Kültür Sanat Edebiyat Şiir

elif şafak sizce ne demek, elif şafak size neyi çağrıştırıyor?

elif şafak terimi Seu Kuyt tarafından tarihinde eklendi

  • Bilhan Erden
    Bilhan Erden

    onunla aldatıpta,sevgilimin bana kızmayacağı tek insan...sadece kıskanacak....-ama onu diil beni.((

  • Bilhan Erden
    Bilhan Erden

    bu kadını iyice kıskanmaya başladım...

  • Fatma Sena Gündüz
    Fatma Sena Gündüz

    lezbiyen olasım geliyor bu kadının ismini duydukça

  • Bilhan Erden
    Bilhan Erden

    'elkide hayatın doğası böyleydi.hep de böyle olmuştu.yokluklar kanunu her bütünde biroyuk,bir kayıpbir gedik olmasını gerektiriyordu'
    elif şafak

  • Fırat
    Fırat

    özgün ve etkileyici üslubu, entellektüel kisiligi, duygu ve düsüncelerindeki samimiyeti... yazar olmak icin arananları barındırıyor.

  • Engin Koca
    Engin Koca

    ne kadın olması nede güzel olması umrumda değil
    isterdimki dostu olayım, fikir alış-verişimiz olsun
    iğreti duran yanlarımı kıpsın
    ve kelimeleri eşiğime yağsın
    'küllün sahiplenmeyle küllün reddiye ' arasında gide gele gide gele...

  • Tarık Aksu
    Tarık Aksu

    Duygulu ve hüzünlü bakışları olan hayatına bakıldığında gerçekten zorlukların üstesinden gelmeyi başaran güçlü bir kişilik vede hoş bir insan üstelik çok güzel bir anlatım

  • Madlen Donef
    Madlen Donef

    elif şafak,son dönem türk romancıları arasından,zekası,dili kullanımı,ruhsal zenginliğiyle sivrilen ve bu yüzden de okuduğum en iyi romanların yazarı diyebileceğim biri.onu okurken kimliğinizden sıyrılıp,'öteki' 'yi yaşayabilme zevkini o denli tadıyorsunuz ki bir tür ruhsal bağlılık hissediyorsunuz.akademiden getirdiği aklı,bilgiyi de romanlarında ziyadesiyle görmek mümkün.en nihayetinde,onu duymak,onunla konuşmak; bitter çikolata ve sek kahve meraklıları bilirler,olmazsa olmaz bir hale,bir zevke dönüşür.
    yeni başlayanlara özellikle araf'ı tavsiye edeceğim ve ardından da pinhan'ı..zira bu iki roman onun kelimelerini tanıyabilmek için önemlidir.
    gerçekten çok güzel,çok zarif ve çok mütevazi olduğunu da eklemek isterim.

  • Aras Güngör
    Aras Güngör

    Elif Şafak yalnıca gri bir gölge hem siyah ve beyaz hem de hiçbiri. Çok gizemli Tek hayalim bi gün yazdıklarımı onunla paylaşmak.

  • Hasan Yaşar
    Hasan Yaşar

    ama iyi yazıyor.

  • Hasan Yaşar
    Hasan Yaşar

    bi kadın.

  • Mehmet Oktay
    Mehmet Oktay

    Son kitabı Araf'la mideme kramplar girmesine sebep olan yazar.Ben çok beğendim ama.....Offffff

  • Mustafa Evci
    Mustafa Evci

    O'nu yeterince okuyamadım. Okurları çok şanslı olmalı...

  • Rukiye Okur
    Rukiye Okur

    hem bayan olduğu, hem güzel yazdığı hem de güzel olduğu için çok pis kıskanıyorum

  • Bahaboran
    Bahaboran

    çok dolaşmış sağlam yazar kimsenin versiyonu değil orjinal

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    yaz sonuna kadar turkyede, sonra tekrar niyork' a doncek

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    eevet soyadini degiştirmesinin sebebi, babasindan bir şey almak istememesi..şafak annesinin ismiydi sanirim..

  • Orçun Ceylandağ
    Orçun Ceylandağ

    Elif Şafak bir Kemal Tahirin Sabahattin Ali nin samimi uslubunu taşıyan insanın ruhuna hitap eden renkli bir iç dünyası olan temiz bir insan ve güzel bir insan........

  • Selim Sağır
    Selim Sağır

    babasıyla ilgili problemleri problemleri olduğunu duymuştum acaba soyadını değiştirmesinde bunun bir etkisi varmıydı?

  • Hilâl Güler
    Hilâl Güler

    okuduğum en nefis kitaplardan biri olan 'bit palas'ın yazarı ve zadie smith'in türk versiyonu... (bana göre)

  • Elif B
    Elif B

    Gerçek adı Elif Bilgin miş..

  • Elif B
    Elif B

    Son kitabı Araf..Çeviri!

  • Tülay
    Tülay

    ELİF ŞAFAK...mahrem'in yazarı.mükemmel bir yazar,mükemmel bir roman.

  • Ahmet Dinler
    Ahmet Dinler

    yetenek

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Sezgileriyle yazan yazar.
    İsimlerin buyulu olduklarına inanan yazar
    Çemberlerden korkan yazar,
    Onun için yazar olan yazar; çünkü ancak bu şekilde etrafindaki çemberlerde gedikler açtığını düşünen yazar,
    Yalnız bir çocukluk geçirmiş yazar,
    Geçiciliğinin son derce farkında olan yazar(tabii bunun getirlerini de bilen yazar: sogukkanlilik, saskinligin sifira inmesi, bencillgin olmese bile ona yakin olmasi, an in degeri)

  • Selim Sağır
    Selim Sağır

    geçenlerde gani müjdenin pgogramına çıktı son kitabı hakkında konuşurken gözlerinin manik-depresif insanlara has hareketlerinden pek bi ürktüğüm güzel insan.

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Mahrem'den:

    'Yani baktin ki baskalari seni hirpalamak uzere, kendi kendini hirpalamalisin kalkan niyetine'
    ...
    'Hem gozden irak kalabilseydi eger, bu kadar cirkin olmazdi'
    ...
    zarf:... mektubu mektup yapan bu kapalilik, bu gozden iraklikti. Intihar ettigi gun agzi acik bir zarf birakti geride. İcine gozunu koydo.'Gozu acik gitmis' diye agladi sevenleri. Huzur icinde yatsin diye zarfini sup yalayip kapadilar'
    ...
    'Oysa oteki ogretmenlerden daha iyi degildim. sadece cok cok daha sismandim. Gorunusum ana babalara guven veriyordu. Ben baslarinda oldugum surece, cocuklarin yere dusup yaralanmasindan, birbirlerini hirpaamasindan, kesici aletlerle oynamasindan daha az endise ediyorlardi. İci cilekli puding kivaminda ve tadinda ruyalarla yumasitiyordum. Ben varken, maket bicaklari daha az kesici, masalarin kenarlari daha az sivri, itip kakismalar daha az sert, hatta bahcedeki kaydirak bile daha az kaygandi. Ben ortaliktayken cocuklar guven icindeydi. Belli ki bu is icinbicilmis kaftandim.'
    ...
    ay tutulmasi:... hazir kimse gormuyorken pudrasini tazeler.
    ...
    baykus: ugursuz kusmus baykus; gece gordugu, geceyi gordugu icin.
    ...
    'Sadece... umursamiyordu; hicbir seyi umursamiyordu. Artik her seyi yapabilecegini hissediyordu. Madem ki her seyi yapabilirdi, en iyisi hicbir sey yapmamakti'. dosto bundan yeraltindan notlarinda bahseder; ben de cok hissetmisimdir bu duyguyu
    ...
    ' Parcalanmis yahut hic kurulmamis yuvalarla tazelenebilirdi tas evler; ahsap olanlar, dalli budakli aile agaclarinin kokerinden alirdi hayat suyunu. Bu sebepten, ici bosaltilan tas evler gene oyle vakur kalabilirler, terk edilen ahsap evler ise bir daha iflah olmuyordu.'
    ...
    '...erkek kismi ne zaman igreti hayallerden kurrtulmak istese, uykunun nizamina siginirdi.'
    ...
    ' Sirf yalniz kalmaktan korktuklari icin tukenmisliklerini surduren, orumcek baglamis sevdalarina taze isimli cocuklar doguranlar var ya, iste onlar hafizasi en kuvvetli olanlardir'
    ...
    ' kimlik:... Ben biz'e karismis sessizce. Bir daha onu goren olmamis.'
    ...
    'elmas bir gozdor yurek. ve cizilmeyegorsun bir kere, artik sedefsi bir yirtikla bakacaktir cumle aleme'
    ...
    'Mide bir masal diyaridir. Hudut boylarini cikolatadan muhafizlar bekler. Muhafizlari yiyince, hicbir engel kalmaz rejimi bozanin onunde. ucsuz bucaksiz ve yasaksiz bir alemin kapilari aciliverir hududu gecince. Mide bir masal diyardir. Ve o masal diyari boyunca insan ile hayvan, zarif ile kaba, guzelile cirki, uygar ile vahsi, cekici ile igrenc arasindaki mesafe topu topu bir lokmaciktir.O da cabucak ham yapilir.'
    ...
    'sevgililik boyle birsey iste. mahremiyet kaybi.'
    ...
    'Isin tuhaf taraf yani su ki, benim kadar sismansaniz eger, insanalr sizi hic gormezler. Bakar ve seyrederler, birbirlerine gosterir ve aralarinda konusurlar. Seyirlik bir malzemeyimdir onlarin nezninde. Bakislarinin beni rahatsiz edebilecegini akillarindan bile gecirmezler. Surekli seyrederler. Ama gormezler. Cusseme bakmaktan firsat bulup da gozlerimi gormezler. İcimi gormezler.'
    ...
    'Gorenle gorulenin arasina araci iyi gelir bazen' dedi. 'Isin ilginc yani ne biliyor musun, Tanrinin da ayni seyi yaptigina inaniyoruz. O devamli goruyor, biz de devamli goruyoruz degil mi? Ve Tanri gordukleriyle arasina aracilar koyuyor. Peygamberler mesela ya da melekler... Azrail mesela ya da Cebrail...Bizlerse hem gorulmekten korkuyoruz, hem de goremediklerimizden. Gorunur olsun diye, alamet bekliyoruz. Mucizeleri de bu yuzden bu kadar onemsiyoruz. Mucize gormek istiyoruz. Aslinda, bazen kendi kendime dusunuyorum da, sanki tum varligimizi ve tabii yoklugumuzu da, gormek ve gorulmek uzerine kurmusuz.'...'Biliyor musun, belki de en derin yaralarimizi gozlerden aliyoruz.'
    ...
    'Oysa ask dedikleri solup kurumaya mahkumdur, bir sebebi oldugundan itibaren'
    ...
    'yay: Olum mahkumlarini olduren kilici topraga gomerlermis bir muddet. Gorduklerini unutsun diye. Ayni isi yapan yay ise muhakkak kirilirmis. Gorduklerini unutmayi basaramadigi icin en iyisi onu kirmakmis'

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    “Cehaletin kutsanmasına anlam veremiyorum”


    Türk okurunun Pinhan, Mahrem, Şehrin Aynaları ve Bit Palas adlı romanlarıyla tanıdığı Elif Şafak’ın yeni romanı “The Saint of Incipient Instanities”, Amerika’da Ekim 2004’te Farrar, Straus and Giroux Yayınevi tarafından yayımlanacak. Romanın Aslı Biçen tarafından yapılan çevirisi ise Mart 2004’te Metis Yayınları tarafından basılacak.

    Romanda, farklı kültürlerden gelerek Boston’da buluşan bir grup genci ve onların kimlik sancılarını, keskin bir mizahla anlatan Elif Şafak’la romanı, yazarlık serüveni ve Amerika’daki yaşamın onun yazarlığı üzerindeki etkilerini konuştuk. Bu arada hatırlatalım, Elif Şafak yazılarıyla bu haftadan itibaren Turkuaz’da olacak.


    Amerika’da yaşam, yazma eyleminizi nasıl etkiledi? Yeni romanınızın oluşumu, oradaki yaşamınız arasındaki paralelliklerden bahseder misiniz?

    Amerika göçmen toplumu. Geçmişi zedelenmişlere hitap eden bir toplum. Dünyanın geri kalan yerlerinde ise geçmiş ve kökler belirleyici, babanızın kim olduğu, hangi aileden geldiğiniz, kuşakların sürekliliği, toplumsal ağlar, ailevi bağlar, süreklilik duygusu... Ben bunlara dahil hissetmiyorum kendimi. Benim gibi “göçebe taifesi”nden olanlar için göçmen toplumunda olmayı seçmek tesadüf değil herhalde. Fakat işin zorluğu burada iken aklınız geride bıraktıklarınızda. Ne tam buradasınız, ne tam orada. Bir eşikte yaşıyorum. Romanımda da eşikte yaşayanlar anlatılıyor.

    Önceki romanlarınızın dokusunda deyim yerindeyse temelinde İstanbul vardı. Şimdi İstanbul’dan uzakta olmak, yazar kimliğinizde bir değişiklik yarattı mı?

    İstanbul’dan ayrı kalmak daimi bir sızı benimle beraber gelen. Zedelenmiş bir aşk ile bağlıyım İstanbul’a. Ne onunla olabiliyorum ne onsuz galiba. Buraya geldikten sonra bir sene boyunca rüyalarımda hiç mekan görmedim. Daha yeni yeni İstanbul’u ve New York’u görüyorum rüyalarımda. Tanıdık yerler görmeye başlamam bir sene sürdü tastamam. Mekan duygusu uzunca bir dönem zedelendi.

    Romanınızı İngilizce olarak yazdınız. Türkçe dışında bir dilde düşünmek ve o dili roman yazacak kadar iyi kullanmak nasıl mümkün oluyor? Romanınızı Türkçe yazmanız mümkün değil miydi? Neden İngilizce yazdınız?

    Yeni kitabımı İngilizce yazmamın birincil sebebi hikayenin kafamda, zihnimde, kimyamda İngilizce şekillenmiş olması. Ne zaman ki İngilizce rüya görmeye başladım, İngilizce yazmaya başladım. Tıpkı çocukluğumda İspanya’da yaşarken İspanyolca yazdığım gibi. Ancak ve ancak dilin içinde yaşıyorsanız ve dil de sizin içinizde yaşıyorsa o dilde edebiyat yazabilirsiniz. Yoksa “hadi şimdi de İngilizce yazayım” diye yazamazsınız. Benim için İngilizce yazmaya başlamak büyük bir riskti. Bildiğim sulardan çıkıp, bilmediğim sulara girdim. Ama roman sürükledi bu yöne, ben de o riski aldım.

    Önceki romanlarınız dil ve anlatım açısından kusursuz sayılabilecek bir yapıya sahip. Türkçenin olanakları ve güzelliği pek çok açıdan romanlarınızın ana izleği içinde kendine önemli bir yer ediniyor. Yabancı bir dilde yazarak bu olanaklardan vazgeçmek zor olmadı mı?

    Pek çok romancının aksine ne anlattığım kadar neyi nasıl anlattığımı da önemsedim hep. Dil, edebiyatımın ayrılmaz bir parçası oldu. Türkçenin katmanlarını çok seviyorum. Ne var ki, Türkçe baltalanmış, zedelenmiş bir dil. Osmanlıca mirastan, Arapça Farsça kelimelerden kurtulma adına fena halde budanmış bir dil. Benim eski kelimeler ile yeni kelimeleri harmanlamam pek çok insanı şaşırttı Türkiye’de. Kullandığım Osmanlıca kelimelere hayret ettiler. Osmanlıca kelimelerden vazgeçmediğim için beni “modernite projesi”ne ihanet etmekle suçlayanlar oldu. Ben Türkiye’de cehaletin kutsanmasına anlam veremiyorum. Bilmediği kelimeleri öğreneceği yerde, cehaletini kutsayıp Türkçeyi 200 kelimeden ibaret bir dile çevirmeye kalkışabiliyor insanlar.

    İngilizcenin yapısal ve dokusal farklılığı daha farklı yazmaya itiyor. Bizde dilin romancı üzerindeki etkisi üzerinde pek durulmaz. Genel hatlarıyla Türkiye’de romancılık dili pek önemsemez. Romancılar Türkçeyi özensiz kullanır. Önemli olan ne anlattığınızdır, nasıl anlattığınız daha geri planda kalır. Benim için böyle olmadı hiçbir zaman. Dili çok önemsiyorum. Dilin yazarın üzerinde bir hakimiyeti olduğuna inanıyorum. İngilizce yazmaya başlayınca gördüm ki farklı yazıyorum. Bu tamamen iki dil arasındaki farklılıktan kaynaklanıyor. İngilizce kelime hazinesi açısından çok güçlü bir dil. Gerçi biz dildeki Arapça Farsça Osmanlıca kelimelerden arınmak, “milli dil” kurmak adına elimizde makaslar Türkçeyi acımasızca kırpmasaydık, Türkçenin de kelime hazinesi çok genişti vaktiyle.

    İngilizce yazmaya başladığımda İngilizcenin kelime hazinesi karşısında etkilenmediğimi söylesem yalan olur. Bir dilden bir dile geçerken üslûbum değişti. İçimdeki başka başka sesler açığa çıkma fırsatı buldular. Her şeyden evvel içimdeki mizah açığa çıktı. İngilizce yazarken mizahı serbest bırakabiliyorum. Türkçe yazarken ölçülü ölçülü salıyorum içimdeki engin mizah duygusunu.

    Dillerin dokusu ve mayası o kadar farklı ki her iki dili farklı biçimlerde kullanıyorum. Eğer mizah ve hiciv yapmak istiyorsam İngilizce yazmayı tercih ederim, yok eğer daha durgun ve hüzünlü ise yazımın aksi Türkçe yazmayı tercih ederim. Geçmişi yazmak için Türkçeyi, bugünü yazmak için İngilizceyi tercih ederim.

    Amerika’da olduğunuz süre içinde Türkiye’deki gazete ve dergilere sürekli olarak yazmaya devam ettiniz. Bu yazılar, kendinizden haber vermek anlamı da taşıyor mu bir parça? Üstelik, sürekli yazma temrini yapmak, yazarlık pratikliği sağlıyor mu?

    Amerika’dan Türkiye’ye yazmaya devam etmemin birkaç sebebi var. Birincisi, ben hayatı yazı aracılığıyla algılıyor, yazarak yaşıyorum. İkincisi, edebiyat ile siyasetin, siyaset ile kültürün kesişim noktalarında gezinmeyi seviyorum. Romancı sadece roman yazar. Geri kalanla ilgilenmez zannını yıkmak istiyorum. Üçüncüsü, Türkiye’dekileri Amerika’dan, Amerika’dakileri Türkiye’den haberdar etsin istiyorum yazılarım. Dördüncüsü ve en önemlisi, yazı benim bavulum. Çocukluğumdan beri bir ülkeden bir ülkeye sürüklendim durdum. Hiçbir zaman bir yere yerleşemeden. Oradan oraya giderken benimle beraber gelen tek şey, hayatımdaki yegane süreklilik yazı oldu.

    Bu romanda, kendi yaşamınızdan izdüşümler var mı?

    Kendi yaşamımdan izdüşümler var elbette. Her şeyden önce “yabancılık” duygusu üzerine bir kitap bu. Ben ruhen bir göçebeyim. Çocukluğumdan beri bir yere yerleşmeden, kök salmadan, bir ülkeden bir ülkeye yolculuk edip durdum. Yerleşik hayata ve yerleşiklere yarı gıpta yarı hayret ile bakan bir göçebeyim. Benim için yaşam bir yere yerleşmekten ziyade, sürekli bir yol hali. Daimi yolculuk. Bu roman da o yolculukta bir sonraki durak.

    Üretken bir yazar olduğunuzu düşünüyorum. Hızlı yazdığınızı ve zaman zaman çok yazdığınızı da söyleyebilirim. Yazı ile olan ilişkinizi, son romanınızı yazma serüveninizi de göz önünde bulundurarak anlatır mısınız biraz?

    Hızlı mı yazıyorum, çok mu yazıyorum tartışılır; çünkü bunlar göreli sıfatlar. Kime göre, neye göre, hangi kıstaslara göre? Nedir yazmanın hızı? Bir kitap kaç senede yazılmalıdır? Var mı bunların evrensel formülleri? Boris Vian 2–3 ayda bir roman bitirirdi. Samuel Beckett, Godot’yu Beklerken’i 3 ayda yazdı. Iris Murdoch, 30’un üzerinde kitap yayınladı. Halide Edip Adıvar, Hüseyin Rahmi Gürpınar peş peşe romanlar yayınladılar. Yüzlerce örnek verebilirim size. Yazmanın genel geçer bir reçetesi, formülü kuralı yok. Tek bildiğim, yazmak benim için soluk almak demek. Soluk alan birine “çok nefes aldın, dur biraz bekle” denir mi? Benim için yazı, yaşam ile iç içe, kenetlenmiş.

    Bir röportajınızda sezgiyle yazdığınızı söylemişsiniz, nedir sezgiyle yazmak? Yeni romanınız da sezgisel bir sürecin sonunda mı oluştu?

    Sezgiyle yazmak yanlış anlaşıldı çok insan tarafından. Çünkü biz “ifrat ve tefrit” toplumuyuz. İlla ki ya kara olacak ya ak. Sezgi ile yazmak, aklı, bilgiyi, kurguyu kullanarak yazmanın tezadı demek değil. Hiç kurgu yapmam demek değil. Tam tersine her roman için hayli araştırma ve titizlikle kurgu yaparım. Ama tüm bu parçaları bir arada tutan zamk akli bir zamk değil. Sezgisel bir zamk. Bazen nereye gideceğini bilmezsiniz yazının. O alır başını gider. Karakterler kendilerini dillendirir, hikaye kendini sürükler. Bazen yazı bir vecd halidir. Adeta yazı kendini yazdırır. Ben kâtibiyim hayal gücümün.

    18.01.2004
    SEVENGÜL SÖNMEZ/ Zaman/ Turkuaz

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Yazarın olmadığını anlatması:

    ''Ben sadece Mahrem'de değil, daha önceki romanlarımda da hep 'olmadığım şeyi' anlatmışımdır. İlk romanım Pinhan'da doğuştan çift cinsiyetli bir insanın iç arayışı anlatılıyordu. İkinci romanım Şehrin Aynaları'nda ise ağırlıklı olarak dinsel azınlıkları anlattım. İlk bakışta ben bu insanlardan biri değilim. Ama onları anlattım, çünkü kendimi onlara yakın hissettim. Bence hayatla ilişkisi pürüzsüz olamamış insanlar, hayatla ilişkisi pürüzlü olan insanları kendilerine yakın hissedebilirler. Bu ruhsal bir yakınlıktır. Ruhsal yakınlık için gidip illa da o insanın konumunda, kisvesinde olmak gerekmez. Ben buna ruhdaşlık diyorum. Ben romanlarımda ruhdaşlarımı anlatıyorum, sevdiğim, hissettiğim insanları anlatıyorum ama ilk bakışta, yani yüzeyde, bu insanlarla hiçbir ortak noktam yokmuş gibi görünebilir. Oysa yüzeyin altına bakarsanız çok ortak noktam olduğu ortaya çıkar.

    Kaldı ki benim için edebiyat, insanın 'olduğu şey'i değil, 'olmadığı şey'i anlatmasıdır. Eninde sonunda, o 'olmadığı şey'den hiç mi hiç uzak olmadığını görmek ve gösterebilmek için. Yani başka türlü olsaydı herkes sadece kendi yaşadıklarını anlatır ve edebiyat bir otobiyografi geleneğinden ibaret kalırdı. Oysa tam tersine, insanın başkasının kılığına bürünebilmesine, başkasının hayatını yaşamasına olanak verir edebiyat. Ben de romanlarımda bunu yapıyorum.''

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    'Mahrem' iel ilgili bir röportajdan iktibas edildi:

    ''Romanlarınızda mistik öğeler görüyoruz. Dilinizi ağır bulanlar da var. Yeni kelimelerle eskiyi bir potada eritiyorsunuz. Genç yaşta ağır bir dil kullanmanız paradoks değil mi?

    Dil konusunda Türkiye'de son derece katı önyargılar olduğunu düşünüyorum. Bizde şöyle bir eğilim var. Diyelim aynı anlamı karşılayan iki kelime var. Biri daha eski, biri daha yeni. Mesela, 'ihtimal' kelimesi ile 'olasılık' kelimesi. Türkiye'de insanlar bu iki kelimeye bakıp, hemen hangisini eleyelim diye düşünüyorlar ve kendilerini hangi kesime ait görüyorlarsa, ona göre, bu kelimelerden birini atıp, birini kullanıyorlar.

    Yani bir tarafta kendini tamamıyla Batıya ve Batılılaşmaya adamış bir kesim var. Bunlar geçmişini bilmiyor, bilme gereği duymuyor, araştırmıyor, önemsemiyor. Öteki tarafta da bu kesime tepki duyarak gelişen bir kesim daha var. Bunlar da geçmişi göklere çıkartıyor ve Osmanlı'nın her şeyini savunmaya kalkıyor. Bu zıt gibi görünen kesimler aslında birbirinden hiç de farklı değil. Çünkü 'batıcılar' da 'gelenekçiler' de geçmişi tek bir renge, tek bir özelliğe indirgiyor. Her iki taraf da geçmişin ne denli çok yönlü, çok sıfatlı olabileceğini görmek istemiyor. Aslında aynı şeyi yapıyorlar. İki kesim de eleştirel bir gözden yoksun. Bence bunların dışında üçüncü bir yol olmalı. İnsan içinden geldiği geleneği bilmeli ve onunla yetinmeyip, onu dönüştürmeli.

    Ben kelimelerin de tıpkı insanlar gibi bir ömürleri olduğuna inanıyorum. Ve kelimelerin ecelleriyle ölmeleri gerektiğini savunuyorum. Yani 'ihtimal' kelimesi yaşamaya devam ediyorsa, miadını doldurmamışsa, bırakalım yaşasın. Zorla kafasına vura vura bir kelimeyi ortadan kaldırmak, dilin akışkanlığını bozar. En kötüsü kuşaklar arası süreklilik kalmaz. İnsanlar birbirlerinin dilini anlamaz. Ama öte yandan 'olasılık' kelimesi de yaşıyorsa, o da yaşasın. Duruma gore bazen bu kelimelerden biri uygun düşer, bazen öbürü. Tabii, bir de şu var. Eğer bir kelime ölmüşse, artık yaşamıyorsa, onu zorla diriltmeye çalışmak da doğru değil. O yüzden inatla Osmanlıca kelime kullananların da doğru yaptığını düşünmüyorum. Bence önemli olan akışkanlık, süreklilik. Bu bir toplumun daha sağlıklı ilerleyebilmesini sağlar.

    Ben dil konusunda son derece esneğim. Benim için önemli olan hikayenin kendisi. Bence her hikaye kendi dilini getirir beraberinde. Ben Pinhan'da son derece örtük bir hikaye anlattım, dili de kapalı oldu bu yüzden. Şehrin Aynalarında kullandığım dil ise daha farklıydı çünkü hikaye öyle gerektirdi. Mahrem'de daha da ilginç çünkü aynı roman içinde farklı farklı diller kullandım. Osmanlı'da geçen hikayelerin dili ile günümüzde geçen hikayelerin dili birbirinden oldukça farklı oldu. Kısacası, bu konularda esnek ve önyargısız olmaktan yanayım. ''