy atan, orası senin burası benim kanat çırpan… Her adım atışımız da pıtır pıtır bizimle yürüyen, her an sek sek oyununa davet edecekmiş gibi ‘salına da salına da gel’en hangi varlık vardır bizle bu kadar içiçe geçmiş? Bu kentin en az bizim kadar sahipleri olan, telaşsız konuklarımıza yazıyı borç bildim de yazdım bunları...
Hayvan sevgisi deyince kedi, köpek, akvaryum süsleri balık muhabbetlerine bulandık uzun zamandır. Kedi demeyin bana...Ev kuzusudur onlar…(Kedileri seviniz, polis köpeği vardır ama polis kedisi bulamazsınız!) Peki köpekler mi? Ne zamandır süs eşyası gibi taşınmakta, kentin yalnızlaşan insanlarına kuyruk sallamakta…Ben özgürlükten söz ediyorum…Efendi köle ilişkisinden değil…Onun için güvercinler diyorum…O simsiyah, boz, kahverengi güvercinler…Paçalı, Bağdadi, Taklacı, Demkeş, Mardin, Kuveyt, Dilber, Fener Kuyruk... Kanatlı tinerci çocuklardır onlar...
Hani gitgide arsızlaşan, kolumuza taktığımız manita gibi yanımızda yürüyen o sokak serserisi güvercinlerden söz ediyorum…
O kadar çok kuşatılmışlık içerisindeki insan. Ayrılıklar, hüzünler, ölümler. Tüketim kalıplarının şekillendirdiği yalnızlaşmış ruhlar. Geçim derdinin verdiği koşuşturmalar...Doğaldır ki yalnızca olumsuzluklar değil yaşanılanlar; yaşam coşkusu, sevinçler, kavuşmalar...Bilcümle hayatın kendisine dair şeyler...İnsana dair durumlar...
Şehire ve insana dair duruşu, parçalanmışlıkları ve yer değiştirmeleri yeniden anlamlandırmak ancak bu şehre ve dostluğa dair ne varsa tüm parçaları bir araya getirmekle olanaklı kılınabilir bir şeydir. Şehrin ayrılmaz parçası güvercinlerle kurulacak ilişki de bir başlangıç sayılamaz mı? Yalnızca bir şehrin parçası mıdır güvercinler? Kentin telaşsız sakinliğidir güvercinler. Sokaklarımızda, bulvarlarımızda, evimizin balkonunda, çatı aralarında, kimi zaman oturduğumuz bankın yanında...Bir duruş, kentin dokusuna eşlik etmenin verdiği bir anlamdır güvercin...İnsansız ortamda yaşamayan/yaşayamayan nadir canlılardandır güvercinler. Ruhu olan bir kentin ayrılmaz parçasıdırlar...Ruhsuzlaştırılmaya çalışılan kentlere kanat çırpışlarıyla bir karşı çıkıştır güvercinler.
Metruk binaların saçak altına tünemişlikleri, Kemalettin Tuğcu çocuklarının üşümüşlükleridir. ‘Az zamanda çok işler başardık! Türk’tük, doğruyduk, çalışkandık, üşüyorduk! ’ Ne kadar çok üşüyen çocuk var Tanrım!
Güvercinler...Üşüyen güvercinler...Kent insanının yaşama ümidini, dur durak bilmeyen koşturmacasını, çıtır bir simide karışan demli çay dostluklarını, onurlu ve mütevazi duruşuyla selamlayan şehir sakinleri üşüyen güvercinler...
Olmasa da nüfus cüzdanları, bağlanmasa da hiçbir ulusa, ülkeye, sınıra aynı havayı soluduğumuz bu şehrin en az bizim kadar sahibidirler, ortağıdırlar...
Barışın sembolüydü bir zamanlar. Barutun ve kanın bu kadar ucuz olmadığı dönemlerde...
Tüm kentlerin cıvıl cıvıl çocuklar ve karanfil kokusu dostluklarla dolacağı günlere epeydir uzak zamanlardayız...Umursamazlığın diz boyunu geçtiği, gırtlağına kadar abazanlığın ve şehvetin tutsağı olduğumuz ‘Taş devri, Tunç devri, Utanç devri” günlerdeyiz...Dostluğu, paylaşmayı unuttuğumuz bu günlerde güvercinleri anımsamayı istemek, ‘Semranım’a gösterilen ilginin birazını bile istemek naiflik mi?
Pardon!
Tarihin sonu derken naifliklerin sonunu ilan etmişti paracı ideologlar...
Peygamber sürmesi gözleriyle...Hesapsız, telaşsız, demli çay tadındaki dostluklarımıza eşlik etsin tüm güvercinler...
Kente dair tanıklığımızın imleridir güvercinler.
TAMER İNCESU
çocukluğumun en güzel merakıydı yanarım yanarımda bu marakımı devam ettiremediğime ve imrenerek bakarım çevremde güvercin besleyenleri gördüğümde
30-40 tanesini bir den salacaksınız ve havaya yükselişleri havada dans edişlerini izleyeceksiniz takla atmaları aaah