Kültür Sanat Edebiyat Şiir

deniz sizce ne demek, deniz size neyi çağrıştırıyor?

deniz terimi tarafından tarihinde eklendi

  • Özgür Kaya
    Özgür Kaya

    eger bir zerreysem senin gözün
    dag gibi yüceyim yıldıramazsın
    deniz derya isem şu yeryüzünde
    beni bir fincana dolduramazsın

    denizmi?
    DENİZ GEZMİŞ

  • İlknur Işık
    İlknur Işık

    deniz o uçsuz bucaksız maviliğiyle beni her üzgün olduğumda sessiz bir içtenlikle yanına çağırır hep ve beni dinledikten sonra sonsuz bir güven ve huzur doldururum içime hep ordadır beni hep rahatlatır o kadar güzeldirki benim karşılık beklemeden beni rahatlatan dert ortağımdır deniz.....

  • Sss Sssssenaa
    Sss Sssssenaa

    Unutmak mı, delisin,
    Gitmesem de bekler orada deniz.
    Gelirsem bilmelisin
    Benim beklememdir burada deniz.
    Gitmek gibi geleceğim
    Denizin delisine.
    Delinin denizi gibi,
    O ne kadar giderse.

    özdemir asaf

  • Emine Akcan
    Emine Akcan

    deniz; benliğinde barındırdığı tüm sırları,dalgalarıyla ulaştırıyor ruhumun kıyılarına...

  • Işıl Mısırlı
    Işıl Mısırlı

    Evet. Kendimi çok iyi hissediyorum... Ya siz?
    Deniz Gezmiş (İdama giderken 'kendini nasıl
    hissediyorsun? ' diye soran yetkiliye cevaben)

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    Bundan 33 yıl önce, Türkiye'nin en seçkin beyinlerinden üçünü astık.
    33 yıl önce, bu ülkeye hizmet için ne yapacağını bilemeyen en yetişmiş 3 genci, ortadan kaldırdık.
    12 Mart 1971'de gelen askeri cunta; gençleri asarak Türkiye'yi kurtaracağını sanıyordu.
    Parlamento'daki Adalet Partisi; kendilerini iktidardan deviren cuntanın dümen suyuna girmişti.
    İdamların onanması Meclis'e geldiğinde; AP'liler, 'Üçe üç! ' anlamında parmak kaldırıyorlardı.
    Güya Demokrat Parti'nin intikamını alıyorlardı. Demokrat Parti'nin Başbakanı Adnan Menderes ile iki bakanı 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Yassıada'da yargılanmışlar, asılmışlardı.
    Şimdi, o çizgidekiler üç genci astırarak yüreklerini rahatlatıyorlardı.
    Halbuki Menderes de darbeden gitmişti; Deniz'ler de darbeden gidiyordu.
    İdam istedi Savcı Baki Tuğ; idam dedi Hakim Ali Elverdi...

    Ne istiyordu Denizler?
    Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan...
    Yürekleri Türkiye için; halk için çarpan üç genç insan...
    Üniversiteli...
    Zeki...
    Yiğit...
    Halkı için canını vermeye bile hazır...
    Onlar; İstanbul'a gelen Amerikan 6. Filosu'nu protesto etmişlerdi. Çünkü; Kuva-yı Milliyeci idiler. Mustafa Kemal'in tam bağımsız Türkiye sloganı, Deniz'lerin hayat iksiri idi. Dünyanın ilk ulusal kurtuluş savaşını vermiş bir milletin çocukları olmakla iftihar ediyorlardı. Türkiye'nin ABD emperyalizminin boyunduruğuna girmesine karşı direniyorlardı.
    Bu ulusal kurtuluşçu gençler sadece ABD emperyalizmine değil her türlü emperyalizme karşı idiler. Kurtuluş Savaşı, onlar için meşale idi. Törenlerinde Kurtuluş Savaşı şehitleri için saygı duruşunda bulunuyorlar ama toplumcu bir Türkiye de istiyorlardı. Ezilenlerin yanında olmak; Deniz'lerin temel duyarlığını oluşturuyordu.
    1968'de dedikleri şu idi: Gücümüzü Mustafa Kemal önderliğinde emperyalizme başkaldıran Türkiye halkından alıyoruz.

    Zaman onları haklı çıkardı
    Deniz Gezmiş'lerin yaşamını inceleyin, söylediklerine bakın, amaçlarını sorgulayın... Göreceksiniz onlar kendileri için hiçbir şey istemeyen; halk için canlarını vermeye hazır olağanüstü büyük kişiliklerdi. Tek istekleri vardı: Türkiye, bağımsız olsun; halk daha mutlu yaşasın...
    Bunun için de ABD emperyalizminin dayatmalarına, oyunlarına karşı çıkıyorlardı.
    Şimdi bir de bugüne bakın.
    Türkiye'nin eli kolu bağlanmış; IMF üzerinden ABD'ye köle haline getirilmiş.
    Siyasal alanda ipi AB'ye kaptırmış.
    Dünyada saygınlığı hızla azalan bir ülke... Yolsuzluklar; ilkellikler, yoksulluklar ülkesi...
    Eğer Deniz'lerin dedikleri olsaydı; Türkiye bugün; başı dik, karnı tok, sırtı pek insanların ülkesi olacaktı.
    Denizleri asanlar; aslında halkımızın geleceğini astılar.
    Denizler için verilen idam kararı; bağımsız ve onurlu Türkiye'nin idam kararı oldu.
    Sevgili Deniz, sevgili Yusuf, sevgili Hüseyin...
    Ve bunları kurtarabilme adına çılgınlıklar yapan sevgili Mahir ve arkadaşları...
    Biliyorum, bizi izliyorsunuz... Ve görüyorsunuz ki yalnız değilsiniz.
    rıza zelyut

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    DENİZ GEZMİŞ
    Deniz 'lerimiz dalgalı, coşkuluydu... Aşkın ve devrimin Deniz'leri.. Mayıs gelincikleri gibi. Alı al'dı... Hayat dolu. Hayata gülen, yüzü güneşe dönük, yaşam sevinciyle ışıl ışıldılar.

    Mayıs'ı bitirmeden koparıldılar... Hürriyet ve Adalet gülleriydi. Yüzüm güneşe dönük, mezarlıklar yok. İşim, ben halkımın Özgürlük ve Adalet türküsüyüm, kolay kolay ölmem ben derlerdi.
    Ölmediler...
    Aşık ve isyankar'ın dudaklarında hala gülümsüyorlar... Ben ilk onların asılmasından sonra gecelemiştim polis karakolunda.
    Polis ve Adalet mekanizmasıyla ilk tanışmamdı.
    Hakim Alirıza Aslan Bey, azarlayıp Lise'ye göndermişti beni... O zamanlar hakimler pek dinlemezdi polis abilerin kanaatini... Hakim'lere sevgim saygım da böyle başlamıştı... Yüreğime isyan ateşinin düştüğü ilk yıllardı... Ve her Mayıs'ta isyan ve aşk ateşini yenilemeye çalıştım. Mayıs'lar benim diklenme aylarım oldu... Ve her Mayıs'ta yeniden doğarım.. Üç Mayıs hariç, bütün `1 MAYIS'larda emekçilerin yanında olmaya çalıştım. Her 1 Mayıs'ta yeniden kayıt yeniledim. Her yasak'a karşı durmakla görevli saydım kendimi... Karınca kararınca bu yolun yol'cusu oldum. Bir Altı Mayıs'ta düştüm aşka... 19 Mayıs'ta doğurmuş anam beni... Özgürlük ve aşkın çocuğuyum. Anamın ilk'iyim... Sülalemin ilk özgürlük bekçisi.. Yol'umdan dolayı kınayanlar da oldu, Yol'uma katılanlar da... Mutlu da oldum mutsuz da... Ölsem de gam yemem, yeter ki Mayıs'ta buluşayım toprakla... Börtü böcekle Mayıs'ta haşır-neşir olmak isterim...
    Mayıs böceği, çiçeği olarak dönmek isterim aranıza... Tadına doyamadım Mayıs'ların... Yasak delmenin zevkini tattım... Ey özgürlük, ey aşk al beni kollarına... Saçlarınla gece yap, gündüzlerime. Gözlerini, nemli, buğulu dolu dolu gözlerini ufkuma ger... Terini terime kat...
    “Daya gövdeni gövdeme, gövdem gövdene CAN olsun...' Yeniden yarat tutku'larımı... Aşkım'ı tutkuya çevir... O tutku'nun esiri et beni... Ey özgürlük ey aşk yeniden, yeniden tanıştır beni ölümle... Yeniden yaşama sevinci kat... Ölümlerde dirilmeyi, yaşamayı, savaşmayı öğret... Kurumasın mayıslarım. Islak mayıs akşamları gel bana... Fuzuli''nin dediği gibi: “El çek ilacımdan tabip, kılma derman/ Kim helalim zehri dermanındandır' dedirt bana. Aşkı ve acıyı kardeşleştir. İkisinden de ne ayrı koy, ne eksilt. Senin acıların bana mey oldu... Beni meysiz bırakma ey aşk... Çağır beni, gel de, öl de... Geleyim gelincik'ler gibi... Öleyim özgürlük türküleri gibi... Yine bir 29 Mayıs'ta vurmuşlardı, beni... Arkadaşlarım nöbet tutmuştu başımda.. Sırası değil diye ölmemiştim. Özgürlük ve eşitlik savaşçıları ölmemeliydi. Deniz'ler idam sehpasına giderken özgürlük savaşçıları olarak yeniden doğmuşlardı. Bunu köhne zihniyetler anlayamaz. Onlar asılırken, binlerce çocuğa can verdiler... Milyonlarca emekçinin, mazlumun dünya uluslarının bayrağı haline geldiler.. Onlara acınır mı? .. Olsa olsa kıskanılır... Onlar özgürlük ve eşitlik kavgasının teri, teni, bayrağı oldular...
    Ellerini uzatarak CHE ile buluştular.
    Köhne düzenin, köhne bekçilerinin yüreğine korku saldılar...
    Kıskanıyorum seni DENİZ! Sen 24 yaşında kaldın... Ben ihtiyarlıyorum. Ben ufak ufak ölüyorum, sen dipdiri taze bir gelincik gibi yaşıyorsun... Kıskanıyorum seni DENİZ, kıskanıyorum seni... Yapıştın kaldın gencecik dudaklara... Özgürlük oldun, AŞK oldun. 6``Aşkolsun sana çocuk aşkolsun.
    gürbüz çapan

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    mare nostrum
    en uzun koşuysa elbet
    türkiye'de de devrim
    o, onun en güzel yüz metresini koştu
    en sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
    en hızlısıydı hepimizin,
    en önce göğüsledi ipi...
    acıyorsam sana anam avradım olsun
    ama aşk olsun sana çocuk,
    aşk olsun
    can dündar(deniz gezmiş için yazdığı şiir)

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    Deniz Gezmiş'lere



    Kokusunu arıyoruz hücrelerde
    Deniz Gezmiş’lerin Mahir Çayan’ların
    Ruhları dolsun gönüllere gelecek neslin
    Selamlar gönderiyor Aziz Nesin
    Aydınlığa doğsun her daim otuzyedi sivas kurbanı
    Susmasın Uğur Mumcular,
    Sesleriyle ürkütmeli yolunda aslanlar
    Bir karış toprağına ölmektir istiklâl
    Bayrağıma vurdurmaz zinciri Ata’mın gençliği.
    Getirselerde son karış toprağıma cent’i
    Global/leş/mekte silemez yüreğimizden vatan sevgimizi.

    Miyase Çavuşoğlu

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    Haşarı Delikanlı
    Sen ey aşktan hüküm giyen haşarı delikanlı
    Bir 6 Mayıs sabahı
    yüreğindeki sevdayı ölümün suratına haykırıp
    Arkada bir tarih bırakarak çekip giderken
    sevdalı ölümünü gören
    bir güvercin çırpındı telaşla
    çığlık çığlığa çırpınarak ve havalandı
    Güller kanadı (1)
    gökyüzüne kan bulaştı, büsbütün kuşlar ağladı

    'Bir gülün çevresi dikendir, hardır
    Bülbül gülün elinden ahuzardır
    Ne de olsa kışın sonu bahardır
    Bu da gelir, bu da geçer ağlama.' (2)

    Sen ey aşktan ölüme bir tarih yazarak bir sabah vakti
    Deniz'e lirik bir şiir gibi asılan haşarı delikanlı
    sen çırpınırken darağacında
    gökyüzüne telaşla çırpınan güvercin
    senin türkünü yaydı kanayarak
    ne de olsa kışın sonu bahardır
    o baharın da sahibi vardır
    o baharda aşkın tarinini yeniden yazacağız
    biz kuşlara söz verdik
    haşarı delikanlı.

    ----------
    (1) -Deniz asılırken yaşanan gerçek bir olaydır. Hapishane bahçesi kasuetli
    bir sessizlik içerisindedir. Deniz'in ayaklarının altındaki tabure tekmelendiğinde,
    Deniz'in o iri bedeni boşluğa küt diye düşer. İşte bu esnada, o ağır sessizlikte,
    bu sesten ürken bir güvercin telaşla kanat çırparak havalanır.
    Deniz'in avukatları bu olayı böyle naklederler.
    (2) Deniz Gezmiş'in çok sevdiği ve sık sık söylediği türkü.


    mahmut ayaz

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    'Bir zifir karanlıkta düştüm yola Vurdum yolumu dağlara Can görirem, cin görirem, korkmirem Kükremiş aslan görirem, korkmirem Bir yobaz insan görirem, korkirem Onun bana can alıcı fikirlerinden Can alıcı zikirlerinden, korkirem balam, korkirem.'

    Kim bilir kaçıncı kez söylüyordu anam bu Erzurum deyişini. Kaçıncı kez gözyaşlarıyla sulamıştı 'korkirem'i üstüne basa basa. Ben yirmi yaş çığlıklarıyla eşlik ederken kendisine, kaçıncı kez öpmüştü ıslak dudaklarıyla kaşlarımın arasını; Bu Deniz için, Bu Yusuf için, bu da Hüseyin için diye diye.

    O gece, 6 Mayıs gecesi, bana öyle zor gelmişti ki güneşin mor dağlara doğuşunu karşılamak. Bir gün önce hücre de de olsalar doğmuştu o güneş Deniz, Yusuf, Hüseyin için. Ama o sabah. O sabah doğmasa da olurdu. Ağladım mı, anımsamıyorum. Ancak, biliyordum yıllar sonra onların yoldaşlarınca kavgamızda yaşatılacağını.

    Tam yirmi altı yıl önce tanımıştım Deniz'i. Lise son sınıftaydım. askeri lise. kanımızın kızıl şafaklara akacağı günlerin coşkusuyla koşmuştuk İTÜ'deki seminere. Koca anfi ağzına kadar hınca hınç doluydu. Biz üzerimize geçirdiğimiz iğreti sivil giysilerle bir köşeye sıkışmıştık. Şu an kim olduğunu anımsamadığım konuşmacı THKO'nun hakıl eylemlerinin hangi temeller üzerine oturduğunu anlatıyordu. Koca anfide 'çıt' yoktu. Neden sonra bir kıpırdanma başladı. Başta konuşmacı olmak üzere herkes bakışlarını kapıdan yana çevirmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışırken damarlarımda yangınlar başlatan haykırışı duydum.

    -Deniz geldi! .. Deniz geldi! ..

    Kapının önünde bir kaynaşmadır başladı. Kısacık boyuma aldırmadan ben de onu görmek için zıplayabildiğim kadar zıplamaya çalışıyordum. Evet, tarihi yazan önderlerden birisini yakından görme fırsatını iyi değerlendirmeliydim. Deniz'I mutlaka görmeliydim, bu fırsat bir daha eli geçmezdi. Hatta, bir yolunu bulup konuşmalıydım onunla. Ne ki, konuşmak şöyle dursun yanına bile yaklaşamadım. O, esmer gülüşünü yakama takarak uzaktan bir göründü. o kadar.

    Kim derdi ki, aradanyıllar geçecek ve o esmer gülüşlü çocuğun emaneti onurum olacak.

    Yine bir 6 Mayıs gecesi.

    Emanetlerini yarınlara onurla taşıyacağımdan kuşku duymaması için feri sönmüş gözlerini öptüm anamın. Yürümeyi neredeyse unutan anam, sanki o yılları yeniden yaşıyormuşcasına heyecanlı, elleri titreyerek tahta çeyiz sandığını açtı. Ortalığa yayılan naftalin kokusuna aldırmadan özenle çıkardı içindekileri. sendığın en altından işlemeli bir bohça aldı. Bir kutsal kitabı öpercesine öptü önce, ardından özenle kıvırdığı köşelerini yine özenle araladı. Sararmış gazete küpürlerinin arasına sıkıştırdığı üç kuru karanfil çıkardı masanın üzerine. Bana:

    - Bunları hatırladın mı? dedi.

    Nereden anımsayabilirdim ki o karanfilleri? .. Sustum. Ama anam susmadı:

    - Bunları o sabah sen getirmiştin bana. 'Anam' demiştin, 'bak, işte, o üç oğlun burada, yanında, ellerni öpmeye geldiler.' Onlar ellerimi hiç öpemediler ama, ben hep öptüm bu karanfilleri. Buna Deniz dedim; Buna Yusuf, buna da Hüseyin.

    Sesinin titremesi ellerinin titremesine karışmıştı yorgun bir dağı andıran anamın. kara, kuru elleri, patlak yeşil damarlarının seğrimesine aldırmadan devindi yeni baştan. Gazete küpürlerini teker teker kat yerlerinden açtı. Masanın üzerinde hüzünlü bir tarih göz kırpıyordu yanıbaşımdaki kızımın körpecik yüreğine. Gözleri sulanan anamı köşediki divana oturttum. Gazete küpürlürini gözden geçirmek için masaya geldiğim zana kızımın:

    - Bu gazeteler benden yaşlı, dediğini duydum.

    Yıllar gazete küpürlerini sarartmıştı belki. Yaraları kabuk bağlamıştı kimilerinin. Kimileri o yaralara tuz basıp yenilerini eklemişti yanıbaşına. Kimileri de! ..

    Şimdi sayılamayacak denli çoğaldı yaralarım. Her mayıs kanlı şimdi. Sırtına vurduğu torbasından sızıyor döktüğü kanlar lacivert rüzgârın ve lokmalarına bulaşıyor, salyalarına bulaşıyor, kahkahaları boğuyor Tiran'ı.

    Bilincinize, yüreğinize, özünüze işlediğiniz ışıkla, yeni bir zaman yaratmak, yeni bir yaşam, yeni bir sevda için çıkmıştınız yola. Kimi zaman dayanılmaz; çarpıcı yaşam gerçeklerini içinize vururken; bu kutsal ateşin gereği en güzel, en soylu duyguları kökeninden kucaklayan yaşama sığmayan bir kuramdı peşinden koştuğunuz. Bir nedeni vardır elbit her yürek depreminin. Dolsun öyleyse belleklere güneş kokulu sevda, diyerek yüreklerinizi yüreğime mühürledim. İşte, bu yüzden Deniz'in Emniyet sarayında kendisini merakla seyreden polislere söylediği şu sözlerini tırnaklarımla kazıdım bulutlara:

    - BAKIN, GÖRÜN BENİ, DAHA EVVEL HİÇ GÖRMEMİŞ MİYDİNİZ? BENİM SİZ POLİSLERDEN DAHA ALACAKLARIM VAR.'

    İşte bu yüzden:

    'Haram olsun gerille yüreğimi alıp elime mavzerlerime sürüp yağlı kurşunları ölüp dirilip binlerce kez öpmezsem alnını ölümün haram olsun on sekiz yaş gençliğime'

    dizeleriyle haykırdım şiirlerimde.

    İşte bu yüzden, her 6 Mayıs sabahı bir kez daha bileyliyorum öfkeli yüreğimi.

    hasan metin

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    6 Mayıs:
    Ulusal Sol’un
    idam edildiği gün

    Deniz, bağımsızlık mücadelesinde
    ne ilk ne de son nefer

    6 Mayıs 1972 Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edildiği tarihtir. Bu tarih aslında kökleri 1919’da Mustafa Kemal’in başlattığı Kuvayı Milliye mücadelesinde olan ve 1968’lerde doruk noktasına ulaşan Ulusal Sol mücadelenin en büyük yarayı aldığı tarihtir. Çünkü emperyalizm bir taşla iki kuş vurmuş, hem sol hareketi lidersiz bırakmış, hem de solu Kuvayı Milliyeci kimliğinden arındırarak tarihsiz ve köksüz bırakmıştır. 70’lerden 80’lere giden süreçte Türk Ordusu’nun içine sızdırdığı Amerikancı generalleri, devrimci gençliğin ve halk hareketinin karşısına çıkarmış, bağımsızlık mücadelesinin olmazsa olmazı ordu-millet-gençlik ittifakını dağıtmıştır. Kuvayı Milliye anlayışını tasfiye etmiş, Batıya sağıyla soluyla bağlı parlamenter sistemi adım adım kurumsallaştırmıştır. Sol bu noktada oyuna gelmiş, bir tarafı parlamenter sisteme eklemlenmiş, bir tarafı marjinalleşmiştir. Ulusal Kurtuluş ideolojisi ise ancak Denizlerin idamından 30 yıl sonra Mustafa Kemal’den ve Denizler’den güç alınarak Atatürkçü gençlik hareketinin yeniden filizlenmesiyle yaratılabilecek, Ulusal Sol’un temsilcisi TÜRKSOLU Gazetesi’nin yeniden çıkmasıyla halk içinde bir kuvvet haline gelebilecektir.

    Bugün Deniz’le ilgili yapılan değerlendirmelere baktığımızda, O’nun temsil ettiği değerlerden ve mücadelesinden soyutlandığını görmekteyiz. Bir takım halk ve sol düşmanı anlayış Deniz Gezmiş’i zaten terörist ve marjinal olarak göstermektedir. Marjinal sol ise Deniz’i sahiplenmeye kalkmaktadır ki, Deniz’e en büyük ihaneti bu kesim yapmaktadır. Öyle ki Deniz’in posterleri açıkça ABD emperyalizminin uşaklığını yapan bölücü örgütün eylemlerinde bile taşınabilmektedir. Kısa yaşamını emperyalizmle ve onun içerdeki uzantılarıyla mücadeleye adamış biri için yapılacak en büyük ihanet budur. Deniz gibi düşünmeyenlerin Deniz’i sahiplenmesi, bugün Erbakanların Tayiplerin ya da Batıcıların “Atatürkçü” olması gibi bir şeydir. Atatürk düşmanlarının Atatürk’ü sahiplenerek, Atürkçülüğü halktan koparmak için verdikleri savaşımın aynısı bugün bölücüler tarafından Deniz Gezmiş için yapılmaktadır.

    Oysa, Deniz Gezmiş’i anlamak için O’nun yaşadığı çağı ve O’nu yaratan koşulları iyi anlamak gerekmektedir. Deniz Gezmiş’i yaratan aslında emperyalizmin ta kendisidir. Emperyalizm ulusları yok etmeye çalışırken hep karşısında Atatürk’leri, Deniz’leri, Che’leri bulmuştur. Bu yüzden Deniz, bağımsızlık ve devrim mücadelesinin ne ilk ne de son neferidir. Deniz, emperyalizme bağımlı sömürge bir ülkede bağımsızlık ülküsüyle kendinden önceki geleneği sahiplenen, tarihin O’na yüklediği görevi Mustafa Kemal’den devralan bir liderdir. Kendi ifadesiyle bu ülkenin İkinci Kurtuluş Savaşçısı’dır. Deniz’e göre; “Üniversite öğrenimi yapmak Anayasa’nın verdiği bir haktır. Öğrenci olarak devrimci mücadeleye katılmak ise Mustafa Kemal’in gençliğe yüklediği bir görevdir.”

    Deniz’in yaşadığı yıllar Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’nin yeniden emperyalizmin sömürgeci saldırısına uğradığı yıllardır. Deniz Gezmiş, Türkiye’nin içinde bulunduğu dönemi Devrim Gazetesi’ne verdiği röportaj’da şöyle tahlil etmektedir: “Türkiye ilk Kurtuluş Savaşı’ndan 50 yıl sonra tekrar yarı-sömürge durumundadır. Ve Kemalist bir Cumhuriyetin başına anti-Kemalist politikacılar geçmiştir. Politikacı, anti-Kemalist karşı devrim hareketine yeşil ışık yakmaktadır. Bu koşullarda gençlik, emperyalizme ve anti-Kemalist gidişe karşı verilen savaşta somut olarak ön safta bulunmaktadır. Kemalist Devrim tamamlanacak ve onun emperyalizmle çelişen bütün milli sınıf ve tabakalara mal edilmesi sağlanacaktır.”

    Bugün Türkiye, Deniz’in tarif ettiğinden farklı bir durumda değildir. Maalesef, Denizlerin mücadelesinin boğulduğu oranda Türkiye daha da geriye gitmiştir. Denizlerin mücadele ettiği gerici düzen aynı tip politikacılarla devam etmektedir. Üstelik Türkiye 60’lı yıllardan daha fazla emperyalizme bağımlı durumdadır. Türkiye, ABD ve AB emperyalizmi tarafından tam bir kuşatma altına almış durumdadır.

    Ancak aradan geçen yıllar, Denizleri unutturmak yerine daha da hatırlanır kılmıştır. Çünkü aradan geçen yıllarda Türkiye’nin emperyalizme bağlı yapısı daha da derinleşmiş, bu durum bağımsız, onurlu ve başı dik bir Türkiye özlemini daha da arttırmıştır. Bugün Deniz’in adı, kişiliği, yaşamı, tüm devrimci gençlerin mücadelesine bayrak olmakta, her Türk genci Deniz Gezmiş’i okuyarak devrimci olmaktadır. Bugün her bir Türk gencinin yüreğinde bir Deniz yatmaktadır. Deniz Gezmiş adı, her geçen gün O’nu marjinalleştirmek isteyenlere inat efsaneleşmektedir.

    Deniz Gezmiş Kemalisttir

    Deniz Gezmiş marjinal değil Atatürkçüdür. Marjinal olan halkın değil, Batının iradesine dayanan düzen ve düzenin savunucularıdır. İdamından önce babasına yazdığı mektupta babasına O’nu Kemalist düşünceyle yetiştirdiği için teşekkür etmektedir: “Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Baba biz Türkiye’nin ikinci kurtuluş savaşçılarıyız. Elbetteki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı Birinci Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün yeneceğiz onları…”

    İşte Deniz Gezmiş için Atatürkçülük her şeyden evvel bir aile terbiyesidir ve atalarından aldığı bu terbiye milletinin ABD emperyalizminin kölesi olmasını kabul etmemektedir. 68 gençlik mücadelesine karakterini veren de işte bu ulusal kurtuluşçu kimliktir. Bu kimlik 1968’de solun Türkiye tarihinde halkla bağları en kuvvetli olan dönemini yaşatmış, sol en kitlesel öğrenci, işçi ve köylü eylemlerini bu dönemde gerçekleştirmiştir. Denizler gençliğin mücadelesini “Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşleri” ile üniversite dışına taşımış, halkın sevgisini ve saygısını kazanmışlardır. Milletin değerleriyle buluştukları için solu kitleselleştirmişlerdir.

    Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşü düzenleyen Deniz ve arkadaşlarının halka çağrısı şöyledir: “Büyük Türk Milleti! Atatürk için toplanalım! Mustafa Kemal’in Milli Kurtuluş idealini yaşatmak için, Mustafa Kemal Devrimi’ne saldıran karanlık güçlere dur demek için, milletçe yabancı uşaklığına düşmekten kurtulmak için, tam bağımsız, gerçekten demokratik Türkiye için, Gazi Mustafa Kemal’in Milli Kurtuluşçu saflarında toplanalım…”

    Yine, Denizlerin 69’da faşistlerin silahlı saldırısından sonra tutuklanmasının ardından Devrimci Öğrenci Birliği’nin dağıttığı “Gerçek Milliyetçi Öğrenciler” başlıklı bildiri şöyledir: “Deniz Gezmiş haksız yere tutuklanmıştır. Çünkü, son üniversite olaylarında savunma durumunda olan devrimci, gerçek milliyetçi öğrencilerden sekiz kişi sanık olarak adliyeye verildiği halde, saldırganlardan eli tabancalı, beli bıçaklı hiç kimse yoktur. Biz Mustafa Kemal gençliği olarak Amerikan emperyalizmini ve onların çömezlerini Türkiye’den atıncaya kadar savaşa devam edeceğiz. Bu uğurda tevkif değil, hepimiz öleceğiz.”

    Görüldüğü gibi 68 gençliği bugünkü “sol” un aksine kendisini milliyetçi olarak tanımlamaktan, “Türk” kelimesini kullanmaktan çekinmemektedir. Aksine dağıttıkları her bildiri “Türk gençliği” ifadesiyle başlamakta, çıkardıkları gazetenin adına gururla “Türksolu” demektedirler. 68’de sol damarlarına kadar Türktür, Atatürkçü’dür.

    Deniz Gezmiş Üçüncü Dünyacıdır

    Deniz Gezmiş’in mücadelesi yalnızca Türkiye’nin bağımsızlığıyla sınırlı değildir. Deniz’in yaşadığı yıllar dünya çapında mazlum ulusların emperyalizme karşı Ulusal Kurtuluş mücadelesi verdiği bir çağdır. Afrika’da, Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Asya’da ezilen uluslar ABD emperyalizmine karşı savaşmakta, bu savaşlar tüm ezilenlerin ve dolayısıyla Türk milletinin mücadelesini keskinleştirmektedir.

    Ancak Cezayir’de, Hindistan’da kurtuluş için savaşanlar Atatürk’ün fotoğrafların göğüslerinde taşırlarken, Türkiye’de Atatürkçülükten hızlı bir dönüş yaşanmaktadır. Deniz için ilk çözülmesi gereken çelişki budur ancak, ezilenlerin mücadelesine kayıtsız kalamamaktadır. Atatürk Türkiyesi’nin bu uluslara el uzatması gerekmektedir.

    Türkiye ise farklı bir rotadadır ve bu mücadelelerin karşısında yer almaktadır. Deniz, bunun için Filistin’e gitmiştir. Yanında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Arapça yazılı kimliğini taşımıştır. Che’yi hep örnek almış, Che gibi emperyalizme karşı vuruşarak ölmeyi istemiştir. Deniz, mücadelenin emperyalizmle ezilen uluslar arası bir mücadele olduğunu kavramış ve Ulusal Kurtuluşçu bir ideolojinin dünya çapında savunucusu olmuştur.

    Ho Chi Minh’in ölümü üzerine SBF’de yaptığı konuşma, mazlum dünyanın bir mensubu olan bir Türk çocuğunun ezilenlerin mücadelesini nasıl yürekten hissettiğini ortaya koyar niteliktedir: “Amerikan emperyalizmine karşı yedi iklim, dört cephede mücadele ettiğimiz, Bolivya’da, Venezüella’da, Angola’da, Vietnam’da kahramanca ölmesini bildiğimiz bu günlerde Ho Chi Minh arkadaşı kaybettik. O’nun Amerikan emperyalizmine karşı verdiği kavgada, kararlı, azimli tutumu zor günlerimizde bize yol gösterecek ve Vietnam halkının milli demokratik devrim mücadelesinde inançlı adımları oportünizme karşı mücadelemizde bizlere örnek olacaktır. Merhaba Ernesto gibi ölenlere, Merhaba Camillo gibi ölenlere, Merhaba Ho Chi Minh’lere, yuh olsun emperyalizme.”

    Mücadeleyi günümüze taşımak

    Devrimci gençlik ne için mücadele ettiğini şöyle ortaya koyuyordu: Türkiye’nin kalkınması ve halkın kurtuluşu, Amerikan emperyalizminin yurttan atılmasına bağlıdır. Bunun için sorun Amerikan emperyalizmini kovmak için mücadeledir. Amerikan emperyalizmi gayrı millidir. Ona ortaklık edenler ulusa ihanet etmiştir. Emperyalizme karşı mücadele suç değildir. Gayrı milli olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsü anayasaya aykırıdır. Denizler doğru tespitlerle yola çıkmışlar ve mücadelelerini Kuvayı Milliye’ye dayandırmışlardır. Deniz gayrı milli unsurları şöyle değerlendiriyordu: “Çağımızda sermayenin vatanı yoktur. Sermayedarın vatanı, parası nerede çok kâr getiriyorsa orasıdır. İşte bu yüzden yurdumuzu Amerika’ya peşkeş çeken bir avuç hainin kârı ve teminatı Amerikan Dolarlarına bağlı olduğu için, onların asıl vatanı Amerika’dır, Avrupa’dır”.

    Deniz emperyalizme ve sermayeye karşı ise tüm halk güçlerini vatan savunmasında dayandığı kuvvetler olarak koymaktadır. Bu kuvvetler içinde emperyalizmle hiçbir bağı olmayan halkın yanına 27 Mayıs’ı yapan güçler yer almaktadır. Denizler, gençliğin parlamenter düzenden ve siyasal partilerden uzak durarak, Kuvayı Milliye’nin bir bileşeni olması gerektiğini savunmaktadırlar. Ancak bir süre sonra bu fikir gençlerin öncü kadrolar olarak algılanmasına kadar varmıştır. Diğer taraftan Kuvayı Milliye’ye dayanan mücadele, Latin Amerika ülkelerinin mücadele pratiklerine uyarlanmaya başlayınca ülkenin tarihsel gerçeklerinden kopulmuştur. Silahlı mücadele tarzı ile birlikte, Kuvayı Milliye’nin bileşenleri olan halk-ordu-gençlik arasındaki bağlar kopmuştur. Bu da düşmanlara, devrimci hareketi boğma fırsatını doğurmuştur.

    Ancak burada belirtilmesi gereken Denizlerin mücadelelerinin yanlışlığından değil, Türkiye’nin bağımsızlığını savunmaları ve bu yolun ancak devrimci mücadeleyle başarılabileceğini düşünmüş ve düşüncelerini eylemleriyle hayata geçirmiş olmalarından dolayı ortadan kaldırıldıklarıdır. Bu noktada onları terörist eylem tarzıyla suçlamak sapkınlıktır, ihanettir. Denizlerin dayandıkları Ulusal Kurtuluşçu ideoloji emperyalizmi korkutmaya yetmiş ve Türkiye’nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemeyen bir kuşağın liderleri katledilmiştir. Bu yüzdendir ki bugün Türkiye, topraklarının bile tartışmaya açıldığı günleri yaşamakta, ABD ve AB tarafından kuşatmaya alınabilmektedir. 6. Filo’yu denize döken gerçek milliyetçi anlayış yok edildiği, 6. Filo’nun karşısında namaz kılan anlayış kutsandığı için Türkiye NATO mollalarının hakimiyetine girebilmiştir.

    Deniz Gezmiş, Atatürk’ün asil kanından yarattığı öz oğludur

    Bugün Türk gençliği 60’lardan daha köklü sorunlarla karşı karşıyadır. Türkiye’nin merkezinde olduğu Ortadoğu coğrafyası ciddi bir sömürgeci saldırı altına girmiştir. Ancak, emperyalizm yeni Denizleri yaratmaya gebedir. Deniz gibi özgüveniyle, iradesiyle vatanı için yaşamını adamaktan çekinmeyen nice gençler yetişmektedir. Bu noktada Türk gençliği Deniz’i doğru anlamak ve O’na benzemek zorundadır. Ulusal Kurtuluşçuluğu, Atatürkçülüğü ve devrimciliği Denizler gibi doğru ele almak ve bunun mücadelesini vermek gerekmektedir. Deniz’in kendine güveninin, uzlaşmaz devrimciliğinin kaynağını O’nun vatanseverliğinde aramak gerekmektedir. Deniz, Gemerek’te yakalandıktan sonra o dönemin İçişleri Bakanı tarafından “İşte bu pejmurde adam Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kumandanıymış. İyi bakın kılığına kıyafetine suratına” diye aşağılanmaya çalıştığında, “Beğenemedin mi? Kahramanın tabii” diye cevap verir. Deniz, koltuğuna güvenen bakanın oturduğu yerin Amerika’nın kucağı olduğunu görmekte, asıl aşağılık olanın bakanın kendisi olduğunu dalga geçerek belirtmektedir. Deniz kendinden başka hiçbir şeye güvenmemektedir. “Asılma günü gelip çatınca, o sevdiğim giysileri giyeceğim. Postallarımı, parkamı... Beyaz ölüm gömleğini giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim. Öyle her zamanki gibi, eyleme gidiş tavrımla gideceğim darağacına. Yok! Tıraş falan da olmayacağım. Önce gidip orada oturacak, bir sigara yakacağım... Avukatlarıma döneceğim, bizler için gelecek kuşaklara tanıklık edin diyeceğim. Bir devrimci ölüme böyle gider işte. Bayram yerine gider gibi.”

    İşte Deniz, asla yaptıklarından pişmanlık duymamış, eğilip bükülmemiş, af dilememiş, teslim olmamıştır. Mustafa Kemal gibi, düzenle tüm bağlarını koparmış, tüm hayatını Türkiye’nin bağımsızlığına adamıştır. Erkin’in de dediği gibi Deniz, Atatürk’ün asil kanından yarattığı öz oğlu olmuştur. Atatürkçülük 1968’lerde Denizlerle yeniden emperyalizmin karşısına dikilmiştir.

    nur arslan

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    Birkaç yıl önce bir bayram akşamı dayım, misafir salonuna elinde bir revolverle girdi; altıpatlar, kabzası yer yer küflenmiş bir tabancaydı bu. Misafirlerin şaşkın bakışlarına aldırmadan yanıma oturup anlatmaya başladı: “İşte bak, Deniz’in silahı bu. Çarıkçı’dan aldım ben bunu.” Çarıkçı dayımın arkadaşı, emekli bir öğretmen. Ben hikayeyi biliyorum; Çarıkçı da başka birinden almış. O başka birine de Deniz Gezmiş vermiş silahı Gümrük kahvesinde. Motorsikletle gelmiş Deniz’ler, silah(lar) ı teslim edip, Kaz Dağı’na doğru koyulmuşlar yola. Ben bir yandan dayımı dinliyorum, bir yandan tabancayı inceliyorum. Dayım öyle içten anlatıyordu ki; misafirler de kulak kesildiler. Dayım devrimci falan değil, Nazım’ın şiirindeki gibi “topraktan öğrenip kitapsız bilen” ellili yaşlarda bir Türk Köylüsü. Anlatırken tel tel dökülüyor ağzından sözcükler; fevkalade bir saygıyla söz ediyor Deniz’den, sanki büyükbabasının karşısında konuşuyormuş gibi ve öyle nazikçe ki; sanki altı aylık bir bebe duruyor kollarının arasında... Muhtemelen Deniz Gezmiş, Edremit’e hiç uğramamıştı; ama işte öyle inanmıştı o insanlar, o Deniz’in silahıydı onlar için, silahtan daha fazla bir şeydi aslında...

    Deniz’in efsaneleri sinmiştir Anadolu toprağına.: Bizim köye uğradı, kahvede oturdu ya da bizim kasabadan geçerlerken mola verdiler, çeşmeden su içtiler... gibi. Halkın kollektif bilinçaltında yer ettiği değer; sultanları, padişahları ve şıhları kıskandıracak türdendir. Ama işte, bir o kadar da gerçektir Deniz Gezmiş; Dolmabahçe’de yoldaşlarıyla birlikte, denize dökerken Amerikan askerini gerçektir o; meydanlarda patlatırken sesini “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye”diye, gerçektir ve giderken darağcına “Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının Kardeşliği” diye haykırırken gerçektir Deniz Gezmiş. Bugünün kağıttan kahramanlarıyla kıyaslanmayacak kadar...

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    ‘Devrim her taraftan gelir’
    Yakalanmasının ardından hemen Ankara’ya getirilen Deniz Gezmiş, basının önünde 12 Mart Muhtırası sonrası istifaya zorlanan Süleyman Demirel hükümetinin İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun karşısına çıkarılmıştı. Giderayak son bir gösteri yapmak isteyen Menteşoğlu ile Deniz Gezmiş arasında geçen konuşmalar, halkın gözünde Deniz’in bir efsane olarak anılmasına neden olan olaylardandır:
    “Bakan: Neden yola çıktın bu genç yaşta?
    Deniz: İnandığım dava için mücadele veriyorum. Sizin yüzünüzden mücadele veriyorum.
    Bakan: Nereye gidiyordunuz?
    Deniz. Devrime.
    Bakan: (Eliyle duvardaki haritada Sivas’ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı?
    Deniz: Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir.
    Bakan: Parayı ne yaptın.
    Deniz: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu paranın gereğini yapacaktır.
    (...)
    Bakan: (Deniz’i gazetecilere göstererek) İşte bu pejmürde adam, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kahraman kumandanı imiş. İyi bakın, kılığına, kıyafetine, suratına...
    Deniz: Kahramanım tabii.
    Bakan: Kimin kahraman olduğu belli olmadı mı?
    Bakan: Belli oldu. Kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi? Sizler emperyalizmin neferisiniz, ben Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun.
    Bakan: Susturun şu ukalayı, konuşturmayın. Götürün.”

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    DENİZ GEZMİŞ


    1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin kurtuluşuna öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.

    Deniz Gezmiş'in Ağzından

    Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armğan etmekten onur duyuyorum. Bu bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz.
    Sayın Savcı,
    1. Amerikan emperyalizmi gayrî millîdir.
    2. Ona ortaklık edenler halkımıza ihanet etmişlerdir.
    3. Emperyalizme karşı mücadele suç değildir, silahlı mücadele ise Anayasayı ihlâl değildir.
    4. Gayrî millî olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsü, Anayasaya aykırıdır.
    Buna göre iki şey var:
    1. Eğer belli bir hata sonucu, iddianame ve mütalaayı hazırladınızsa, dikkatli
    olunuz; idamını istediğiniz kişiler kasaplık koyun değildir ve siz savcısınız…
    2. Yok eğer yaptığınızın bilincinde iseniz; yolunuz açık olsun.

    İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu ile
    Deniz Gezmiş arasında geçen konuşma

    Menteşoğlu: Neden yola çıktın bu genç yaşta?

    Deniz: İnandığım dava uğrana mücadele veriyorum. Sizin yüzünüzden mücadele veriyorum.

    Menteşoğlu: Nereye gidiyordunuz?

    Deniz: Devrime

    Menteşoğlu: (Eliyle duvardaki haritada Sivas'ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı?

    Deniz: Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir.

    Menteşoğlu: Parayı ne yaptın?

    Deniz: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu paranın gereğini yapacaktır.

    Menteşoğlu: Halk Kurtuluş Ordusu nedir? Türkiye'de bir tek ordu vardır o da Cumhuriyet ordusudur

    Deniz: Hükümetinizin istifasından belli.

    Menteşoğlu: İşte bu pejmurde adam Türkiye Halk Kurtuuş Ordusu'nun kahraman kumandanıymış. İyi bakın kılığına kıyafetine suratına.

    Deniz: Kahramanım tabii.

    Menteşoğlu: Kimin kahraman olduğu belli olmadı mı?

    Deniz: Belli oldu. Kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi?

    Haram olsun
    gerille yüreğimi alıp elime
    mavzerlerime sürüp yağlı kurşunları
    ölüp dirilip binlerce kez
    öpmezsem alnını ölümün
    haram olsun
    on sekiz yaş gençliğime
    __________________
    dağlar geçilmiyor kardan / aman yok ki candarmadan
    ayrılamam ben bu yardan / yürü yağız atım yürü.
    peşime düştü takipler / boynumu bekliyor ipler
    zeybekler seni ayıplar / yürü yağız atım yürü.

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    DENİZ'İN TÜRKÜSÜ

    Türkünü söylüyorum Deniz
    Mavi yosunların eşliğinde
    Türkünü söylüyorum Deniz
    Duru çakılların eşliğinde
    Direnişin anlatılıyor analarca
    Yeni büyüyen çocuklarına yurdumun
    Balıkçılar kavganı çeker ağlarıyla
    Pul pul ulaşır kentlere

    Türkünü söylüyorum Deniz
    Direnişlerinde madenlerin
    Çocukların ışıldayan gözleriyle
    Savaşa hayır diyen dilleriyle
    Meydanlarda alkış alkış
    Çoğalan öfkenin sesiyle

    Türkünü söylüyorum Deniz
    Kavgada şehit düşen yiğitlerimizle
    İçimizi yakan öfkemizle
    Fabrikalarda geleceği işleyen işçimizle
    Toprağında yarının güzelliğine
    Su veren köylümüzle
    Türkünü söylüyorum Deniz
    Şubat soğuğunda doğan güneşimizle
    Türkünü söylüyoruz Deniz
    Denizlerce çoğalarak

    İbrahim BAYRAMLAR

  • Gülsüm Yesilyurt
    Gülsüm Yesilyurt

    Birazda savunma geliyor aklıma.yapılan o kadar emegin ve mücadelenin yanında.


    DENİZ GEZMİŞ'İN SAVUNMASI

    'Ben, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil ve Alpaslan Doğan beraberdik. İddianameye karşı diyeceklerim mevcuttur.İddianame kelle istemek için hazırlanmıştır. Yapılan tahliller yanlıştır, hatalıdır, değerlendirmeler keza isabetsizdir. Yalnız, biz varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden esasen Türk Halkına armağan etmiş bulunuyoruz. Türk Halkı ve devletin bağımsızlığına armağan etmiş bulunmaktayız. Bu sebeple ölümden çekinmiyoruz. Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığını temin edemedik.

    Bugüne kadar da bu özlem içinde kaldık. İddianamede geçen ve bana atfedilen hükümleri kabul etmiyorum. Ben silahımı halka, orduya karşı kullanmadım. Ancak Vatan hainlerine karşı kullanmak maksadıyla taşıdım ve 'halka ve orduya karşı kullanırım' şeklinde beyanda bulunmadım. Öteden beri arzetmiş olduğum gibi bu ülkede anayasayı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasa'yı ihlal edenlerse
    ortadadır. Anayasa'nın uygulanmasını isteyen gene bizleriz. Anayasa'yı uygulamayan yavuz kimseler de hala ortadadır. Yine o kişiler bizim kellemizi istemektedirler. İddia makamı bizim vermekte olduğumuz bağımsızlık
    savaşına karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin hukukuna karşı, reformlara karşıdır. Onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya çalışmışlardır. Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum
    eden hepiniz dahil sizlersiniz. Ve sonunda idam isteğiyle buraya getirildik, Türkiye'nin
    bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve
    hayatımızı bu yola koyduk. Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik, bunun aksini iddia edenler vatan hainidir. Biz stratejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman saklamayız. Hangi şartlarda olursak olalım bunu açıkça söyleriz. Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak,düşüncelerimizi her zaman
    açıkça ifade ederiz. Tarih evvelce bunu yapanları nasıl temize çıkarmışsa bizi de temize çıkaracaktır, buna da inanıyoruz.
    Profesyonel devrimci bugünün Türkiye'sinde kendini hayatı boyunca Türkiye'nin bağımsızlığına adayan kimsedir. (İddianamede) 'Fikir özgürlüğünü ve
    Anayasayı paravan yapanlar, önceleri Atatürkçü
    geçinirken onun fikir ve şahsiyetiyle küçük görmeye başladılar' şeklinde ve 'sadece Mustafa Kemal tarafını beyan ediyorlardı' şeklinde bir cümle mevcuttur, bunu kesin olarak reddediyorum, asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmezler. Bu kasten tahrif edilmek isteniyor. Bu cümle artniyetle hazırlanmıştır. Bu memlekette Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar
    varsa onlar da bizleriz.

    35 milyon metrekare vatan toprakları işgal
    altındayken, bizim milli bütünlüğü bozmakla
    suçlanmamız gülünçtür. Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok şaşırırdı. Hareketimiz tamamen anayasal bir harekettir. Anayasamızın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık. Bu sebeple anayasal bir davranışta bulunduk.

    Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum.
    Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye'nin
    bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyorum.
    Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur
    duyuyorum. Kurtuluş Savaşını da yerli yerine oturtmak gerekir.

    Biz elli sene evvel Kurtuluş Savaşını vermiş bir ülkenin çocukları olarak Kurtuluş Savaşının gerçek tahlilini yapmaya her zaman muktediriz.

    Biz yine çok iyi biliriz ki, Türkiye Kurtuluş Savaşını
    yapmak için Samsun'a çıkanlara İstanbul Örfi idaresince ve Mahkemelerince idam cezası verilmiştir.

    Ve yine bilmekteyiz ki, Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşına iştirak etmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki, Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul'da bulunanlar bunları
    yapanlara 'eşkıya' demiştir. Türkiye'nin Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşında ne şekilde bağımlı hale geldiğini de belirtmek gerekmektedir. Ayrıca iddianamede Türkiye halkının bir takım etnik gruplardan teşekkül ettiği iddiaları ve bunu bizim yaptığımız, ortaya attığımız ithamları mevcut bulunmaktadır. Birinci Türkiye Büyük Millet
    Meclisi'nin kararında ve Misakı Milli sınırları içinde iki kardeş kavim yaşar. Türk ve Kürt kavimi yaşamaktadır. Birinci Büyük Millet Meclisi kararı böyledir. Türkiye'de iki kardeş kavimin ve ulusunun yaşadığını kabul etmektedir. Bunu kabul etmek
    bölücülük değildir. Bu iki kardeş unsur birinci Kurtuluş Savaşını müştereken başarmışlardır. Güney Cephesinde düşmanla omuz omuza savaşmışlardır. Bu ikisine birden Türkiye halkı diyoruz. Ve bu iki kardeş
    unsur ikinci bağımsızlık savaşını da müştereken başaracaklardır.

    Öğrenci hareketlerine gelince iddianamede öğrenci hareketlerinin başlangıç tarihi 1968 olarak belirtilmektedir. Bu tarih yanlıştır. Türkiye'de öğrenci olayları 50-60 senedir eksik olmamıştır. Sultan Hamid'in tıbbiye talebelerini Sarayburnu'ndan
    denize attığı tarihten itibaren öğrenci hareketleri Türkiye'de devam edegelmiştir. 1908'i hazırlayan hareketler ileriye dönük hareketlerdir. Vagonli'yi tahrip eden gençler ilerici gençlerdir. 2.Dünya Savaşı
    sırasında 'faşizme hayır' diyen gençler ilerici gençlerdir. Ve 28 Nisan 1960 tarihinden özgürlük savaşı veren gençler ilerici gençlerdir.'

  • Gülsüm Yesilyurt
    Gülsüm Yesilyurt

    ve yalnız ölüm geliyor bazen aklıma bir sandalye bir ip.sonra umut.ugur mumcunun bir seslenişi ve inanc güzel günlere :)
    Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...

    Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    6 MAYIS

    Mamak Askeri Cezaevi... Ön hücrelerin havalandırması. Görünen her şey bir bir gün, beş gün, beş ay öncesinin aynı... Duvarlar, tel örgüler, karşıda tepesi görünen kel bir dağ bozuntusu, tutuklular, askerler, gardiyanlar, subaylar...
    Korkunç bir farklılık var ama bu gün. Görülmeyen bir farklılık bu... Sadece duyulan ve duygularla algılanabilen bir farklılık...
    İstedikleri kadar dış dünyadan koparmış olsunlar bizi... Yaş ortalaması en çok yirmi iki – yirmi üç olan deli fişek, inançlı gençleriz. Cıvıltımızı kesemediler bu güne değin... hele de sabahları... Yandaki koğuştan ödünç voleybol topu isteyenler, türkü çağıranlar, hızlı bir voltada bağırıp çağırarak kurumsal tartışmalar yapanlar, koşanlar, kültür fizik yapanlar...
    - Bizim koğuşun gazeteleri nerede kaldı? Diye gardiyanlara bağıranlar;
    - Er Ahmet Çelik, ön koğuş nöbetinde görüşünüze hazırdır komutanım! Diye, çığlık çığlığa tekmil veren askerler...
    Ama bu gün farklı...
    Korkutucu bir sessizlik egemen tüm cezaevine; kimse konuşmuyor, kimse kurumsal tartışma yapmıyor, kimse şarkı türkü söylemiyor, koşan, kültür fizik yapan da yok bugün. Kimse “merhaba”, “günaydın”, “nasılsınız? ” bile demiyor... Askerlerin, gardiyanların, subayların bile sesi çıkmıyor...
    Havalandırmada volta atıyorum. Diğer arkadaşlarım da aynı şeyi yapıyor.
    Bu kez herkes tek tek voltalıyor beton bahçeyi. Hızlı ama alabildiğine ses çıkarmamaya çalışarak atılıyor voltalar.
    Becerebildiğim kadar dik tutuyorum başımı. Gözlerim yerde de olsa başım dik durmalı...
    Yerde bir su birikintisi var. Ona basmamaya çalışarak yürüyorum.

    Bu ikinci tanık oluşum ’toplu ölüme’... Bu kez ilkindeki gibi milyonların içinde yapayalnız değilim. Kinle, acıyla, neşeyle, umutla kenetlenmiş – en azından dışa karşı böyle görünen – kavga arkadaşlarımla beraberim.
    Yine de atamıyorum yalnızlık duygusunu. Salt ben değil, hepimiz, tüm cezaevi; mahkumu, tutuklusu, gardiyanı, askeri, subayı, haini, ispiyoncusu, direngeni, cesuru, korkağı herkes yalnız o gün...
    Birlikteydik, ama yalnızdık.
    Sessizdi cezaevi... Herkesin kendisiyle hesaplaşmasına olanak verecek ölçüde sessiz durağan... Anlaşmalı bir sessizlik bu....

    Bir avuç subay ve gardiyanı bir yana bırakırsak; askeri, tutuklusu yaş ortalaması yirmi iki - yirmi üç olan bu gençlerin hepsi mi taş yürekli?
    Niye hiç ağlayan, bağırıp çağıran yok?
    Niye isyan etmiyor kimse?
    Biz ki; sokak köpeklerine, dağ başında yanlışlıkla basıp ezdiğimiz çiğdeme üzülen, sevgililerimizin hasretine dayanamayıp iki tek attıktan sonra sulu zırtlak olan; içerikli bir sinemayı, tiyatroyu seyrederken çekinmeden gözyaşlarını akıtabilen bir kuşağız.
    İşte en yakınımızdaki, en dost olan üç yoldaşımızı koparıp almışlar bizden, hem de sonsuza değin.
    Niye böyle taş gibiyiz hepimiz? Ne oldu bize? ... Niye birbirimizin yüzüne bile bakamıyoruz?
    Oysa, çığlık çığlığa tüm benliğim... Biliyorum tüm dostlarım da öyle.
    Savaşıyorduk hala... Haklı bir savaşı sürdürmenin doğal bir yöntemini, sessiz bir anlaşmayla sağlamıştık aramızda. Alınmış bir kararı, belirlenmiş bir taktiği yoktu bu savaşın...
    Karşı tarafın temsilcileri kapılardan, pencerelerden bakıp; geldikleri gibi yine sessizce kayboluyorlardı. Bu koşullarda ancak böyle savaşabilirdik. Susarak, dişlerimizi sıkarak, başımızı alabildiğince dik tutarak, göz yaşlarımızı içimize akıtarak, alabildiğince sert adımlar atarak... Öyle de yaptık.
    Elbet yanıyordu yüreğimiz, elbet tüm bedenimiz dağlanmıştı,elbet acıyla doluydu tüm benliğimiz. Ama bırakalım karşıdakileri, birbirimize bile açık edemezdik duygularımızı.
    Erlerin, gardiyanların çoğu da üzülüyordu. Bu yüzlerinden, oturup kalkışlarından belliydi. Ama şu bol ‘yıldız’lı, ‘ay’lı takım. Bu kararı verenler, planları yapanlar, pusu kuranlar, erketelik yapanlar... Onlar ne düşünüyordu o gün? Hangi duygularla doluydular? Aradan yirmi beş sene geçti hala merak ederim.
    Uyudum mu dün gece? Duyduklarım düş müydü? Zincir sesleri, açılıp kapanan kapılar, postal gıcırtıları...
    “Sağlıcakla kalın, kendinize iyi bakın! ...” diye, gür sesle bağırdı mı birisi?


    Atilla Keskin
    Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler
    (Anı / Roman)
    Gendaş Yayınevi İstanbul 1999


    (deniz gezmişin idam günü atilla keskin in ağzından)

  • Gülsüm Yesilyurt
    Gülsüm Yesilyurt

    deniz denince aklıma:
    ADI DENİZ OLMALI


    Bir çocuğumuz olmalı
    Adı deniz olmalı
    Deniz dedim adına
    Adı deniz olmalı

    Bir çocuğumuz olursa
    Adı deniz olmalı
    Deniz kadar engin
    Deniz kadar çoşkun
    Deniz kadar sıcak
    Deniz kadar güzel

    Bir çocuğumuz olmalı
    Adı deniz olmalı
    Deniz dedim adına
    Adı deniz olmalı

    Üzerindekiler bana yabancı değil,
    Suratındaki yaralar, karalar, kirler
    Bana birisini hatırlatıyorsun küçüğüm
    Üzerindekiler bana yabancı değil,
    Yırtık süeterin, pantolonun, çizmen, çorabın
    Sakın pişman olma, kızma, kızdırma
    Sembol olmak, katil olmaktan çok daha zor
    Yemekten, içmekten, direnmek zor küçüğüm
    Ben, ben kimim diye sorarsan
    Biz, biz tabiatla kardeşiz
    Yemeyle, içmeyle
    Hatta uçakla, suyla, kuşla, böcekle
    Ama yine de
    Bana ne olmuş diye soruyorsan
    Kızma, kızdırma
    Hani doğruluktan, dürüstlük doğar derler ya
    Bence sana Deniz çarpmış küçüğüm
    Ki, ben beni bildim bileli
    Ne, ben beni buldum kendimde
    Nede kendim, beni buldu bende
    İşte ortalığın arazisi olup kaynadık dünyanın kazanında
    Dünya kazan oldukça ben bir kepçe
    Doldum tabaklara birden daha çok kere
    Hani ya gülüm işçi olup emek dökercesine
    Ben, beni bildim bileli
    Ne ben, beni buldum kendimde
    Nede kendim, beni buldu bende
    Sen bir başka maya gör
    Çocuk olursun bir yandan severler
    Bir yandan döverler
    Okursun adam olursun,
    İş bulamadın mıda hiç dinlemez söverler
    Ben, ben boks şampiyonu olamam ki dostum
    Hayatı nakavt edeyim
    Ben kültürümü hayata adadım
    Hayatı tanımlayamıyorum
    Hayat nedir acaba _?
    Hergün paket paket içtiğimiz sigaralar mı
    Akşamları eve gelen babamın
    Boş o bomboş bakışları mı
    Bilmiyorum! ! !
    Yıldızlardan kopup gelmişti dünyama
    Yıllanmış ağaçların dökülen sarı yaprakları gibiydi
    Etraf toz, toprak, kan, göleç
    Adına ne seheryeli diyebiliyorum nede tozpembe
    Ama şunu çok iyi biliyorum ki
    Bir çocuğumuz olursa
    Adı DENIZ olmalı,
    İster kız ister erkek
    Farketmez hiç biri
    Fakat bakışları farketmeli
    Güneş gibi olmalı
    Aydınlatmalı her tarafı
    Her bir yandan bir bir
    Bir çocuğumuz olursa adı DENIZ olmalı
    DENIZ kadar engin, DENIZ kadar coşkun
    DENIZ kadar sıcak, DENIz kadar güzel
    Bir çocuğumuz olmalı
    Adı DENIZ olmalı
    DENIz dedim adına
    Adı DENIZ olmalı.

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    baba;

    mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum.ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. fakat bu durumu metanetle karşılamani istiyorum, insanlar doğar,büyür,yaşar ölürler,önemli olan cok yasamak degil,yaşadiğı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.bu nedenle ben erken gitmeyi normal karsiliyorum.ve kaldı ki benden evvel giden arkadaslarim hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir.benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın,oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu.seninle düşüncelerini ayri ama beni anlayacagini tahmin ediyorum.sadece senin degil, türkiye’de yasayan kürt ve türk halklarının da anlayacagina inaniyorum.cenazem için avukatlarıma gerekli talimati verdim.ayrica savcıya da bildirecegim.ankara’da 1969’ olen arkadasim taylan özgür’un yanina gömülmek istiyorum.onun icin cenazemi istanbul’a götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor.kitaparımı küçü kardeşime bırakıyorum.kendisine özellikle tembih et,onun bilim adami olmasini istiyorum,bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir,son anda yaptiklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi,abimi,kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarim.
    oğlun deniz gezmis

    deniz gezmiş

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    Deniz Gezmiş

    1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin işgaline öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.

  • Alp Tanhu
    Alp Tanhu

    çocukluğum içinde geçti,
    akşamları o dalga sesi varya...
    özledim yaa...

  • Zeynep Seda
    Zeynep Seda

    elbet bir bildiği vardı bu çocuğun
    kolay değil öyle genç ölmek
    yeşil bir yaprak gibi yüreği
    koparıp ateşe atmak
    pek öyle kolay değil...deniz gezmiş...

  • Hatice Yavuzdurmaz
    Hatice Yavuzdurmaz

    mesai sonrası rahatlamak için birebir. :)

  • Sebahattin Demirci
    Sebahattin Demirci

    deniz sonsuz bir özgürlük
    sevda ve sevdalıların buluşması
    dalgaların karayla buluşması gibi

  • Selma Doğan
    Selma Doğan

    eveeeeeeeetttt benim denize girme vaktim geldii........... :)))

  • Selma Doğan
    Selma Doğan

    hele bugün hiç dalga yoktu denizde.............tek kelime ile harikaydı......... :)))

    kıskanmayalım birgün sizin de olur..... :)))

  • Selma Doğan
    Selma Doğan

    sensiz denizin tadı mı olur? ,
    sahiller neşeyle çınlasa bile......
    çıplak ayakların,
    kumlar üzerinde izleri olmayınca....

  • Alper Aydin
    Alper Aydin

    deniz gezmiş
    THKO
    özgürlük
    sonsuzluk
    doğacak çocuğumun ismi
    şirketimin ismi