daha şuraya yazalı bir gün bile geçmedi televizyonda yeni bir güldünya haberi... şimdi de siirt'de bir güldünya vakası yaşandı... ilk değildi, son olmayacak...
toplumumuzun acı gerçekleri bunlar deyip kurtulmak bu kadar kolay mı? ? neyin uğruna gidiyor Güldünya'lar... ne ilk di ne de son olacaktır... hala çözümsüzlüğün ortasında acıyla çırpınıyoruz...
Canım abim vurma beni Bu dünyadan alma beni Dökülür mü kardeş kanı Bir karında yatmadık mı Bir memeden doymadık mı Binbir yarayla tek bir Kurşunla gitti Güldünya Kim farkında kimin umurunda Yandı bir dünya Seni gönderene söyle Köydeki büyük meclise söyle Daha çocuk yaşta üstüme çıkan herife Eğer böyle ölersem iki elim yakanızda Hayaletim gezer,düşer peşinize Binbir yarayla tek bir yarayla gitti Güldünya Kim farkında kimin umurunda Yandı bir dünya Binbir yarayla tek bir kurşunla GİTTİ GÜLDÜNYA Kim farkında kimin umurunda SÖNDÜ BİR DÜNYA.
Aylin Aslım ve Tayfası'nın Yasaklanan şarkısı... O kadar anlamlıyken bu şarkı, saçma sapan şarkılar dönerken her yerde, doğru söyleyen şarkı yasaklanır.
bana kimse sormaz, atarlarken düğümü ben bir dilsizim, silkemem ki yükümü gözlerimde ürkeklik, kimse bilmez küsümü çünkü adım kadın, dinletemem sözümü
bana herkes sahip, benim hiç hakkım yoktur ben akıldan yoksun, ama vazifem çoktur adem'in yediği elma hep benden sorulur! çünkü adım kadın, kadınım hükmüm yoktur...
canım abim vurma beni bu dünyadan alma beni dökülür mü kardeş kanı bir karında yatmadık mı bir anadan doğmadık mı bir memeden doymadık mı binbir yarayla tek bi kurşunla gitti güldünya kim farkında kimin umrunda yandı bir dünya seni gönderene söyle köydeki büyük meclise söyle daha çocuk yaşta üstüme çıkan herife eğer böyle ölürsem iki elim yakanızda hayaletim gezer düşer peşinize binbir yarayla tek bi kurşunla gitti güldünya kim farkında kimin umrunda yandı bir dünya binbir yarayla tek bi kurşunla gitti güldünya kim farkında kimin umrunda söndü bir dünya SOZ-MUZİK:AYLİN ASLIM
'Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlık, 06573 Ankara
Sayın Başbakan,
Uluslararası Af Örgütü'nün 5 Mart 2004 tarihinde başlattığı 'Kadına Yönelik Şiddete Son' kampanyası kapsamında kadın hakları konusunda çalışan sivil toplum örgütlerinin desteğiyle yürütülmekte olan imza kampanyasına ilişkin taleplerimiz aşağıda bilgilerinize sunulmaktadır. Uluslararası Af Örgütü ve kadına yönelik çalışmalar yapan STK'lar olarak sizden;
Kadınları şiddete karşı koruma konusunda deneyimli STK'larla işbirliği içerisinde yeterli sayıda ve ihtiyaçları karşılayacak standartta sığınma evi açılması için ödenek ayrılarak kadına yönelik şiddeti engelleme konusunda adım atılmasını, Şiddete uğrayan kadınlara uğradıkları şiddeti rapor edebilmeleri için, yeterli bilgi ve ulaşım noktası sağlamak üzere Türkiye'nin tüm bölgelerinde iyi eğitilmiş çalışanları ile acil yardım hatları kurulmasını, bu uygulamanın dağıtılacak broşür ve posterlerle tüm hastanelerde, sağlık ocaklarında, mahkemelerde ve ayrıca web-sitelerinde yaygınlaştırılmasını, Adli makamların ve güvenlik güçlerinin, toplum içerisinde kadınların şiddete karşı korunmasını sağlamak amacıyla zorunlu eğitim almalarının, ayrıca kadınları koruma ve istendiğinde şiddeti önleme konusunda görevlerini yerine getirmekte başarısız olan görevlilerin cezalandırılmasının sağlanmasını, Polis ve jandarma memurlarının, aile içi şiddet rapor edildiği anda acil ve etkili bir biçimde harekete geçmeleri konusunda zorunlu eğitim almalarının ve bu güvenlik güçleri üyeleri etkili bir biçimde harekete geçmediklerinde cezalandırılmalarının sağlanmasını, talep etmekteyiz.
Hükümetimizin, yukarıda belirtilen talepleri göz önünde bulundurarak yapacağı çalışmalarla kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmesini ve bu konuda tüm dünyada ve Türkiye'de verilen çabalara destek olmasını diliyoruz.
Uluslararası Af Örgütünün “Kadına Yönelik Şiddete Son” Kampanyası çerçevesinde
“Güldünya’ya Sesleniş” adlı bir mektup yarışması düzenlenmektedir. Yarışma evde, sokakta, işyerinde, toplumda ve devletin elinde kadınların karşı karşıya kaldığı şiddetin sona ermesini sağlamak üzere kadına yönelik şiddeti kabullenen, hatta olağan bulan; kadını edilgen ve boyun eğmesi gereken olarak gören toplumsal anlayışın değişmesi için görmezden gelinen bu şiddet biçimini görünür kılmak, kimsenin kaçamayacağı bir gerçeği sürekli gözler önünde tutmak ve bu konuda bilinçlenmeyi arttırmak amacını taşımaktadır.
Arka Plan Bilgisi
Çünkü Güldünya toplumuzda var olan kadına yönelik şiddetin belki de en çarpıcı örneklerinden biri… Ama tek değil…
Güldünya, evli akrabasının tecavüzüne uğradı ve bu tecavüz sonucunda hamile kaldı ve çocuğunu dünyaya getirdikten sonra aile meclisi tarafından öldürülmesine karar verildi.
Şubat 2004’de, doğum yaptıktan sadece haftalar sonra erkek kardeşleri tarafından sokak ortasında vuruldu. Ama başaramadılar!
Güldünya hastaneye kaldırıldı ve korunması için polisten yardım istedi. Ama tek başına bırakıldı. Gece geç saatte, katiller elini kolunu sallayarak hastaneye girdiler ve Güldünya’yı bu kez öldürmeyi başardılar. Mahkeme katilleri yargılarken Güldünya’yı yok farz etti; avukatların müdahil olma talepleri her celse reddedildi.
Katılım
Yarışma, Türkiye'de ve yurt dışında yaşayan herkese, Türkçe yazılmak koşuluyla açıktır.
Yarışmaya katılacak mektupların, kadınların karşı karşıya kaldığı şiddeti sona erdirmek için kadına karşı şiddeti reddeden ve bu konudaki toplumsal zihniyeti sorgulayıcı, bu zihniyetin değişmesini sağlayacak bir bakış açısı ve yaklaşımla yazılması beklenmektedir.
Mektup Yazımında Dikkat Edilecek Noktalar
1 Mektuplar en fazla 3 (üç) sayfa, A4 boyutunda beyaz kâğıda, Times New Roman karakterinde, 12 punto, 1,5 satır aralık, üst-alt-sol boşluk 2,5 cm, sağ boşluk 1.5 cm formatında hazırlanmalıdır.
2 Tükenmez ya da dolmakalemle yazılan mektuplar ise kitap harfleriyle okunaklı bir şekilde hazırlanmalıdır.
3 Mektuplar 4 (dört) kopya halinde gönderilecektir.
4 Mektupların üzerine yazarın adı yazılmayacak, mektubun giriş/ilk sayfasının sol üst köşesinde rumuz belirtilecektir. Birden fazla mektup gönderen katılımcılar, tüm mektupları için aynı rumuzu kullanacaklardır. Farklı katılımcıların rumuzlarının aynı olması durumunda Mektup Yarışması Düzenleme Komitesince başka bir rumuz verebilir. Adaylar, ayrıca, üzerinde rumuzlarının yazılı olduğu kapalı bir zarfın içine bir fotoğrafla birlikte adları, soyadlarını, rumuzlarını, posta ve e-posta adreslerini, telefon/faks numaraları ile, yarım sayfayı geçmeyen imzalı özgeçmişlerini içeren bilgileri mektupları ile birlikte posta yoluyla göndereceklerdir.
5 E-posta yoluyla gönderilen ya da son başvuru tarihinden sonra elimize ulaşan öyküler değerlendirmeye alınmayacaktır.
6 Dereceye giren mektuplar için eser sahibi tarafından hiçbir telif hakkı istenmeyecektir.
Mektupların Son Teslim Tarihi:
Yarışmaya son katılım tarihi 5 Şubat 2006’dır. Postadaki gecikmeler kabul edilmeyecektir.
Metupların Gönderileceği Adres: Küçükesat Postanesi P.K. 56, Küçükesat ANKARA
Başbakan hep söylüyor ya, 'Biz Kopenhag Kriterleri'ni Ankara kriteri yapıp yolumuza devam ederiz! ' diye. İşte, 'Ankara kriterlerinin' ne olduğu ortada. TBMM'de 'töre cinayetleriyle mücadeleyi' amaçlayan komisyona iktidar partisinden üye bulunamıyor!
'Töre ile mücadeleyi amaçlayan' komisyon kararı, bir-bir buçuk ay önce alınmış. CHP'nin üye listesi hazır. AKP milletvekilleri ise yok, arazi olmuşlar... Partinin Gaziantep milletvekili Fatma Şahin, Meclis koridorlarında fellek fellek komisyona dahil olacak 'gönüllü' arıyormuş.
'Milliyet' in 23 Haziran tarihli haberini görünce, CHP milletvekili Güldal Okuducu 'yu aradım: 'Komisyonun çoktan kurulması gerekirdi' diyor Okuducu: 'Kaç kere biz önerge verdik. En son burnu kesilen Rojda ile konu tekrar gündeme geldi ve Fatma Şahin'in önergesi kabul edildi. Hâlâ ayak sürümeye devam ediyorlar. Meclis tatile gireceği için komisyonun kurulması güz aylarına sarkacak! '
'Herkes senin için ağlıyor! ' Bu ne biçim bir vurdumduymazlık, nasıl bir vahşettir?
'Töre için üye yok! ' haberinin yanına aynı gazete çarpıcı iki haber daha koymuştu: 'Burun kesme (Rojda) davasında tahliye! ' Ve Diyarbakır'da geçen hafta töre infazından yaralı kurtulan 18 yaşındaki kadının, N. K. 'nin öyküsü...
Hayati tehlikeyi atlatan kadının hastane odasında çekilmiş resminin altında 'devletten koruma beklediği' anlatılıyor.
'Yengem 'Herkes senin için ağlıyor' dedi...' sözleriyle anlatıyor başından geçenleri N. K.: 'Benim ve (diğer kurban) Ferit 'in öldürülmesi için iki aile meclisinde töre gereği karar alındığını öğrendiğimde geç kalmıştım, kaçamadım. Gece odamda yatıyordum. Ağzımı bir el kapattı. Kayınbiraderim... ateş etti! '
Düşünebiliyor musunuz? En güvenli sığınağınızda... odanızda, yatağınızda infaz ediliyorsunuz. Gıyabınızdaki infaz kararını önden haber alıyor, biliyorsunuz. En yakınlarınız, gözünüzün önünde artık 'olmuş bitmiş' gözüyle baktıkları ölümünüze ağlıyor, yürüyen bir ceset gibi görüyorlar sizi. Ama şuradan şuraya adım atamıyor, kaçamıyorsunuz. Kimseden yardım bekleyemiyorsunuz. Ölümün soğuk eli, hiçbir engelle karşılaşmaksızın sakin sakin gelip sizi yatağınızda buluyor. Kurbanlık koyun gibi, beklemekten başka hiçbir şey yapamıyorsunuz...
İçimizdeki ortaçağ Niye? Dışarısı, çünkü sizi ölüme mahkûm eden aşiret düzeninin devamı. Ucu taa Ankara'ya dek uzanıyor. Rojda'ların, N. K.'lerin, Güldünya 'ların hesabını sorması gereken komisyona, iktidar partisi -hani dostlar alışverişte görsün hesabı, 'göstermelik' dahi olsa- 'üye' bulamıyor.
Nereye kaçsın N. K., nereye sığınsın?
'Bu iş birinin birini öldürmenin çok ötesinde' diyor Güldal Okuducu: 'Arkasında bir altyapı, korkunç bir dünya var. Komisyona üye bulunamaması, o altyapının sonucu. İktidar partisinin yeniden yeniden ürettiği ve beslendiği bir kaynak bu. Şeyhe, şıha, ağaya ve feodal sisteme bulaşmak istemiyorlar...'
Birkaç kadın milletvekili, birkaç kadın örgütü, birkaç gazeteci, bir avuç hukukçu dışında, toplumdan da bir tepki dalgası yükselmiyor. Neredeyse her hafta artık böyle bir olayla karşılaşıyoruz. TV'de bir kadın programına çıktı diye öldürülen Birgül Işık 'ı hatırlayın. 'Oğlunun' kurşunlarıyla delik deşik edilen; karaciğer, dalak, pankreas, mide, akciğer, kasık, başından aldığı yaralarla 11 saat ameliyat masasında kalan Birgül Işık, komaya girdi ve öldü.
Hani nerede? Hatırlayan var mı?
Daha geçen ay Urfa Akçakale'de Ayşe Aydın isimli bir kadın, 'töre' adına tarifsiz işkencelerle yok edildi. Kemikleri kırıldı, dili koparıldı... Sonra 'İntihar etti! ' dendi. Van'ın Erciş ilçesinde yol ortasında bir kadının boğazı kesildi. 'Bunlar gazetelere yansıyanlar...' diyor Okuducu: 'Bilmediğimiz daha neler var! Şu anda biz, olayı engellemek adına en tavır almayacak iktidarla karşı karşıyayız! '
Başbakan, ilaç için olsun, bir kere bile, 'İnsan hayatı bizim için kutsaldır. Hiçbir töre, hiçbir gerekçe bu barbarlığı mazur gösteremez. Bu ne bizim İslam anlayışımıza, ne töre anlayışımıza sığar! ' dedi mi? Diyebildi mi?
Türkiye'ye direnç, tam da bu nedenlerle AB başkentlerinde ayyuka çıkmışken Meclis'te bir 'töre komisyonuna' üye dahi bulamıyorlar... Sonra da çıkıp 'şartların değişmediğini, değişmeyeceğini ve 3 Ekim mutabakatıyla Brüksel'le yol alabileceklerini' iddia ediyorlar. Hadi canım sen de!
2005 in ilk Guldunya'si... Bakalim daha kac sene boyle devam edecegiz...
' Cumhuriyet 10.01.2005 Cinayete intihar süsü vermek istedi
Pantolon giyen kardeşini öldürdü Batman'da düğünde pantolon giyen Halime B., kardeşi Kamil'in kurşununa hedef oldu. Kardeşini evin damından atan Kamil B. tutuklandı.
BATMAN (AA) - Batman'da pantolon giydiği için tartıştığı kız kardeşi Halime B. 'yi silahla yaralayan Kamil B., olaya intihar süsü vermek için kardeşini damdan aşağı attı. Alınan bilgiye göre, Pazaryeri Mahallesi'nde oturan Kamil B. (27) , yakınlarının düğününde pantolon giydiği için kız kardeşi Halime B. (18) ile tartıştı. Tartışma sırasında tabancayla bir el ateş ederek kardeşini yaralayan Kamil B., daha sonra intihar süsü vermek için kardeşini tek katlı evlerinin damından aşağı attı.
Mahkeme tutukladı
Batman Özel Şifa Hastanesi'ne getirilen yaralı Halime B., ilk müdahalenin ardından sevk edildiği Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yaşamını yitirdi. Hastanede kardeşinin intihar ettiğini öne süren Kamil B., durumun fark edilmesi üzerine gözaltına alındı. Polisteki sorgusunun ardından mahkemeye sevk edilen Kamil B. tutuklandı. '
Babası tarafından telle boğulan 14 yaşındaki Nuran Halitoğulları işte böyle yalvarmış. Küçücük bir kızın hançeresinden çıkan o çaresiz çığlığı duyabiliyor musunuz? O dehşet verici manzara gözünüzün önüne geliyor mu? Nuran'ın çırpınışlarını yüreğinizde hissediyor musunuz? Bir an için kendinizi o küçücük bedenin içine koyabiliyor musunuz? İçiniz cız ediyor mu?
Kurbanla böylesine güçlü bir 'empati' bağı kurabiliyorsanız eğer; aynı empatiyi 'babaya' da göstermeniz, gösterebilmeniz mümkün değil. Ama basınımızın bazı 'erkek yazarları' hâlâ böyle 'çift yönlü' bir 'empati' bağı kurabiliyor. Hem yaşamını yitiren zavallı küçük 'kurbana', hem evladını katleden 'babaya' 'empati' duyabiliyorlar.
Kızını telle boğan baba da en az Nuran kadar 'kurbanmış'... Adam yaşadığı sürece artık her gün 'ölecekmiş'. Babanın 'yüreğini şimdi kim kurtaracakmış'? .. Evlat cinayetine iştirak eden 'babaların da içi yanarmış'. Öldürmek asla caiz değilmiş tabii. Ama evlat öldürmek de 'kolay mıymış'? .. Bu aşırılıkların sorumlusu toplumdaki değer kaymalarıymış. 'Vahşet', 'cinayet', 'cani' laflarını ileri geri kullanan medyanın tavrı 'yüzeyselmiş'. Aslında çünkü bu bir 'cinayet' değil, 'inanç' mış. İnançlar 'yasayla' değil, 'kafaları' değiştirmekle değişebilirmiş. Bunun da bir yolu varmış: O da 'eğitim' miş.
Bu minvalde okuduğum üç yazının harmanlanmış kısa özeti bu... Söylenecek başka laf bulunmadığı durumlarda, 'eğitimin' değişimci gücüne bizde 'mistik' değerler atfediliyor. 'Eğitim' sihirli değnek olsaydı eğer, bu yazılar yazılmazdı. Bu yazıları yazanlar 'eğitimli insanlar' çünkü. Tek başına eğitim, demek ki 'kadın düşmanı şartlanmaları' değiştirmeye yetmiyor.
Katil baba cezaevine konduktan sonra bile 'Ben pişman değilim! ' diyor. Ama basınımızda hâlâ 'baba yüreğinden' söz edenler çıkıyor. 'O yüreği kim kurtaracak? ' türünden sorular yöneltebiliyorlar.
İnsanların 'yaşam hakkının elinden alınmasını' hiçbir şey mazur gösteremez. Bu; hem mülahazanın üstüne çıkan, 'vazgeçilmez ve dokunulmaz bir insan hakkıdır'. Böylesine kesin bir 'olmazsa olmaz ilkeyi'; en birincil, en yaşamsal 'değeri' eğitimli bir yazarın bilmemesi ve 'göreceleştirmesi' mümkün mü? Ama 'bilmek' başka, 'içselleştirmek' başka... Nuran'ın trajedisi üzerine döşenen 'ne şiş yansın, ne kebap' şeklindeki yorumlar, toplumda en eğitimli kesimlerde bile bir numaralı insan hakkı olan 'yaşam hakkının' gerektiği gibi içselleştirilmediğini gösteriyor ne yazık ki.
'Yasal değişiklik birinci koşul'... Yürek meselesine gelince... Yüreği olan insan kaçar mı? 'Yüreği yanan bir baba', varsayalım 'töre' gereği -ki hiçbir töre yaşam hakkının engellenmesi için mazeret sayılamaz- evladına kıydı. Onu 'kümese' gömer mi? Hem de çuval içinde... Ardından hiçbir şey olmamışçasına karakola gidip 'Kızım kayboldu' başvurusunda bulunabilir mi? 'Yüreği olan', 'yüreği yanan bir babadan' beklenebilecek şey midir bu?
'Baba yüreği' falan.. bırakalım bu lafları. Konu üzerinde yıllardır çalışan uzmanlar, 'yasal değişikliğin' töre cinayetleriyle mücadelede birincil önem arz ettiğini savunuyorlar. Kadına karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmayı hedefleyen BM örgütü 'CEDAM' ın Başkanı Prof. Dr. Feride Acar 'a 'Bunun niye vazgeçilmez bir başlangıç noktası olduğunu' sordum. İşte cevabı:
'1. Yasal değişiklik, bu tür cinayetleri mazur göstermek için kullanılan toplumsal meşruiyet kılıfını ortadan kaldırmak açısından önemlidir ki bahsettiğiniz yorumlar buna tipik örneklerdir.
2. Yasal değişiklik topluma neyin yanlış, neyin doğru olduğunu göstermek açısından önemlidir. Yasalar doğru olan mesajı vermelidir.
3. Zihniyet değişikliğinin de önünü açacak olan yasal değişimlerdir. Zihniyet değişimi ancak böyle hızlandırılabilir...'
Yasaların değişmesi; töre cinayetlerini ortadan kaldırmak için yeterli olmasa da olmazsa olmaz 'gerekli koşul' sayılıyor kısacası! Bu kadar açık, basit ve net. Acıklı olan Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit 'in de -bazı yazarlarımız gibi- kafasının karışık olması: 'Töre cinayetlerinin yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılacak bir sorun olmadığını' iddia ediyor o da: 'Toplumsal bilincin geliştirilmesinin (yasalardan) daha önemli olduğunu' vurguluyor...
'Kadın bakan' böyle konuşursa tabii, kolay kolay kimseye söylenecek söz kalmıyor.
Cumhuriyet 01.05.2004 PENCERE İLHAN SELÇUK Nuran'ı Kimler Öldürdü? .. Töre cinayetleri medyanın diline pelesenk oldu, öyle bir pelesenk ki zehir zemberek, son olarak on dört yaşındaki Nuran 'ı aile namusunu temizlemek için öldüren babanın öyküsü birinci sayfalarda gezinip duruyor...
Nuran demiş ki:
- Baba, ne olur beni öldürme! ..
Kolay mı öldürmemek? ..
Namus cinayeti bu! .. Dillere sakız olan söyleyiş biçimiyle 'Baba kızını infaz etmese' dost düşman içine nasıl çıkacak, aile çevresinin yüzüne nasıl bakacak; baba da kendi hayatına kıyıyor...
Baba katil değil..
Robot! ..
Neyin robotu! ..
İnancın...
Robotun aklı yoktur; verilen komutu uygular; töreyi uygulayan kişinin de aklı yoktur; inancın komutunu uygulamak zorundadır.
Peki, bunun önüne nasıl geçilir? ..
**
Yazılıp çizilenlere bakılırsa, ceza hukukunda yapılacak değişiklikle önüne geçilir...
Yargıç cezayı verirken töreyi hafifletici neden saymayacak; bu tutum bir önlem işlevi görecek; cinayetler azalacak...
Azalacak mı? ..
Töre cinayetini toplumsal yaşamdan silmek için bir tek yol var...
Öğretim! ..
Akıl, bilim, aydınlanma yolunda eğitimle yurttaş kimliği kazanan kişilerden oluşan toplumda, inançtan kaynaklanan ilkel töre cinayeti göreneği defterden silinir; insan insana, insan gibi yaşamanın yolu açılır.
**
Hıncal Uluç dün töre cinayetlerine ilişkin duyarlı yazısına şu başlığı atmış:
'Peki ya baba? ..
O kurban değil mi? ..'
Çünkü Nuran'ı boğan babanın da yaşam defteri kapanıyor; artık o kızını boğan katildir; kim bilir kaç yıl hapishanede çile dolduracak? ..
Peki, töre cinayeti yüzünden öldürülen kızların ve kadınların başka katilleri de yok mu? ..
Olmaz olur mu? ..
Namus cinayeti diye bilinen öldürümün ortak katilleri kimler? ..
**
Öğretim Birliği Yasası'nı baltalayıp eğitimi cemaat, tarikat, aşiret düzeyinde hacı, hoca, şeyh üzerine havale edenlerin tümü töre cinayetinde suça katılmış sayılırlar...
Birkaç gün önce 17 Nisan'ı yaşadık, Köy Enstitüleri'nin kuruluş yıldönümüydü...
Köy Enstitüleri karşıdevrim sürecinde kapatılmasaydı, Anadolu gümbür gümbür eğitilecek; akla, bilime, çağdaşlığa, aydınlanmaya açılacak; töresel inancın cahil müritleri defterden silinecekti...
Köy Enstitüleri'ni kapatan kafaya sahip çıkanlar, babası tarafından öldürülen Nuran'ın telle boğulmasında suça iştirak etmişlerdir...
Laik Cumhuriyet'in eğitim seferberliğini baltalayan kim varsa Nuran'ın öldürümünde ortaktır.
**
Peki, şimdi Nuran'a, Nuran'lara ağlar gibi görünüp timsah gözyaşları dökmenin anlamını nasıl açıklayacağız? ..
Kız çocukları... Ölüme... Bu vahşeti durdurmanın yolu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki o koltuklarda oturanları eğitmek, bilinçlendirmek ve sorumluluk almaya zorlamaktan geçer... Şimdilik, sanılanın aksine yasada değişen hiçbir şey yok! Namus cinayetlerine verilen indirim tamamen kalkmadıkça, çağdışı bir uygulama olan bekâret kontrolü yasaklanmadıkça ve TCK kapsamına alınmadıkça, yasa değişikliği hiçbir işe yaramayacaktır... Kız çocukları ve ölüm... Kız çocukları ve cinayet... Kız çocukları ve vahşet... İkisi öyle bir harmanlandı, bütünlendi ki dilimizde, yüreğimizde, beynimizde, olağan ve sıradan karşılar olduk.
14 yaşındaki Nuran, 'aile namusu' adına öldürüldüğünden beri, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde o deri koltuklarda oturan her zat, (her biri tek tek ve hepsi bir bütün olarak) bu ülkenin tüm gazete manşetleri, radyo ve televizyonlarda tüm yayınlar, tüm yargı ve hukuk kurumları, tüm bilim, eğitim ve öğretim kurumları, tüm sivil toplum kuruluşları 'Artık yeter! ' diye haykırıp bu vahşete, bu katliam silsilesine, bu cehalet, bu yobazlık, bu irtica, bu kancıklık, bu ahlaksızlık, bu namussuzluk, bu şiddet eylemine son vermek için seferber olmuyorsa, hiç kuşkunuz olmasın bugüne dek olduğu gibi, yarın, öbür gün daha nice Şemse 'ler, Güldünya 'lar, Nuran'lar kurşunlanarak, kasap bıçaklarıyla doğranarak, taşlanarak, boğazları telle kesilerek öldürülecek ve bu vahşet sürüp gidecektir!
Önce Meclis bilinçlenmeli!
Haklısınız Sayın Güldal Akşit! Dediğiniz gibi, 'namus cinayetleri' yalnız yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılacak bir sorun değildir. Toplumun eğitilmesi, bilinçlenmesi gerekir! Ve bu eğitim, bu bilinç, yukarıda belirttiğim seferberlikle yaratılır; bu konu da kararlı devlet politikalarıyla olur; kadınlara, kız çocuklara karşı 'olumlu ayrımcılık' kararlarıyla olur...
Bunun için de önce o Meclis'tekileri buna inandırmanız, o Meclis'tekileri buna ikna etmeniz, o Meclis'tekileri bilinçlendirmeniz gerekir! Hem de hemen şimdi! Ama bu arada, bir devlet bakanının bu iş yasayla ortadan kalkmaz demesi bile bence bu bilinçlenmeyi ters yönde etkiler!
'Kızımın tecavüze uğradığını öğrendim. Doktor raporuyla da bu ispatlanınca namusumuz kirlendiği için onu öldürmeye karar verdim' diyen hasta ve ahlaksız kafayı, yasa ve ceza korkutabilir ancak.
Gelelim yasa konusuna... Türk Ceza Kanunu (TCK) Kadın Platformu bir süre önce şu uyarıda bulundu: 'Basında yer alan TCK Kanun Tasarısı ile ilgili haberlerin çoğu, Tasarı'dan sanki kanunlaşmış gibi söz ediyor ve yapılan değişiklikler hemen yürürlüğe girecekmiş izlenimini veriyor. Bu izlenim ise 'bazılarının' işine geliyor... Oysa Tasarı Meclis Genel Kurulu'nda oylanıp kabul edilmediği sürece, şimdiye kadar yapılan değişikliklerin hiçbiri geçerli olmayacak.'
'Bazıları' kim mi: 'Bakire olmayan kadını kim alır? Fuhuşa düşeceğine tecavüzcüsüyle evlensin. 70 senedir uyguluyoruz kimse itiraz etmiyor' zihniyetindekiler!
İşte Sayın Güldal Akşit bu nedenle de Meclis'in tümünün bilinçlenmesi gerekiyor.
Bekâret kontrolü vahşeti
Şu ana dek yapılan değişiklikler de yeterli değil. Bin kez yazdığım gibi, namus cinayetlerine verilen indirimin tamamen kaldırılması için, 51. maddenin gerekçesine namus cinayeti faillerinin haksız tahrik indiriminden yararlanamayacağı ifadesi eklenmeli ve namus saikiyle işlenen cinayetler, Nitelikli İnsan Öldürme Maddesi kapsamına alınmalı.
Daha da vahim bir durum var: Bekâret kontrolü!
Bekâret kontrolü, tasarıda hâlâ TCK kapsamına alınmadı! İster tecavüz iddialarını araştırmak için, ister ailenin keyfi nedenleriyle sık sık başvurulan bu çağdışı uygulama, kız çocuklarının ve pek çok genç kadının intiharına, birçoğunun da namus suçlarına kurban verilmesine neden oluyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne de aykırı olan bu uygulama derhal yasaklanmalı!
İşte Sayın Güldal Akşit, TCK tasarısını tartışan Alt Komisyon'un da bilinçlenmesi ve bu konuya ilişkin bir değişikliği tasarıya sokması gerekiyor.
Bu değişiklikleri bir an önce gerçekleştirip, yasalaştırıp uygulamaya sokmak, Meclis'in en büyük namus meselesi olmalı bence!
'Namusumuz kirlendiği için onu öldürmeye karar verdim' diyen hiçbir baba olmasın diye...
'Evde bulunan teli elime aldım. Kızımın boğazına doladım. 'Baba yapma' diye yalvarmaya başladı. Kızımın yalvarmalarına 17 yaşındaki oğlum da katıldı. Ancak kızımın kirlenen namusunu temizlemek için bu yakarmalara kulak asmadım. Boğazına geçirdiğim teli ölünceye kadar o şekilde tuttum' diye anlatılan insanlık ayıbı olmasın diye...
Kız çocukları, yokluktan ve yoksulluktan, baskıdan ve şiddetten ölüme mahkûm olmasın diye...
Namus temizleyicileri bu ülkeden kazınsın diye...
Toplumu eğitip bilinçlendirmek için seferberlik! Hemen şimdi! Meclis'ten ve yasalardan başlayarak!
Zeynep Elif (29.04.2004 11:58) Cevap yaz | Yazılmış 2 cevabı oku
Özgürlük kitabının
sayfaları arasına
cellatların kurduğu
darağacındaki ip
yarım kalan
sayfayı gösteriyor
okumaya devam edecek
nice insana
Evlilik fotoğraflarının yırtılarak
kırılan çerçevelerin
sokağa atılan
tahtalarıyla çakılıyor
çocuk tabutları
Hiçbir genç kız
taşımıyor kolyesinde
sevgilisinin fotoğrafını
ama ölüm
sayfaları oyulmuş
bir aşk romanının
içine gizliyor
tabancasını...
Töreler..Töreler için işlenen cinayetler..Toprağa verilen genç bedenler..Yaşamayan,töre ile doğup,töre ile büyümeyenlerin algılaması çok zor bu olayı.
Kuralları vardır ailenin genç kızlar üstüne..Namus üstüne..Hata yapmaması,sevmemesi istenir.İstenirki biz kimi uygun gördü isek ona kıyılsın nikahı,istenir ki otur diyelim otursun,kalk diyelim kalksın.Çoğu kez böyle de olur.Olur olmasınada..Arada gönül bu işte..Bir kelebek olup uçmak ister sevdiğine doğru.Yürek bu işte deli divane olurda prangalar vurdurmaz çevresine..isyanları oynar yelken açar sevdiğine..
Ne garip kaderse kapalı toplumda gözü kapalı yetişen çocuk sevdasına layık olan bir yüreğide seçemez..Namerttir uğruna gencecik hayatını riske attığı şahıs.Kullanır,kullanır da sahip çıkmaz sevdiğine.Genç kız (kız çocuğu) çaresiz kalır orta yerde..Dönüşü yoktur gittiği yolun..Asılmıştır ölüm fermanı çocuk boynuna en kanlısından,en zaliminden.Azraili babasıdır,abisidir,küçük kardeşidir.
Baba, bir kere olsun belki okşamamıştır kızının saçlarını..Bir kere olsun yavrum deyipte basmamıştır belkide bağrına.Kız belki bulamadığı baba,abi şefkatini aramıştır sevdiceğinde..Aramıştır,aramasınada ne babasında,ne de sevdiceğinde bulamamıştır aradığı sevgiyi..İşlenen suç ortaktır..(Nuran ortak bile olmamıştır suça)
Ama aile meclisinin yüce erkekleri karar verir kızın ölümüne..Diğer taraf erkek..Ne hikmetse peşine düşülmez ırz namus düşmanının..O..keyifle oturur köşesinde,şerefsizce,vicdansızca..
Baba övünerek anlatır cinayetini..Gözleri faltaşı gibi oldu..yalvardı..yapma baba dedi..ama namus dedim..sıktım..sıktım..
ve ben nefret ediyorum erkek egemen toplumdan..artık çekin iffetimizden,örtümüzden,düşüncelerimizden ellerinizi..
Bırakın kadınlar kendi iffetlerini kendileri korusun,bırakın nasıl giyineceklerine kendileri karar versin,bırakın örtülerinin (istiyorlarsa eğer) mücadelesini kendileri versin..Nefis mücadelesine düşüyoruz diye bencil davranıp kadınları çuvallar içine sokmaya kalkmayın.Kuralları kendinize taraf yönlendirip çalıştırmayın.
Cumhuriyet 29.04.2004 Cinsel istismarın yüzde 89'u aile içinde oluyor, sokaktaki çocukların yüzde 60'ı ise tecavüze uğruyor
Çocuklar şiddete teslim Marmara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü tarafından yapılan araştırmaya göre çocuklara yönelik cinsel istismarın yüzde 89'u aile içinde meydana geliyor. Her 4 çocuktan 1'i ensest kurbanı. Kurbanların yüzde 87'si 4-12 yaş grubundaki kız çocukları.
İstanbul Haber Servisi - Türkiye'de çocuklara yönelik şiddette ilk sırayı tecavüz ve taciz alıyor. Çocuklara yönelik cinsel istismarın yüzde 89'u aile içinde meydana gelirken sokakta yaşayan çocukların yüzde 60'ı ise tecavüze uğruyor. Prof. Dr. Ülkü Gürışık ise aile içi cinsel tecavüzlerin yine aileler tarafından örtbas edildiğini söyledi. Uzmanlar da yasaların caydırıcı hale getirilmesinin yanı sıra toplumun çocuk hakları konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini belirtti.
İstanbul'da kaçırıldığı kişinin tecavüzüne uğrayan 14 yaşındaki N. H. 'nin babası tarafından telle boğularak öldürülmesi, çocuklara yönelik şiddeti gözler önüne serdi. İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Sorumlusu avukat Aşkın Yaşar Topçuoğlu, çocuklara yönelik cinsel şiddet oranının giderek arttığını ifade ederek yardım için 'Mağdur Çocuklara Hukuki Yardım Bürosu' kurduklarını kaydetti.
Cinsel taciz ve tecavüze uğrayan çocuklar adına daha çok öğretmenlerin kendilerine başvurduğunu anlatan Topçuoğlu, 'Ülkemizde çocuk hakları bilinci gelişmemiş. Bu nedenle yasal düzenlemeler yeterli olsa bile şiddet engellenemiyor. Çocuk hakları bilincini geliştirmek için okullarda eğitim çalışmaları yapıyoruz' dedi.
Ensest kurbanı çocuklar
Marmara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü tarafından yapılan araştırmaya göre de çoçuklara yönelik cinsel istismarın yüzde 89'u aile içinde meydana geliyor. Her 4 çocuktan 1'i ensest kurbanı. Kurbanların yüzde 87'si 4-12 yaş grubundaki kız çocukları. Saldırganlar ise daha çok 40-52 yaşlarında ve yarıya yakını çocukların babası. Saldırganların çoğu sabıkalı, sapık, katil ve psikopat değil.
Yaşanan pek çok 'namus cinayetinin' aslında ensesti gizlemek için gerçekleştirildiği vurgulandı. 33 yıl süresince Londra Üniversitesi'nde ensest üzerine araştırma yapan Prof. Dr. Ülkü Gürışık, aile içi cinsel tecavüzlerin yine aileler tarafından örtbas edildiğini söyledi. Gürışık, 'Bu tür durumlarda anneler görmezden gelir. Londra'da yaptığım bir araştırmada, annenin 'Sen artık benim yerimi al, benim yerime bu görevi de yap' dediğini gördüm. Aile içi cinsel tecavüzün dededen babaya, babadan da çocuğa 'normalleştirme' çabasıyla dışarı sızmadığını biliyoruz' dedi. Gürışık, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel nedenlerle ensestin gizlendiğini vurguladı.
Bir mesaj gondermek bir dakikanizi bile almaz, ama bir mesaj binlerce hayati kurtarabilir. Devletin bu sorunlar icin odenek ayirmasini saglayabilir. Bu islerle, kadin haklari, kadin sorunlariyla ugrasan insanlarin tepkilerinizi bilmeye ihtiyaci var. Tepkinizi yazin, ki bu insanlar devletin karsisina cikip ' Bakin kadinlarimiz, erkeklerimiz bunu istiyor; egitim istiyor! ' diyebilsinler.
Tecavüze uğrayan genç kız babası tarafından boğularak öldürüldü
Büyükçekmece’de işlenen töre cinayetinde Mehmet Hanefi Halitoğulları, 14 yaşındaki Nuran Halitoğulları isimli kızını boğarak öldürdü.
Genç kızın, halen cezaevinde bulunan Mevlüt Sevinç tarafından 1,5 ay önce Esenyurt’ta kaçırılarak tecavüze uğradığı öğrenildi. Nuran Halitoğulları’nın korkunç sonunu hazırlayan süreç, Van’dan İstanbul’a göç etmeleriyle başladı. 1,5 ay önce kaçırılan genç kızın Esenyurt’ta bir eve kapatıldığı öğrenildi. Ailesinin şikayetçi olması üzerine jandarma, baskın yaptığı evdeki Mevlüt Sevinç’i gözaltına almış, Nuran’ı da ailesine teslim etmişti. Ardından mahkemeye sevk edilen Mevlüt Sevinç tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Kızlarının tecavüze uğramasını içine sindiremeyen ailenin ise, Nuran Halitoğulları’nı öldürüp namuslarını temizlemeyi kararlaştırdığı öğrenildi. Edinilen bilgiye göre, yaklaşık 20 gün önce genç kızı, amcası Mirza Halitoğulları, baba Mehmet Hanefi Halitoğulları (49) ile birlikte Büyükçekmece Tepecik’teki halasının evine yemeğe çağırdı. Evde toplanan aile üyeleri önce yemek yedi. Ardından baba Halitoğulları, kızını kabloyla boğarak hayatına son verdi. Genç kızın cesedi akrabaları tarafından önce evin bahçesine gömüldü. Daha sonra ceset gömüldüğü yerden çıkartılıp bir çuvala konularak Polonezköy’de ormanlık alanda bir çukura gömüldü. Bir ihbar üzerine polis ekipleri, ormanlık alanda genç kızın cesedini buldu. Bunun üzerine Avcılar İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri baba Mehmet Halitoğulları ile aileden 13 kişiyi gözaltına aldı. Kızını öldüren baba, emniyet çıkışında “Namusumu temizledim” diye bağırarak cinayeti kabul etti.
Ruhat Menginin! 8 Nisan Pazar 2004 te yazdigi yazi.
Adı 'tecavüzcü hoca'ya çıkmış. Kendisi ağzıyla TV programlarında söylüyor, bunun suçlusu olarak da parmağıyla beni işaret ediyor. Aynı programda 'daha önceki sözlerinin yanlış anlaşılmış olabileceğini, yorum hatası yapmış olabileceklerini' de anlatıyor. İlk defa ona hak veriyorum, Prof. Doğan Soyaslan çok haklı, sözleri yanlış anlaşıldı, çünkü yanlıştı.
Basın Kulübü'nde karşısında bulunan kadın gazeteci ve hukukçulara 'Çekilin önlerinden, kadınlar tecavüzcüleriyle evlensinler' diyen, hukuka törelerin yön verebileceğini anlatıp 'Ama töreler var, ne yapalım, şimdi o kanunları koysanız uygulayamazsınız' diyen, Akşam gazetesindeki röportajında 'Ben olsam evlenir, haydi hayırlısı derdim' diyen kendisiydi. Rüzgârda eteği uçuşan bir kadına 'hayasız' diyen de yine kendisidir. Aile içi tecavüzü o da savunuyor muydu bak bunu hatırlamıyorum ama birlikte yasa hazırladıkları diğer profesör savunuyordu.
Şimdi bu hazırladıkları kanunların (taciz, tecavüz ve kişilik haklarına her türlü saldırı ile ilgili) tamamının TCK Alt Komisyonu'nda, bütün tehdit ve sindirmelere rağmen, değiştirilmesinden sonra Soyaslan'ın görüşleri de değişiverdi, üslûbu yumuşayıverdi. 'Biz zaten öyle demek istememiştik, yanlış anlaşıldık' diyor şimdi.
Benim anlayamadığım, açık açık tecavüzcülere af isteyen birinin, öğrencilerinin taktığı 'tecavüzcü hoca' isminin suçunu bana yüklemesi. Ben ne yaptım? Sadece konuyu gündemde tutmaya, yapılan ve yapılmak istenenlerin unutulmamasını sağlamaya çalıştım. Böyle bir lâkap takılmışsa tek sorumlusu yukarıdaki sözleri tekrarlayıp duran kişinin ta kendisidir.
Kurtarın! Dünkü gazetelerde 10 yaşında tecavüz edilen ve 12 yaşında babası tarafından tecavüzcüyle evlendirilmesi istenen kız vardı. Tecavüzcü 18.5 yıl hapse mahkûm olmuş, baba tecavüzcüyü ve kendi namusunu(!) kurtarmaya çalışıyor, daha 12 yaşındaki çocuk ise yalvarıyor 'Ben okumak istiyorum, bu adamla da evlenemem, ne olur beni kurtarın'...
Doğan Soyaslan acaba hâlâ bu haksızlığın önünde duranlara 'Çekilin oradan' mı diyor, yoksa artık kesin kanunlar ve kızların derhal o evlerden alınarak gönderileceği, terapi görüp, hayata kazandırılacağı SIĞINMA EVLERİ'nin acilen hazırlanması gereğine mi inanıyor?
Alt Komisyon birçok maddede istenen olumlu değişiklikleri tamamladı. Zaten artık 'tecavüzcüyle evlendirilme' maddesi ortadan kalkmş durumda. Tabiî Meclis'ten geçtiği takdirde. Namus cinayetlerinde ve diğer suçlarda ise 'haksız tahrik' maddesi 'haksız eylem' haline çevrildi.
Hukukçular 'bahçesinden erik çalan çocuğa tecavüz eden adama bile haksız tahrik indiriminin uygulanmaya çalışıldığını hatırlarsak konunun önemi ortaya çıkıyor' diyorlar. Hele cinayette, ölenin bu 'haksız tahrik' veya 'eylem' her ne ise, gerçek mi yalan mı olduğunu açıklaması mümkün değil.
Komisyonun daha fazla zaman kaybetmeden namus cinayetlerini 'Nitelikli insan öldürme' maddesinde 'kan davaları'nın yanına eklemesi gerekiyor!
Tore Cinayetleri Sosyo-ekonomik gerceklere de dayaniyor, toplumun bakis acisina ve ailenin begenilmek onaylanmak desteklenmek istemesine. Onlar baska insanlar olmadan yapamiyorlar. Baska insanlar tarafindan illaki afferin alacaklar. Mesele tore more de degil aslinda. Mesele toplumun insana begenilme onaylanma isteginden dolayi yaptirabildikleri. Toplumun kaliplari degissin onlar da degisir.
Rahatlarina duskunler dar kucucuk bir dunyalari var. O dunyayi kimse bozmasin kimse sarsmasin kimse onlari bakmak zorunda birakmasin. Ona buna degil bakmak zorunda birakilmalarina da tepkililer. Cocuklari ayri birer varlik degil kendi dusuncesi olan, cocuklari onlarin uzantilari onlarin vitrinleri.
Kadinlarin yasadigi sorunlarin duzelmemesinin sebebi yalitilmis ve utandirilmis olmalari da degil mi aciba? Herkes yasadigini kisisel zannediyor. Boylece guc bolunuyor sahipsizlik kaliyor geriye.
Cumhuriyet 22.03.2004 2000'Lİ YILLARDA ERDAL ATABEK
8 Mart Günü Nasıl Kutlandı? .. Dünya Kadınlar Günü, ülkemizde çeşitli etkinliklerle kutlandı. Ama en anlamlı kutlamalar Kayseri'de iki kocanın karılarını döverek hastanelik etmesi, Belçika'da da bir kocanın karısını bıçaklayıp öldürmesi oldu. Rol aldığı filmi, 'Duvara Karşı' Altın Ayı ödülü alan Sibel Kekilli de töre korkusundan film ekibinin basın toplantısına katılamadı, üç korumasıyla korunmaya çalışılıyor. Bunlar 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü'nün bilinen kutlama haberleri. Biz de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Yıldız Teknik Üniversitesi'nde düzenlediği toplantıda konuşmacı idik. Prof. Türkel Minibaş 'ın yönettiği, Mehmet Faraç 'ın, avukat Vildan Yirmibeşoğlu 'nun ve benim katıldığım panelde 'töre terörü' tartışıldı.
Benim üzerinde durduğum konu, erkeğin kadının 'sahibi' olduğu, töre ve geleneklerin değer yargıları idi. Bu 'sahiplik' konusu değişmeden erkek ve kadın rolleri de değişmez. Kadın, erkeğin her dediğini yapmak zorunda iken, onun korumasından başka güvencesi yok iken, erkeğin üstünlüğü sosyal kabulün bu derece etkin konumu iken davranışların değişmesi beklenmemelidir.
Atatürk 'ün 'Türkiye'nin modernleşmesi' ne yönelik kadın haklarıyla ilgili kararları, tutumları ve uygulamaları günümüzde bile anlaşılamamıştır. Günümüzün Türkiye'sinde 'kadınların örtünme, kapanma, tesettür, çarşaf giyme özgürlüğü' (!) tartışılmaktadır. Günümüzün Türkiye'sinde erkeklerin çokeşliliği savunulmaktadır. Dini nikâh, açık tartışmaların konusu durumuna gelmiştir. Din kurallarına göre yaşayan kesimlerin kadınlarının toplum yaşamına katılma istekleri kendi partilerini destekleme çabalarıyla sınırlı kalmaktadır. Dinsel kesim kadınlarının tüketim toplumuna katılma istemleri de lüks yaşamın sınırları içindedir. Kadınla erkek gene birbirinden ayrıdır, birbirine yasaklıdır, erkek kadının üstünde ve önünde, kadın erkeğin altında ve arkasındadır.
Geleneklerle yaşama, kaynağı ister din yorumları olsun, ister töreler olsun, kadın-erkek eşitliğinin önündeki engellerdir. Bu engellerin aşılması değil, ülkemizde daha da yoğunlaşması beklenmelidir.
Elbette, bunların temeli de, ekonominin biçimlendirdiği sosyal yapıdır. Toprağa bağlı üretimin güçlü kıldığı 'aile birliği', kendisini dışardan gelecek zayıflatıcı etkilere karşı savunurken sert ve acımasız olmak zorunda kalmıştır. Ailenin oğulları 'aile birliği' ni sürdürürken ailenin kızları evlenerek başka ailelerin oğullarını doğurmak üzere aileden ayrılacaklardır. Erkek çocuk üstünlüğü de bu sosyal yapının ürünüdür. Töreler de gelenekler de bu ekonomik-sosyal yapının payandalarıdır.
Makineye bağlı üretimin yarattığı endüstri toplumu ise 'aile birliği' nin yerine 'kendi kararlarını veren birey' i yarattı. Kadını erkekle eşit kılan da, erkeği de kadını da birey yapan da bu değişen ekonomik-sosyal yapıdır.
Türkiye'nin değişmekte zorlandığı çizgi budur. Atatürk Türkiye'si, endüstri toplumlarının 'kendi kararını veren, kadını erkeği eşit bireyleri' ni oluşturmaya çalışırken, tarım toplumunun yerleşik gelenekleri buna karşı direnmiş, kendi alışkanlıklarını bir yaşam ideolojisi olarak sürdürmeye çalışmıştır.
Geleneksel kesim, birleştirici harcını din ekseninde oluştururken çağdaş kesim toplumun alışkanlıkları ile tüketim toplumunun yapaylığı arasına sıkışmıştır. Geleneksel kesimin ya da dinsel kesimin tüketim toplumuyla hiçbir sorunu olmamaktadır; tersine ekonominin gidişine rahatça ayak uydurmuştur. Kapitalist üretim ve tüketim, toplumun geleneksel-dinsel kesimi tarafından hiç duraksamadan kabul görmüştür.
Ama dikkat edilirse, 'töre cinayetleri' ne bugünün siyasal iktidarından hiçbir tepki gelmemektedir. Her gün biraz daha artan lüks görüntülerin ardında törelerin, geleneklerin şiddetle savunulması hep bu çatışmanın sürdüğüne işaret etmektedir.
Türkiye, 1923 yılından sonra bir kez daha geleneklerle çağdaşlaşmanın yol ayrımına gelmiştir. Siyasal iktidarın üniversitelerle çatışması (imam-hatip okullarını bitirenlerin üniversitenin her bölümüne girmesi) , türbanın kamu alanına sokulma girişimleri, din eksenli eğitimin Kuran kursları yoluyla yaygınlaştırılması, reklam panolarındaki görüntülerin yasaklanması, hep bu iki sosyal yapı arasındaki çatışmanın belirtileridir.
Önümüzdeki seçimler de ondan sonra gelecek olan dönem de gelişmenin yönünü belirleyecek olan köşebaşları olacaktır.
Ülkeyi geleceğine yön vereceği önemli günler bekliyor.
Guldunya'lar ve Umut bebekler icin ne yazilir ne istenir diye cok dusundum, sonunda icimden geldigi gibi yazmaya karar verdim. Sonra da baktim icimden gecenler onlarca sayfa surecek o yuzden ozunu yazayim dedim. Memleket oylesine bir mozaik ki kime, neye el atsan bir tarafi eksik kaliyor.
Bir sey icin istekte bulunulacagi zaman sanirim ana nokta nedir onu hatirlamak, onu belirlemek gerekli. Cinayetlere kurban giden bu gencecik kizlarimiz icin ne istiyorum?
Kadinlarimizin egitilmesini istiyorum. Erkeklerimizin egitilmesini istiyorum. Teker teker her evin bir igne oyasi gibi islenerek bu olumlere bir son verilmesini istiyorum. Ne tesetturun ne de laiklik ilkesinin hic bir kizimizin okumasina engel olmamasini istiyorum. Egitime devlet butcesinden yeterince para ayrilmasini istiyorum. Gerek kadinin gerekse erkegin cinselliginin bir tabu olmaktan cikip, doganin, Tanri'nin bir hediyesi olarak gorulmesini istiyorum.
Benim isteklerim bundan ibaret. Bu isteklerimi uygun gordugunuz makamlara lutfen iletin. Guldunya'lar, Umut bebekler olmesin... Senem
Bu mesaji su e-mail adreslerine gonderecegim, isteyen herkes bu mesaji kendi imzasiyla oldugu gibi gonderebilir. Baska sekilde ifade edilmis istekleri okumayi cok isterim:
SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Kriterlerde Niye 'Güldünya' Yok? AB kapısında ay-gün sayan bir ülkede bu haber de 'manşet' değeri taşımayacaksa eğer başka ne taşıyacak? Elime geçen gazetelerden sadece üçü ('Hürriyet', 'Sabah', 'Akşam') manşetten girmiş. Töre cinayetleri öylesine kanıksanmış ki, bu kez de 'Güldünya'nın trajedisi' olarak karşımıza çıkan bu korkunç 'canavarlık' öyküsü; bazı gazetelerin haber kokteylinde en sıradan yerlere indirgenmiş... Güldünya 'nın trajedisi 'Türkiye'nin trajedisi' oysa. Köylüsü, kentlisi, kadını, erkeği; hepimizin trajedisi... Kadınlarına hayvandan daha az değer biçilebilen bir toplumda kim, ne kadar özgür olabilir ki? Her aşaması ayrı bir 'canavarlık' örneği olan şu öyküye bakın... 22 yaşındaki genç kız 'amca damadı' tarafından hamile bırakılıyor. 'Tecavüzcüye' kuma verilen kız geri gönderilince aile meclisi karar alıyor: 'İntihar et ve namusumuzu temizle! ' Güldünya her şeye rağmen 'Umut' bebeği doğuruyor. 'Umut' u elinden alıyorlar; kızı vuruyorlar. Tetiği erkek kardeş çekiyor. Sokak ortasındaki kurşunlamadan kız yaralı kurtuluyor. Ama tedavi edildiği hastanede -gene aynı erkek kardeş tarafından- 'işi bitiriliyor.' Gazetede bir resmi var Güldünya'nın. Yürek dağlıyor. Bir gelinlik var sırtında. Arkadaşından ödünç almış. Telli duvaklı 'ödünç' gelinliği üstüne geçirmiş geçirmesine ama objektife gülememiş. Adım adım ölüme giden, kaderinden kaçamayan insanların ifadesi var yüzünde. Gelinlik gelinlik değil, bir idam önlüğü gibi... Son fotoğraflarından birini çektirdiğini biliyor Güldünya. Kısacık yaşamından böyle bir 'kayıt', bir 'belge', bir 'iz' kalsın istiyor. Kucağında 'Umut' bebeğe sarılmış. Tek gerçeğini, tek hazinesini son bir kez kucaklamış... İçim acıdı. Ve utandım. Güldünya'ları mahkûm oldukları bu ortaçağ kaderinden çekip çıkaramadığımız, onlar için hiçbir şey yapamadığımız için utandım. Bir kadın, bir insan ve gazeteci olarak utandım. 'Maskeli yaşam...' Bazı gazeteler 'Güldünya' yerine şu manşeti yeğlemişti dün: 'Kopenhag kriterlerinde denetlenmeye artık gerek yok... Türkiye'ye 'Kopenhag' vizesi! ' Avrupa Konseyi'nden çıkan bir rapor böyle diyormuş. Bu, hem 'insan hakları açısından aklanmamız'; hem 'reform uygulamalarında sonuç aldığımız' anlamına geliyormuş. Kadınlarına bu vahşeti reva gören bir ülkede 'insan haklarından aklanmak' nasıl bir şeyse? İlginç aslında. AB 'kadın haklarının' peşine öyle çok fazla düşmüyor. 'İnsan hakları', 'azınlık hakları' gibi kriterlerden söz ediliyor da 'kadın hakları' diye ayrı ve spesifik bir bölüm yok. Avrupalı parlamenterler Zana davasının her oturumunda buraya gelip gidiyorlar ama aynı ısrarla 'Güldünya' larla ilgilenmiyorlar. İnsan haklarının da bir 'reel politikası' var. 'Kadın hakları' o 'reel politikaya' dahil edilmiyor nedense. Bunu geçen akşam İtalyan televizyonu RAI'da bir tartışma programı izlerken düşündüm. Konu aynı 'Güldünya' nınkine benzer bir öyküydü. 'Suat' isimli Ürdünlü bir kız. Güldünya gibi evlilik dışı çocuk yapmış. Ailesi kızın saçından benzin döküp yakmış. İnsani yardım örgütlerince yurtdışına kaçırılan kız, sonunda Fransa'ya yerleşmiş ve bir 'best seller' kitap yazmış. Adı: 'Maskeli Yaşam'. Ekranda da bir 'beyaz maske' vardı yüzünde. 'Maske' dışında kalan bölümlerden, kulaklar ve boynun feci biçimde yandığı görülüyordu. 'Hamile kaldığımı öğrendiğim an ölüme mahkûm edileceğimi anladım' dedi 'Suat': 'Annem hastanede de beni zehirlemeye çalıştı. Babam bunu zorladı. Bizim oraların kanunu böyle. Kimse yadırgamaz ki. Doğaldır yani. Bir kadın, kızı için de olsa kocasına 'hayır' diyemez! ' Stüdyodaki İtalyan konuklar dondu kaldı. Yüzlerindeki dehşet ifadesini görmeliydiniz. Hafsalaları almadı... Konuya, ilgi gösteren sayılı Avrupalı feministlerden Emma Bonnino Kahire'den uydu aracılığıyla bağlandığı programda, 'Biz Batılılar gayri ciddi ve samimiyetsiz bir siyaset izliyoruz' dedi ve ekledi: 'Bu ülkelere verdiğimiz yardımlar ve kredileri icabında her türlü siyasi koşulla şartlamasını biliyoruz da kadın haklarını niye böyle bir şartlamaya tabi tutmuyoruz? Kadın haklarındaki iyileşmeleri niye kredilere önşart koşmuyoruz ve niye böyle bir baskı uygulamıyoruz? ' Ne can alıcı soru değil mi? AB kriterleri arasında niye 'kadın hakları' yok? Düşünmeye değmez mi?
OLDURULEN KADINLARIMIZ ORAL CALISLAR Güldünya, bu ülkenin kadını. Bu ülkenin kadınları nelerle yüz yüze geliyorlarsa aynısıyla o da karşılaşıyor. Denebilir ki 'töre cinayeti' artık dar ve geri bir bölgede kalmış, çağdışı bir gelenek. Evet 'töre cinayeti' temelinde bakarsak, giderek azalan ve az uygulanan bir gelenek. Fakat bu geleneği, genel erkek egemen ideolojinin dışında düşünemeyiz. Güldünya, bir akrabasından hamile kaldıktan sonra, başına gelecekleri bildiği için polise sığınıyor. Polise sığınmak onun için bir kurtuluş haline gelemiyor. Çünkü toplumsal önyargılar, erkek egemen şiddet anlayışı Bitlis'ten İstanbul'a kaçtıktan sonra da onun peşini bırakmıyor. Takipten kurtulamıyor. Güldünya takipten neden kurtulamıyor? Çünkü toplum içinde hamile kadını suçlu gören ve onun 'temizlenmesi' gerektiğini düşünen bir kolektif anlayış egemen. Bu kolektif anlayış, töre katillerinin işini kolaylaştıran bir zemin yaratıyor. Cinayet işlemeye azmetmiş ağabeyler, kimden ve nereden cesaret alıyorlar? Güldünya'yı yaralandıktan sonra bile nasıl onu takip edip öldürmeye olanak buluyorlar? Töre cinayetine şimdi hep birlikte sert tepkiler göstereceğiz. Polisin Güldünya'yı neden koruyamadığı üzerine haberler yapacağız. Bütün bu tartışmaların yararlı olduğuna inananlardanım. Çünkü toplumun önyargılarının, ilkel öç alma duygularının, kadını 'kirletilmiş' olarak görürken erkeği 'helal olsun' diyerek pohpohlayacak kadar ileri giden ilkel düşüncenin ve cinayetin sorgulanmasını uzun uzun yapmalıyız. Televizyonlarda, saçma sapan birçok tartışmanın yerine bu 'töre cinayeti' denen felaketin üzerine gidecek bir dizi tartışmaya ihtiyaç olduğu açık değil mi? Bunları yapalım. Bunu yaparken, erkek egemen ideolojinin bu cinayetlere zemin hazırlayan temel ilkelliklerini de masaya yatıralım. **** Bir ülke ne kadar geriyse, erkek egemenliği de o kadar sert ortaya çıkıyor. Çünkü cinsellik erkeğin kadından faydalanması gibi bir anlayış üzerine oturuyor. Cinselliğin kadınla erkek arasında paylaşılan ilişki olduğu gerçeği hiçbir zaman egemen bir anlayış haline gelemiyor. Güldünya'yı öldüren erkek kardeşleri Ferit ve İrfan 'ın ne düşündüğünü az çok tahmin edebiliriz. Güldünya, bir erkekten hamile kaldığına göre, o 'kirlenmişti'. Onun 'kirlenmesi', ailenin de kirlenmesi olarak kabul ediliyordu. O zaman bu kirlenmenin temizlenmesi için Gül'ün ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunu yaparak o iki kardeş, toplumsal bir baskıdan kurtulmuş oluyorlardı. Halbuki böyle bir ilişkinin iki tarafı vardı. Gül'le ilişki kuran erkek de bu ilişkinin bir tarafıydı ve muhtemelen egemen tarafıydı. Ayrıca bu iki insan arasında bir mesele olarak kabul edilmeli, sorun onların çözümüne bırakılmalıydı. Öyle olmadı, cezalandırılan kadın oldu. Tabii bu erkek egemen anlayış, töre cinayetlerine yardımcı olan bir hukuk anlayışı ile de destekleniyor. Birçok töre cinayetinde mahkemeler bu cinayetleri 'ağır tahrik' kapsamında görüyorlar ve katilleri az bir cezayla cezalandırma yolunu seçiyorlar. Bu konu ne yazık ki hâlâ Meclis'te daha net hükümlere kavuşturulamadı. Bu yaklaşım da erkek egemen anlayışın bir yansıması değil mi? Töre cinayetiyle mücadele, bütün erkeklerin ve kadınların sorunu. Bu ilkel anlayışı aşabilmek için ciddi bir çabaya gerek olduğu da bir gerçek. Buna karşı duyarlı ve köklerini sorgulayan bir yeni bakış açısına ihtiyaç var. Güldünya'nın başına gelenler hepimizin dramı, bu ülkenin dramı. Bunu basit bir ilkellik olarak görmemeliyiz. Erkek egemenliğinin en uç noktadaki bir yansıması olarak kabul etmeliyiz. Gelin, bu konuyu ciddi bir kampanya konusu yapalım. İlk atılacak adımlardan birisi de yasalarda bu konuya bir açıklık getirmek. Güldünya, bu dünyadan göçüp giderken, hepimiz açısından bir acı gerçek de gelip yüzümüze çarpıyor.
daha şuraya yazalı bir gün bile geçmedi televizyonda yeni bir güldünya haberi... şimdi de siirt'de bir güldünya vakası yaşandı... ilk değildi, son olmayacak...
toplumumuzun acı gerçekleri bunlar deyip kurtulmak bu kadar kolay mı? ?
neyin uğruna gidiyor Güldünya'lar... ne ilk di ne de son olacaktır... hala çözümsüzlüğün ortasında acıyla çırpınıyoruz...
Canım abim vurma beni
Bu dünyadan alma beni
Dökülür mü kardeş kanı
Bir karında yatmadık mı
Bir memeden doymadık mı
Binbir yarayla tek bir
Kurşunla gitti Güldünya
Kim farkında kimin umurunda
Yandı bir dünya
Seni gönderene söyle
Köydeki büyük meclise söyle
Daha çocuk yaşta üstüme çıkan herife
Eğer böyle ölersem iki elim yakanızda
Hayaletim gezer,düşer peşinize
Binbir yarayla tek bir yarayla gitti Güldünya
Kim farkında kimin umurunda
Yandı bir dünya
Binbir yarayla tek bir kurşunla
GİTTİ GÜLDÜNYA
Kim farkında kimin umurunda
SÖNDÜ BİR DÜNYA.
Aylin Aslım ve Tayfası'nın
Yasaklanan şarkısı... O kadar anlamlıyken bu şarkı, saçma sapan şarkılar dönerken her yerde, doğru söyleyen şarkı yasaklanır.
bana kimse sormaz,
atarlarken düğümü
ben bir dilsizim,
silkemem ki yükümü
gözlerimde ürkeklik,
kimse bilmez küsümü
çünkü adım kadın,
dinletemem sözümü
bana herkes sahip,
benim hiç hakkım yoktur
ben akıldan yoksun,
ama vazifem çoktur
adem'in yediği elma
hep benden sorulur!
çünkü adım kadın,
kadınım hükmüm yoktur...
çünkü adım kadın,
kadınım hükmüm yoktur...
binbir yarayla tek bi kurşunla gitti güldünya
kim farkında kimin umrunda söndü bir dünya
GÜLDÜNYA
canım abim vurma beni bu dünyadan alma beni dökülür mü kardeş kanı
bir karında yatmadık mı bir anadan doğmadık mı bir memeden doymadık mı binbir yarayla tek bi kurşunla gitti güldünya kim farkında kimin umrunda yandı bir dünya seni gönderene söyle köydeki büyük meclise söyle daha çocuk yaşta üstüme çıkan herife eğer böyle ölürsem iki elim yakanızda hayaletim gezer düşer peşinize binbir yarayla tek bi kurşunla gitti güldünya kim farkında kimin umrunda yandı bir dünya binbir yarayla tek bi kurşunla gitti güldünya kim farkında kimin umrunda söndü bir dünya
SOZ-MUZİK:AYLİN ASLIM
Uluslararasi Af Orgutu'nun sitesindeki 'Imza Kampanyasina Sizde Katilin' bolumune tiklayarak Sayin RTE'ye kadina siddet konusundaki dusuncelerinizi iletebilirsiniz.
RTE'ye hitaben yazilan dilekce soyle:
'Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakanlık,
06573 Ankara
Sayın Başbakan,
Uluslararası Af Örgütü'nün 5 Mart 2004 tarihinde başlattığı 'Kadına Yönelik Şiddete Son' kampanyası kapsamında kadın hakları konusunda çalışan sivil toplum örgütlerinin desteğiyle yürütülmekte olan imza kampanyasına ilişkin taleplerimiz aşağıda bilgilerinize sunulmaktadır. Uluslararası Af Örgütü ve kadına yönelik çalışmalar yapan STK'lar olarak sizden;
Kadınları şiddete karşı koruma konusunda deneyimli STK'larla işbirliği içerisinde yeterli sayıda ve ihtiyaçları karşılayacak standartta sığınma evi açılması için ödenek ayrılarak kadına yönelik şiddeti engelleme konusunda adım atılmasını,
Şiddete uğrayan kadınlara uğradıkları şiddeti rapor edebilmeleri için, yeterli bilgi ve ulaşım noktası sağlamak üzere Türkiye'nin tüm bölgelerinde iyi eğitilmiş çalışanları ile acil yardım hatları kurulmasını, bu uygulamanın dağıtılacak broşür ve posterlerle tüm hastanelerde, sağlık ocaklarında, mahkemelerde ve ayrıca web-sitelerinde yaygınlaştırılmasını,
Adli makamların ve güvenlik güçlerinin, toplum içerisinde kadınların şiddete karşı korunmasını sağlamak amacıyla zorunlu eğitim almalarının, ayrıca kadınları koruma ve istendiğinde şiddeti önleme konusunda görevlerini yerine getirmekte başarısız olan görevlilerin cezalandırılmasının sağlanmasını,
Polis ve jandarma memurlarının, aile içi şiddet rapor edildiği anda acil ve etkili bir biçimde harekete geçmeleri konusunda zorunlu eğitim almalarının ve bu güvenlik güçleri üyeleri etkili bir biçimde harekete geçmediklerinde cezalandırılmalarının sağlanmasını, talep etmekteyiz.
Hükümetimizin, yukarıda belirtilen talepleri göz önünde bulundurarak yapacağı çalışmalarla kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmesini ve bu konuda tüm dünyada ve Türkiye'de verilen çabalara destek olmasını diliyoruz.
Saygılarımızla,'
Uluslararası Af Örgütü “Kadına Yönelik Şiddete Son” Kampanyası
“Güldünya’ya Sesleniş” Mektup Yarışması - Yarışma Kuralları
Uluslararası Af Örgütünün “Kadına Yönelik Şiddete Son” Kampanyası çerçevesinde
“Güldünya’ya Sesleniş” adlı bir mektup yarışması düzenlenmektedir. Yarışma evde, sokakta, işyerinde, toplumda ve devletin elinde kadınların karşı karşıya kaldığı şiddetin sona ermesini sağlamak üzere kadına yönelik şiddeti kabullenen, hatta olağan bulan; kadını edilgen ve boyun eğmesi gereken olarak gören toplumsal anlayışın değişmesi için görmezden gelinen bu şiddet biçimini görünür kılmak, kimsenin kaçamayacağı bir gerçeği sürekli gözler önünde tutmak ve bu konuda bilinçlenmeyi arttırmak amacını taşımaktadır.
Arka Plan Bilgisi
Çünkü Güldünya toplumuzda var olan kadına yönelik şiddetin belki de en çarpıcı örneklerinden biri… Ama tek değil…
Güldünya, evli akrabasının tecavüzüne uğradı ve bu tecavüz sonucunda hamile kaldı ve çocuğunu dünyaya getirdikten sonra aile meclisi tarafından öldürülmesine karar verildi.
Şubat 2004’de, doğum yaptıktan sadece haftalar sonra erkek kardeşleri tarafından sokak ortasında vuruldu. Ama başaramadılar!
Güldünya hastaneye kaldırıldı ve korunması için polisten yardım istedi. Ama tek başına bırakıldı. Gece geç saatte, katiller elini kolunu sallayarak hastaneye girdiler ve Güldünya’yı bu kez öldürmeyi başardılar. Mahkeme katilleri yargılarken Güldünya’yı yok farz etti; avukatların müdahil olma talepleri her celse reddedildi.
Katılım
Yarışma, Türkiye'de ve yurt dışında yaşayan herkese, Türkçe yazılmak koşuluyla açıktır.
Yarışmaya katılacak mektupların, kadınların karşı karşıya kaldığı şiddeti sona erdirmek için kadına karşı şiddeti reddeden ve bu konudaki toplumsal zihniyeti sorgulayıcı, bu zihniyetin değişmesini sağlayacak bir bakış açısı ve yaklaşımla yazılması beklenmektedir.
Mektup Yazımında Dikkat Edilecek Noktalar
1 Mektuplar en fazla 3 (üç) sayfa, A4 boyutunda beyaz kâğıda, Times New Roman karakterinde, 12 punto, 1,5 satır aralık, üst-alt-sol boşluk 2,5 cm, sağ boşluk 1.5 cm formatında hazırlanmalıdır.
2 Tükenmez ya da dolmakalemle yazılan mektuplar ise kitap harfleriyle okunaklı bir şekilde hazırlanmalıdır.
3 Mektuplar 4 (dört) kopya halinde gönderilecektir.
4 Mektupların üzerine yazarın adı yazılmayacak, mektubun giriş/ilk sayfasının sol üst köşesinde rumuz belirtilecektir. Birden fazla mektup gönderen katılımcılar, tüm mektupları için aynı rumuzu kullanacaklardır. Farklı katılımcıların rumuzlarının aynı olması durumunda Mektup Yarışması Düzenleme Komitesince başka bir rumuz verebilir. Adaylar, ayrıca, üzerinde rumuzlarının yazılı olduğu kapalı bir zarfın içine bir fotoğrafla birlikte adları, soyadlarını, rumuzlarını, posta ve e-posta adreslerini, telefon/faks numaraları ile, yarım sayfayı geçmeyen imzalı özgeçmişlerini içeren bilgileri mektupları ile birlikte posta yoluyla göndereceklerdir.
5 E-posta yoluyla gönderilen ya da son başvuru tarihinden sonra elimize ulaşan öyküler değerlendirmeye alınmayacaktır.
6 Dereceye giren mektuplar için eser sahibi tarafından hiçbir telif hakkı istenmeyecektir.
Mektupların Son Teslim Tarihi:
Yarışmaya son katılım tarihi 5 Şubat 2006’dır. Postadaki gecikmeler kabul edilmeyecektir.
Metupların Gönderileceği Adres: Küçükesat Postanesi P.K. 56, Küçükesat ANKARA
Cumhuriyet 25.06.2005
SAĞNAK
NİLGÜN CERRAHOĞLU
'Töre'ye Ankara Kriteri
Başbakan hep söylüyor ya, 'Biz Kopenhag Kriterleri'ni Ankara kriteri yapıp yolumuza devam ederiz! ' diye. İşte, 'Ankara kriterlerinin' ne olduğu ortada. TBMM'de 'töre cinayetleriyle mücadeleyi' amaçlayan komisyona iktidar partisinden üye bulunamıyor!
'Töre ile mücadeleyi amaçlayan' komisyon kararı, bir-bir buçuk ay önce alınmış. CHP'nin üye listesi hazır. AKP milletvekilleri ise yok, arazi olmuşlar... Partinin Gaziantep milletvekili Fatma Şahin, Meclis koridorlarında fellek fellek komisyona dahil olacak 'gönüllü' arıyormuş.
'Milliyet' in 23 Haziran tarihli haberini görünce, CHP milletvekili Güldal Okuducu 'yu aradım: 'Komisyonun çoktan kurulması gerekirdi' diyor Okuducu: 'Kaç kere biz önerge verdik. En son burnu kesilen Rojda ile konu tekrar gündeme geldi ve Fatma Şahin'in önergesi kabul edildi. Hâlâ ayak sürümeye devam ediyorlar. Meclis tatile gireceği için komisyonun kurulması güz aylarına sarkacak! '
'Herkes senin için ağlıyor! '
Bu ne biçim bir vurdumduymazlık, nasıl bir vahşettir?
'Töre için üye yok! ' haberinin yanına aynı gazete çarpıcı iki haber daha koymuştu: 'Burun kesme (Rojda) davasında tahliye! ' Ve Diyarbakır'da geçen hafta töre infazından yaralı kurtulan 18 yaşındaki kadının, N. K. 'nin öyküsü...
Hayati tehlikeyi atlatan kadının hastane odasında çekilmiş resminin altında 'devletten koruma beklediği' anlatılıyor.
'Yengem 'Herkes senin için ağlıyor' dedi...' sözleriyle anlatıyor başından geçenleri N. K.: 'Benim ve (diğer kurban) Ferit 'in öldürülmesi için iki aile meclisinde töre gereği karar alındığını öğrendiğimde geç kalmıştım, kaçamadım. Gece odamda yatıyordum. Ağzımı bir el kapattı. Kayınbiraderim... ateş etti! '
Düşünebiliyor musunuz? En güvenli sığınağınızda... odanızda, yatağınızda infaz ediliyorsunuz. Gıyabınızdaki infaz kararını önden haber alıyor, biliyorsunuz. En yakınlarınız, gözünüzün önünde artık 'olmuş bitmiş' gözüyle baktıkları ölümünüze ağlıyor, yürüyen bir ceset gibi görüyorlar sizi. Ama şuradan şuraya adım atamıyor, kaçamıyorsunuz. Kimseden yardım bekleyemiyorsunuz. Ölümün soğuk eli, hiçbir engelle karşılaşmaksızın sakin sakin gelip sizi yatağınızda buluyor. Kurbanlık koyun gibi, beklemekten başka hiçbir şey yapamıyorsunuz...
İçimizdeki ortaçağ
Niye? Dışarısı, çünkü sizi ölüme mahkûm eden aşiret düzeninin devamı. Ucu taa Ankara'ya dek uzanıyor. Rojda'ların, N. K.'lerin, Güldünya 'ların hesabını sorması gereken komisyona, iktidar partisi -hani dostlar alışverişte görsün hesabı, 'göstermelik' dahi olsa- 'üye' bulamıyor.
Nereye kaçsın N. K., nereye sığınsın?
'Bu iş birinin birini öldürmenin çok ötesinde' diyor Güldal Okuducu: 'Arkasında bir altyapı, korkunç bir dünya var. Komisyona üye bulunamaması, o altyapının sonucu. İktidar partisinin yeniden yeniden ürettiği ve beslendiği bir kaynak bu. Şeyhe, şıha, ağaya ve feodal sisteme bulaşmak istemiyorlar...'
Birkaç kadın milletvekili, birkaç kadın örgütü, birkaç gazeteci, bir avuç hukukçu dışında, toplumdan da bir tepki dalgası yükselmiyor. Neredeyse her hafta artık böyle bir olayla karşılaşıyoruz. TV'de bir kadın programına çıktı diye öldürülen Birgül Işık 'ı hatırlayın. 'Oğlunun' kurşunlarıyla delik deşik edilen; karaciğer, dalak, pankreas, mide, akciğer, kasık, başından aldığı yaralarla 11 saat ameliyat masasında kalan Birgül Işık, komaya girdi ve öldü.
Hani nerede? Hatırlayan var mı?
Daha geçen ay Urfa Akçakale'de Ayşe Aydın isimli bir kadın, 'töre' adına tarifsiz işkencelerle yok edildi. Kemikleri kırıldı, dili koparıldı... Sonra 'İntihar etti! ' dendi. Van'ın Erciş ilçesinde yol ortasında bir kadının boğazı kesildi. 'Bunlar gazetelere yansıyanlar...' diyor Okuducu: 'Bilmediğimiz daha neler var! Şu anda biz, olayı engellemek adına en tavır almayacak iktidarla karşı karşıyayız! '
Başbakan, ilaç için olsun, bir kere bile, 'İnsan hayatı bizim için kutsaldır. Hiçbir töre, hiçbir gerekçe bu barbarlığı mazur gösteremez. Bu ne bizim İslam anlayışımıza, ne töre anlayışımıza sığar! ' dedi mi? Diyebildi mi?
Türkiye'ye direnç, tam da bu nedenlerle AB başkentlerinde ayyuka çıkmışken Meclis'te bir 'töre komisyonuna' üye dahi bulamıyorlar... Sonra da çıkıp 'şartların değişmediğini, değişmeyeceğini ve 3 Ekim mutabakatıyla Brüksel'le yol alabileceklerini' iddia ediyorlar. Hadi canım sen de!
2005 in ilk Guldunya'si...
Bakalim daha kac sene boyle devam edecegiz...
' Cumhuriyet 10.01.2005
Cinayete intihar süsü vermek istedi
Pantolon giyen kardeşini öldürdü
Batman'da düğünde pantolon giyen Halime B., kardeşi Kamil'in kurşununa hedef oldu. Kardeşini evin damından atan Kamil B. tutuklandı.
BATMAN (AA) - Batman'da pantolon giydiği için tartıştığı kız kardeşi Halime B. 'yi silahla yaralayan Kamil B., olaya intihar süsü vermek için kardeşini damdan aşağı attı. Alınan bilgiye göre, Pazaryeri Mahallesi'nde oturan Kamil B. (27) , yakınlarının düğününde pantolon giydiği için kız kardeşi Halime B. (18) ile tartıştı. Tartışma sırasında tabancayla bir el ateş ederek kardeşini yaralayan Kamil B., daha sonra intihar süsü vermek için kardeşini tek katlı evlerinin damından aşağı attı.
Mahkeme tutukladı
Batman Özel Şifa Hastanesi'ne getirilen yaralı Halime B., ilk müdahalenin ardından sevk edildiği Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yaşamını yitirdi. Hastanede kardeşinin intihar ettiğini öne süren Kamil B., durumun fark edilmesi üzerine gözaltına alındı. Polisteki sorgusunun ardından mahkemeye sevk edilen Kamil B. tutuklandı. '
Cumhuriyet 01.05.2004
SAĞNAK
NİLGÜN CERRAHOĞLU
'Baba Yapma Noolur! '
'Baba yapma. Yapma baba noolur! '
Babası tarafından telle boğulan 14 yaşındaki Nuran Halitoğulları işte böyle yalvarmış. Küçücük bir kızın hançeresinden çıkan o çaresiz çığlığı duyabiliyor musunuz? O dehşet verici manzara gözünüzün önüne geliyor mu? Nuran'ın çırpınışlarını yüreğinizde hissediyor musunuz? Bir an için kendinizi o küçücük bedenin içine koyabiliyor musunuz? İçiniz cız ediyor mu?
Kurbanla böylesine güçlü bir 'empati' bağı kurabiliyorsanız eğer; aynı empatiyi 'babaya' da göstermeniz, gösterebilmeniz mümkün değil. Ama basınımızın bazı 'erkek yazarları' hâlâ böyle 'çift yönlü' bir 'empati' bağı kurabiliyor. Hem yaşamını yitiren zavallı küçük 'kurbana', hem evladını katleden 'babaya' 'empati' duyabiliyorlar.
Kızını telle boğan baba da en az Nuran kadar 'kurbanmış'... Adam yaşadığı sürece artık her gün 'ölecekmiş'. Babanın 'yüreğini şimdi kim kurtaracakmış'? .. Evlat cinayetine iştirak eden 'babaların da içi yanarmış'. Öldürmek asla caiz değilmiş tabii. Ama evlat öldürmek de 'kolay mıymış'? .. Bu aşırılıkların sorumlusu toplumdaki değer kaymalarıymış. 'Vahşet', 'cinayet', 'cani' laflarını ileri geri kullanan medyanın tavrı 'yüzeyselmiş'. Aslında çünkü bu bir 'cinayet' değil, 'inanç' mış. İnançlar 'yasayla' değil, 'kafaları' değiştirmekle değişebilirmiş. Bunun da bir yolu varmış: O da 'eğitim' miş.
Bu minvalde okuduğum üç yazının harmanlanmış kısa özeti bu... Söylenecek başka laf bulunmadığı durumlarda, 'eğitimin' değişimci gücüne bizde 'mistik' değerler atfediliyor. 'Eğitim' sihirli değnek olsaydı eğer, bu yazılar yazılmazdı. Bu yazıları yazanlar 'eğitimli insanlar' çünkü. Tek başına eğitim, demek ki 'kadın düşmanı şartlanmaları' değiştirmeye yetmiyor.
Katil baba cezaevine konduktan sonra bile 'Ben pişman değilim! ' diyor. Ama basınımızda hâlâ 'baba yüreğinden' söz edenler çıkıyor. 'O yüreği kim kurtaracak? ' türünden sorular yöneltebiliyorlar.
İnsanların 'yaşam hakkının elinden alınmasını' hiçbir şey mazur gösteremez. Bu; hem mülahazanın üstüne çıkan, 'vazgeçilmez ve dokunulmaz bir insan hakkıdır'. Böylesine kesin bir 'olmazsa olmaz ilkeyi'; en birincil, en yaşamsal 'değeri' eğitimli bir yazarın bilmemesi ve 'göreceleştirmesi' mümkün mü? Ama 'bilmek' başka, 'içselleştirmek' başka... Nuran'ın trajedisi üzerine döşenen 'ne şiş yansın, ne kebap' şeklindeki yorumlar, toplumda en eğitimli kesimlerde bile bir numaralı insan hakkı olan 'yaşam hakkının' gerektiği gibi içselleştirilmediğini gösteriyor ne yazık ki.
'Yasal değişiklik birinci koşul'...
Yürek meselesine gelince... Yüreği olan insan kaçar mı? 'Yüreği yanan bir baba', varsayalım 'töre' gereği -ki hiçbir töre yaşam hakkının engellenmesi için mazeret sayılamaz- evladına kıydı. Onu 'kümese' gömer mi? Hem de çuval içinde... Ardından hiçbir şey olmamışçasına karakola gidip 'Kızım kayboldu' başvurusunda bulunabilir mi? 'Yüreği olan', 'yüreği yanan bir babadan' beklenebilecek şey midir bu?
'Baba yüreği' falan.. bırakalım bu lafları. Konu üzerinde yıllardır çalışan uzmanlar, 'yasal değişikliğin' töre cinayetleriyle mücadelede birincil önem arz ettiğini savunuyorlar. Kadına karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmayı hedefleyen BM örgütü 'CEDAM' ın Başkanı Prof. Dr. Feride Acar 'a 'Bunun niye vazgeçilmez bir başlangıç noktası olduğunu' sordum. İşte cevabı:
'1. Yasal değişiklik, bu tür cinayetleri mazur göstermek için kullanılan toplumsal meşruiyet kılıfını ortadan kaldırmak açısından önemlidir ki bahsettiğiniz yorumlar buna tipik örneklerdir.
2. Yasal değişiklik topluma neyin yanlış, neyin doğru olduğunu göstermek açısından önemlidir. Yasalar doğru olan mesajı vermelidir.
3. Zihniyet değişikliğinin de önünü açacak olan yasal değişimlerdir. Zihniyet değişimi ancak böyle hızlandırılabilir...'
Yasaların değişmesi; töre cinayetlerini ortadan kaldırmak için yeterli olmasa da olmazsa olmaz 'gerekli koşul' sayılıyor kısacası! Bu kadar açık, basit ve net. Acıklı olan Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit 'in de -bazı yazarlarımız gibi- kafasının karışık olması: 'Töre cinayetlerinin yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılacak bir sorun olmadığını' iddia ediyor o da: 'Toplumsal bilincin geliştirilmesinin (yasalardan) daha önemli olduğunu' vurguluyor...
'Kadın bakan' böyle konuşursa tabii, kolay kolay kimseye söylenecek söz kalmıyor.
Cumhuriyet 01.05.2004
PENCERE
İLHAN SELÇUK
Nuran'ı Kimler Öldürdü? ..
Töre cinayetleri medyanın diline pelesenk oldu, öyle bir pelesenk ki zehir zemberek, son olarak on dört yaşındaki Nuran 'ı aile namusunu temizlemek için öldüren babanın öyküsü birinci sayfalarda gezinip duruyor...
Nuran demiş ki:
- Baba, ne olur beni öldürme! ..
Kolay mı öldürmemek? ..
Namus cinayeti bu! .. Dillere sakız olan söyleyiş biçimiyle 'Baba kızını infaz etmese' dost düşman içine nasıl çıkacak, aile çevresinin yüzüne nasıl bakacak; baba da kendi hayatına kıyıyor...
Baba katil değil..
Robot! ..
Neyin robotu! ..
İnancın...
Robotun aklı yoktur; verilen komutu uygular; töreyi uygulayan kişinin de aklı yoktur; inancın komutunu uygulamak zorundadır.
Peki, bunun önüne nasıl geçilir? ..
**
Yazılıp çizilenlere bakılırsa, ceza hukukunda yapılacak değişiklikle önüne geçilir...
Yargıç cezayı verirken töreyi hafifletici neden saymayacak; bu tutum bir önlem işlevi görecek; cinayetler azalacak...
Azalacak mı? ..
Töre cinayetini toplumsal yaşamdan silmek için bir tek yol var...
Öğretim! ..
Akıl, bilim, aydınlanma yolunda eğitimle yurttaş kimliği kazanan kişilerden oluşan toplumda, inançtan kaynaklanan ilkel töre cinayeti göreneği defterden silinir; insan insana, insan gibi yaşamanın yolu açılır.
**
Hıncal Uluç dün töre cinayetlerine ilişkin duyarlı yazısına şu başlığı atmış:
'Peki ya baba? ..
O kurban değil mi? ..'
Çünkü Nuran'ı boğan babanın da yaşam defteri kapanıyor; artık o kızını boğan katildir; kim bilir kaç yıl hapishanede çile dolduracak? ..
Peki, töre cinayeti yüzünden öldürülen kızların ve kadınların başka katilleri de yok mu? ..
Olmaz olur mu? ..
Namus cinayeti diye bilinen öldürümün ortak katilleri kimler? ..
**
Öğretim Birliği Yasası'nı baltalayıp eğitimi cemaat, tarikat, aşiret düzeyinde hacı, hoca, şeyh üzerine havale edenlerin tümü töre cinayetinde suça katılmış sayılırlar...
Birkaç gün önce 17 Nisan'ı yaşadık, Köy Enstitüleri'nin kuruluş yıldönümüydü...
Köy Enstitüleri karşıdevrim sürecinde kapatılmasaydı, Anadolu gümbür gümbür eğitilecek; akla, bilime, çağdaşlığa, aydınlanmaya açılacak; töresel inancın cahil müritleri defterden silinecekti...
Köy Enstitüleri'ni kapatan kafaya sahip çıkanlar, babası tarafından öldürülen Nuran'ın telle boğulmasında suça iştirak etmişlerdir...
Laik Cumhuriyet'in eğitim seferberliğini baltalayan kim varsa Nuran'ın öldürümünde ortaktır.
**
Peki, şimdi Nuran'a, Nuran'lara ağlar gibi görünüp timsah gözyaşları dökmenin anlamını nasıl açıklayacağız? ..
Tiyatro sahnede sanattır..
Gerçek hayatta maskaralık.
Cumhuriyet 01.05.2004
ESİNTİLER ZEYNEP ORAL
Kız çocukları... Ölüme...
Bu vahşeti durdurmanın yolu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki o koltuklarda oturanları eğitmek, bilinçlendirmek ve sorumluluk almaya zorlamaktan geçer... Şimdilik, sanılanın aksine yasada değişen hiçbir şey yok! Namus cinayetlerine verilen indirim tamamen kalkmadıkça, çağdışı bir uygulama olan bekâret kontrolü yasaklanmadıkça ve TCK kapsamına alınmadıkça, yasa değişikliği hiçbir işe yaramayacaktır...
Kız çocukları ve ölüm... Kız çocukları ve cinayet... Kız çocukları ve vahşet... İkisi öyle bir harmanlandı, bütünlendi ki dilimizde, yüreğimizde, beynimizde, olağan ve sıradan karşılar olduk.
14 yaşındaki Nuran, 'aile namusu' adına öldürüldüğünden beri, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde o deri koltuklarda oturan her zat, (her biri tek tek ve hepsi bir bütün olarak) bu ülkenin tüm gazete manşetleri, radyo ve televizyonlarda tüm yayınlar, tüm yargı ve hukuk kurumları, tüm bilim, eğitim ve öğretim kurumları, tüm sivil toplum kuruluşları 'Artık yeter! ' diye haykırıp bu vahşete, bu katliam silsilesine, bu cehalet, bu yobazlık, bu irtica, bu kancıklık, bu ahlaksızlık, bu namussuzluk, bu şiddet eylemine son vermek için seferber olmuyorsa, hiç kuşkunuz olmasın bugüne dek olduğu gibi, yarın, öbür gün daha nice Şemse 'ler, Güldünya 'lar, Nuran'lar kurşunlanarak, kasap bıçaklarıyla doğranarak, taşlanarak, boğazları telle kesilerek öldürülecek ve bu vahşet sürüp gidecektir!
Önce Meclis bilinçlenmeli!
Haklısınız Sayın Güldal Akşit! Dediğiniz gibi, 'namus cinayetleri' yalnız yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılacak bir sorun değildir. Toplumun eğitilmesi, bilinçlenmesi gerekir! Ve bu eğitim, bu bilinç, yukarıda belirttiğim seferberlikle yaratılır; bu konu da kararlı devlet politikalarıyla olur; kadınlara, kız çocuklara karşı 'olumlu ayrımcılık' kararlarıyla olur...
Bunun için de önce o Meclis'tekileri buna inandırmanız, o Meclis'tekileri buna ikna etmeniz, o Meclis'tekileri bilinçlendirmeniz gerekir! Hem de hemen şimdi! Ama bu arada, bir devlet bakanının bu iş yasayla ortadan kalkmaz demesi bile bence bu bilinçlenmeyi ters yönde etkiler!
'Kızımın tecavüze uğradığını öğrendim. Doktor raporuyla da bu ispatlanınca namusumuz kirlendiği için onu öldürmeye karar verdim' diyen hasta ve ahlaksız kafayı, yasa ve ceza korkutabilir ancak.
Gelelim yasa konusuna... Türk Ceza Kanunu (TCK) Kadın Platformu bir süre önce şu uyarıda bulundu: 'Basında yer alan TCK Kanun Tasarısı ile ilgili haberlerin çoğu, Tasarı'dan sanki kanunlaşmış gibi söz ediyor ve yapılan değişiklikler hemen yürürlüğe girecekmiş izlenimini veriyor. Bu izlenim ise 'bazılarının' işine geliyor... Oysa Tasarı Meclis Genel Kurulu'nda oylanıp kabul edilmediği sürece, şimdiye kadar yapılan değişikliklerin hiçbiri geçerli olmayacak.'
'Bazıları' kim mi: 'Bakire olmayan kadını kim alır? Fuhuşa düşeceğine tecavüzcüsüyle evlensin. 70 senedir uyguluyoruz kimse itiraz etmiyor' zihniyetindekiler!
İşte Sayın Güldal Akşit bu nedenle de Meclis'in tümünün bilinçlenmesi gerekiyor.
Bekâret kontrolü vahşeti
Şu ana dek yapılan değişiklikler de yeterli değil. Bin kez yazdığım gibi, namus cinayetlerine verilen indirimin tamamen kaldırılması için, 51. maddenin gerekçesine namus cinayeti faillerinin haksız tahrik indiriminden yararlanamayacağı ifadesi eklenmeli ve namus saikiyle işlenen cinayetler, Nitelikli İnsan Öldürme Maddesi kapsamına alınmalı.
Daha da vahim bir durum var: Bekâret kontrolü!
Bekâret kontrolü, tasarıda hâlâ TCK kapsamına alınmadı! İster tecavüz iddialarını araştırmak için, ister ailenin keyfi nedenleriyle sık sık başvurulan bu çağdışı uygulama, kız çocuklarının ve pek çok genç kadının intiharına, birçoğunun da namus suçlarına kurban verilmesine neden oluyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne de aykırı olan bu uygulama derhal yasaklanmalı!
İşte Sayın Güldal Akşit, TCK tasarısını tartışan Alt Komisyon'un da bilinçlenmesi ve bu konuya ilişkin bir değişikliği tasarıya sokması gerekiyor.
Bu değişiklikleri bir an önce gerçekleştirip, yasalaştırıp uygulamaya sokmak, Meclis'in en büyük namus meselesi olmalı bence!
'Namusumuz kirlendiği için onu öldürmeye karar verdim' diyen hiçbir baba olmasın diye...
'Evde bulunan teli elime aldım. Kızımın boğazına doladım. 'Baba yapma' diye yalvarmaya başladı. Kızımın yalvarmalarına 17 yaşındaki oğlum da katıldı. Ancak kızımın kirlenen namusunu temizlemek için bu yakarmalara kulak asmadım. Boğazına geçirdiğim teli ölünceye kadar o şekilde tuttum' diye anlatılan insanlık ayıbı olmasın diye...
Kız çocukları, yokluktan ve yoksulluktan, baskıdan ve şiddetten ölüme mahkûm olmasın diye...
Namus temizleyicileri bu ülkeden kazınsın diye...
Toplumu eğitip bilinçlendirmek için seferberlik! Hemen şimdi! Meclis'ten ve yasalardan başlayarak!
Fax: (0 212) 257 16 50
Zeynep Elif'in izniyle...
Zeynep Elif (29.04.2004 11:58) Cevap yaz | Yazılmış 2 cevabı oku
Özgürlük kitabının
sayfaları arasına
cellatların kurduğu
darağacındaki ip
yarım kalan
sayfayı gösteriyor
okumaya devam edecek
nice insana
Evlilik fotoğraflarının yırtılarak
kırılan çerçevelerin
sokağa atılan
tahtalarıyla çakılıyor
çocuk tabutları
Hiçbir genç kız
taşımıyor kolyesinde
sevgilisinin fotoğrafını
ama ölüm
sayfaları oyulmuş
bir aşk romanının
içine gizliyor
tabancasını...
Töreler..Töreler için işlenen cinayetler..Toprağa verilen genç bedenler..Yaşamayan,töre ile doğup,töre ile büyümeyenlerin algılaması çok zor bu olayı.
Kuralları vardır ailenin genç kızlar üstüne..Namus üstüne..Hata yapmaması,sevmemesi istenir.İstenirki biz kimi uygun gördü isek ona kıyılsın nikahı,istenir ki otur diyelim otursun,kalk diyelim kalksın.Çoğu kez böyle de olur.Olur olmasınada..Arada gönül bu işte..Bir kelebek olup uçmak ister sevdiğine doğru.Yürek bu işte deli divane olurda prangalar vurdurmaz çevresine..isyanları oynar yelken açar sevdiğine..
Ne garip kaderse kapalı toplumda gözü kapalı yetişen çocuk sevdasına layık olan bir yüreğide seçemez..Namerttir uğruna gencecik hayatını riske attığı şahıs.Kullanır,kullanır da sahip çıkmaz sevdiğine.Genç kız (kız çocuğu) çaresiz kalır orta yerde..Dönüşü yoktur gittiği yolun..Asılmıştır ölüm fermanı çocuk boynuna en kanlısından,en zaliminden.Azraili babasıdır,abisidir,küçük kardeşidir.
Baba, bir kere olsun belki okşamamıştır kızının saçlarını..Bir kere olsun yavrum deyipte basmamıştır belkide bağrına.Kız belki bulamadığı baba,abi şefkatini aramıştır sevdiceğinde..Aramıştır,aramasınada ne babasında,ne de sevdiceğinde bulamamıştır aradığı sevgiyi..İşlenen suç ortaktır..(Nuran ortak bile olmamıştır suça)
Ama aile meclisinin yüce erkekleri karar verir kızın ölümüne..Diğer taraf erkek..Ne hikmetse peşine düşülmez ırz namus düşmanının..O..keyifle oturur köşesinde,şerefsizce,vicdansızca..
Baba övünerek anlatır cinayetini..Gözleri faltaşı gibi oldu..yalvardı..yapma baba dedi..ama namus dedim..sıktım..sıktım..
ve ben nefret ediyorum erkek egemen toplumdan..artık çekin iffetimizden,örtümüzden,düşüncelerimizden ellerinizi..
Bırakın kadınlar kendi iffetlerini kendileri korusun,bırakın nasıl giyineceklerine kendileri karar versin,bırakın örtülerinin (istiyorlarsa eğer) mücadelesini kendileri versin..Nefis mücadelesine düşüyoruz diye bencil davranıp kadınları çuvallar içine sokmaya kalkmayın.Kuralları kendinize taraf yönlendirip çalıştırmayın.
Cumhuriyet 29.04.2004
Cinsel istismarın yüzde 89'u aile içinde oluyor, sokaktaki çocukların yüzde 60'ı ise tecavüze uğruyor
Çocuklar şiddete teslim
Marmara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü tarafından yapılan araştırmaya göre çocuklara yönelik cinsel istismarın yüzde 89'u aile içinde meydana geliyor. Her 4 çocuktan 1'i ensest kurbanı. Kurbanların yüzde 87'si 4-12 yaş grubundaki kız çocukları.
İstanbul Haber Servisi - Türkiye'de çocuklara yönelik şiddette ilk sırayı tecavüz ve taciz alıyor. Çocuklara yönelik cinsel istismarın yüzde 89'u aile içinde meydana gelirken sokakta yaşayan çocukların yüzde 60'ı ise tecavüze uğruyor. Prof. Dr. Ülkü Gürışık ise aile içi cinsel tecavüzlerin yine aileler tarafından örtbas edildiğini söyledi. Uzmanlar da yasaların caydırıcı hale getirilmesinin yanı sıra toplumun çocuk hakları konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini belirtti.
İstanbul'da kaçırıldığı kişinin tecavüzüne uğrayan 14 yaşındaki N. H. 'nin babası tarafından telle boğularak öldürülmesi, çocuklara yönelik şiddeti gözler önüne serdi. İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Sorumlusu avukat Aşkın Yaşar Topçuoğlu, çocuklara yönelik cinsel şiddet oranının giderek arttığını ifade ederek yardım için 'Mağdur Çocuklara Hukuki Yardım Bürosu' kurduklarını kaydetti.
Cinsel taciz ve tecavüze uğrayan çocuklar adına daha çok öğretmenlerin kendilerine başvurduğunu anlatan Topçuoğlu, 'Ülkemizde çocuk hakları bilinci gelişmemiş. Bu nedenle yasal düzenlemeler yeterli olsa bile şiddet engellenemiyor. Çocuk hakları bilincini geliştirmek için okullarda eğitim çalışmaları yapıyoruz' dedi.
Ensest kurbanı çocuklar
Marmara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü tarafından yapılan araştırmaya göre de çoçuklara yönelik cinsel istismarın yüzde 89'u aile içinde meydana geliyor. Her 4 çocuktan 1'i ensest kurbanı. Kurbanların yüzde 87'si 4-12 yaş grubundaki kız çocukları. Saldırganlar ise daha çok 40-52 yaşlarında ve yarıya yakını çocukların babası. Saldırganların çoğu sabıkalı, sapık, katil ve psikopat değil.
Yaşanan pek çok 'namus cinayetinin' aslında ensesti gizlemek için gerçekleştirildiği vurgulandı. 33 yıl süresince Londra Üniversitesi'nde ensest üzerine araştırma yapan Prof. Dr. Ülkü Gürışık, aile içi cinsel tecavüzlerin yine aileler tarafından örtbas edildiğini söyledi. Gürışık, 'Bu tür durumlarda anneler görmezden gelir. Londra'da yaptığım bir araştırmada, annenin 'Sen artık benim yerimi al, benim yerime bu görevi de yap' dediğini gördüm. Aile içi cinsel tecavüzün dededen babaya, babadan da çocuğa 'normalleştirme' çabasıyla dışarı sızmadığını biliyoruz' dedi. Gürışık, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel nedenlerle ensestin gizlendiğini vurguladı.
cehalet. eğitim şart!
COCUKLARIMIZ, KUCUK KIZLARIMIZ, GENC KIZLARIMIZ OLMESIN! !
TEPKINIZI BILDIRIN. NAZAN MOROGLU'NA YAZIN.
Bir mesaj gondermek bir dakikanizi bile almaz, ama bir mesaj binlerce hayati kurtarabilir. Devletin bu sorunlar icin odenek ayirmasini saglayabilir. Bu islerle, kadin haklari, kadin sorunlariyla ugrasan insanlarin tepkilerinizi bilmeye ihtiyaci var. Tepkinizi yazin, ki bu insanlar devletin karsisina cikip ' Bakin kadinlarimiz, erkeklerimiz bunu istiyor; egitim istiyor! ' diyebilsinler.
Istanbul Barosu Kadin Haklari Komisyonu Barosu Baskani, Nazan Moroglu:
[email protected]
Ayrica bir cok gazetede bu konularla ilgilenen kose yazarlari var, e-mail adresleri adlarinin yaninda duruyor. Onlara da yazin.
Zaman
HABERLER 28.04.2004 ÇARŞAMBA
Tecavüze uğrayan genç kız babası tarafından boğularak öldürüldü
Büyükçekmece’de işlenen töre cinayetinde Mehmet Hanefi Halitoğulları, 14 yaşındaki Nuran Halitoğulları isimli kızını boğarak öldürdü.
Genç kızın, halen cezaevinde bulunan Mevlüt Sevinç tarafından 1,5 ay önce Esenyurt’ta kaçırılarak tecavüze uğradığı öğrenildi. Nuran Halitoğulları’nın korkunç sonunu hazırlayan süreç, Van’dan İstanbul’a göç etmeleriyle başladı. 1,5 ay önce kaçırılan genç kızın Esenyurt’ta bir eve kapatıldığı öğrenildi. Ailesinin şikayetçi olması üzerine jandarma, baskın yaptığı evdeki Mevlüt Sevinç’i gözaltına almış, Nuran’ı da ailesine teslim etmişti. Ardından mahkemeye sevk edilen Mevlüt Sevinç tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Kızlarının tecavüze uğramasını içine sindiremeyen ailenin ise, Nuran Halitoğulları’nı öldürüp namuslarını temizlemeyi kararlaştırdığı öğrenildi. Edinilen bilgiye göre, yaklaşık 20 gün önce genç kızı, amcası Mirza Halitoğulları, baba Mehmet Hanefi Halitoğulları (49) ile birlikte Büyükçekmece Tepecik’teki halasının evine yemeğe çağırdı. Evde toplanan aile üyeleri önce yemek yedi. Ardından baba Halitoğulları, kızını kabloyla boğarak hayatına son verdi. Genç kızın cesedi akrabaları tarafından önce evin bahçesine gömüldü. Daha sonra ceset gömüldüğü yerden çıkartılıp bir çuvala konularak Polonezköy’de ormanlık alanda bir çukura gömüldü. Bir ihbar üzerine polis ekipleri, ormanlık alanda genç kızın cesedini buldu. Bunun üzerine Avcılar İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri baba Mehmet Halitoğulları ile aileden 13 kişiyi gözaltına aldı. Kızını öldüren baba, emniyet çıkışında “Namusumu temizledim” diye bağırarak cinayeti kabul etti.
28.04.2004
Özcan Keser, Kadir Çınar
İstanbul
Ruhat Menginin! 8 Nisan Pazar 2004 te yazdigi yazi.
Adı 'tecavüzcü hoca'ya çıkmış. Kendisi ağzıyla TV programlarında söylüyor, bunun suçlusu olarak da parmağıyla beni işaret ediyor. Aynı programda 'daha önceki sözlerinin yanlış anlaşılmış olabileceğini, yorum hatası yapmış olabileceklerini' de anlatıyor. İlk defa ona hak veriyorum, Prof. Doğan Soyaslan çok haklı, sözleri yanlış anlaşıldı, çünkü yanlıştı.
Basın Kulübü'nde karşısında bulunan kadın gazeteci ve hukukçulara 'Çekilin önlerinden, kadınlar tecavüzcüleriyle evlensinler' diyen, hukuka törelerin yön verebileceğini anlatıp 'Ama töreler var, ne yapalım, şimdi o kanunları koysanız uygulayamazsınız' diyen, Akşam gazetesindeki röportajında 'Ben olsam evlenir, haydi hayırlısı derdim' diyen kendisiydi. Rüzgârda eteği uçuşan bir kadına 'hayasız' diyen de yine kendisidir. Aile içi tecavüzü o da savunuyor muydu bak bunu hatırlamıyorum ama birlikte yasa hazırladıkları diğer profesör savunuyordu.
Şimdi bu hazırladıkları kanunların (taciz, tecavüz ve kişilik haklarına her türlü saldırı ile ilgili) tamamının TCK Alt Komisyonu'nda, bütün tehdit ve sindirmelere rağmen, değiştirilmesinden sonra Soyaslan'ın görüşleri de değişiverdi, üslûbu yumuşayıverdi. 'Biz zaten öyle demek istememiştik, yanlış anlaşıldık' diyor şimdi.
Benim anlayamadığım, açık açık tecavüzcülere af isteyen birinin, öğrencilerinin taktığı 'tecavüzcü hoca' isminin suçunu bana yüklemesi. Ben ne yaptım? Sadece konuyu gündemde tutmaya, yapılan ve yapılmak istenenlerin unutulmamasını sağlamaya çalıştım. Böyle bir lâkap takılmışsa tek sorumlusu yukarıdaki sözleri tekrarlayıp duran kişinin ta kendisidir.
Kurtarın!
Dünkü gazetelerde 10 yaşında tecavüz edilen ve 12 yaşında babası tarafından tecavüzcüyle evlendirilmesi istenen kız vardı. Tecavüzcü 18.5 yıl hapse mahkûm olmuş, baba tecavüzcüyü ve kendi namusunu(!) kurtarmaya çalışıyor, daha 12 yaşındaki çocuk ise yalvarıyor 'Ben okumak istiyorum, bu adamla da evlenemem, ne olur beni kurtarın'...
Doğan Soyaslan acaba hâlâ bu haksızlığın önünde duranlara 'Çekilin oradan' mı diyor, yoksa artık kesin kanunlar ve kızların derhal o evlerden alınarak gönderileceği, terapi görüp, hayata kazandırılacağı SIĞINMA EVLERİ'nin acilen hazırlanması gereğine mi inanıyor?
Alt Komisyon birçok maddede istenen olumlu değişiklikleri tamamladı. Zaten artık 'tecavüzcüyle evlendirilme' maddesi ortadan kalkmş durumda. Tabiî Meclis'ten geçtiği takdirde. Namus cinayetlerinde ve diğer suçlarda ise 'haksız tahrik' maddesi 'haksız eylem' haline çevrildi.
Hukukçular 'bahçesinden erik çalan çocuğa tecavüz eden adama bile haksız tahrik indiriminin uygulanmaya çalışıldığını hatırlarsak konunun önemi ortaya çıkıyor' diyorlar. Hele cinayette, ölenin bu 'haksız tahrik' veya 'eylem' her ne ise, gerçek mi yalan mı olduğunu açıklaması mümkün değil.
Komisyonun daha fazla zaman kaybetmeden namus cinayetlerini 'Nitelikli insan öldürme' maddesinde 'kan davaları'nın yanına eklemesi gerekiyor!
Tore Cinayetleri Sosyo-ekonomik gerceklere de dayaniyor, toplumun bakis acisina ve ailenin begenilmek onaylanmak desteklenmek istemesine. Onlar baska insanlar olmadan yapamiyorlar. Baska insanlar tarafindan illaki afferin alacaklar. Mesele tore more de degil aslinda. Mesele toplumun insana begenilme onaylanma isteginden dolayi yaptirabildikleri. Toplumun kaliplari degissin onlar da degisir.
Rahatlarina duskunler dar kucucuk bir dunyalari var. O dunyayi kimse bozmasin kimse sarsmasin kimse onlari bakmak zorunda birakmasin.
Ona buna degil bakmak zorunda birakilmalarina da tepkililer.
Cocuklari ayri birer varlik degil kendi dusuncesi olan, cocuklari onlarin uzantilari onlarin vitrinleri.
Kadinlarin yasadigi sorunlarin duzelmemesinin sebebi yalitilmis ve utandirilmis olmalari da degil mi aciba? Herkes yasadigini kisisel zannediyor. Boylece guc bolunuyor sahipsizlik kaliyor geriye.
Cumhuriyet 22.03.2004
2000'Lİ YILLARDA
ERDAL ATABEK
8 Mart Günü Nasıl Kutlandı? ..
Dünya Kadınlar Günü, ülkemizde çeşitli etkinliklerle kutlandı. Ama en anlamlı kutlamalar Kayseri'de iki kocanın karılarını döverek hastanelik etmesi, Belçika'da da bir kocanın karısını bıçaklayıp öldürmesi oldu. Rol aldığı filmi, 'Duvara Karşı' Altın Ayı ödülü alan Sibel Kekilli de töre korkusundan film ekibinin basın toplantısına katılamadı, üç korumasıyla korunmaya çalışılıyor. Bunlar 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü'nün bilinen kutlama haberleri. Biz de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Yıldız Teknik Üniversitesi'nde düzenlediği toplantıda konuşmacı idik. Prof. Türkel Minibaş 'ın yönettiği, Mehmet Faraç 'ın, avukat Vildan Yirmibeşoğlu 'nun ve benim katıldığım panelde 'töre terörü' tartışıldı.
Benim üzerinde durduğum konu, erkeğin kadının 'sahibi' olduğu, töre ve geleneklerin değer yargıları idi. Bu 'sahiplik' konusu değişmeden erkek ve kadın rolleri de değişmez. Kadın, erkeğin her dediğini yapmak zorunda iken, onun korumasından başka güvencesi yok iken, erkeğin üstünlüğü sosyal kabulün bu derece etkin konumu iken davranışların değişmesi beklenmemelidir.
Atatürk 'ün 'Türkiye'nin modernleşmesi' ne yönelik kadın haklarıyla ilgili kararları, tutumları ve uygulamaları günümüzde bile anlaşılamamıştır. Günümüzün Türkiye'sinde 'kadınların örtünme, kapanma, tesettür, çarşaf giyme özgürlüğü' (!) tartışılmaktadır. Günümüzün Türkiye'sinde erkeklerin çokeşliliği savunulmaktadır. Dini nikâh, açık tartışmaların konusu durumuna gelmiştir. Din kurallarına göre yaşayan kesimlerin kadınlarının toplum yaşamına katılma istekleri kendi partilerini destekleme çabalarıyla sınırlı kalmaktadır. Dinsel kesim kadınlarının tüketim toplumuna katılma istemleri de lüks yaşamın sınırları içindedir. Kadınla erkek gene birbirinden ayrıdır, birbirine yasaklıdır, erkek kadının üstünde ve önünde, kadın erkeğin altında ve arkasındadır.
Geleneklerle yaşama, kaynağı ister din yorumları olsun, ister töreler olsun, kadın-erkek eşitliğinin önündeki engellerdir. Bu engellerin aşılması değil, ülkemizde daha da yoğunlaşması beklenmelidir.
Elbette, bunların temeli de, ekonominin biçimlendirdiği sosyal yapıdır. Toprağa bağlı üretimin güçlü kıldığı 'aile birliği', kendisini dışardan gelecek zayıflatıcı etkilere karşı savunurken sert ve acımasız olmak zorunda kalmıştır. Ailenin oğulları 'aile birliği' ni sürdürürken ailenin kızları evlenerek başka ailelerin oğullarını doğurmak üzere aileden ayrılacaklardır. Erkek çocuk üstünlüğü de bu sosyal yapının ürünüdür. Töreler de gelenekler de bu ekonomik-sosyal yapının payandalarıdır.
Makineye bağlı üretimin yarattığı endüstri toplumu ise 'aile birliği' nin yerine 'kendi kararlarını veren birey' i yarattı. Kadını erkekle eşit kılan da, erkeği de kadını da birey yapan da bu değişen ekonomik-sosyal yapıdır.
Türkiye'nin değişmekte zorlandığı çizgi budur. Atatürk Türkiye'si, endüstri toplumlarının 'kendi kararını veren, kadını erkeği eşit bireyleri' ni oluşturmaya çalışırken, tarım toplumunun yerleşik gelenekleri buna karşı direnmiş, kendi alışkanlıklarını bir yaşam ideolojisi olarak sürdürmeye çalışmıştır.
Geleneksel kesim, birleştirici harcını din ekseninde oluştururken çağdaş kesim toplumun alışkanlıkları ile tüketim toplumunun yapaylığı arasına sıkışmıştır. Geleneksel kesimin ya da dinsel kesimin tüketim toplumuyla hiçbir sorunu olmamaktadır; tersine ekonominin gidişine rahatça ayak uydurmuştur. Kapitalist üretim ve tüketim, toplumun geleneksel-dinsel kesimi tarafından hiç duraksamadan kabul görmüştür.
Ama dikkat edilirse, 'töre cinayetleri' ne bugünün siyasal iktidarından hiçbir tepki gelmemektedir. Her gün biraz daha artan lüks görüntülerin ardında törelerin, geleneklerin şiddetle savunulması hep bu çatışmanın sürdüğüne işaret etmektedir.
Türkiye, 1923 yılından sonra bir kez daha geleneklerle çağdaşlaşmanın yol ayrımına gelmiştir. Siyasal iktidarın üniversitelerle çatışması (imam-hatip okullarını bitirenlerin üniversitenin her bölümüne girmesi) , türbanın kamu alanına sokulma girişimleri, din eksenli eğitimin Kuran kursları yoluyla yaygınlaştırılması, reklam panolarındaki görüntülerin yasaklanması, hep bu iki sosyal yapı arasındaki çatışmanın belirtileridir.
Önümüzdeki seçimler de ondan sonra gelecek olan dönem de gelişmenin yönünü belirleyecek olan köşebaşları olacaktır.
Ülkeyi geleceğine yön vereceği önemli günler bekliyor.
e-mail:[email protected]
Faks:0212-5139098
Guldunya'lar ve Umut bebekler icin...
Guldunya'lar ve Umut bebekler icin ne yazilir ne istenir diye cok dusundum, sonunda icimden geldigi gibi yazmaya karar verdim. Sonra da baktim icimden gecenler onlarca sayfa surecek o yuzden ozunu yazayim dedim.
Memleket oylesine bir mozaik ki kime, neye el atsan bir tarafi eksik kaliyor.
Bir sey icin istekte bulunulacagi zaman sanirim ana nokta nedir onu hatirlamak, onu belirlemek gerekli.
Cinayetlere kurban giden bu gencecik kizlarimiz icin ne istiyorum?
Kadinlarimizin egitilmesini istiyorum.
Erkeklerimizin egitilmesini istiyorum.
Teker teker her evin bir igne oyasi gibi islenerek bu olumlere bir son verilmesini istiyorum.
Ne tesetturun ne de laiklik ilkesinin hic bir kizimizin okumasina engel olmamasini istiyorum.
Egitime devlet butcesinden yeterince para ayrilmasini istiyorum.
Gerek kadinin gerekse erkegin cinselliginin bir tabu olmaktan cikip, doganin, Tanri'nin bir hediyesi olarak gorulmesini istiyorum.
Benim isteklerim bundan ibaret. Bu isteklerimi uygun gordugunuz makamlara lutfen iletin. Guldunya'lar, Umut bebekler olmesin...
Senem
Bu mesaji su e-mail adreslerine gonderecegim, isteyen herkes bu mesaji kendi imzasiyla oldugu gibi gonderebilir. Baska sekilde ifade edilmis istekleri okumayi cok isterim:
Istanbul Barosu Kadin Haklari Komisyonu Barosu Baskani, Nazan Moroglu:
[email protected]
Sayin Zeynep Oral: [email protected]
Sayin Isil Ozgenturk: [email protected]
SAĞNAK
NİLGÜN CERRAHOĞLU
Kriterlerde Niye 'Güldünya' Yok?
AB kapısında ay-gün sayan bir ülkede bu haber de 'manşet' değeri taşımayacaksa eğer başka ne taşıyacak? Elime geçen gazetelerden sadece üçü ('Hürriyet', 'Sabah', 'Akşam') manşetten girmiş. Töre cinayetleri öylesine kanıksanmış ki, bu kez de 'Güldünya'nın trajedisi' olarak karşımıza çıkan bu korkunç 'canavarlık' öyküsü; bazı gazetelerin haber kokteylinde en sıradan yerlere indirgenmiş...
Güldünya 'nın trajedisi 'Türkiye'nin trajedisi' oysa. Köylüsü, kentlisi, kadını, erkeği; hepimizin trajedisi... Kadınlarına hayvandan daha az değer biçilebilen bir toplumda kim, ne kadar özgür olabilir ki?
Her aşaması ayrı bir 'canavarlık' örneği olan şu öyküye bakın... 22 yaşındaki genç kız 'amca damadı' tarafından hamile bırakılıyor. 'Tecavüzcüye' kuma verilen kız geri gönderilince aile meclisi karar alıyor: 'İntihar et ve namusumuzu temizle! '
Güldünya her şeye rağmen 'Umut' bebeği doğuruyor. 'Umut' u elinden alıyorlar; kızı vuruyorlar. Tetiği erkek kardeş çekiyor. Sokak ortasındaki kurşunlamadan kız yaralı kurtuluyor. Ama tedavi edildiği hastanede -gene aynı erkek kardeş tarafından- 'işi bitiriliyor.'
Gazetede bir resmi var Güldünya'nın. Yürek dağlıyor. Bir gelinlik var sırtında. Arkadaşından ödünç almış. Telli duvaklı 'ödünç' gelinliği üstüne geçirmiş geçirmesine ama objektife gülememiş. Adım adım ölüme giden, kaderinden kaçamayan insanların ifadesi var yüzünde. Gelinlik gelinlik değil, bir idam önlüğü gibi... Son fotoğraflarından birini çektirdiğini biliyor Güldünya. Kısacık yaşamından böyle bir 'kayıt', bir 'belge', bir 'iz' kalsın istiyor. Kucağında 'Umut' bebeğe sarılmış. Tek gerçeğini, tek hazinesini son bir kez kucaklamış...
İçim acıdı. Ve utandım. Güldünya'ları mahkûm oldukları bu ortaçağ kaderinden çekip çıkaramadığımız, onlar için hiçbir şey yapamadığımız için utandım. Bir kadın, bir insan ve gazeteci olarak utandım.
'Maskeli yaşam...'
Bazı gazeteler 'Güldünya' yerine şu manşeti yeğlemişti dün:
'Kopenhag kriterlerinde denetlenmeye artık gerek yok... Türkiye'ye 'Kopenhag' vizesi! ' Avrupa Konseyi'nden çıkan bir rapor böyle diyormuş. Bu, hem 'insan hakları açısından aklanmamız'; hem 'reform uygulamalarında sonuç aldığımız' anlamına geliyormuş. Kadınlarına bu vahşeti reva gören bir ülkede 'insan haklarından aklanmak' nasıl bir şeyse?
İlginç aslında. AB 'kadın haklarının' peşine öyle çok fazla düşmüyor. 'İnsan hakları', 'azınlık hakları' gibi kriterlerden söz ediliyor da 'kadın hakları' diye ayrı ve spesifik bir bölüm yok. Avrupalı parlamenterler Zana davasının her oturumunda buraya gelip gidiyorlar ama aynı ısrarla 'Güldünya' larla ilgilenmiyorlar. İnsan haklarının da bir 'reel politikası' var. 'Kadın hakları' o 'reel politikaya' dahil edilmiyor nedense.
Bunu geçen akşam İtalyan televizyonu RAI'da bir tartışma programı izlerken düşündüm. Konu aynı 'Güldünya' nınkine benzer bir öyküydü. 'Suat' isimli Ürdünlü bir kız. Güldünya gibi evlilik dışı çocuk yapmış. Ailesi kızın saçından benzin döküp yakmış. İnsani yardım örgütlerince yurtdışına kaçırılan kız, sonunda Fransa'ya yerleşmiş ve bir 'best seller' kitap yazmış. Adı: 'Maskeli Yaşam'.
Ekranda da bir 'beyaz maske' vardı yüzünde. 'Maske' dışında kalan bölümlerden, kulaklar ve boynun feci biçimde yandığı görülüyordu. 'Hamile kaldığımı öğrendiğim an ölüme mahkûm edileceğimi anladım' dedi 'Suat': 'Annem hastanede de beni zehirlemeye çalıştı. Babam bunu zorladı. Bizim oraların kanunu böyle. Kimse yadırgamaz ki. Doğaldır yani. Bir kadın, kızı için de olsa kocasına 'hayır' diyemez! '
Stüdyodaki İtalyan konuklar dondu kaldı. Yüzlerindeki dehşet ifadesini görmeliydiniz. Hafsalaları almadı... Konuya, ilgi gösteren sayılı Avrupalı feministlerden Emma Bonnino Kahire'den uydu aracılığıyla bağlandığı programda, 'Biz Batılılar gayri ciddi ve samimiyetsiz bir siyaset izliyoruz' dedi ve ekledi: 'Bu ülkelere verdiğimiz yardımlar ve kredileri icabında her türlü siyasi koşulla şartlamasını biliyoruz da kadın haklarını niye böyle bir şartlamaya tabi tutmuyoruz? Kadın haklarındaki iyileşmeleri niye kredilere önşart koşmuyoruz ve niye böyle bir baskı uygulamıyoruz? '
Ne can alıcı soru değil mi? AB kriterleri arasında niye 'kadın hakları' yok? Düşünmeye değmez mi?
OLDURULEN KADINLARIMIZ ORAL CALISLAR
Güldünya, bu ülkenin kadını. Bu ülkenin kadınları nelerle yüz yüze geliyorlarsa aynısıyla o da karşılaşıyor. Denebilir ki 'töre cinayeti' artık dar ve geri bir bölgede kalmış, çağdışı bir gelenek. Evet 'töre cinayeti' temelinde bakarsak, giderek azalan ve az uygulanan bir gelenek. Fakat bu geleneği, genel erkek egemen ideolojinin dışında düşünemeyiz.
Güldünya, bir akrabasından hamile kaldıktan sonra, başına gelecekleri bildiği için polise sığınıyor. Polise sığınmak onun için bir kurtuluş haline gelemiyor. Çünkü toplumsal önyargılar, erkek egemen şiddet anlayışı Bitlis'ten İstanbul'a kaçtıktan sonra da onun peşini bırakmıyor. Takipten kurtulamıyor.
Güldünya takipten neden kurtulamıyor? Çünkü toplum içinde hamile kadını suçlu gören ve onun 'temizlenmesi' gerektiğini düşünen bir kolektif anlayış egemen. Bu kolektif anlayış, töre katillerinin işini kolaylaştıran bir zemin yaratıyor. Cinayet işlemeye azmetmiş ağabeyler, kimden ve nereden cesaret alıyorlar? Güldünya'yı yaralandıktan sonra bile nasıl onu takip edip öldürmeye olanak buluyorlar?
Töre cinayetine şimdi hep birlikte sert tepkiler göstereceğiz. Polisin Güldünya'yı neden koruyamadığı üzerine haberler yapacağız. Bütün bu tartışmaların yararlı olduğuna inananlardanım. Çünkü toplumun önyargılarının, ilkel öç alma duygularının, kadını 'kirletilmiş' olarak görürken erkeği 'helal olsun' diyerek pohpohlayacak kadar ileri giden ilkel düşüncenin ve cinayetin sorgulanmasını uzun uzun yapmalıyız.
Televizyonlarda, saçma sapan birçok tartışmanın yerine bu 'töre cinayeti' denen felaketin üzerine gidecek bir dizi tartışmaya ihtiyaç olduğu açık değil mi? Bunları yapalım. Bunu yaparken, erkek egemen ideolojinin bu cinayetlere zemin hazırlayan temel ilkelliklerini de masaya yatıralım.
****
Bir ülke ne kadar geriyse, erkek egemenliği de o kadar sert ortaya çıkıyor. Çünkü cinsellik erkeğin kadından faydalanması gibi bir anlayış üzerine oturuyor. Cinselliğin kadınla erkek arasında paylaşılan ilişki olduğu gerçeği hiçbir zaman egemen bir anlayış haline gelemiyor.
Güldünya'yı öldüren erkek kardeşleri Ferit ve İrfan 'ın ne düşündüğünü az çok tahmin edebiliriz. Güldünya, bir erkekten hamile kaldığına göre, o 'kirlenmişti'. Onun 'kirlenmesi', ailenin de kirlenmesi olarak kabul ediliyordu. O zaman bu kirlenmenin temizlenmesi için Gül'ün ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunu yaparak o iki kardeş, toplumsal bir baskıdan kurtulmuş oluyorlardı.
Halbuki böyle bir ilişkinin iki tarafı vardı. Gül'le ilişki kuran erkek de bu ilişkinin bir tarafıydı ve muhtemelen egemen tarafıydı. Ayrıca bu iki insan arasında bir mesele olarak kabul edilmeli, sorun onların çözümüne bırakılmalıydı. Öyle olmadı, cezalandırılan kadın oldu.
Tabii bu erkek egemen anlayış, töre cinayetlerine yardımcı olan bir hukuk anlayışı ile de destekleniyor. Birçok töre cinayetinde mahkemeler bu cinayetleri 'ağır tahrik' kapsamında görüyorlar ve katilleri az bir cezayla cezalandırma yolunu seçiyorlar. Bu konu ne yazık ki hâlâ Meclis'te daha net hükümlere kavuşturulamadı. Bu yaklaşım da erkek egemen anlayışın bir yansıması değil mi?
Töre cinayetiyle mücadele, bütün erkeklerin ve kadınların sorunu. Bu ilkel anlayışı aşabilmek için ciddi bir çabaya gerek olduğu da bir gerçek. Buna karşı duyarlı ve köklerini sorgulayan bir yeni bakış açısına ihtiyaç var.
Güldünya'nın başına gelenler hepimizin dramı, bu ülkenin dramı. Bunu basit bir ilkellik olarak görmemeliyiz. Erkek egemenliğinin en uç noktadaki bir yansıması olarak kabul etmeliyiz.
Gelin, bu konuyu ciddi bir kampanya konusu yapalım. İlk atılacak adımlardan birisi de yasalarda bu konuya bir açıklık getirmek.
Güldünya, bu dünyadan göçüp giderken, hepimiz açısından bir acı gerçek de gelip yüzümüze çarpıyor.