. ... ..... ah, odasının penceresinden sarkarak, gökyüzüne bakıp; gel burayaa gel burayaaa diye, rotasının ıssızı uçağa bağıran çocuk, nerden bilebilir ki uçuş ekibinin, o sırada ne halde olduğunu ve o çelik kuşun hangi tarifeli seferini yaptığını; ..... ... .
80lerin sonunda, 90ların başında çocuk olunabildi en son... Ve sonlarına yetişmiş biri olarak şanslı görüyorum kendimi. Bilgisayar yoktu. Taso oynadık, yakartop oynadık, saklambaç oynadık. Sonra da çocukluğu teknolojinin soğuk ellerine teslim ettik... Ne yazık ki, artık çocuklar bilgisayarda oyun oynuyorlar. Üstleri başları çamurlanmadan, dizleri kanamadan, akşam ezanı okunmadan eve dönebilmenin heyecanını tatmadan büyüyorlar.
Çocuk olmak deyince aklıma çocukluğum geliyor... Bir zamanlar kaleme aldığım bir yazımı paylaşmak istedim. Saygılarımla
Almancı ailenin simitçi çocuğu...
İlk başta ne kadar karmaşıkmış gibi görünse de mutluluğu aramaya çocukluktan beri başlamış birisi için bir cümle de tarif edilebilesi en zor hayattı onunkisi... Hatırlayabildiği şeyler; ilk cep harçlığından gözlerinden dökülen son damlalar arasında ki zaman ile annesinden yediği ilk dayak ile son kahkası arasında ki zamanın çarpımının milyonlara bölünmesinden kalan umutları... Her yeni güne başlarken biraz daha hırs biraz daha mücadele edibilme hissi güneş battıkça yerini kederlere ve ümitsizliklere taşıdı. Belkide bu yüzdendir henüz küçük bir yaştayken babasından para almamak uğruna bir günlükte olsa herkesten gizli simit satması... Umutları vardı ya, sonu gelmeyen hayalleri...Kim yok edebilirdi ki onları? Iyi bir fert olabilmenin mücadelesiyle birlikte göğsünü gere gere sokakları mesken tutmalar, kimine göre çok zeki kimine göre ise sessiz sakin bir çocuk olmanın farkındalığıyla adım attığı yıllar... Bir aile çok şey demekti onun için... Hayatı kazanmak, öğrenmek de... Şehrin aydınlatan lambaları yanınca farkına varmıştı akşamın gelişinin. Eve gitmesi gerekiyordu artık. Elinde bir tepsi, cebinde de belki hesap edemeyeceği kadar para olmuştu... Eve yaklaştıkça heyecanı bir başka artıyordu. Korku mu dersiniz? Pek korku sayılmasa da para kazanmanın, evine ekmek parası götürebilmenin heyecanı da denilebilirdi... Bütün bir günün hevesi, koşturmacası ve o gün ki servetinin hesabı babasını sokağıın başında görünce esen fırtınalara kaptırmıştı... Uçup gitti sanki herşey... Düşüncelerinde sadece babasının neden orada beklediği vardı hemde yoğun bir şekilde. Adımlar ilerledikçe yoğunluk arttı... arttı... arttı... taa ki bir şamar sesini kulağında hissedene kadar. Ne anlamı vardı ki dayağın? Tabii ya Almanya'dan gelmişlerdi... Almancı bir ailenin çocuğuydu o! .. Artık daha farklı anılması gerekiyordu. Almancı ailenin simitçi çocuğuydu...
Tokat yemişti yemesine ama babasının amcasına söylediği sözler hiç aklından çıkmamıştı. Bir yandan yediği tokatın ağrısını hissediyor diğer yandan babasının amcasına 'Bu çocuk aç kalmaz' diye sarf ettiği cümlenin mutluluğunu yaşıyordu... Onay almıştı sanki hayattan. Hadi artık herşey bir yana ' Zevk-ü sefa' sürsün gözyaşları... Yeni gün, yeni heyecan ölçülmez ufuklarda ki hayallerine bir kat daha eklemişti. O zamandan başlamıştı bir aile kurmanın hevesi... Anne, baba, kardeşler bir yana; bir bütün olmayı istemişti belki de küçük bir parçası olduğu ailenin bilinciyle... Okula başladığı gündü ilk terkedilişi... Annesi, babası öğretmene teslim etmişlerdi çocuklarını... Şaşkındı, etrafına baktı sakince... Yaşıtı olan bütün çocuklar sanki oradaydı... Bir sorun vardı. Herkes neden ağlıyordu? 'Anne gitmeeeee, Babaaaa vs...' diye haykıran akranlarının ağıtlarını gözlemlerken; kızıl saçlı annesi yaşında bir bayan adını sormuştu... Adını mı unuttun diye tekrar sorunca hatırlayabilmişti adını... Daha okul hayatının ikinci günü başlamıştı yeni macerası. Tek başına okula gitmesi gerekiyordu. Yolun sağından ve tam 7 sokak başı geçtikten sonra önüne gelen caddeyi de geçip bir kaç adım daha atması gerekiyordu... Okul dönemi büyük bir yer edinmeye başlamıştı hayatında, malum önce anne-babası öğretmene teslim etmişti. Ardından da bir zaman sonra büyük ağabeyi tekrar Almanya'ya dönmüştü dedesinin yanına. Orada yaşayacaktı. İlk okumayı öğrendiğinde kırmızı başlıklı kızın hikayesini okumuş, ardından da bir futbol takımı tutması gerektiğini kendisine henüz 6 yaşındayken sorulan bir sorudan öğrenmişti... İki sıra önünde ki kız hangi takımı tutuyorsun diye sormuştu sormasına ama o bütün mahcubiyetiyle kıza cevap verememiş doğru cevabı bulabilmesi için de asıl olan soruyu kendisi sormuştu... Evet Fenerbahçeli olması gerekiyordu. Şampiyon olmuştu Fenerbahçe, ya bir daha olamazsa korkusu yoktu... Renkleri de belli olmuştu ya yavaş yavaş gidenlere ne demeli? Ağabeyi gitmişti gitmesine, bir zaman sonra diğer ağabeyi de gitmişti Almanya'ya... Zaman akıp gittikçe, okulu, adresi yaşama dair ne varsa değişiyordu... Henüz 3. sınıfı bitirmeden tekrar Almanya'ya gitmişti ailesiyle birlikte.
Yeniden doğmuş gibi, yeni bir dünya yeni bir çevre derken etrafında yok olan herşeyi bir bir fark ediyordu... Mahallede ki ağabeyleri yoktu, bakkal amcası, şerbetçi ömer abisi de yoktu. Uzaklar ne kadar uzaktı? Özlemler bir yangınla tutuşurken daha nasıl anlatılabilirki zaman? Durgun zaman, saatler bir o kadar yavaş... Derin bir sessizlik etrafta... Hayat her zaman ki gibi yeni bir oyun mu oynuyordu? Süresiz düşüncelerin ardından hiç tanımadığı hatta dillerinden dahi anlamadığı arkadaşları olmuştu. Yeni okuluna alışması hiç zor olmamıştı henüz 1 sene okumadan geri dönmek durumunda kalmıştı Türkiye'ye... Artık hayatına amcasının yanında devam etmesi gerekiyordu. Aile çok şey demiştik ya onun için, herşeyden değerli ve önemli demiştik demesine ama, her seferinde yeniden başlamak yeniden doğmak çok zor olsa gerek onun için... Simit satmanın, para kazanmanın ne demek olduğunu unutmamıştı.
anneee, kral çıplak diye bağırabilmektir... hesapsız kitapsız bir masumiyettir... çizgi film izlerken kahkahalarla gülebilmektir... yani insan hayatının en güzel dönemidir...
çocuk olasım geliyor bazen dertsiz, tasasız oyun oynamak üstümü başımı kirletmek koşmak koşup düşmek, ellerimi dizlerimi kanatmak ağlamak, ağlamak geliyor içimden hiç susmadan. avazım çıktığı kadar bağırmak geliyor içimden
çocuk olmak...içinde hep bi büyüme isteği..oyuncakların ve sadece senin dünyann. ne tuhaf öle değilmi..sadece oyuncaklarınla oynadığın oyunları bilirsin hayatın oyunlarını değil..
Uslanma hiç hep deli kal Büyüme sakın çocuk kal Es deli deli böyle kal Son harmanında sevdanın Tüken toz toz savrula kal Suçüstü bulmalı ölüm Ölürken de sevdalı kal...
.
...
.....
ah, odasının penceresinden sarkarak,
gökyüzüne bakıp;
gel burayaa gel burayaaa diye,
rotasının ıssızı uçağa bağıran çocuk,
nerden bilebilir ki uçuş ekibinin,
o sırada ne halde olduğunu
ve o çelik kuşun hangi tarifeli seferini yaptığını;
.....
...
.
Bazen çocukların koskocaman insanlardan daha aklı başında olduğunu düşünüyorum..
Ne güzel söylemiş şair.:
Gülmeyi çocuklar icat etti, Bizler tüketiyoruz…
bizler çocukken
ne oyunlar oynardık
bizler çocukken
ne oyunlar oynardık
kurşun askerlerle
sırça saray alırdık
dünyayı bir baştan bir başa kuşatırdık
hepsi dağıldı hepsi kırıldı
şimdi geçmişe bakan gözlerime
yıkılan sarayların
sırçası doldu
bizler büyüdük
ne oyunlar oynardık
bizler büyüdük
ne oyunlar oynardık
binbir tane arzuyu
bir yerde tarttık
dünyayı bir baştan
bir başa parçaladık
ilhan irem
ben senin gül bahçende oyunlarıyla mutlu
ve affedilmeyi çok seven yaramaz bir çocuğum...
Her insan,zamanın dünya üzerinde bıraktığı bir yara izidir.
-leyla ile mecnun-
yazdıklarıma bakma çocuk
bir de saçımdaki aklara
yüreğim hâlâ çocuk..
Affan Dede'ye para saydım
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım...
her yerde,her şartta güzel.
80lerin sonunda, 90ların başında çocuk olunabildi en son... Ve sonlarına yetişmiş biri olarak şanslı görüyorum kendimi. Bilgisayar yoktu. Taso oynadık, yakartop oynadık, saklambaç oynadık. Sonra da çocukluğu teknolojinin soğuk ellerine teslim ettik... Ne yazık ki, artık çocuklar bilgisayarda oyun oynuyorlar. Üstleri başları çamurlanmadan, dizleri kanamadan, akşam ezanı okunmadan eve dönebilmenin heyecanını tatmadan büyüyorlar.
çocuk olmak,büyüme hayalleri kurmak demektir...Büyüdüğümüzde de özlediğimizdir...
Dünü hatırlamamak.. Yarını düşünmemek.. Bugünün tadını çıkarmak.. Fütursuzca yaşamak..
Çocuk olmak deyince aklıma çocukluğum geliyor... Bir zamanlar kaleme aldığım bir yazımı paylaşmak istedim. Saygılarımla
Almancı ailenin simitçi çocuğu...
İlk başta ne kadar karmaşıkmış gibi görünse de mutluluğu aramaya çocukluktan beri başlamış birisi için bir cümle de tarif edilebilesi en zor hayattı onunkisi... Hatırlayabildiği şeyler; ilk cep harçlığından gözlerinden dökülen son damlalar arasında ki zaman ile annesinden yediği ilk dayak ile son kahkası arasında ki zamanın çarpımının milyonlara bölünmesinden kalan umutları... Her yeni güne başlarken biraz daha hırs biraz daha mücadele edibilme hissi güneş battıkça yerini kederlere ve ümitsizliklere taşıdı. Belkide bu yüzdendir henüz küçük bir yaştayken babasından para almamak uğruna bir günlükte olsa herkesten gizli simit satması...
Umutları vardı ya, sonu gelmeyen hayalleri...Kim yok edebilirdi ki onları? Iyi bir fert olabilmenin mücadelesiyle birlikte göğsünü gere gere sokakları mesken tutmalar, kimine göre çok zeki kimine göre ise sessiz sakin bir çocuk olmanın farkındalığıyla adım attığı yıllar... Bir aile çok şey demekti onun için... Hayatı kazanmak, öğrenmek de...
Şehrin aydınlatan lambaları yanınca farkına varmıştı akşamın gelişinin. Eve gitmesi gerekiyordu artık. Elinde bir tepsi, cebinde de belki hesap edemeyeceği kadar para olmuştu... Eve yaklaştıkça heyecanı bir başka artıyordu. Korku mu dersiniz? Pek korku sayılmasa da para kazanmanın, evine ekmek parası götürebilmenin heyecanı da denilebilirdi...
Bütün bir günün hevesi, koşturmacası ve o gün ki servetinin hesabı babasını sokağıın başında görünce esen fırtınalara kaptırmıştı... Uçup gitti sanki herşey... Düşüncelerinde sadece babasının neden orada beklediği vardı hemde yoğun bir şekilde. Adımlar ilerledikçe yoğunluk arttı... arttı... arttı... taa ki bir şamar sesini kulağında hissedene kadar. Ne anlamı vardı ki dayağın? Tabii ya Almanya'dan gelmişlerdi... Almancı bir ailenin çocuğuydu o! .. Artık daha farklı anılması gerekiyordu. Almancı ailenin simitçi çocuğuydu...
Tokat yemişti yemesine ama babasının amcasına söylediği sözler hiç aklından çıkmamıştı. Bir yandan yediği tokatın ağrısını hissediyor diğer yandan babasının amcasına 'Bu çocuk aç kalmaz' diye sarf ettiği cümlenin mutluluğunu yaşıyordu... Onay almıştı sanki hayattan. Hadi artık herşey bir yana ' Zevk-ü sefa' sürsün gözyaşları... Yeni gün, yeni heyecan ölçülmez ufuklarda ki hayallerine bir kat daha eklemişti. O zamandan başlamıştı bir aile kurmanın hevesi...
Anne, baba, kardeşler bir yana; bir bütün olmayı istemişti belki de küçük bir parçası olduğu ailenin bilinciyle... Okula başladığı gündü ilk terkedilişi... Annesi, babası öğretmene teslim etmişlerdi çocuklarını... Şaşkındı, etrafına baktı sakince... Yaşıtı olan bütün çocuklar sanki oradaydı... Bir sorun vardı. Herkes neden ağlıyordu? 'Anne gitmeeeee, Babaaaa vs...' diye haykıran akranlarının ağıtlarını gözlemlerken; kızıl saçlı annesi yaşında bir bayan adını sormuştu...
Adını mı unuttun diye tekrar sorunca hatırlayabilmişti adını... Daha okul hayatının ikinci günü başlamıştı yeni macerası. Tek başına okula gitmesi gerekiyordu. Yolun sağından ve tam 7 sokak başı geçtikten sonra önüne gelen caddeyi de geçip bir kaç adım daha atması gerekiyordu... Okul dönemi büyük bir yer edinmeye başlamıştı hayatında, malum önce anne-babası öğretmene teslim etmişti. Ardından da bir zaman sonra büyük ağabeyi tekrar Almanya'ya dönmüştü dedesinin yanına. Orada yaşayacaktı.
İlk okumayı öğrendiğinde kırmızı başlıklı kızın hikayesini okumuş, ardından da bir futbol takımı tutması gerektiğini kendisine henüz 6 yaşındayken sorulan bir sorudan öğrenmişti... İki sıra önünde ki kız hangi takımı tutuyorsun diye sormuştu sormasına ama o bütün mahcubiyetiyle kıza cevap verememiş doğru cevabı bulabilmesi için de asıl olan soruyu kendisi sormuştu... Evet Fenerbahçeli olması gerekiyordu. Şampiyon olmuştu Fenerbahçe, ya bir daha olamazsa korkusu yoktu... Renkleri de belli olmuştu ya yavaş yavaş gidenlere ne demeli? Ağabeyi gitmişti gitmesine, bir zaman sonra diğer ağabeyi de gitmişti Almanya'ya... Zaman akıp gittikçe, okulu, adresi yaşama dair ne varsa değişiyordu... Henüz 3. sınıfı bitirmeden tekrar Almanya'ya gitmişti ailesiyle birlikte.
Yeniden doğmuş gibi, yeni bir dünya yeni bir çevre derken etrafında yok olan herşeyi bir bir fark ediyordu... Mahallede ki ağabeyleri yoktu, bakkal amcası, şerbetçi ömer abisi de yoktu. Uzaklar ne kadar uzaktı? Özlemler bir yangınla tutuşurken daha nasıl anlatılabilirki zaman? Durgun zaman, saatler bir o kadar yavaş... Derin bir sessizlik etrafta... Hayat her zaman ki gibi yeni bir oyun mu oynuyordu?
Süresiz düşüncelerin ardından hiç tanımadığı hatta dillerinden dahi anlamadığı arkadaşları olmuştu. Yeni okuluna alışması hiç zor olmamıştı henüz 1 sene okumadan geri dönmek durumunda kalmıştı Türkiye'ye...
Artık hayatına amcasının yanında devam etmesi gerekiyordu. Aile çok şey demiştik ya onun için, herşeyden değerli ve önemli demiştik demesine ama, her seferinde yeniden başlamak yeniden doğmak çok zor olsa gerek onun için... Simit satmanın, para kazanmanın ne demek olduğunu unutmamıştı.
anneee, kral çıplak diye bağırabilmektir...
hesapsız kitapsız bir masumiyettir...
çizgi film izlerken kahkahalarla gülebilmektir...
yani insan hayatının en güzel dönemidir...
Herkezin içinde 'Anne çişim geldi' diye bağırmaktır..
Yangınlar yaraladı ruhumu
Çok gördüm çok acı biriktirdim
Yaşlandım yüzüme hüzün vurdu
Ah hala çocuk olabilseydim.
büyümeye olan özlem
Artık olmak zor.Kalmayı deneyelim bari :))
Teşekkür ilen : -)
mükemmelsiniz nusret baba ;)
çok güzel laf 'içinizdeki çocuktan asla utanmayın'
Çocuk olmak mı?
çocukluğa geri dönmek mi?
Hangisi zor?
Çocukluğuna dönmek istemeyen kaç kişi bulabilirsinişz çevrenizde?
Çocukken büyümek için acele eden insan, büyüyünce neden cçocukluğuna özlem duyar?
Kaç yaşınızda olursaız olunuz, içinizdeki çocuktan asla utanmayın.
Dünyanın tertemiz, insanların hepsinin iyi olduğunu düşünmek.
çocuk olasım geliyor bazen
dertsiz, tasasız
oyun oynamak
üstümü başımı kirletmek
koşmak
koşup düşmek,
ellerimi dizlerimi kanatmak
ağlamak,
ağlamak geliyor içimden
hiç susmadan.
avazım çıktığı kadar
bağırmak geliyor içimden
küçük bir çocuktum düşümde
hayellerim vardı
herbirini bir yıldız bağlayıp da gece
salıverdim gökyüzüne
çocuk olmak...içinde hep bi büyüme isteği..oyuncakların ve sadece senin dünyann. ne tuhaf öle değilmi..sadece oyuncaklarınla oynadığın oyunları bilirsin hayatın oyunlarını değil..
Uslanma hiç hep deli kal
Büyüme sakın çocuk kal
Es deli deli böyle kal
Son harmanında sevdanın
Tüken toz toz savrula kal
Suçüstü bulmalı ölüm
Ölürken de sevdalı kal...
sıcak, sıcaçık bir sarmalayıştır çocuk olmak,duygudur, mantıktan ve gerçekten uzak olan
Büyüme
Çocuk,
Hayat
Cacık.
Şimşek çaktığında ellerinle başını korumaya çalışmaktır çocuk olmak.Şaşırmak,hayran kalmaktır kumandalı oyuncak arabanın karşısında.Ateş böceği aramak karanlıkta,yavru balıkları kavanozda büyütme isteği duymaktır.
arabalar,pamuk şeker,lunapark,oynamak,oynamak,oynamak(ufaklıın yorumu)