Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda, Ebû Bekr-i Sıddîk zikr olundu. Hazret-i Server-i âlem buyurdular ki, Ebû Bekrin misli gibi kimse olamaz. İnsanlar beni tekzîb ederken, ya’nî yalanlarken o beni tasdîk etdi ve bana îmân getirdi. Herkes benden kaçarken, o bana kızını tezvîc etdi. Malını bana fedâ etdi. Benimle zor kaldığımız sâatde ve gecede berâber mücâhede etdi. Âgâh olun ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kıyâmet gününde Cennet develerinden bir deveye binmiş olarak gelir. Eğeri yeşil zebercedden, yuları inciden, kendisi de sündüs ve istebrakdan yeşil iki elbise giymiş olduğu hâlde, bana anlatır, ben de ona anlatırım. Kıyâmet ehli derler ki, bunlar kimlerdir. Allahü teâlânın Resûlü Muhammed aleyhisselâm ve Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”, diyeler.
Esâd bin Zürâh “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini hutbe okurken gördüm. Ebû Bekre iltifât edici şeyler söyledi. Nerede Ebû Bekr, buyurdu. Cebrâîl aleyhisselâm bana şimdi haber verdi ki, Ümmetin hayrlısı, Senden sonra Ebû Bekrdir “radıyallahü teâlâ anh”.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu. Bir kimse vardır ki, Cennete girdiği zemân, köşklerde, serâylarda, odalarda bulunan herkes ona merhabâ, merhabâ derler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” dedi ki, biz o kimseyi, o kasrlarda görür müyüz! Resûlullah aleyhisselâm buyurdu ki, Evet, yâ Ebâ Bekr, o mert sensin.
Eshâb-ı Kehfin köpeği, o civânmert olan Eshâb-ı Kehf ile dünyâda birkaç adım yürüdüğü için, mağarada onlar ile berâber oldu. Yatmakda onlar ile oldu. Kıyâmetde ve Cennetde onlar ile olur. Acâib olan odur ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”hazretleri, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, sohbetinde bulundu. Mihnetde Onun ile oldu. Da’vetde Onun ile oldu. Seferde Onun ile oldu. Hazarda Onun ile oldu. Mağarada Onun ile oldu. Yolda ve hicretde, cân ve mal vermekde Onunla oldu. Kabrde, şefâ’atde, Onunla olur. Makâm-ı Mahmûdda, Cennetde, Allahü teâlâyı görmekde, Onunla olur. Zikr olunan âyet-i kerîme ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın şânı ile alâkalı olduğunu tefsîrde gördük, işitdik ve yazdık. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hakkında nasıl kötü düşünülebilir? [Eshâb-ı Kehfin köpeği, o mertler ile birkaç adım gitmekle kıymetleniyor da; Ömrü Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanında geçenler kıymetlenmez mi?]
(O kimse ki, malından Allah için harcar, şirk ve isyândan sakınıp ve ihsân olan kelîme-i şehâdeti, yâhud infâk etdiği malın mukâbili va’d-i ilâhiyi tasdîk ede. Biz ona âsân ve râhata sebeb olucu ve Cennete girmeğe sebeb olan yolunu kolaylaşdırırız.) [Leyl sûresi 5, 6, 7.ci âyet-i kerîme meâli.] Demişlerdir ki, bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” şânı hakkında nâzil olmuşdur. Her ne eline geçse halka dağıtırdı. Bunda da Allahü teâlânın buyurduğu üzere iş yapmasından dolayı onu medh buyurdular. Demişlerdir ki, Hüsnâ, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin sevâb vermeği va’d etmesidir.
(Doğruyu (Kur’ânı) getiren (Peygamber aleyhisselâm) ve onu tasdîk eden (mü’minler) ise, işte bunlar takvâ sâhibi kimselerdir.) [Zümer sûresi, 33. âyet-i kerîmesi meâli.] Alî bin Ebî Tâlib hazretleri buyurdu ki, Sıdk ile gelen kimse hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm ve onu tasdîk eden, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, Allah lafzının (h)sini ötüre ile, ulemâ kelimesinin hemzesini üstün ile okudu. Allahü teâlâ hazretlerinin haşyeti, burada ilm ma’nâsına olur. Ma’nâsı böyle olur ki, ilm ehlinin hâtırını ancak Allahü teâlâ bilir. Bu âyet-i kerîmenin nüzûlü o oldu ki, Ebû Bekr hazretlerinde bir korku hâsıl olmuş idi. Mubârek yüzünde belirtisi anlaşılırdı. Hazret-i Server-i kâinât, hazret-i Ebû Bekr ile bu konuda konuşurdu. Allahü teâlâ hazretleri bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu.
(... Allahü teâlâdan ancak âlim kulları korkar. Şübhesiz ki, Allahü teâlâ azîzdir ve gafûrdur.) [Fâtır sûresi yirmisekizinci âyet-i kerîmesinin meâli.] İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, Allah lafzının (h)sini ötüre ile, ulemâ kelimesinin hemzesini üstün ile okudu. Allahü teâlâ hazretlerinin haşyeti, burada ilm ma’nâsına olur. Ma’nâsı böyle olur ki, ilm ehlinin hâtırını ancak Allahü teâlâ bilir. Bu âyet-i kerîmenin nüzûlü o oldu ki, Ebû Bekr hazretlerinde bir korku hâsıl olmuş idi. Mubârek yüzünde belirtisi anlaşılırdı. Hazret-i Server-i kâinât, hazret-i Ebû Bekr ile bu konuda konuşurdu. Allahü teâlâ hazretleri bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu.
(Ey îmân edenler! Allahü teâlâya ve Resûlüne ve Sizden olan emîrlere itâ’at ediniz!) [Nisâ sûresi ellidokuzuncu âyet-i kerîmesinin meâli.] İkrime “radıyallahü anh” hazretleri der ki, Ülül-emrden murâd, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül-Fârûk hazretleridir. Ondan dolayıdır ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu; (Benden sonra, Ebû Bekr ve Ömere tâbi’ olunuz. Onlar benim yanımda, vücûdda baş gibidir.)
(Emr ve yasaklarda Allahü teâlâya ve Resûline itâ’at edenler, Allahü teâlânın kendilerine ni’met verdiği Peygamberler, Sıddîkler, şehîdler ve sâlihlerle berâberdir. Onlar ne güzel arkadaşdır. Bu üstünlük Allahü teâlâ tarafından verilir. Allahü teâlâ üstün kullarına mükafât verilmesini bilir.) [Nisâ sûresi 69 ve 70.ci âyet-i kerîmelerin meâli.] Bu âyet-i kerîmelerde delîl vardır ki, hazret-i Habîbullah ile hazret-i Ebû Bekrin arasında vâsıta yokdur. Bütün müslimânlar Ebû Bekr hazretlerine Sıddîk derler. Bir şehâdetde, yarısı ile âdil, yarısı ile zâlim olmak lâyık olmaz. Vâcib odur ki, Resûlullah hazretlerinin derecesi ile hazret-i Ebû Bekrin derecesi arasında başka bir derece yokdur. Râfizîlerin söyledikleri yanlışdır. Hem bu âyet-i kerîmelerde delîl vardır ki, Allahü teâlâ hazretlerinin ni’meti bu tâife üzerine kendi fadlındandır. Yoksa onlar bu ni’mete, ibâdetleri ile kavuşmuş değillerdir. Kaderiyye fırkasının kavlinin aksine, Allahü teâlâ (Bu Allahü teâlânın fadlındandır) buyurduğunu görmez misiniz. Bu âyet-i kerîmelerde açıklandı ki, Râfizîlerin bâtıllığı imâmet bâbında, Kaderiyyenin bâtıllığı inâyet bâbındadır.
(Ey îmân edenler! Sizden kim dîninden dönerse, Allahü teâlâ, başka bir kavm getirir. Allahü teâlâ onları sever. Onlar da Allahü teâlâyı severler. Mü’minlere tevâzû’ ederler. Kâfirlere karşı şiddetlidirler. Allah yolunda cihâd ederler. Ayblanmakdan çekinmezler. Bu Allahü teâlânın bir ihsânıdır. Dilediği kullarına verir. Allahü teâlânın fadlı çok genişdir, bu fadla lâyık olanları bilir.) [Mâide sûresi ellidördüncü âyet-i kerîmesinin meâli.] Bu âyet-i kerîme de Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” şânı hakkındadır.
İmâm-ı Begavî, (Meâlimüttenzîl) adlı tefsîrinde, Lokmân sûresinde, meâl-i şerîfi (Tevhîd ve tâ’atim yoluna gidenlere tâbi’ ol ki, onlar Peygamber aleyhisselâm ve Eshâbıdır) olan, onbeşinci âyet-i kerîmenin tefsîrinde, Atâdan nakl buyurmuşlardır ve o ibni Abbâs hazretlerinden nakl etmişdir. Buyurdular ki, âyet-i kerîmedeki kimseden murâd Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü anh”. Bunun açıklaması odur ki, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” islâma geldiği vakt, hazret-i Osmân, Talha ve Zübeyr ve Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” yanına geldiler. Dediler ki, Sen bu şeklde tasdîk edip, îmân getirdin mi. Evet. O doğru sözlüdür. Siz de îmân getirin, dedi. Sonra hepsini alıp, hazret-i Habîb-i ekremin huzûr-u şerîflerine götürdü. Müslimân oldular. Bunların müslimân olmaları hazret-i Ebû Bekrin irşâdı ile oldu. Allahü teâlâ onun medhinde buyurdu: (Bana dönen kimsenin yoluna tâbi’ ol.) Ya’nî Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” yoluna tâbi’ ol, demekdir.
Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” son hastalığında, kendisinin evlâdını, hazret-i Âişe-i Sıddîkaya ısmarladı. İki oğlan iki kız vasıyyet eyledi. Hazret-i Âişe “radıyallahü teâlâ anhâ” der ki, hâlbuki, bir kız kardeşim var idi. Diğer kız kardeşim hangisidir, dedim. Hanımım hâmiledir. Öyle zân ederim ki, doğurduğu kız olsa gerekdir. Sonra, doğum oldu. Kız evlâdı oldu.
Hazret-i Âişe-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” der ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk dünyâdan âhırete göç etdiler. Eshâb-ı kirâm hazretlerinin hepsi bu serveri nereye defn edelim, diye tereddüd etdiler. Hazret-i Âişe buyurdu ki, bu tereddüdün aşırı ızdırâbından uyumuşum. Kulağıma bir ses geldi. (Dostu dosta kavuşdurun!) diyordu. Uykudan uyanıp, bu hâdiseyi Eshâb-ı kirâma anlatdım. Onlar da biz de bu sesi işitdik; dediler. Mescid içinde nemâz kılanlar bile işitdik dediler. Bundan sonra, müşâvereye ihtiyâc kalmayıp, şübheleri gitdi. Sonra götürüp, Habîb-i Ekrem hazretlerinin yanına defn etdiler. (Şevâhid-ün-nübüvve)den terceme olunmuşdur.
Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” menâkıbı bâbında, sahîh hadîs-i şerîflerde, hazret-i Âişeden “radıyallahü teâlâ anhâ” rivâyet olunmuşdur. Hazret-i Fahr-i kâinât “sallallahü aleyhi ve sellem”, son hastalığında bana hitâben buyurdular ki, yâ Âişe, benim yanıma, baban Ebû Bekri ve kardeşin Abdürrahmânı da’vet eyle. Tâ ki, ben bir vasıyyet yazdırayım. Zîrâ, benden sonra, bir kimse çıkıp, söylemeye ki, ben halîfe olayım. Hâlbuki, Hak Sübhânehü ve teâlâ ve mü’minler, Ebû Bekrden gayrisinin hilâfetini istemezler.
Ebû Bekr Havrânîden rivâyet olunur. Bir gece Server-i âlem Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini rü’yâmda gördüm. Dedim ki, yâ Resûlallah! Evliyânın yoluna yapışmak istiyorum. Elhamdülillah! Size yetişdim. Size bî’at edeyim. Bana tevbe etdirin. [Yol gösterin, mürşidim olun!] dedim. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular ki, Ben senin Peygamberinim! Ebû Bekr-i Sıddîk senin gerçek mürşidindir. Var, Ebû Bekri mürşid edin, ona bî’at eyle. Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri de orada hâzırlar imiş. Fahr-i âlem hazretleri, Ebû Bekr hazretlerine işâret etdiler ki, yâ Ebâ Bekr, buna büyüklerin yolunu göster. Doğru yola irşâd eyle. Ben de Habîb-i ekremin işâretiyle, hazret-i Ebû Bekrin önüne vardım. Meşâyih âdeti üzerine, bana tevbe verip, düâ eyledi. Başıma külah ve arkama bir hırka giydirdi. Belime bir kuşak bağladı. Gövdemde çıbanlar ve sivilceler vardı. Mubârek eli ile arkamı sığadı. Düâ eyledi. Gövdemden sivilceler ve çıbanlar temâmen gitdi. Hazret-i Ebû Bekrin düâsı ve kerâmeti bereketi ile uykudan uyandım. Gördüm, bedenim sıhhat bulmuş. O hırka ve kuşağı ve külahı önümde buldum. Bildim ve i’tikâd eyledim ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretleri gerçek evliyâdır ve doğru mürşiddir.
Muhyissünne imâm-ı Begavî “rahimehullahü teâlâ” (Mesâbîh-i şerîf)inde nakl etmişdir. Hazret-i Ebû Hüreyrenin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Bize her ni’meti veren ve iyilik eden kimseye karşılığını verdik. Ebû Bekrin iyilik ve ikrâmının karşılığını veremedik. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretleri kıyâmetde ona karşılığını verir. Ebû Bekrin malının fâide verdiği gibi, bir kimsenin malı bana fâide vermedi. Eğer ben halîl [dost] ittihâz edici olsa idim [edinse idim], Ebû Bekri dost edinirdim. Lâkin bilmiş olun, sizin sâhibiniz, Allahü teâlâ hazretlerinin dostudur.) Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, Ebû Bekr bizim seyyidimiz, hayrlımızdır ki, Habîb-i Ekrem hazretlerine cümlemizden sevgilidir.
Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden, o hadîs-i şerîfin akabinde rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Bugün sizin içinizde oruclu olan var mıdır?) Hazret-i Ebû Bekr cevâb verdiler ki, Ben orucluyum. Server-i âlem yine buyurdular ki, (Sizden bugün kim cenâze hizmetinde bulundu.) Hazret-i Ebû Bekr cevâb verdiler ki, Ben bulundum. Mefhar-ı mevcûdât yine süâl buyurdular ki, (Sizden bugün, bir fakîre kim yiyecek verdi.) Hazret-i Ebû Bekr, cevâb verdiler ki, Ben verdim. Yine Seyyid-i veled-i âdem süâl etdiler ki, (Sizden bugün, kim hasta ziyâretine gitdi.) Hazret-i Ebû Bekr cevâb verip, Ben gitdim, dedi. Bunun üzerine Resûl-i rabbil âlemin, buyurdular ki, (Bu hasletler bir kimsede bir arada olunca, o kimse Cennete girer.) Müslim şerhinde açıklanmışdır ki, Cennete girmekden murâd, hesâbsız ve kötü ameller üzerine olan cezâları görmeden Cennete dâhil olmakdır. Aslında sâdece îmân, Allahü teâlânın merhameti ile Cennete girmeğe sebebdir.
Hazret-i Ebû Bekr ile Ebüdderdâ “radıyallahü teâlâ anhümâ”, ikisi berâber giderken, bir dar yola geldiler. Ebüdderdâ önde, Ebû Bekr arkada, o darlıkda yürürken, o sırada, Sultân-ı Enbiyâ “sallallahü aleyhi ve sellem” karşıdan, parlak bir ay gibi, göründü. Hazret-i Ebüdderdâ, hazret-i Ebû Bekrin önüne geçmiş görünce hazret-i Fahr-i kâinât huzûrsuz olup, Ebüdderdâya hitâb eylediler ki, yâ Ebüdderdâ! Niçin Ebû Bekrin önünce yürürsün. Bilmez misin ki, Ebû Bekr senden evveldir. Senden büyük olan kimsenin önünde gitmek edebi terk değil midir. Hazret-i Ebüdderdâ hatâsını anlayıp, tevbe ve istigfâr eyledi. Şimdi ey mü’minler! Hazret-i Ebüdderdâ gibi bir zât, bir ân hazret-i Ebû Bekrin önüne geçince, hazret-i Resûl-i ekrem huzûrsuz oldu. Fikr edin, ya’nî düşünün. Ayrı i’tikâd üzere olanlardan Allahü teâlâ korusun!
(İrşâd-üs-sıddîk) kitâbının sâhibi zikr etmişdir. Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ebû Bekrin îmânı diğer mü’minlerin îmânı ile ölçülse, Ebû Bekrin îmânı ağır gelir.) Bir rivâyetde buyurmuşdur ki, (Rü’yâmda gördüm ki, kıyâmet kopmuş. Mahşerde terâzî kurulmuş. Bütün mü’minlerin îmânı tartıldı. Ebû Bekrin îmânı cümle ümmetin îmânından ağır geldi.)
Hazret-i Fahr-i Enbiyâ Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurur ki, Allahü teâlâ, yerleri ve gökleri, ve arş-ı azîm ile kürsîyi ve levh ve kalemi ve Cennet ve Cehennemi ve insanları ve cinnîleri halk etmezden evvel, benim rûhum ile Ebû Bekrin rûhunu güvercin sûretinde halk edip, aşk meydânında uçun diye emr eyledi. İleri uçup gideniniz Muhammed olsun, geride kalanınız Ebû Bekr olsun, buyurdu. Böylece ikimiz uçduk. Ben Ebû Bekrden, şehâdet parmak ile yanında olan orta parmak arasındaki fark kadar ileri geçdim. Hazret-i Ebû Bekr, bu izzet ve bu şerefi, hep Habîbullah hurmetine bulmuşdur. Zîrâ hâlis ve muhlis dostu ve yâr-i gârı idi. [Mağara arkadaşı idi.]
Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurmuşlardır ki, mi’râc gecesi, kardeşim Cebrâîle süâl etdim ki, kıyâmet gününde, ümmetimin cümlesine süâl olunur mu. Cevâb verdi ki, yâ Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem! Ümmetinin cümlesine hesâb vardır. Lâkin, Ebû Bekre yokdur. Ona kıyâmet gününde yürü sen hesâbsız Cennete var; denilir. O ise, dünyâda beni sevenler, benimle berâber Cennete girmeyince, ben Cennete girmem, der.
Rivâyet olunur ki, hazret-i Resûl-i ekremin amcası Ebû Tâlib hakkında bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Şübhesiz ki sen istediğin kimseyi hidâyete kavuşduramazsın. Ve lâkin, Allahü teâlâ dilediğini hidâyete kavuşdurur.) Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” o mahalde hâzır idi. Cebrâîlden o da işitip, o bir zemân, kendinden geçdi. Sâlibî şöyle demişdir: Hazret-i Cebrâîlden vahyi, Ebû Bekr-i Sıddîkdan “radıyallahü anh” gayri kimse işitmemişdir.
Ehl-i sünnet vel-cemâ’at müttefiklerdir ki, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” eshâbının en üstünü Ebû Bekr “radıyallahü anh”, ondan sonra hazret-i Ömerdir “radıyallahü anh”. Ammâ, hazret-i Osmân ile hazret-i Alînin efdaliyyetlerinde ihtilâf etmişlerdir. Ehl-i sünnet vel-cemâ’atden bir tâife, hazret-i Alînin üstün olduğunu söylediler. (Buhârî) “rahmetullahi aleyh” nakl edip, Abdüllah bin Ömerden “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder ki, hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zemân-ı şerîflerinde eshâb birbirinden tercîh olunurlardı. Evvelâ Ebû Bekri, sonra Ömeri, ondan sonra Osmânı, sonra Alîyi üstün tutarlardı “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. İbni Münzir rivâyet eder ki, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, (Bu ümmetin Nebîsinden sonra hayrlısı, Ebû Bekr, sonra Ömer, ondan sonra Osmândır.)
Rivâyet edilir ki, hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” annesi Ümmül hayr hâtunun doğan her oğlu, vefât ederdi. Ebû Bekr hazretlerini doğurdu. Kucağına alıp, Beyt-i şerîfe getirdi. Orada dedi ki, “Ey, Beyt-i harâmın Rabbi! Ey makâmı Mültezemin sâhibi. Senden ricâ ederim ki, yeni doğmuş bu çocuğu bana bağışlayasın. Ma’mûr edesin. Birdenbire makâmdan [Beyt-i şerîfden] bir beyâz el çıkıp, Ebû Bekrin eline yapışdı. Bir ses işitildi ki, (Ey Allahın kulu olan kadın. Kucağındaki çocuk kurtulacak. Allahü teâlânın Resûlünün dostu olacak. Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” sonra halîfesi olacakdır) diyordu. Ümmül hayr, bunu işitip, şükr secdesi yapdı.
Sıddîk kelimesi, lügatda üç ma’nâya gelir. Birinci ma’nâsı, gâyet doğru söyleyici demekdir. Bu ma’nâ, (Tâcül-islâm)da açıklanmışdır. Sûre-i Yûsüfde Sıddîk lafzı, bu ma’nâ ile tefsîr edilmişdir. İkinci ma’nâsı, kendi kavlini ameli ile [ya’nî yapdığı işi, sözü ile] doğrulamak demekdir. Üçüncü ma’nâsı, dâimî tasdîk demekdir. Bu iki ma’nâ (Sahîh-i Cevherîye) kitâbında açıklanmışdır. Emîr-ül-mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine Sıddîk söylenmesinde,birinci ma’nâ düşünülse, o cihetle adlandırılır ki, gâyet doğru söyliyen idi. Demişlerdir ki, hazret-i emîr-ül-mü’minîn Alî “kerremallahü vecheh” hadîs rivâyetini kimseden yemîn etmeksizin kabûl etmezdi. Ancak hazret-i Ebû Bekrden “radıyallahü teâlâ anh” kabûl ederdi. Eğer ikinci ma’nâ ile düşünülse, yine o cihetle adlandırılır ki, açıkdır. Eğer üçüncü ma’nâ düşünülse, o şeklde adlandırılır ki, O sultânı tasdîki devâmlı olup, yok olması, şübheye düşme ihtimâli yok idi.
Hadîs-i şerîfde Eshâb, benzetildi yıldızlara. Herhangi birine uyan, erer ışıklı yollara. Eshâbı, çok sevişirdi, birbirini överdi. Sonra gelen müslimânlar, hepsi böyle söylerdi. Kur’ânı ve hadîsleri, Onlar bildirdi bizlere.
Resûlü gören mü’mine, (Sahâbî) adı verildi. Hepsini bildirmek için, (Eshâb-ı kirâm) denildi. Peygamberi seven her kalb, nûrla dolardı bir ânda, Ona sahâbî olanlar, medh olundular Kur’ânda. Hepsi Resûlullah için, mâlını, cânını verdi. Sulhda ilm yayarlardı, harbde ise kükrerdi.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda, Ebû Bekr-i Sıddîk zikr olundu. Hazret-i Server-i âlem buyurdular ki, Ebû Bekrin misli gibi kimse olamaz. İnsanlar beni tekzîb ederken, ya’nî yalanlarken o beni tasdîk etdi ve bana îmân getirdi. Herkes benden kaçarken, o bana kızını tezvîc etdi. Malını bana fedâ etdi. Benimle zor kaldığımız sâatde ve gecede berâber mücâhede etdi. Âgâh olun ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kıyâmet gününde Cennet develerinden bir deveye binmiş olarak gelir. Eğeri yeşil zebercedden, yuları inciden, kendisi de sündüs ve istebrakdan yeşil iki elbise giymiş olduğu hâlde, bana anlatır, ben de ona anlatırım. Kıyâmet ehli derler ki, bunlar kimlerdir. Allahü teâlânın Resûlü Muhammed aleyhisselâm ve Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”, diyeler.
Esâd bin Zürâh “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini hutbe okurken gördüm. Ebû Bekre iltifât edici şeyler söyledi. Nerede Ebû Bekr, buyurdu. Cebrâîl aleyhisselâm bana şimdi haber verdi ki, Ümmetin hayrlısı, Senden sonra Ebû Bekrdir “radıyallahü teâlâ anh”.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu. Bir kimse vardır ki, Cennete girdiği zemân, köşklerde, serâylarda, odalarda bulunan herkes ona merhabâ, merhabâ derler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” dedi ki, biz o kimseyi, o kasrlarda görür müyüz! Resûlullah aleyhisselâm buyurdu ki, Evet, yâ Ebâ Bekr, o mert sensin.
Eshâb-ı Kehfin köpeği, o civânmert olan Eshâb-ı Kehf ile dünyâda birkaç adım yürüdüğü için, mağarada onlar ile berâber oldu. Yatmakda onlar ile oldu. Kıyâmetde ve Cennetde onlar ile olur. Acâib olan odur ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”hazretleri, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, sohbetinde bulundu. Mihnetde Onun ile oldu. Da’vetde Onun ile oldu. Seferde Onun ile oldu. Hazarda Onun ile oldu. Mağarada Onun ile oldu. Yolda ve hicretde, cân ve mal vermekde Onunla oldu. Kabrde, şefâ’atde, Onunla olur. Makâm-ı Mahmûdda, Cennetde, Allahü teâlâyı görmekde, Onunla olur. Zikr olunan âyet-i kerîme ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın şânı ile alâkalı olduğunu tefsîrde gördük, işitdik ve yazdık. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hakkında nasıl kötü düşünülebilir? [Eshâb-ı Kehfin köpeği, o mertler ile birkaç adım gitmekle kıymetleniyor da; Ömrü Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanında geçenler kıymetlenmez mi?]
(O kimse ki, malından Allah için harcar, şirk ve isyândan sakınıp ve ihsân olan kelîme-i şehâdeti, yâhud infâk etdiği malın mukâbili va’d-i ilâhiyi tasdîk ede. Biz ona âsân ve râhata sebeb olucu ve Cennete girmeğe sebeb olan yolunu kolaylaşdırırız.) [Leyl sûresi 5, 6, 7.ci âyet-i kerîme meâli.] Demişlerdir ki, bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” şânı hakkında nâzil olmuşdur. Her ne eline geçse halka dağıtırdı. Bunda da Allahü teâlânın buyurduğu üzere iş yapmasından dolayı onu medh buyurdular. Demişlerdir ki, Hüsnâ, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin sevâb vermeği va’d etmesidir.
(Doğruyu (Kur’ânı) getiren (Peygamber aleyhisselâm) ve onu tasdîk eden (mü’minler) ise, işte bunlar takvâ sâhibi kimselerdir.) [Zümer sûresi, 33. âyet-i kerîmesi meâli.] Alî bin Ebî Tâlib hazretleri buyurdu ki, Sıdk ile gelen kimse hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm ve onu tasdîk eden, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, Allah lafzının (h)sini ötüre ile, ulemâ kelimesinin hemzesini üstün ile okudu. Allahü teâlâ hazretlerinin haşyeti, burada ilm ma’nâsına olur. Ma’nâsı böyle olur ki, ilm ehlinin hâtırını ancak Allahü teâlâ bilir. Bu âyet-i kerîmenin nüzûlü o oldu ki, Ebû Bekr hazretlerinde bir korku hâsıl olmuş idi. Mubârek yüzünde belirtisi anlaşılırdı. Hazret-i Server-i kâinât, hazret-i Ebû Bekr ile bu konuda konuşurdu. Allahü teâlâ hazretleri bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu.
(... Allahü teâlâdan ancak âlim kulları korkar. Şübhesiz ki, Allahü teâlâ azîzdir ve gafûrdur.) [Fâtır sûresi yirmisekizinci âyet-i kerîmesinin meâli.] İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, Allah lafzının (h)sini ötüre ile, ulemâ kelimesinin hemzesini üstün ile okudu. Allahü teâlâ hazretlerinin haşyeti, burada ilm ma’nâsına olur. Ma’nâsı böyle olur ki, ilm ehlinin hâtırını ancak Allahü teâlâ bilir. Bu âyet-i kerîmenin nüzûlü o oldu ki, Ebû Bekr hazretlerinde bir korku hâsıl olmuş idi. Mubârek yüzünde belirtisi anlaşılırdı. Hazret-i Server-i kâinât, hazret-i Ebû Bekr ile bu konuda konuşurdu. Allahü teâlâ hazretleri bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu.
(Ey îmân edenler! Allahü teâlâya ve Resûlüne ve Sizden olan emîrlere itâ’at ediniz!) [Nisâ sûresi ellidokuzuncu âyet-i kerîmesinin meâli.] İkrime “radıyallahü anh” hazretleri der ki, Ülül-emrden murâd, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül-Fârûk hazretleridir. Ondan dolayıdır ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu; (Benden sonra, Ebû Bekr ve Ömere tâbi’ olunuz. Onlar benim yanımda, vücûdda baş gibidir.)
(Emr ve yasaklarda Allahü teâlâya ve Resûline itâ’at edenler, Allahü teâlânın kendilerine ni’met verdiği Peygamberler, Sıddîkler, şehîdler ve sâlihlerle berâberdir. Onlar ne güzel arkadaşdır. Bu üstünlük Allahü teâlâ tarafından verilir. Allahü teâlâ üstün kullarına mükafât verilmesini bilir.) [Nisâ sûresi 69 ve 70.ci âyet-i kerîmelerin meâli.] Bu âyet-i kerîmelerde delîl vardır ki, hazret-i Habîbullah ile hazret-i Ebû Bekrin arasında vâsıta yokdur. Bütün müslimânlar Ebû Bekr hazretlerine Sıddîk derler. Bir şehâdetde, yarısı ile âdil, yarısı ile zâlim olmak lâyık olmaz. Vâcib odur ki, Resûlullah hazretlerinin derecesi ile hazret-i Ebû Bekrin derecesi arasında başka bir derece yokdur. Râfizîlerin söyledikleri yanlışdır. Hem bu âyet-i kerîmelerde delîl vardır ki, Allahü teâlâ hazretlerinin ni’meti bu tâife üzerine kendi fadlındandır. Yoksa onlar bu ni’mete, ibâdetleri ile kavuşmuş değillerdir. Kaderiyye fırkasının kavlinin aksine, Allahü teâlâ (Bu Allahü teâlânın fadlındandır) buyurduğunu görmez misiniz. Bu âyet-i kerîmelerde açıklandı ki, Râfizîlerin bâtıllığı imâmet bâbında, Kaderiyyenin bâtıllığı inâyet bâbındadır.
(Ey îmân edenler! Sizden kim dîninden dönerse, Allahü teâlâ, başka bir kavm getirir. Allahü teâlâ onları sever. Onlar da Allahü teâlâyı severler. Mü’minlere tevâzû’ ederler. Kâfirlere karşı şiddetlidirler. Allah yolunda cihâd ederler. Ayblanmakdan çekinmezler. Bu Allahü teâlânın bir ihsânıdır. Dilediği kullarına verir. Allahü teâlânın fadlı çok genişdir, bu fadla lâyık olanları bilir.) [Mâide sûresi ellidördüncü âyet-i kerîmesinin meâli.] Bu âyet-i kerîme de Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” şânı hakkındadır.
İmâm-ı Begavî, (Meâlimüttenzîl) adlı tefsîrinde, Lokmân sûresinde, meâl-i şerîfi (Tevhîd ve tâ’atim yoluna gidenlere tâbi’ ol ki, onlar Peygamber aleyhisselâm ve Eshâbıdır) olan, onbeşinci âyet-i kerîmenin tefsîrinde, Atâdan nakl buyurmuşlardır ve o ibni Abbâs hazretlerinden nakl etmişdir. Buyurdular ki, âyet-i kerîmedeki kimseden murâd Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü anh”. Bunun açıklaması odur ki, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” islâma geldiği vakt, hazret-i Osmân, Talha ve Zübeyr ve Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” yanına geldiler. Dediler ki, Sen bu şeklde tasdîk edip, îmân getirdin mi. Evet. O doğru sözlüdür. Siz de îmân getirin, dedi. Sonra hepsini alıp, hazret-i Habîb-i ekremin huzûr-u şerîflerine götürdü. Müslimân oldular. Bunların müslimân olmaları hazret-i Ebû Bekrin irşâdı ile oldu. Allahü teâlâ onun medhinde buyurdu: (Bana dönen kimsenin yoluna tâbi’ ol.) Ya’nî Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” yoluna tâbi’ ol, demekdir.
Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” son hastalığında, kendisinin evlâdını, hazret-i Âişe-i Sıddîkaya ısmarladı. İki oğlan iki kız vasıyyet eyledi. Hazret-i Âişe “radıyallahü teâlâ anhâ” der ki, hâlbuki, bir kız kardeşim var idi. Diğer kız kardeşim hangisidir, dedim. Hanımım hâmiledir. Öyle zân ederim ki, doğurduğu kız olsa gerekdir. Sonra, doğum oldu. Kız evlâdı oldu.
Hazret-i Âişe-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” der ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk dünyâdan âhırete göç etdiler. Eshâb-ı kirâm hazretlerinin hepsi bu serveri nereye defn edelim, diye tereddüd etdiler. Hazret-i Âişe buyurdu ki, bu tereddüdün aşırı ızdırâbından uyumuşum. Kulağıma bir ses geldi. (Dostu dosta kavuşdurun!) diyordu. Uykudan uyanıp, bu hâdiseyi Eshâb-ı kirâma anlatdım. Onlar da biz de bu sesi işitdik; dediler. Mescid içinde nemâz kılanlar bile işitdik dediler. Bundan sonra, müşâvereye ihtiyâc kalmayıp, şübheleri gitdi. Sonra götürüp, Habîb-i Ekrem hazretlerinin yanına defn etdiler. (Şevâhid-ün-nübüvve)den terceme olunmuşdur.
Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” menâkıbı bâbında, sahîh hadîs-i şerîflerde, hazret-i Âişeden “radıyallahü teâlâ anhâ” rivâyet olunmuşdur. Hazret-i Fahr-i kâinât “sallallahü aleyhi ve sellem”, son hastalığında bana hitâben buyurdular ki, yâ Âişe, benim yanıma, baban Ebû Bekri ve kardeşin Abdürrahmânı da’vet eyle. Tâ ki, ben bir vasıyyet yazdırayım. Zîrâ, benden sonra, bir kimse çıkıp, söylemeye ki, ben halîfe olayım. Hâlbuki, Hak Sübhânehü ve teâlâ ve mü’minler, Ebû Bekrden gayrisinin hilâfetini istemezler.
Ebû Bekr Havrânîden rivâyet olunur. Bir gece Server-i âlem Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini rü’yâmda gördüm. Dedim ki, yâ Resûlallah! Evliyânın yoluna yapışmak istiyorum. Elhamdülillah! Size yetişdim. Size bî’at edeyim. Bana tevbe etdirin. [Yol gösterin, mürşidim olun!] dedim. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular ki, Ben senin Peygamberinim! Ebû Bekr-i Sıddîk senin gerçek mürşidindir. Var, Ebû Bekri mürşid edin, ona bî’at eyle. Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri de orada hâzırlar imiş. Fahr-i âlem hazretleri, Ebû Bekr hazretlerine işâret etdiler ki, yâ Ebâ Bekr, buna büyüklerin yolunu göster. Doğru yola irşâd eyle. Ben de Habîb-i ekremin işâretiyle, hazret-i Ebû Bekrin önüne vardım. Meşâyih âdeti üzerine, bana tevbe verip, düâ eyledi. Başıma külah ve arkama bir hırka giydirdi. Belime bir kuşak bağladı. Gövdemde çıbanlar ve sivilceler vardı. Mubârek eli ile arkamı sığadı. Düâ eyledi. Gövdemden sivilceler ve çıbanlar temâmen gitdi. Hazret-i Ebû Bekrin düâsı ve kerâmeti bereketi ile uykudan uyandım. Gördüm, bedenim sıhhat bulmuş. O hırka ve kuşağı ve külahı önümde buldum. Bildim ve i’tikâd eyledim ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretleri gerçek evliyâdır ve doğru mürşiddir.
Muhyissünne imâm-ı Begavî “rahimehullahü teâlâ” (Mesâbîh-i şerîf)inde nakl etmişdir. Hazret-i Ebû Hüreyrenin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Bize her ni’meti veren ve iyilik eden kimseye karşılığını verdik. Ebû Bekrin iyilik ve ikrâmının karşılığını veremedik. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretleri kıyâmetde ona karşılığını verir. Ebû Bekrin malının fâide verdiği gibi, bir kimsenin malı bana fâide vermedi. Eğer ben halîl [dost] ittihâz edici olsa idim [edinse idim], Ebû Bekri dost edinirdim. Lâkin bilmiş olun, sizin sâhibiniz, Allahü teâlâ hazretlerinin dostudur.) Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, Ebû Bekr bizim seyyidimiz, hayrlımızdır ki, Habîb-i Ekrem hazretlerine cümlemizden sevgilidir.
Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden, o hadîs-i şerîfin akabinde rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Bugün sizin içinizde oruclu olan var mıdır?) Hazret-i Ebû Bekr cevâb verdiler ki, Ben orucluyum. Server-i âlem yine buyurdular ki, (Sizden bugün kim cenâze hizmetinde bulundu.) Hazret-i Ebû Bekr cevâb verdiler ki, Ben bulundum. Mefhar-ı mevcûdât yine süâl buyurdular ki, (Sizden bugün, bir fakîre kim yiyecek verdi.) Hazret-i Ebû Bekr, cevâb verdiler ki, Ben verdim. Yine Seyyid-i veled-i âdem süâl etdiler ki, (Sizden bugün, kim hasta ziyâretine gitdi.) Hazret-i Ebû Bekr cevâb verip, Ben gitdim, dedi. Bunun üzerine Resûl-i rabbil âlemin, buyurdular ki, (Bu hasletler bir kimsede bir arada olunca, o kimse Cennete girer.) Müslim şerhinde açıklanmışdır ki, Cennete girmekden murâd, hesâbsız ve kötü ameller üzerine olan cezâları görmeden Cennete dâhil olmakdır. Aslında sâdece îmân, Allahü teâlânın merhameti ile Cennete girmeğe sebebdir.
Hazret-i Ebû Bekr ile Ebüdderdâ “radıyallahü teâlâ anhümâ”, ikisi berâber giderken, bir dar yola geldiler. Ebüdderdâ önde, Ebû Bekr arkada, o darlıkda yürürken, o sırada, Sultân-ı Enbiyâ “sallallahü aleyhi ve sellem” karşıdan, parlak bir ay gibi, göründü. Hazret-i Ebüdderdâ, hazret-i Ebû Bekrin önüne geçmiş görünce hazret-i Fahr-i kâinât huzûrsuz olup, Ebüdderdâya hitâb eylediler ki, yâ Ebüdderdâ! Niçin Ebû Bekrin önünce yürürsün. Bilmez misin ki, Ebû Bekr senden evveldir. Senden büyük olan kimsenin önünde gitmek edebi terk değil midir. Hazret-i Ebüdderdâ hatâsını anlayıp, tevbe ve istigfâr eyledi. Şimdi ey mü’minler! Hazret-i Ebüdderdâ gibi bir zât, bir ân hazret-i Ebû Bekrin önüne geçince, hazret-i Resûl-i ekrem huzûrsuz oldu. Fikr edin, ya’nî düşünün. Ayrı i’tikâd üzere olanlardan Allahü teâlâ korusun!
(İrşâd-üs-sıddîk) kitâbının sâhibi zikr etmişdir. Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ebû Bekrin îmânı diğer mü’minlerin îmânı ile ölçülse, Ebû Bekrin îmânı ağır gelir.) Bir rivâyetde buyurmuşdur ki, (Rü’yâmda gördüm ki, kıyâmet kopmuş. Mahşerde terâzî kurulmuş. Bütün mü’minlerin îmânı tartıldı. Ebû Bekrin îmânı cümle ümmetin îmânından ağır geldi.)
Hazret-i Fahr-i Enbiyâ Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurur ki, Allahü teâlâ, yerleri ve gökleri, ve arş-ı azîm ile kürsîyi ve levh ve kalemi ve Cennet ve Cehennemi ve insanları ve cinnîleri halk etmezden evvel, benim rûhum ile Ebû Bekrin rûhunu güvercin sûretinde halk edip, aşk meydânında uçun diye emr eyledi. İleri uçup gideniniz Muhammed olsun, geride kalanınız Ebû Bekr olsun, buyurdu. Böylece ikimiz uçduk. Ben Ebû Bekrden, şehâdet parmak ile yanında olan orta parmak arasındaki fark kadar ileri geçdim. Hazret-i Ebû Bekr, bu izzet ve bu şerefi, hep Habîbullah hurmetine bulmuşdur. Zîrâ hâlis ve muhlis dostu ve yâr-i gârı idi. [Mağara arkadaşı idi.]
Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurmuşlardır ki, mi’râc gecesi, kardeşim Cebrâîle süâl etdim ki, kıyâmet gününde, ümmetimin cümlesine süâl olunur mu. Cevâb verdi ki, yâ Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem! Ümmetinin cümlesine hesâb vardır. Lâkin, Ebû Bekre yokdur. Ona kıyâmet gününde yürü sen hesâbsız Cennete var; denilir. O ise, dünyâda beni sevenler, benimle berâber Cennete girmeyince, ben Cennete girmem, der.
Rivâyet olunur ki, hazret-i Resûl-i ekremin amcası Ebû Tâlib hakkında bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Şübhesiz ki sen istediğin kimseyi hidâyete kavuşduramazsın. Ve lâkin, Allahü teâlâ dilediğini hidâyete kavuşdurur.) Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” o mahalde hâzır idi. Cebrâîlden o da işitip, o bir zemân, kendinden geçdi. Sâlibî şöyle demişdir: Hazret-i Cebrâîlden vahyi, Ebû Bekr-i Sıddîkdan “radıyallahü anh” gayri kimse işitmemişdir.
Ehl-i sünnet vel-cemâ’at müttefiklerdir ki, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” eshâbının en üstünü Ebû Bekr “radıyallahü anh”, ondan sonra hazret-i Ömerdir “radıyallahü anh”. Ammâ, hazret-i Osmân ile hazret-i Alînin efdaliyyetlerinde ihtilâf etmişlerdir. Ehl-i sünnet vel-cemâ’atden bir tâife, hazret-i Alînin üstün olduğunu söylediler. (Buhârî) “rahmetullahi aleyh” nakl edip, Abdüllah bin Ömerden “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder ki, hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zemân-ı şerîflerinde eshâb birbirinden tercîh olunurlardı. Evvelâ Ebû Bekri, sonra Ömeri, ondan sonra Osmânı, sonra Alîyi üstün tutarlardı “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. İbni Münzir rivâyet eder ki, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, (Bu ümmetin Nebîsinden sonra hayrlısı, Ebû Bekr, sonra Ömer, ondan sonra Osmândır.)
Rivâyet edilir ki, hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” annesi Ümmül hayr hâtunun doğan her oğlu, vefât ederdi. Ebû Bekr hazretlerini doğurdu. Kucağına alıp, Beyt-i şerîfe getirdi. Orada dedi ki, “Ey, Beyt-i harâmın Rabbi! Ey makâmı Mültezemin sâhibi. Senden ricâ ederim ki, yeni doğmuş bu çocuğu bana bağışlayasın. Ma’mûr edesin. Birdenbire makâmdan [Beyt-i şerîfden] bir beyâz el çıkıp, Ebû Bekrin eline yapışdı. Bir ses işitildi ki, (Ey Allahın kulu olan kadın. Kucağındaki çocuk kurtulacak. Allahü teâlânın Resûlünün dostu olacak. Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” sonra halîfesi olacakdır) diyordu. Ümmül hayr, bunu işitip, şükr secdesi yapdı.
Sıddîk kelimesi, lügatda üç ma’nâya gelir. Birinci ma’nâsı, gâyet doğru söyleyici demekdir. Bu ma’nâ, (Tâcül-islâm)da açıklanmışdır. Sûre-i Yûsüfde Sıddîk lafzı, bu ma’nâ ile tefsîr edilmişdir. İkinci ma’nâsı, kendi kavlini ameli ile [ya’nî yapdığı işi, sözü ile] doğrulamak demekdir. Üçüncü ma’nâsı, dâimî tasdîk demekdir. Bu iki ma’nâ (Sahîh-i Cevherîye) kitâbında açıklanmışdır. Emîr-ül-mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine Sıddîk söylenmesinde,birinci ma’nâ düşünülse, o cihetle adlandırılır ki, gâyet doğru söyliyen idi. Demişlerdir ki, hazret-i emîr-ül-mü’minîn Alî “kerremallahü vecheh” hadîs rivâyetini kimseden yemîn etmeksizin kabûl etmezdi. Ancak hazret-i Ebû Bekrden “radıyallahü teâlâ anh” kabûl ederdi. Eğer ikinci ma’nâ ile düşünülse, yine o cihetle adlandırılır ki, açıkdır. Eğer üçüncü ma’nâ düşünülse, o şeklde adlandırılır ki, O sultânı tasdîki devâmlı olup, yok olması, şübheye düşme ihtimâli yok idi.
Kalblerin temizliği, güven verdi zihnlere. Söğülse bunlardan biri, yaralanır İslâm dîni. Sahâbîyi kötüliyen, çürütür Kur’ân-ı kerîmi. Hakîkî müslimân isen, saygı göster herbirine, Önce salât, selâm eyle, Resûlün Ehl-i beytine!
Hadîs-i şerîfde Eshâb, benzetildi yıldızlara. Herhangi birine uyan, erer ışıklı yollara. Eshâbı, çok sevişirdi, birbirini överdi. Sonra gelen müslimânlar, hepsi böyle söylerdi. Kur’ânı ve hadîsleri, Onlar bildirdi bizlere.
Resûlü gören mü’mine, (Sahâbî) adı verildi. Hepsini bildirmek için, (Eshâb-ı kirâm) denildi. Peygamberi seven her kalb, nûrla dolardı bir ânda, Ona sahâbî olanlar, medh olundular Kur’ânda. Hepsi Resûlullah için, mâlını, cânını verdi. Sulhda ilm yayarlardı, harbde ise kükrerdi.
Hayallerimi...??