(Ravda-tül-ülemâ) kitâbının Cum’a faslı bâbında nakl edilmişdir. Bize imâm-ı Nasr-ül Harbî üstâdı Amr bin Şu’aybdan, o babasından, o da dedesinden “radıyallahü teâlâ anh” haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Bir âlem vardır ki, beydâ ve melsâdır [beyâz ve düzdür]. Gümüş gibidir. Bu dünyânın yedi büyüklüğünde ve melekler ile doludur. O şeklde ki bir iğne atsan yere düşmez. Belki meleklerin üzerine düşer. Onlardan her bir melek, elinde bir alem [bayrak] vardır ki, üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılmışdır. Her bir Cum’a gecesi toplanırlar. O alemin etrâfında Allahü tebâreke ve teâlâyı tedarru’ ederler. Ümmet-i Muhammedin selâmeti üzerine düâ ederler. Sabâh oluncaya kadar derler ki, yâ Rabbî! Ümmet-i Muhammede acı! Onlara azâb etme! Çünki, sabâh olup, kıyâmetden emîn olurlar. (Yâ Rabbî! Gusl edenleri, Cum’aya hâzırlananları afv eyle, istediklerini bağışla!) diye düâ ederler. Rivâyet eden der ki, alemlerin [bayraklarının] uzunluğu kırk fersâh olur. Düâ etdiklerinde, ağlıyarak seslerini yükseltirler. Rabbil’âlemîn onlara ne istersiniz diye buyurur. Derler ki, ümmet-i Muhammedi afv etmeni isteriz. Allahü teâlâ ve tekaddes, (onları afv etdim) buyurur.)
(Ravda-tül-ulemâ) kitâbının aynı bâbında; Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kavl-i şerîfinde [Hicr sûresi 2.ci âyet-i kerîmesinde] meâlen, (Kâfirler, dünyâda hezîmet, yâhud ölüm ânında, kıyâmet azâbı vukû’unda, müslimân olmaklığı temennî ederler. Denildi ki, kâfirler Cehennemde mü’minlerin günâhkârlarını görüp, siz müslimânlar iken Cehennemdesiniz. İslâmınız size ne fâide etdi derler. Bir zemân sonra, Allahü teâlânın fadlı ve rahmeti ile o müslimânlar nârdan çıkıp, Cennete gitdiklerinde, kâfirler o vakt ne olaydı, biz de ehl-i islâmdan olaydık, derler) buyuruldu. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu ki, bu ümmetden bir tâife sırat üzerinde habs olunur. Hâlbuki, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, bütün Peygamberlerden önce Cennete dâhil olur. Ümmeti de, bütün ümmetlerden önce Cennete dâhil olur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Cennete girdikden sonra, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, sıratda kalan tâifenin nâr [Cehennem]dan tarafa gönderilmesini ve (Mâlik)e teslîmini emr eder.
Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ümmetimin içinde beni en çok sevenler, benden sonra gelen, ehlini ve malını beni görmeğe fedâ eden kimselerdir.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” onların şiddetli muhabbetlerini temennî eder. Onların birisi ki, ehlini ve malını beni görmek için ve bana vâsıl olmak için fedâ edeydi, o kimseler bu sıfatla sıfatlanmışlardır.
(Mesâbîh-i şerîf)in hasen hadîsler kısmında, Abdüllah bin Magfel “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretlerinden korkunuz! Allahü teâlâ hazretlerinden Eshâbım hakkında korkun. Onları kötü sözlerinize hedef ittihâz etmeyiniz. Her kim ki onlara buğz eyler, bana buğz etdiği için buğz eder. Her kim ki onlara ezâ eder, bana ezâ [eziyyet) eder. Her kim ki bana ezâ eder, Allahü teâlâ hazretlerine ezâ [eziyyet] eder. Her kim ki Allahü teâlâ hazretlerine ezâ ederse, ona azâb yapması yakındır.)
İbni İshâk İsbâdâti nakl etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” Arşın iki süsüdürler!) O zemân, Allahü teâlâya Cennet, lisân-ı hâl ile dedi ki, (Yâ Rabbî! Sebebi nedir ki, beni miskînlere ve dervîşlere mesken edersin.) Nidâ geldi ki, ey Cennet! Bu se’âdete râzı olmaz mısın ki, erkânını [köşelerini] Hasen ve Hüseyn ile süslerim! Cennet o müjdeye övünüp, râzıyım, râzıyım, dedi. Ne mutlu se’âdete kavuşmuş olanlara ki, arşın ve Cennetin köşelerinin zînetleri olan bunların yakınlık derecelerini düşünmelidir.
(Uyûn-ür-rızâ) kitâbında, Hüseyn bin Alîden “radıyallahü teâlâ anhümâ” nakl edilmişdir. Bir gün büyük Ceddimin hizmetinde Ubeyy bin Kâ’b “radıyallahü teâlâ anh” hâzır idi. Ben vardım. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular ki, (Merhabâ! Yâ Ebâ Abdüllah! Yâ zeynes-semâvat-i velard!). Ubeyy bin Kâ’b “radıyallahü anh” dedi ki, yâ Resûlallah! Âsûmânın ve yerin senden başka zîneti var mıdır. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdu: (Ey Ubeyy bin Kâ’b! O ma’bûd hakkı için ki, beni insanlara resûl olarak gönderdi, Hüseyn bin Alî yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyâde zînet, göklerin tabakalarıdır.)
(Şevâhid-ün nübüvve) kitâbında yazılıdır. Bir gün Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı şerîflerinde güreş tutarlardı. Resûlullah hazretleri; yâ Hasen tut Hüseyni, buyururdu. Fâtıma “radıyallahü anhâ” orada hâzır idi. Dedi, yâ Resûlallah! Hasen, kardeşinden büyükdür. Acabâ, küçük olana yardımcı olmak dahâ uygun iken, niçin Hasen tarafını tutarsınız! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yâ Fâtıma! Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm Hüseyne yardım ediyor.)
(Kenz-ül Gârâib) kitâbında yazılıdır. Bir gün bir a’râbî Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine, bir ceylân yavrusunu hediyye getirdi. Hazret-i Fahr-i kevneyn onu imâm-ı Hasene lutf etdi [hediyye buyurdu]. Hazret-i imâm-ı Hüseyn bunu işitince, Muhammed Mustafâ hazretlerinin huzûr-ı şerîflerine gelip, dedi ki, yâ dedeceğim. Ben de ceylân yavrusu isterim. Hiçbir behâne ile tesellî bulmayıp, ağlamağa başladı. Hazret-i Resûl-i ekrem düşünceli otururken gördü ki, sahrâdan bir ceylân, yavrusunu alıp, acele ile gelir. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı şerîfine geldikde, fasîh bir lisân ile; yâ Resûlallah! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri ben fakîre iki yavru ihsân etmişdi. Birini bir avcı tutup, size getirdi. Biri benim ile kaldı. Onu emzirmeğe meşgûl iken, nidâ geldi ki, ey azîz, bir yavrun Hasene vâsıl oldu. Hazret-i Hüseyn de ceylân yavrusu istiyor. Ağlamağa başladı. Durmayıp, bir yavrunu da çabuk huzûra götür. Onun sıkıntısını kalbinden gider. Yoksa bir damla göz yaşı çıkarsa arş titrer. Melekler onun üzüntüsüne tâkat getiremezler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bu haberden mesrûr olup, o ceylân yavrusunu da Hüseyne verip, hâtır-ı şerîfini tesellî etdi. Ey azîzler! Gökdeki melekler ve yeryüzündeki vahşî hayvânlar, bir damla göz yaşının o mubârek torunun gözünden damlamasını revâ görmediler. Onların gönüllerini incitenler ne cevâb verir.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretleri rivâyet etmişdir. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Hasen bin Alîyi omuzuna almışdı. Bir kişi dedi ki; Yâ oğul; ne güzel zâtın omuzundasın. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Omuzumdaki de güzeldir.) Bu menkıbenin evvelinden buraya kadar temâmı, (Mesâbîh)in hasen hadîslerinden bildirilmişdir.
Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Hasen, Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin göğüsden başa kadar olan kısmına, Hüseyn; Resûlullahın göğüsden aşağıya kadar kısmına, insanların en çok benziyenidir. Huzeyfe “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Huzeyfe der ki, vâlideme dedim ki: Bana izn ver, varayım, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleriyle akşam nemâzı kılayım. Söyliyeyim de, bana ve sana istigfâr etsin [ya’nî düâ buyursun]. Geldim. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile akşam nemâzını kıldım. Sonra yine nemâz ile meşgûl oldu. Yatsı nemâzını da kıldı. Sonra geri döndü. Ben de tâbi’ oldum. Benim sesimi [gelişimi] işitdi. (Kimdir, Huzeyfe midir) buyurdu. Evet yâ Resûlallah! dedim. Buyurdular ki: (Nedir hâcetin [isteğin]. Allahü teâlâ hazretleri seni ve anneni afv etsin.) Sonra buyurdular ki: (Şimdiye kadar hiç bir yere gelmemiş melek bu gece geldi. Rabbinden izn istemiş ki, benim üzerime selâm versin ve Bana müjde versin ki, muhakkak Fâtıma, Cennet ehli kadınların seyyidesidir. Hasen ve Hüseyn, Cennet ehli gençlerin seyyididirler.)
Buyurulmuşdur ki, avâm arasında Hasen “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin nesilleri bitmişdir diye yanlış bir inanış vardır. Böyle inanmak doğru değildir. Türpüştînin rivâyet buyurduğu hadîs-i şerîf, böyle düşünenlerin i’tikâdını tekzîb eder. Hem menâkıb-ı şerîflerini beyân etdiler. Açıklamışlardır ki, vefât etdiklerinde ondört oğulları kaldı. Birçok kızları kaldı. Mahdûmlarının ismleri, Abdüllah, Kâsım, Hüseyn-el Ebrim ve Ukayl, Hasen-el Müsennâ ve Zeyd, Abdürrahmân ve Ahmed, Ömer ve İsmâ’îl ve Fadl ve Ebû Bekr ve Talha. Bu kadar evlâddan nesîlleri kalmamak mümkün değildir.
Câbir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini arafe günü hacda gördüm. Kusvâ adlı devesi üzerinde hutbe okudu. (Ey insanlar! Size, onlara yapışıp, dalâlete düşmemeniz için, Allahü teâlânın kitâbını ve ıtrem ehl-i beytimi bırakdım) buyurduğunu işitdim. Türpüştî “rahimehullahü teâlâ” buyurmuşdur ki, ıtre için ba’zıları dediler ki, kişinin ıtresi, yakınları demekdir. Ba’zıları dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ıtresi, Abdülmuttalib oğullarıdır. Ba’zısı dedi, kişinin ıtresi, ehl-i beytidir. Yakın olsun, uzak olsun ev halkıdır. Lügat ma’nâsı i’tibâriyle de, kişinin ehl-i beyti ve kavminin yakınlarıdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ıtreyi beyân buyurdular. Ehl-i beyt ile berâber ifâde olunduğunda, ıtreden murâd-ı şerîfleri, asabeleri ve ezvâc-ı tâhirâtıdır “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.
Üsâme bin Zeyd “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beni kucağına alırdı ve Haseni “radıyallahü anh” da kucağına alırdı. Buyururdu ki: (Yâ Rabbî! Bu ikisini– sev, ben bunları seviyorum.) Yine Üsâmeden “radıyallahü anh” rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beni bir dizi üzerine oturtdu. Haseni de diğer dizi üzerine oturtdu. Sonra ikimizi bir yere getirdi ve buyurdu ki: (Yâ Rabbî, bu ikisine merhamet et! Ben bunlara merhamet ediyorum!) Ma’lûm olsun ki, bu bâbın evvelinden buraya kadar nakl olunan hadîs-i şerîfler, (Mesâbîh-i şerîf)in sahîhinden [sahîh hadîslerinden] nakl olunmuşdur. Bundan böyle, inşâallahü teâlâ haseninden nakl olunur [hasen hadîsler bildirilir].
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir gün beni mubârek sînelerine basdı. Buyurdu ki, (Yâ Rabbî! Buna hikmeti öğret!) ve bir rivâyetde (Kitâbı öğret!) buyurdu. Tayyibî “rahimehullah” buyurmuş ki, bunun ma’nâsı budur ki, hikmetden sünnet murâd olunur. Zîrâ hikmet kitâb ile söylenince, sünnet irâde olunur. [Ya’nî sünnet ma’nâsına gelir.] Hikmet, eşyânın aslını efdal ilmler ile bilmek demekdir. Buhârî şerhinde beyân olunmuş ki, kitâbdan murâd ile Kur’ân-ı azîm-üş-şânın lafzları kasd edilmekdedir. Allahü teâlâ hazretleri, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Abdüllah ibni Abbâs hakkındaki düâsını kabûl etmişdir. Yine Abdüllah ibni Abbâsdan rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halâya gitmişdi. Ben abdest suyunu hâzırladım. Buyurdular ki, bu suyu kim hâzır etdi. Cevâb verdiler ki, Abdüllah ibni Abbâs hâzırladı. Buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Onu dinde fakîh yap!)
Zeyd bin Erkam “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Mekke ile Medîne arasında bulunan Gadırhum denilen mevzi’de hutbe okudu. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine hamd ve senâ etdi. Va’z ve nasîhat etdi. Sonra buyurdu ki: (Ey insanlar! Ben insanım. Rabbimin huzûruna da’vet olundum. Benden sonra size iki şey bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız, yoldan çıkmazsınız. Birincisi ikincisinden dahâ büyükdür. Biri Allahü teâlânın kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmdir ki, gökden yere kadar uzanmış sağlam bir ipdir. İkincisi ehl-i beytimdir, ehl-i beytimdir, ehl-i beytimdir. Bunların ikisi birbirinden ayrılmaz. Bunlara uymıyan benim yolumdan ayrılır.) Bir rivâyetde, Allahü teâlânın kitâbı, Allahın ipidir. Ona tutunan hidâyete kavuşur. Onu terk eden dalâletde olur, buyuruldu. (Şerh-i sünne)de dedi ki, bunlara sekaleyn tesmiye etdi. Onun için ki bunlar ile ahz, bunlar ile amel etmek ağırdır. Ve yine böylece muhâfaza ve onlara ihtirâm ve halîfe oldukları zemân emrlerine uymak ağırdır.
Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl edilmişdir. Buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Sebir dağına vardılar. Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Alî, Talha ve Zübeyr “radıyallahü anhüm” hazretleri de berâber idiler. Sebir dağı hareket etdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Sâkin ol! Senin üzerinde, Peygamber, Sıddîk ve şehîdler var!) (Mesâbîh)de yazılıdır. Tayyibî “rahimehulah” buyurmuşlar ki, burada şehîd buyurulmasından maksad, ismi cins kasd edilmişdir ki, şehîdler demekdir. Zîrâ adı geçen hadîs-i şerîfde hazret-i Sıddîk da şühedâdandır [şehîdlerdendir]. Önce nakl olan hadîs-i şerîfden başka, buraya kadar nakl olan hadîslerin hepsi Eshâbdan nakl olunmuşdur. Bundan böyle hasen hadîsdirler.
Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni Ebû Ubeyde bin Cerrâhdır.) (Mesâbîh)de yazılıdır. (Müslim) kitâbını şerh eden buyurmuşdur ki, (Emîn, güvenilen ve kendisinden râzı olunan kimse demekdir.) Âlimler buyurmuşlardır ki, emânet, Ebû Ubeyde ile bütün Eshâb-ı güzînde “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” müşterekdir. Lâkin, hazret-i Resûlullah, Eshâbdan ba’zısını ba’zı sıfatla üstün kıldı.
– Sa’d “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: (Ehl-i islâmın fîsebîlillah evvel ok atanı benim.) Müslim şârihi “rahimehullah” beyân buyurmuşlardır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Ebû Ubeyde bin Hâris bin Abdülmuttalib “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini muhâcirînden altmış atlı bölük ile Ebû Süfyânın üzerine gönderdi. Sa’d da onlar ile berâber idi. Ebû Süfyân o vakt müşriklerin serdârı idi. İslâmda ilk harb bu idi. Önce müşriklere ok atan Sa’d hazretleri oldu. (Mesâbîh)den nakl olunmuşdur.
Zübeyr “radıyallahü teâlâ anh” der ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Benî Kureyzâ kabîlesine gidip, onlardan bana kim haber getirir.) Ben gitdim. Geri döndüğümde hazret-i Resûl-i ekrem bana ebeveynini cem’ etdi. Ya’nî (Babam anam sana fedâ olsun) buyurdular. (Mesâbîh)den nakl edilmişdir.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine varan silsileye (Sıddîkıyye) denilmişdir. Üveysîler, o tâifelerdir ki, onlar zâhirde bir pîr-i mürşid-i kâmile hizmet eylemeyip, âlem-i ma’nâda bir azîzin rûhâniyyetinden terbiye olurlar. Veyâ hazret-i Hızır aleyhisselâmdan terbiye olup, feyz alırlar. Müceddidiyyenin ma’nâsı odur ki, Allahü teâlâdan başka olan şeylerin izlerini, te’sîrlerini gönül levhasından kazıyıp, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerini gönlüne nakş etmekdir. Bu anlatılan açıklama, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin menâkıb-ı şerîfleri anlatılırken adı geçen (Güzîde) risâlesinin sâhibi, Seyyid Mahmûd-el Mulakkab bil azîz “kuddise sirruh” hazretlerinin risâle-i şerîflerinden nakl olunmuşdur ki, müceddidiyye yolunu açıklamakdadır.
Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Allahü teâlâ buyurur ki: Ey Cennet, senin dört köşeni, dört kimse ile bezerim. Biri, Peygamberlerin üstünü Muhammed “aleyhisselâm”dır. Biri, Allahdan korkanların üstünü Alîdir. Biri, Fâtıma-tüz-zehrâdır, kadınların üstünüdür. Dördüncü köşesindeki de, temizlerin üstünü Hasen ile Hüseyndir.)
Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Ben ve Ebû Bekr, bir toprakdanız. Tekrâr bir olacağız.)
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Kıyâmet günü Alî bin Ebî Tâlib, bir güzel ata bindirilir. Görenler, acabâ bu hangi Peygamberdir, der. Allahü teâlâ, bu, Alî bin Ebî Tâlibdir, buyurur.)
(O kimse ki, malından Allah için harcar, şirk ve isyândan sakınıp ve ihsân olan kelîme-i şehâdeti, yâhud infâk etdiği malın mukâbili va’d-i ilâhiyi tasdîk ede. Biz ona âsân ve râhata sebeb olucu ve Cennete girmeğe sebeb olan yolunu kolaylaşdırırız.) [Leyl sûresi 5, 6, 7.ci âyet-i kerîme meâli.] Demişlerdir ki, bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” şânı hakkında nâzil olmuşdur. Her ne eline geçse halka dağıtırdı. Bunda da Allahü teâlânın buyurduğu üzere iş yapmasından dolayı onu medh buyurdular. Demişlerdir ki, Hüsnâ, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin sevâb vermeği va’d etmesidir....
Eshâb-ı Kehfin köpeği, o civânmert olan Eshâb-ı Kehf ile dünyâda birkaç adım yürüdüğü için, mağarada onlar ile berâber oldu. Yatmakda onlar ile oldu. Kıyâmetde ve Cennetde onlar ile olur. Acâib olan odur ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”hazretleri, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, sohbetinde bulundu. Mihnetde Onun ile oldu. Da’vetde Onun ile oldu. Seferde Onun ile oldu. Hazarda Onun ile oldu. Mağarada Onun ile oldu. Yolda ve hicretde, cân ve mal vermekde Onunla oldu. Kabrde, şefâ’atde, Onunla olur. Makâm-ı Mahmûdda, Cennetde, Allahü teâlâyı görmekde, Onunla olur. Zikr olunan âyet-i kerîme ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın şânı ile alâkalı olduğunu tefsîrde gördük, işitdik ve yazdık. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hakkında nasıl kötü düşünülebilir? [Eshâb-ı Kehfin köpeği, o mertler ile birkaç adım gitmekle kıymetleniyor da; Ömrü Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanında geçenler kıymetlenmez mi?]...
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu. Bir kimse vardır ki, Cennete girdiği zemân, köşklerde, serâylarda, odalarda bulunan herkes ona merhabâ, merhabâ derler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” dedi ki, biz o kimseyi, o kasrlarda görür müyüz! Resûlullah aleyhisselâm buyurdu ki, Evet, yâ Ebâ Bekr, o mert sensin...
Esâd bin Zürâh “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini hutbe okurken gördüm. Ebû Bekre iltifât edici şeyler söyledi. Nerede Ebû Bekr, buyurdu. Cebrâîl aleyhisselâm bana şimdi haber verdi ki, Ümmetin hayrlısı, Senden sonra Ebû Bekrdir “radıyallahü teâlâ anh”....
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda, Ebû Bekr-i Sıddîk zikr olundu. Hazret-i Server-i âlem buyurdular ki, Ebû Bekrin misli gibi kimse olamaz. İnsanlar beni tekzîb ederken, ya’nî yalanlarken o beni tasdîk etdi ve bana îmân getirdi. Herkes benden kaçarken, o bana kızını tezvîc etdi. Malını bana fedâ etdi. Benimle zor kaldığımız sâatde ve gecede berâber mücâhede etdi. Âgâh olun ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kıyâmet gününde Cennet develerinden bir deveye binmiş olarak gelir. Eğeri yeşil zebercedden, yuları inciden, kendisi de sündüs ve istebrakdan yeşil iki elbise giymiş olduğu hâlde, bana anlatır, ben de ona anlatırım. Kıyâmet ehli derler ki, bunlar kimlerdir. Allahü teâlânın Resûlü Muhammed aleyhisselâm ve Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”, diyeler....
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu: (İzâcâ’e) sûresi nâzil olduğu vaktde, hazret-i Abbâs, hazret-i Alînin yanına geldi. Dedi ki, yâ Alî! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin vefâtlarını haber veren âyet gelmişdir. Bizler bilmeyiz, kendilerinden sonra kim halîfe olur, hangi kimsede karâr verir? Varalım Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna süâl edelim. Eğer bu işi bize tevdî buyurursa, Kureyşin bizim ile düşmânlığı olmaz. Eğer bizden gayriye buyurur ise, ricâ ederiz ki, o kimseye, bizim hakkımıza riâyet etmesi için vasiyyet buyursun. Abbâs “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı şerîflerine vardı. Süâl etdi; yâ Resûlallah! Sizden sonra kim halîfe olur. Cevâb buyurdular ki, yâ Abbâs! Yâ Resûlallahın amcası. Allahü teâlâ, benim halîfeliğimi Ebû Bekre vermişdir. Din üzerine kendi vahy eyledi. Benden sonra halîfe Ebû Bekr olur. Ebû Bekrin her söylediğini kabûl edin, necât ve felâh bulursunuz. Ona mutî’ olun, doğru yolu bulursunuz. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” dedi ki, Onlar Ebû Bekr hazretlerine mutî’ oldular; doğru yolu buldular. Her kim ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” hilâfetini hak bilip, bütün sahâbe-i kirâmı dost tutar, doğru yolu bulur ve emîn olur...
Sa’d bin Ebî Vakkâs “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Uhud günü buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Atdığını isâbet etdir, düâsını kabûl et!) Yine Sa’d hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Sa’d sana düâ etdiği zemân kabûl et!) Câbir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyetdir ki, Sa’d “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile karşılaşdı. Buyurdu ki, (Bu benim dayımdır!) Sa’d, benî Zühreden idi. Ömer ibni Hattâbın “radıyallahü teâlâ anh” menâkıbında da anlatıldığı üzere, altı kimsenin arasında hilâfet emrini şûrâya bırakmışlar idi. Sa’d bin Ebî Vakkâs “radıyallahü teâlâ anh” da orada zikr olunmuşdur.
(Ravda-tül-ülemâ) kitâbının Cum’a faslı bâbında nakl edilmişdir. Bize imâm-ı Nasr-ül Harbî üstâdı Amr bin Şu’aybdan, o babasından, o da dedesinden “radıyallahü teâlâ anh” haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Bir âlem vardır ki, beydâ ve melsâdır [beyâz ve düzdür]. Gümüş gibidir. Bu dünyânın yedi büyüklüğünde ve melekler ile doludur. O şeklde ki bir iğne atsan yere düşmez. Belki meleklerin üzerine düşer. Onlardan her bir melek, elinde bir alem [bayrak] vardır ki, üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılmışdır. Her bir Cum’a gecesi toplanırlar. O alemin etrâfında Allahü tebâreke ve teâlâyı tedarru’ ederler. Ümmet-i Muhammedin selâmeti üzerine düâ ederler. Sabâh oluncaya kadar derler ki, yâ Rabbî! Ümmet-i Muhammede acı! Onlara azâb etme! Çünki, sabâh olup, kıyâmetden emîn olurlar. (Yâ Rabbî! Gusl edenleri, Cum’aya hâzırlananları afv eyle, istediklerini bağışla!) diye düâ ederler. Rivâyet eden der ki, alemlerin [bayraklarının] uzunluğu kırk fersâh olur. Düâ etdiklerinde, ağlıyarak seslerini yükseltirler. Rabbil’âlemîn onlara ne istersiniz diye buyurur. Derler ki, ümmet-i Muhammedi afv etmeni isteriz. Allahü teâlâ ve tekaddes, (onları afv etdim) buyurur.)
(Ravda-tül-ulemâ) kitâbının aynı bâbında; Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kavl-i şerîfinde [Hicr sûresi 2.ci âyet-i kerîmesinde] meâlen, (Kâfirler, dünyâda hezîmet, yâhud ölüm ânında, kıyâmet azâbı vukû’unda, müslimân olmaklığı temennî ederler. Denildi ki, kâfirler Cehennemde mü’minlerin günâhkârlarını görüp, siz müslimânlar iken Cehennemdesiniz. İslâmınız size ne fâide etdi derler. Bir zemân sonra, Allahü teâlânın fadlı ve rahmeti ile o müslimânlar nârdan çıkıp, Cennete gitdiklerinde, kâfirler o vakt ne olaydı, biz de ehl-i islâmdan olaydık, derler) buyuruldu. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu ki, bu ümmetden bir tâife sırat üzerinde habs olunur. Hâlbuki, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, bütün Peygamberlerden önce Cennete dâhil olur. Ümmeti de, bütün ümmetlerden önce Cennete dâhil olur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Cennete girdikden sonra, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, sıratda kalan tâifenin nâr [Cehennem]dan tarafa gönderilmesini ve (Mâlik)e teslîmini emr eder.
Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ümmetimin içinde beni en çok sevenler, benden sonra gelen, ehlini ve malını beni görmeğe fedâ eden kimselerdir.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” onların şiddetli muhabbetlerini temennî eder. Onların birisi ki, ehlini ve malını beni görmek için ve bana vâsıl olmak için fedâ edeydi, o kimseler bu sıfatla sıfatlanmışlardır.
(Mesâbîh-i şerîf)in hasen hadîsler kısmında, Abdüllah bin Magfel “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretlerinden korkunuz! Allahü teâlâ hazretlerinden Eshâbım hakkında korkun. Onları kötü sözlerinize hedef ittihâz etmeyiniz. Her kim ki onlara buğz eyler, bana buğz etdiği için buğz eder. Her kim ki onlara ezâ eder, bana ezâ [eziyyet) eder. Her kim ki bana ezâ eder, Allahü teâlâ hazretlerine ezâ [eziyyet] eder. Her kim ki Allahü teâlâ hazretlerine ezâ ederse, ona azâb yapması yakındır.)
İbni İshâk İsbâdâti nakl etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” Arşın iki süsüdürler!) O zemân, Allahü teâlâya Cennet, lisân-ı hâl ile dedi ki, (Yâ Rabbî! Sebebi nedir ki, beni miskînlere ve dervîşlere mesken edersin.) Nidâ geldi ki, ey Cennet! Bu se’âdete râzı olmaz mısın ki, erkânını [köşelerini] Hasen ve Hüseyn ile süslerim! Cennet o müjdeye övünüp, râzıyım, râzıyım, dedi. Ne mutlu se’âdete kavuşmuş olanlara ki, arşın ve Cennetin köşelerinin zînetleri olan bunların yakınlık derecelerini düşünmelidir.
(Uyûn-ür-rızâ) kitâbında, Hüseyn bin Alîden “radıyallahü teâlâ anhümâ” nakl edilmişdir. Bir gün büyük Ceddimin hizmetinde Ubeyy bin Kâ’b “radıyallahü teâlâ anh” hâzır idi. Ben vardım. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular ki, (Merhabâ! Yâ Ebâ Abdüllah! Yâ zeynes-semâvat-i velard!). Ubeyy bin Kâ’b “radıyallahü anh” dedi ki, yâ Resûlallah! Âsûmânın ve yerin senden başka zîneti var mıdır. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdu: (Ey Ubeyy bin Kâ’b! O ma’bûd hakkı için ki, beni insanlara resûl olarak gönderdi, Hüseyn bin Alî yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyâde zînet, göklerin tabakalarıdır.)
(Şevâhid-ün nübüvve) kitâbında yazılıdır. Bir gün Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı şerîflerinde güreş tutarlardı. Resûlullah hazretleri; yâ Hasen tut Hüseyni, buyururdu. Fâtıma “radıyallahü anhâ” orada hâzır idi. Dedi, yâ Resûlallah! Hasen, kardeşinden büyükdür. Acabâ, küçük olana yardımcı olmak dahâ uygun iken, niçin Hasen tarafını tutarsınız! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yâ Fâtıma! Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm Hüseyne yardım ediyor.)
(Kenz-ül Gârâib) kitâbında yazılıdır. Bir gün bir a’râbî Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine, bir ceylân yavrusunu hediyye getirdi. Hazret-i Fahr-i kevneyn onu imâm-ı Hasene lutf etdi [hediyye buyurdu]. Hazret-i imâm-ı Hüseyn bunu işitince, Muhammed Mustafâ hazretlerinin huzûr-ı şerîflerine gelip, dedi ki, yâ dedeceğim. Ben de ceylân yavrusu isterim. Hiçbir behâne ile tesellî bulmayıp, ağlamağa başladı. Hazret-i Resûl-i ekrem düşünceli otururken gördü ki, sahrâdan bir ceylân, yavrusunu alıp, acele ile gelir. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı şerîfine geldikde, fasîh bir lisân ile; yâ Resûlallah! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri ben fakîre iki yavru ihsân etmişdi. Birini bir avcı tutup, size getirdi. Biri benim ile kaldı. Onu emzirmeğe meşgûl iken, nidâ geldi ki, ey azîz, bir yavrun Hasene vâsıl oldu. Hazret-i Hüseyn de ceylân yavrusu istiyor. Ağlamağa başladı. Durmayıp, bir yavrunu da çabuk huzûra götür. Onun sıkıntısını kalbinden gider. Yoksa bir damla göz yaşı çıkarsa arş titrer. Melekler onun üzüntüsüne tâkat getiremezler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bu haberden mesrûr olup, o ceylân yavrusunu da Hüseyne verip, hâtır-ı şerîfini tesellî etdi. Ey azîzler! Gökdeki melekler ve yeryüzündeki vahşî hayvânlar, bir damla göz yaşının o mubârek torunun gözünden damlamasını revâ görmediler. Onların gönüllerini incitenler ne cevâb verir.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretleri rivâyet etmişdir. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Hasen bin Alîyi omuzuna almışdı. Bir kişi dedi ki; Yâ oğul; ne güzel zâtın omuzundasın. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Omuzumdaki de güzeldir.) Bu menkıbenin evvelinden buraya kadar temâmı, (Mesâbîh)in hasen hadîslerinden bildirilmişdir.
Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Hasen, Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin göğüsden başa kadar olan kısmına, Hüseyn; Resûlullahın göğüsden aşağıya kadar kısmına, insanların en çok benziyenidir. Huzeyfe “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Huzeyfe der ki, vâlideme dedim ki: Bana izn ver, varayım, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleriyle akşam nemâzı kılayım. Söyliyeyim de, bana ve sana istigfâr etsin [ya’nî düâ buyursun]. Geldim. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile akşam nemâzını kıldım. Sonra yine nemâz ile meşgûl oldu. Yatsı nemâzını da kıldı. Sonra geri döndü. Ben de tâbi’ oldum. Benim sesimi [gelişimi] işitdi. (Kimdir, Huzeyfe midir) buyurdu. Evet yâ Resûlallah! dedim. Buyurdular ki: (Nedir hâcetin [isteğin]. Allahü teâlâ hazretleri seni ve anneni afv etsin.) Sonra buyurdular ki: (Şimdiye kadar hiç bir yere gelmemiş melek bu gece geldi. Rabbinden izn istemiş ki, benim üzerime selâm versin ve Bana müjde versin ki, muhakkak Fâtıma, Cennet ehli kadınların seyyidesidir. Hasen ve Hüseyn, Cennet ehli gençlerin seyyididirler.)
Buyurulmuşdur ki, avâm arasında Hasen “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin nesilleri bitmişdir diye yanlış bir inanış vardır. Böyle inanmak doğru değildir. Türpüştînin rivâyet buyurduğu hadîs-i şerîf, böyle düşünenlerin i’tikâdını tekzîb eder. Hem menâkıb-ı şerîflerini beyân etdiler. Açıklamışlardır ki, vefât etdiklerinde ondört oğulları kaldı. Birçok kızları kaldı. Mahdûmlarının ismleri, Abdüllah, Kâsım, Hüseyn-el Ebrim ve Ukayl, Hasen-el Müsennâ ve Zeyd, Abdürrahmân ve Ahmed, Ömer ve İsmâ’îl ve Fadl ve Ebû Bekr ve Talha. Bu kadar evlâddan nesîlleri kalmamak mümkün değildir.
Câbir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini arafe günü hacda gördüm. Kusvâ adlı devesi üzerinde hutbe okudu. (Ey insanlar! Size, onlara yapışıp, dalâlete düşmemeniz için, Allahü teâlânın kitâbını ve ıtrem ehl-i beytimi bırakdım) buyurduğunu işitdim. Türpüştî “rahimehullahü teâlâ” buyurmuşdur ki, ıtre için ba’zıları dediler ki, kişinin ıtresi, yakınları demekdir. Ba’zıları dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ıtresi, Abdülmuttalib oğullarıdır. Ba’zısı dedi, kişinin ıtresi, ehl-i beytidir. Yakın olsun, uzak olsun ev halkıdır. Lügat ma’nâsı i’tibâriyle de, kişinin ehl-i beyti ve kavminin yakınlarıdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ıtreyi beyân buyurdular. Ehl-i beyt ile berâber ifâde olunduğunda, ıtreden murâd-ı şerîfleri, asabeleri ve ezvâc-ı tâhirâtıdır “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.
Üsâme bin Zeyd “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beni kucağına alırdı ve Haseni “radıyallahü anh” da kucağına alırdı. Buyururdu ki: (Yâ Rabbî! Bu ikisini– sev, ben bunları seviyorum.) Yine Üsâmeden “radıyallahü anh” rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beni bir dizi üzerine oturtdu. Haseni de diğer dizi üzerine oturtdu. Sonra ikimizi bir yere getirdi ve buyurdu ki: (Yâ Rabbî, bu ikisine merhamet et! Ben bunlara merhamet ediyorum!) Ma’lûm olsun ki, bu bâbın evvelinden buraya kadar nakl olunan hadîs-i şerîfler, (Mesâbîh-i şerîf)in sahîhinden [sahîh hadîslerinden] nakl olunmuşdur. Bundan böyle, inşâallahü teâlâ haseninden nakl olunur [hasen hadîsler bildirilir].
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir gün beni mubârek sînelerine basdı. Buyurdu ki, (Yâ Rabbî! Buna hikmeti öğret!) ve bir rivâyetde (Kitâbı öğret!) buyurdu. Tayyibî “rahimehullah” buyurmuş ki, bunun ma’nâsı budur ki, hikmetden sünnet murâd olunur. Zîrâ hikmet kitâb ile söylenince, sünnet irâde olunur. [Ya’nî sünnet ma’nâsına gelir.] Hikmet, eşyânın aslını efdal ilmler ile bilmek demekdir. Buhârî şerhinde beyân olunmuş ki, kitâbdan murâd ile Kur’ân-ı azîm-üş-şânın lafzları kasd edilmekdedir. Allahü teâlâ hazretleri, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Abdüllah ibni Abbâs hakkındaki düâsını kabûl etmişdir. Yine Abdüllah ibni Abbâsdan rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halâya gitmişdi. Ben abdest suyunu hâzırladım. Buyurdular ki, bu suyu kim hâzır etdi. Cevâb verdiler ki, Abdüllah ibni Abbâs hâzırladı. Buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Onu dinde fakîh yap!)
Zeyd bin Erkam “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Mekke ile Medîne arasında bulunan Gadırhum denilen mevzi’de hutbe okudu. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine hamd ve senâ etdi. Va’z ve nasîhat etdi. Sonra buyurdu ki: (Ey insanlar! Ben insanım. Rabbimin huzûruna da’vet olundum. Benden sonra size iki şey bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız, yoldan çıkmazsınız. Birincisi ikincisinden dahâ büyükdür. Biri Allahü teâlânın kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmdir ki, gökden yere kadar uzanmış sağlam bir ipdir. İkincisi ehl-i beytimdir, ehl-i beytimdir, ehl-i beytimdir. Bunların ikisi birbirinden ayrılmaz. Bunlara uymıyan benim yolumdan ayrılır.) Bir rivâyetde, Allahü teâlânın kitâbı, Allahın ipidir. Ona tutunan hidâyete kavuşur. Onu terk eden dalâletde olur, buyuruldu. (Şerh-i sünne)de dedi ki, bunlara sekaleyn tesmiye etdi. Onun için ki bunlar ile ahz, bunlar ile amel etmek ağırdır. Ve yine böylece muhâfaza ve onlara ihtirâm ve halîfe oldukları zemân emrlerine uymak ağırdır.
Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl
edilmişdir. Buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri Sebir dağına vardılar. Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Alî, Talha ve Zübeyr “radıyallahü anhüm” hazretleri de
berâber idiler. Sebir dağı hareket etdi. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Sâkin ol! Senin üzerinde, Peygamber, Sıddîk ve şehîdler var!) (Mesâbîh)de yazılıdır. Tayyibî
“rahimehulah” buyurmuşlar ki, burada şehîd buyurulmasından
maksad, ismi cins kasd edilmişdir ki, şehîdler demekdir. Zîrâ
adı geçen hadîs-i şerîfde hazret-i Sıddîk da şühedâdandır [şehîdlerdendir]. Önce nakl olan hadîs-i şerîfden başka, buraya
kadar nakl olan hadîslerin hepsi Eshâbdan nakl olunmuşdur.
Bundan böyle hasen hadîsdirler.
Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni
Ebû Ubeyde bin Cerrâhdır.) (Mesâbîh)de yazılıdır. (Müslim)
kitâbını şerh eden buyurmuşdur ki, (Emîn, güvenilen ve kendisinden râzı olunan kimse demekdir.) Âlimler buyurmuşlardır
ki, emânet, Ebû Ubeyde ile bütün Eshâb-ı güzînde “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” müşterekdir. Lâkin, hazret-i Resûlullah, Eshâbdan ba’zısını ba’zı sıfatla üstün kıldı.
– Sa’d “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: (Ehl-i islâmın fîsebîlillah evvel ok atanı benim.) Müslim şârihi “rahimehullah” beyân buyurmuşlardır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Ebû Ubeyde bin Hâris bin Abdülmuttalib “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini muhâcirînden altmış atlı bölük
ile Ebû Süfyânın üzerine gönderdi. Sa’d da onlar ile berâber idi.
Ebû Süfyân o vakt müşriklerin serdârı idi. İslâmda ilk harb bu
idi. Önce müşriklere ok atan Sa’d hazretleri oldu. (Mesâbîh)den nakl olunmuşdur.
Zübeyr “radıyallahü teâlâ anh” der ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Benî Kureyzâ kabîlesine gidip, onlardan bana kim haber getirir.) Ben
gitdim. Geri döndüğümde hazret-i Resûl-i ekrem bana ebeveynini cem’ etdi. Ya’nî (Babam anam sana fedâ olsun) buyurdular. (Mesâbîh)den nakl edilmişdir.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine varan silsileye (Sıddîkıyye) denilmişdir. Üveysîler, o tâifelerdir
ki, onlar zâhirde bir pîr-i mürşid-i kâmile hizmet eylemeyip,
âlem-i ma’nâda bir azîzin rûhâniyyetinden terbiye olurlar. Veyâ hazret-i Hızır aleyhisselâmdan terbiye olup, feyz alırlar.
Müceddidiyyenin ma’nâsı odur ki, Allahü teâlâdan başka olan
şeylerin izlerini, te’sîrlerini gönül levhasından kazıyıp, Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretlerini gönlüne nakş etmekdir. Bu anlatılan açıklama, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin menâkıb-ı şerîfleri anlatılırken adı geçen (Güzîde) risâlesinin sâhibi, Seyyid Mahmûd-el Mulakkab bil azîz “kuddise sirruh” hazretlerinin risâle-i şerîflerinden nakl olunmuşdur
ki, müceddidiyye yolunu açıklamakdadır.
Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin
önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri buyurdu: (Allahü teâlâ buyurur ki: Ey Cennet, senin
dört köşeni, dört kimse ile bezerim. Biri, Peygamberlerin üstünü Muhammed “aleyhisselâm”dır. Biri, Allahdan korkanların
üstünü Alîdir. Biri, Fâtıma-tüz-zehrâdır, kadınların üstünüdür.
Dördüncü köşesindeki de, temizlerin üstünü Hasen ile Hüseyndir.)
Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin
önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Ben ve Ebû Bekr, bir toprakdanız.
Tekrâr bir olacağız.)
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” buyurdu ki, (Kıyâmet günü Alî bin Ebî Tâlib, bir güzel
ata bindirilir. Görenler, acabâ bu hangi Peygamberdir, der. Allahü teâlâ, bu, Alî bin Ebî Tâlibdir, buyurur.)
(O kimse ki, malından Allah için harcar, şirk ve isyândan sakınıp ve ihsân olan kelîme-i şehâdeti, yâhud infâk etdiği malın mukâbili va’d-i ilâhiyi tasdîk ede. Biz ona âsân ve râhata sebeb olucu ve Cennete girmeğe sebeb olan yolunu kolaylaşdırırız.) [Leyl sûresi 5, 6, 7.ci âyet-i kerîme meâli.] Demişlerdir ki, bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” şânı hakkında nâzil olmuşdur. Her ne eline geçse halka dağıtırdı. Bunda da Allahü teâlânın buyurduğu üzere iş yapmasından dolayı onu medh buyurdular. Demişlerdir ki, Hüsnâ, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin sevâb vermeği va’d etmesidir....
Eshâb-ı Kehfin köpeği, o civânmert olan Eshâb-ı Kehf ile dünyâda birkaç adım yürüdüğü için, mağarada onlar ile berâber oldu. Yatmakda onlar ile oldu. Kıyâmetde ve Cennetde onlar ile olur. Acâib olan odur ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”hazretleri, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, sohbetinde bulundu. Mihnetde Onun ile oldu. Da’vetde Onun ile oldu. Seferde Onun ile oldu. Hazarda Onun ile oldu. Mağarada Onun ile oldu. Yolda ve hicretde, cân ve mal vermekde Onunla oldu. Kabrde, şefâ’atde, Onunla olur. Makâm-ı Mahmûdda, Cennetde, Allahü teâlâyı görmekde, Onunla olur. Zikr olunan âyet-i kerîme ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın şânı ile alâkalı olduğunu tefsîrde gördük, işitdik ve yazdık. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hakkında nasıl kötü düşünülebilir? [Eshâb-ı Kehfin köpeği, o mertler ile birkaç adım gitmekle kıymetleniyor da; Ömrü Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanında geçenler kıymetlenmez mi?]...
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu. Bir kimse vardır ki, Cennete girdiği zemân, köşklerde, serâylarda, odalarda bulunan herkes ona merhabâ, merhabâ derler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” dedi ki, biz o kimseyi, o kasrlarda görür müyüz! Resûlullah aleyhisselâm buyurdu ki, Evet, yâ Ebâ Bekr, o mert sensin...
Esâd bin Zürâh “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini hutbe okurken gördüm. Ebû Bekre iltifât edici şeyler söyledi. Nerede Ebû Bekr, buyurdu. Cebrâîl aleyhisselâm bana şimdi haber verdi ki, Ümmetin hayrlısı, Senden sonra Ebû Bekrdir “radıyallahü teâlâ anh”....
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda, Ebû Bekr-i Sıddîk zikr olundu. Hazret-i Server-i âlem buyurdular ki, Ebû Bekrin misli gibi kimse olamaz. İnsanlar beni tekzîb ederken, ya’nî yalanlarken o beni tasdîk etdi ve bana îmân getirdi. Herkes benden kaçarken, o bana kızını tezvîc etdi. Malını bana fedâ etdi. Benimle zor kaldığımız sâatde ve gecede berâber mücâhede etdi. Âgâh olun ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kıyâmet gününde Cennet develerinden bir deveye binmiş olarak gelir. Eğeri yeşil zebercedden, yuları inciden, kendisi de sündüs ve istebrakdan yeşil iki elbise giymiş olduğu hâlde, bana anlatır, ben de ona anlatırım. Kıyâmet ehli derler ki, bunlar kimlerdir. Allahü teâlânın Resûlü Muhammed aleyhisselâm ve Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”, diyeler....
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu: (İzâcâ’e) sûresi nâzil olduğu vaktde, hazret-i Abbâs, hazret-i Alînin yanına geldi. Dedi ki, yâ Alî! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin vefâtlarını haber veren âyet gelmişdir. Bizler bilmeyiz, kendilerinden sonra kim halîfe olur, hangi kimsede karâr verir? Varalım Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna süâl edelim. Eğer bu işi bize tevdî buyurursa, Kureyşin bizim ile düşmânlığı olmaz. Eğer bizden gayriye buyurur ise, ricâ ederiz ki, o kimseye, bizim hakkımıza riâyet etmesi için vasiyyet buyursun. Abbâs “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı şerîflerine vardı. Süâl etdi; yâ Resûlallah! Sizden sonra kim halîfe olur. Cevâb buyurdular ki, yâ Abbâs! Yâ Resûlallahın amcası. Allahü teâlâ, benim halîfeliğimi Ebû Bekre vermişdir. Din üzerine kendi vahy eyledi. Benden sonra halîfe Ebû Bekr olur. Ebû Bekrin her söylediğini kabûl edin, necât ve felâh bulursunuz. Ona mutî’ olun, doğru yolu bulursunuz. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” dedi ki, Onlar Ebû Bekr hazretlerine mutî’ oldular; doğru yolu buldular. Her kim ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” hilâfetini hak bilip, bütün sahâbe-i kirâmı dost tutar, doğru yolu bulur ve emîn olur...
Sa’d bin Ebî Vakkâs “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Uhud günü buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Atdığını isâbet etdir, düâsını kabûl et!) Yine Sa’d hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Sa’d sana düâ etdiği zemân kabûl et!) Câbir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyetdir ki, Sa’d “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile karşılaşdı. Buyurdu ki, (Bu benim dayımdır!) Sa’d, benî Zühreden idi. Ömer ibni Hattâbın “radıyallahü teâlâ anh” menâkıbında da anlatıldığı üzere, altı kimsenin arasında hilâfet emrini şûrâya bırakmışlar idi. Sa’d bin Ebî Vakkâs “radıyallahü teâlâ anh” da orada zikr olunmuşdur.