Arkadasimin kahramanim o benim demesi beni hep etkiler.Ama nedense cemil meric denilince taraf bahsi gelir aklima ve illaki bir taraf bulma cabasinda olan insanlarin telasi bence cemil mericin ne tarafda olduguyla degilde ne tarafa baktigiyla ilgilenelim böylelikle vakitte kaybetmeyiz
Azim,mücadele, cile, ilim, imtihan ve bunlarin hepsiyle basbasa bir adam ve hala ögrenmek daha cok ögrenmek ögrendikce yine ögrenmek hani öyle insanlar vardirya deger arz eden hic bir sey aralarina giremez sanirim meric icinde ögrenmek öyle bir sey benim bir dostum vardi o benim kahramanim derdi.
yüzyıllardır kendimize bile itiraftan çekindiğimiz basit doğmalarımızı yüzümüze karşı haykıran münzevi bir fikir işçisi... bir düşünce fatihii... neden ve niçinlere savaş açmış bir günah sözlüğünün dizini... gözlerini kaybetmesine rağmen dünyayı hepimizden iyi gören kahraman bir aamaa....
çok sert bi yazar.söylemleri çoğu kişinin canını acıtır (köylülerin dini olmasaydı domuzdan farkları olmazdı) yazar,çevirmen atesit.hayatı boyunca 11.000 kitap okuduğu için gözleri kör olan ve kitapları karısına okutan (aynı anda bide sevgilisi vardı o okumuşta olabilir) kişi.görüşleri yüzünden başı belaya giren öğretim görevliliğinden alınan fransızcası anadili gibi olan ve ajanlıkla suçlanan kızı baş örtüsünü çıkartmayı kabul etmidiği için prof.luktan istifa eden gerçek bi ilim adamı.
Ne olursa olsun Doğu Rönesansı'nın kaynaklarından biri de 'Divan'dır. Birçok Alman şairini Doğu'ya çeken, Asya bahçelerinde çalınan bu rebabın büyülü nağmeleri oldu.
Biz rüzgarların meçhul bir ülkeye, saadete sürüklediği birer gemiydik. Hakketmemişdik bu saadeti. Bir mucizeyi yaşıyorduk. Ve yaşıyoruz. Aşk, dehadan çok daha nadir. Bunun için binbir ihtimal bir araya gelecek. Arzda hayatın başlaması gibi bir şey. İnsanın maymundan üremesi gibi bir şey. Ben görmeyeceğim, sen yaşamamış olacaksın. Ve bütün muhitimiz bakar kör olacak. Ne seni farkedecekler, ne beni. Ben kimseye benzemeyenim. Sen kimseye benzemeyensin. cemil meriç
'Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır. Zira o, yarın ki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğu, kendi cemiyetinin değil... Kaderimizi çizen cemiyet; fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir, denizdeki herhangi bir dalgayız.' *** 'Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur. Kendisine ve çevresine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi. İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh. Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar.. Buda haklı: Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin. Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı? Kader hep oynayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekarların.. *** 'Daima başka, daima yabancı. Ve yıllar, sonbahar yaprakları gibi yolmuş sayfalarını takvimin. Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh. Ve sükut.' cemil meriç
“Ve insanlar Homeros’un cennetindekiler gibi kucakladın mı kayboluyorlar. Hepsi birer gölge. Teneke bile değiller. Sevgi garip bir yangın. Yaşaması için büyümesi gerek. O yangına herşeyini atacaksın; zamanını, gururunu, dehanı. Ve kül olacaksın. İnsanlar ondan korkuyor, ondan yaşamıyorlar. Sonsuz karşısında cücenin korkusu..”
Kimi basinda taçla dogar, kimi elinde kiliçla.. Ben kalemle dogmusum. Insanlar kiyiciydilar, kitaplara kaçtim. Kelimelerle munislestirmek istedim düsman bir dünyayi. Siirle basladim edebiyata, civildiyan bir kus kadar rahattim yazarken, kulaklarimda bir ses ugulduyordu, etrafimdakilerin duymadigi bir ses. Ve defterler kendiliginden doluyordu. Sonra ilmin, ilhami dizginleyen sert disiplini.. histen ve hissiden utanis. Nazimdan nesre, öznelden nesnele adayis. 940'lardaki yazilarimin ayirici vasfi, ukalalik. Bati irfanini ülke ülke, devir devir kesfe çikan genç bir tecessüs. Ilk kitabim 1942'de dogdu. Yetmis bes sayfalik bir arastirma: Balzac. Ve yüz sayfalik bir tercüme: Altin Gözlü Kiz. Sonra Ferragus, Duchesse de Langeais (kitapçida kayboldu) . Otuzundaki Kadin. Balikçi Kiz (kitapçida kayboldu) . Kibar Fahiselerin Ihtisam ve Sefaleti.
Fransiz ve Ingiliz edebiyatini Balzac'la beraber dolastim. Balzac'i tanimasam romanci olmak isterdim. Yillarca Insanligin Komedyasi'yla ugrastiktan sonra roman yazmaga kalkismak küstahlik olurdu. Düsünce hayatima yön veren öteki ustalar: Rousseau ile Ibn Haldun. Rousseau'dan Nietzsche'ye, Nietzsche'den Hegel'e ve sakirderine geçis. Ibn Haldun, Islam dünyasindaki kilavuzum.
Yirmi dört yil önce mahkemede Marksist oldugumu haykirmistim. Ümitsizlikten dogan bir isyandi bu, bir nevi meydan okuyus, yalnizlik içinde bir sey olmak ihtiyaci. Yillari zilletler içinde geçen, kah Türk, kah sehirli oldugu için horlanan göçmen çocugu bir yere tutunmak, bir camiaya baglanmak istiyordu. Sinifi yoktu. Dünyada baska milletler oldugunu dahi bilmiyordu. Ama kucaginda yasadigi topluma yabanciydi. O, sehirden gelmisti. Konusmasi da, giyinmesi de farkliydi. Yalniz yasadi, bir cüzzamli gibi. Oynamadi, çocuk olmadi, içine ve kitaplara kapandi. Sonra lise yillari.. yine yalniz, yine yabanci. Açlik; midenin, etin ve ruhun açligi. Hayalindeki dünyalar birer birer yikildi. Önce, öbür dünya. Bu haksizliklar gayyasi suurlu bir Tanri'nin eseri olamazdi. lmandan süpheye, süpheden inkara, inkardan maddecilige geçis: Büchner, Ebul ala, Hayyam. Ama suurundaki bu devrim onu çevresinden bir kat daha kopariyordu. Küstah, tedirgin ve yalniz. Sonra yeni bir arayis, yeni bir bütünlesme ümidi: Türkçülük. Yutar gibi okudugu kitaplar: Yusuf Akçora, Türk Yurdu Koleksiyonlari, Türk Yilligi, Riza Nur'un Tarih'i. Mektep idaresi ile anlasmazlik. Mubassirdan yedigi tokat. Bu defa sehirli oldugu için degil, Türk oldugu için, sömürgecilige karsi oldugu için hirpalanis. Tarik Mümtaz'in gazetesinde 'Firsat Yoksulu' takma adiyla siirler. Beyrut'ta çikan Yildiz ve Türk düsmanlarina savas ilani. Binbir ümitle kosulan lstanbul. Gerçegin soguk çehresi. Ve kabusa dönen sovenizm rüyasi. Nazim'la tanisma, Kerim Sadi. SefaIet. Ve kahkari bir hezimete benzeyen dönüs. Iskenderun sancagi. Ve alisilmamis bir hürriyet havasi. Putlari kirilan göçmen çocugu yeni bir put bulmustur: sosyalizm. Tercüme kaleminde reis muavinligi. Ve istemeyerek kabul edilen nahiye müdürlügü. Sonra degisen dünya. Telefonla isine son verilis. Köy ögretmenligi. Ve bir nisan sabahi evinin aranisi. Nezaret, hapishane.
Cemil Meriç’in ne yaşarken ne de vefatından sonra hak ettiği yeri bulamadığını söylüyor yazar Alev Alatlı. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önemli aydını olan Meriç’i gençlerin tanımamasında kabahatli olanın Cemil Meriç’in gündemde kalmasını sağlayamayan daha yaşlı kuşaklar olduğunu dile getiren Alatlı, ondan önce vefat eden birçok insanın gündemde olduğuna dikkat çekiyor. Alev Alatlı, Cemil Meriç'in gündeme gelmesi için Türkiye’nin sahici meselelerinin gündeme gelmesi gerektiğini vurguluyor.
Bütün ideolojilere kapıları açmak, onları tanımak, tartışmak ve Türkiye’ nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek. İşte en doğru yol bu...Düşüncenin görevi: İnsandan kopan, tarihini unutan ve yolunu şaşıran aydınları irşada çalışmak, kızmadan usanmadan irşat
“Bir çağın vicdanı olmak isterdim; bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin. İdrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim; kelimeden, sevgiden bir köprü... Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum... En büyük tehlike, uzun zamandır müptela olduğumuz yobazlık. Bize düşen, dertlerimizi ömür boyu gönüllerde taşıyan insanlara sevgiyle eğilmek ve “hödük” idrakimize hata gibi gelen kusurları cımbızla ayıklamaya kalkışmamak. Türk insanı irfandan önce sevgiye ve anlayışa muhtaçtır.”
'Bu zavallı satırların hiçbir okuyucusu olmasa bile. Denize atılan bir şişe onlar. Belki dalgalar asırlarca sonra aşina bir ele tevdi edecek onları...' Cemil Meriç
“Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince, Nefesten yumuşak yağan bu yağmur Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince, Aynalar yüzünü tanımaz olur.”
Yetmişli yılların başı. Rize Öğretmen Okulu’na yeni gelmişim. Gurbetteyim; çünkü ailemden uzağım. Bir evde yalnız kalıyorum. Yağmurlu ve kasvetli bir gün. Odanın içinde bir o yana, bir bu yana debelenip duruyorum. Canım bir şeyler okumak istiyor, ama okuyacak pek bir şey de yok. Televizyon mu? O zaman Rize’de tek televizyon bile yok. Nasıl bir şey olduğunu dahi bilmiyoruz. Radyonun bile lüks olduğu günler. O da yok!
Yağmur yağıyor. Damlalar camdan aşağı süzülüyor. Komşu evin penceresi açık. Oradan, o zaman daha yeni şöhret olmuş Mine Koşan döktürüyor: “Yağmurun sesine bak/Aşka davet ediyor! ” Bu türkü, on sekizindeki bir delikanlının dünyasına melankolik bir iniş yapmaz mı?
Canım çok sıkkın. Kese kâğıdıyla eve getirdiğim erikleri yemek için mutfağa giriyorum. (O zaman naylon poşetler yoktu, gazete kâğıtlarından poşet yapılır ve buna “kese kâğıdı” denilirdi.) Kese kâğıdına, erik almak için elimi sokarken, gazetedeki bir şiire odaklanıp kalıyorum. Şiirin adı: “Bu yağmur.” Bir çırpıda okuyorum. Bir daha, bir daha okuyorum! Zaman, mekân, şiir o kadar iç içe ki, uçan halıdayım ve yere inmek istemiyorum! .. Yazarını merak ediyorum! Biraz yapışık duruyor, ama aralayıp bakıyorum. (Kese kâğıtlarının dip kısmı hamurla yapıştırılırdı ve hamur fazlaca kullanılarak bir kese kâğıdının yüz gram gelmesi sağlanırdı. Hırsızlığın tarihi yoktur.) İşte şiirin yazarı: “Necip Fazıl Kısakürek! ” Kim bu adam? Bu soru, bana Üstad’ı tanımamda bütün kapıları açtı, yıllardır. O kese kâğıdıyla meğer eve ben erik getirmemişim, erik bahane, o kese kâğıdıyla bey ruhumu poşetlemişim!
Yıl 1974. Mart ayı. Toprakta az da olsa kar var. Pazar’dan kalkıp, elli kilometre mesafedeki vilayete, Rize’ye gidiyorum. Üç saatimi alıyor. O zamanki yollar asfalt değil, stabilize. Vilayetiniz bile size gurbet gibi geliyor. Bir şiirden bir dize hatırlıyorum: “Eskiden gurbet idi karşı dağın arkası/Şimdi bir komşu evi iki kıta arası.” Tam da o dönemi anlatıyor. Rize’ye kitap okumaya gidiyorum. Rahmetli kitapçı Ali Karali her türlü sıkıntımızı çekiyor. Yeni çıkan kitapları bile tavsiye ediyor. O gün de, “Evlât” demişti bana, “Sen okuyorsun, bu kitap yeni çıktı, yazarını da tanıyorum, çok kaliteli bir insan. Al oku, ben ölürsem arkamdan rahmet yollarsın.” Kitabı heyecanla elime alıyorum. Kitabın adı: “Bu ülke.” Yazarı: Cemil Meriç. İstanbul, Ötüken Yayınevi tarafından basılmış. Baskı tarihi 1974 (demek ki yeni basılmış) Anda Dağıtım tarafından piyasaya sürülmüş. Fiyatı 12.5 lira. Biraz pahalı, ama olsun. (Beş porsiyon döner fiyatına) 170 sayfalık kitabı hiç açmadan paketletiyorum. Yolda, kitap hakkında heyecanlanmak en büyük hobim. Akşam, büyük bir aşkla evde açacağım ve kitabın sihirli dünyasına dalacağım. Köyde yapacak bir şeyim yok, tek işim, kitap okumak, notlar almak.
O güne kadar “Cemil Meriç” adını hiç duymamış değildim; ama nereden, nasıl duyduğumu şimdi hatırlamıyorum. Her çeşit dergi okurdum, onlardan birinde veya birkaçında bu isme rastlamış olabilirdim.
Akşam köydeki evime geldim. (Tütüncüler Köyü) Dışarıda yer yer kar var. Yatma zamanı bekâr odama çekildim. O zamanki evimiz ahşap ev. Tavan ve döşeme tahtadan yapılmış. Odada soba yok. Hatta evde (köyde) henüz elektrik de yok. Gaz lâmbasını yakıyorum ve soyunuyorum. Ardınan pijamalarımı giyeceğim, yatağıma gireceğim ve isli lâmbanın ışığıyla “Bu Ülke”yi okumaya başlayacağım. Fakat düşündüğüm gibi olmuyor; üstümü çıkarıyorum, ama daha pijamalarımı giymeden ayak üstü, “Bu Ülke”yi açıyorum. Aman Allah’ım! Bu ne böyle? “Kavga, insanla KADER arasında değil artık, insanla KELİME arasında. Rüyaları bayraklaştırıyor. Yığınlar onun için yaşıyor, onun için dövüşüyor, onun için ölüyorlar. Mukaddeslerin rengine bürünen bir bukalemun kelime; semavi kitapların şeytanı. Ve en tehlikelileri, toprağımızda doğmayanlar. Sol’la sağ, bu karanlık kafilenin öncülerinden ikisi.”
Evet, ben, ayaküstü 170 sayfalık kitabı hiç kapatmadan ve kendimden geçerek okuyorum. Kitap bittiği zaman uyanıyorum, ama soğuk iliklerime işlemiş durumda. Uyuyamadan sabahlıyorum! Öğleye doğru bir karın sancısına tutuluyorum ki, anlatılır gibi değil. Adeta bütün vücudum uyuşuyor. Köydeki tek kamyonla hastaneye kaldırılıyorum; iğne, serum, atlatıyorum sancıyı. Fakat o günden beri “Cemil Meriç” adı ve eserleri sürekli beynimi sancıtıyor. Üstad N.Fazıl’ın: “İç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapattığı sahici münevver” dediği Cemil Meriç, fildişi kulesinde hep münzevi yıldız olarak kalacaktır.
Ülkemizin fikir hayatını yoğuran her iki üstada da rahmetler diliyorum.
Arkadasimin kahramanim o benim demesi beni hep etkiler.Ama nedense cemil meric denilince taraf bahsi gelir aklima ve illaki bir taraf bulma cabasinda olan insanlarin telasi bence cemil mericin ne tarafda olduguyla degilde ne tarafa baktigiyla ilgilenelim böylelikle vakitte kaybetmeyiz
Düşerken, Allah'ım sana binlerce şükür bir dal daha, bir dal daha!
Azim,mücadele, cile, ilim, imtihan ve bunlarin hepsiyle basbasa bir adam ve hala ögrenmek daha cok ögrenmek ögrendikce yine ögrenmek hani öyle insanlar vardirya deger arz eden hic bir sey aralarina giremez sanirim meric icinde ögrenmek öyle bir sey benim bir dostum vardi o benim kahramanim derdi.
yüzyıllardır kendimize bile itiraftan çekindiğimiz basit doğmalarımızı yüzümüze karşı haykıran münzevi bir fikir işçisi... bir düşünce fatihii...
neden ve niçinlere savaş açmış bir günah sözlüğünün dizini...
gözlerini kaybetmesine rağmen dünyayı hepimizden iyi gören kahraman bir aamaa....
çok sert bi yazar.söylemleri çoğu kişinin canını acıtır (köylülerin dini olmasaydı domuzdan farkları olmazdı) yazar,çevirmen atesit.hayatı boyunca 11.000 kitap okuduğu için gözleri kör olan ve kitapları karısına okutan (aynı anda bide sevgilisi vardı o okumuşta olabilir) kişi.görüşleri yüzünden başı belaya giren öğretim görevliliğinden alınan fransızcası anadili gibi olan ve ajanlıkla suçlanan kızı baş örtüsünü çıkartmayı kabul etmidiği için prof.luktan istifa eden gerçek bi ilim adamı.
Ben tarafsizim demek gizlice taraf tutmaktir....
Bilinç altımızın en köhne köşesine gömdüğümüz şehit...
Bu içene düştüğüm çukurdan ancak kuş olup kaçabilirim. İlham ilham daha çok ilham
Mezarlıktan gelen ses...
Tanıdıkça kendimi tanıyorum...
Evet, birçok sembolist için Doğu'nun cazibesi uzaklığında ve hayâli oluşunda. Rimbaud'ya göre Asya, 'hikmetin ezeli vatanıdır'...
Bir Dünyanın Eşiğinde
Ne olursa olsun Doğu Rönesansı'nın kaynaklarından biri de 'Divan'dır.
Birçok Alman şairini Doğu'ya çeken, Asya bahçelerinde çalınan bu rebabın büyülü nağmeleri oldu.
Bir Dünyanın Eşiğinde
Yaşayanları yöneten ölülerdir.Demek ki, öldürülmesi gereken ölüler de var.
Bu Ülke
Dahi münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen. Zirveden zirveye akseden şarkı.
Bu Ülke
Biz rüzgarların meçhul bir ülkeye, saadete sürüklediği birer gemiydik. Hakketmemişdik bu saadeti. Bir mucizeyi yaşıyorduk. Ve yaşıyoruz. Aşk, dehadan çok daha nadir. Bunun için binbir ihtimal bir araya gelecek. Arzda hayatın başlaması gibi bir şey. İnsanın maymundan üremesi gibi bir şey. Ben görmeyeceğim, sen yaşamamış olacaksın. Ve bütün muhitimiz bakar kör olacak. Ne seni farkedecekler, ne beni. Ben kimseye benzemeyenim. Sen kimseye benzemeyensin.
cemil meriç
'Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır.
Zira o, yarın ki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğu, kendi cemiyetinin değil...
Kaderimizi çizen cemiyet; fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir,
denizdeki herhangi bir dalgayız.'
***
'Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur.
Kendisine ve çevresine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi.
İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez.
Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh.
Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar..
Buda haklı: Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.
Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı?
Kader hep oynayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekarların..
***
'Daima başka, daima yabancı. Ve yıllar, sonbahar yaprakları gibi yolmuş sayfalarını takvimin.
Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh. Ve sükut.'
cemil meriç
“Ve insanlar Homeros’un cennetindekiler gibi kucakladın mı kayboluyorlar. Hepsi birer gölge. Teneke bile değiller. Sevgi garip bir yangın. Yaşaması için büyümesi gerek. O yangına herşeyini atacaksın; zamanını, gururunu, dehanı.
Ve kül olacaksın. İnsanlar ondan korkuyor, ondan yaşamıyorlar. Sonsuz karşısında cücenin korkusu..”
Onlar sürü yavrum. Zincirlerinden başka kaybedecek neleri var? Karanlıktan geldiler, karanlığa gidiyorlar. Ummandaki dalgalar gibi sayısız. Tarihi yok bu sürünün. Macerası yok. Yıldızlara tırmanan merdivenden habersiz. Yürüyen, esneyen, tepinen ve öğrendiği şeyleri tekrarlayan uzviyet. Kafanın vecdinden habersiz. Bu sarhoş karnaval alayını yıldızlar, yüzbinlerce yıldız, kayıtsız bakışlarıyla seyrediyor.
cemil meriç
İnsan Meriç'in hep yaşamasını ve yalnızca titreyen -eğilmeyen- düşüncelerindeki ışığı görmek istiyor.
Son Yaprak
Kimi basinda taçla dogar, kimi elinde kiliçla.. Ben kalemle dogmusum. Insanlar kiyiciydilar, kitaplara kaçtim. Kelimelerle munislestirmek istedim düsman bir dünyayi. Siirle basladim edebiyata, civildiyan bir kus kadar rahattim yazarken, kulaklarimda bir ses ugulduyordu, etrafimdakilerin duymadigi bir ses. Ve defterler kendiliginden doluyordu. Sonra ilmin, ilhami dizginleyen sert disiplini.. histen ve hissiden utanis. Nazimdan nesre, öznelden nesnele adayis. 940'lardaki yazilarimin ayirici vasfi, ukalalik. Bati irfanini ülke ülke, devir devir kesfe çikan genç bir tecessüs. Ilk kitabim 1942'de dogdu. Yetmis bes sayfalik bir arastirma: Balzac. Ve yüz sayfalik bir tercüme: Altin Gözlü Kiz. Sonra Ferragus, Duchesse de Langeais (kitapçida kayboldu) . Otuzundaki Kadin. Balikçi Kiz (kitapçida kayboldu) . Kibar Fahiselerin Ihtisam ve Sefaleti.
Fransiz ve Ingiliz edebiyatini Balzac'la beraber dolastim. Balzac'i tanimasam romanci olmak isterdim. Yillarca Insanligin Komedyasi'yla ugrastiktan sonra roman yazmaga kalkismak küstahlik olurdu. Düsünce hayatima yön veren öteki ustalar: Rousseau ile Ibn Haldun. Rousseau'dan Nietzsche'ye, Nietzsche'den Hegel'e ve sakirderine geçis. Ibn Haldun, Islam dünyasindaki kilavuzum.
cemil meriç
Bir
Yirmi dört yil önce mahkemede Marksist oldugumu haykirmistim. Ümitsizlikten dogan bir isyandi bu, bir nevi meydan okuyus, yalnizlik içinde bir sey olmak ihtiyaci. Yillari zilletler içinde geçen, kah Türk, kah sehirli oldugu için horlanan göçmen çocugu bir yere tutunmak, bir camiaya baglanmak istiyordu. Sinifi yoktu. Dünyada baska milletler oldugunu dahi bilmiyordu. Ama kucaginda yasadigi topluma yabanciydi. O, sehirden gelmisti. Konusmasi da, giyinmesi de farkliydi. Yalniz yasadi, bir cüzzamli gibi. Oynamadi, çocuk olmadi, içine ve kitaplara kapandi. Sonra lise yillari.. yine yalniz, yine yabanci. Açlik; midenin, etin ve ruhun açligi. Hayalindeki dünyalar birer birer yikildi. Önce, öbür dünya. Bu haksizliklar gayyasi suurlu bir Tanri'nin
eseri olamazdi. lmandan süpheye, süpheden inkara, inkardan maddecilige geçis: Büchner, Ebul ala, Hayyam. Ama suurundaki bu devrim onu çevresinden bir kat daha kopariyordu. Küstah, tedirgin ve yalniz. Sonra yeni bir arayis, yeni bir bütünlesme ümidi: Türkçülük. Yutar gibi okudugu kitaplar: Yusuf Akçora, Türk Yurdu Koleksiyonlari, Türk Yilligi, Riza Nur'un Tarih'i. Mektep idaresi ile anlasmazlik. Mubassirdan yedigi tokat. Bu defa sehirli oldugu için degil, Türk oldugu için, sömürgecilige karsi oldugu için hirpalanis. Tarik Mümtaz'in gazetesinde 'Firsat Yoksulu' takma adiyla siirler. Beyrut'ta çikan Yildiz ve Türk düsmanlarina savas ilani. Binbir ümitle kosulan lstanbul. Gerçegin soguk çehresi. Ve kabusa dönen sovenizm rüyasi. Nazim'la tanisma, Kerim Sadi. SefaIet. Ve kahkari bir hezimete benzeyen dönüs. Iskenderun sancagi. Ve alisilmamis bir hürriyet havasi. Putlari kirilan göçmen çocugu yeni bir put bulmustur: sosyalizm. Tercüme kaleminde reis muavinligi. Ve istemeyerek kabul edilen nahiye müdürlügü. Sonra degisen dünya. Telefonla isine son verilis. Köy ögretmenligi. Ve bir nisan sabahi evinin aranisi. Nezaret, hapishane.
Bu zavallı satırların hiçbir okuyucusu olmasa bile.
Denize atılan bir şişe onlar.
Belki dalgalar asırlarca sonra
aşina bir ele götürecek onları...'
Cemil Meriç
Cemil Meriç’in ne yaşarken ne de vefatından sonra hak ettiği yeri bulamadığını söylüyor yazar Alev Alatlı. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önemli aydını olan Meriç’i gençlerin tanımamasında kabahatli olanın Cemil Meriç’in gündemde kalmasını sağlayamayan daha yaşlı kuşaklar olduğunu dile getiren Alatlı, ondan önce vefat eden birçok insanın gündemde olduğuna dikkat çekiyor. Alev Alatlı, Cemil Meriç'in gündeme gelmesi için Türkiye’nin sahici meselelerinin gündeme gelmesi gerektiğini vurguluyor.
murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse her namuslu insan gericidir.(BU ÜLKE)
'Allah iç gözü iyi görsün diye dış gözünü kapatmış.'
N.F.Kısakürek
Bütün ideolojilere kapıları açmak, onları tanımak, tartışmak ve Türkiye’ nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek. İşte en doğru yol bu...Düşüncenin görevi: İnsandan kopan, tarihini unutan ve yolunu şaşıran aydınları irşada çalışmak, kızmadan usanmadan irşat
çoğu insanın anlamdığı bi insan.. sağcılar solcu solcular sağcı sanır ama o böyle nitelendirilmek istemedi hiçbirzaman..
“Bir çağın vicdanı olmak isterdim; bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin. İdrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim; kelimeden, sevgiden bir köprü... Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum... En büyük tehlike, uzun zamandır müptela olduğumuz yobazlık. Bize düşen, dertlerimizi ömür boyu gönüllerde taşıyan insanlara sevgiyle eğilmek ve “hödük” idrakimize hata gibi gelen kusurları cımbızla ayıklamaya kalkışmamak. Türk insanı irfandan önce sevgiye ve anlayışa muhtaçtır.”
Cemil Meriç
http://www.antoloji.com/grup/meric-okurlari-kahvesi
'Bu zavallı satırların hiçbir okuyucusu olmasa bile.
Denize atılan bir şişe onlar.
Belki dalgalar asırlarca sonra
aşina bir ele tevdi edecek onları...'
Cemil Meriç
http://www.antoloji.com/grup/meric-okurlari-kahvesi
Necip Fazıl ve Cemil Meriç'e dair
“Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak yağan bu yağmur
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzünü tanımaz olur.”
Yetmişli yılların başı. Rize Öğretmen Okulu’na yeni gelmişim. Gurbetteyim; çünkü ailemden uzağım. Bir evde yalnız kalıyorum. Yağmurlu ve kasvetli bir gün. Odanın içinde bir o yana, bir bu yana debelenip duruyorum. Canım bir şeyler okumak istiyor, ama okuyacak pek bir şey de yok. Televizyon mu? O zaman Rize’de tek televizyon bile yok. Nasıl bir şey olduğunu dahi bilmiyoruz. Radyonun bile lüks olduğu günler. O da yok!
Yağmur yağıyor. Damlalar camdan aşağı süzülüyor. Komşu evin penceresi açık. Oradan, o zaman daha yeni şöhret olmuş Mine Koşan döktürüyor: “Yağmurun sesine bak/Aşka davet ediyor! ” Bu türkü, on sekizindeki bir delikanlının dünyasına melankolik bir iniş yapmaz mı?
Canım çok sıkkın. Kese kâğıdıyla eve getirdiğim erikleri yemek için mutfağa giriyorum. (O zaman naylon poşetler yoktu, gazete kâğıtlarından poşet yapılır ve buna “kese kâğıdı” denilirdi.) Kese kâğıdına, erik almak için elimi sokarken, gazetedeki bir şiire odaklanıp kalıyorum. Şiirin adı: “Bu yağmur.” Bir çırpıda okuyorum. Bir daha, bir daha okuyorum! Zaman, mekân, şiir o kadar iç içe ki, uçan halıdayım ve yere inmek istemiyorum! .. Yazarını merak ediyorum! Biraz yapışık duruyor, ama aralayıp bakıyorum. (Kese kâğıtlarının dip kısmı hamurla yapıştırılırdı ve hamur fazlaca kullanılarak bir kese kâğıdının yüz gram gelmesi sağlanırdı. Hırsızlığın tarihi yoktur.) İşte şiirin yazarı: “Necip Fazıl Kısakürek! ” Kim bu adam? Bu soru, bana Üstad’ı tanımamda bütün kapıları açtı, yıllardır. O kese kâğıdıyla meğer eve ben erik getirmemişim, erik bahane, o kese kâğıdıyla bey ruhumu poşetlemişim!
Yıl 1974. Mart ayı. Toprakta az da olsa kar var. Pazar’dan kalkıp, elli kilometre mesafedeki vilayete, Rize’ye gidiyorum. Üç saatimi alıyor. O zamanki yollar asfalt değil, stabilize. Vilayetiniz bile size gurbet gibi geliyor. Bir şiirden bir dize hatırlıyorum: “Eskiden gurbet idi karşı dağın arkası/Şimdi bir komşu evi iki kıta arası.” Tam da o dönemi anlatıyor. Rize’ye kitap okumaya gidiyorum. Rahmetli kitapçı Ali Karali her türlü sıkıntımızı çekiyor. Yeni çıkan kitapları bile tavsiye ediyor. O gün de, “Evlât” demişti bana, “Sen okuyorsun, bu kitap yeni çıktı, yazarını da tanıyorum, çok kaliteli bir insan. Al oku, ben ölürsem arkamdan rahmet yollarsın.” Kitabı heyecanla elime alıyorum. Kitabın adı: “Bu ülke.” Yazarı: Cemil Meriç. İstanbul, Ötüken Yayınevi tarafından basılmış. Baskı tarihi 1974 (demek ki yeni basılmış) Anda Dağıtım tarafından piyasaya sürülmüş. Fiyatı 12.5 lira. Biraz pahalı, ama olsun. (Beş porsiyon döner fiyatına) 170 sayfalık kitabı hiç açmadan paketletiyorum. Yolda, kitap hakkında heyecanlanmak en büyük hobim. Akşam, büyük bir aşkla evde açacağım ve kitabın sihirli dünyasına dalacağım. Köyde yapacak bir şeyim yok, tek işim, kitap okumak, notlar almak.
O güne kadar “Cemil Meriç” adını hiç duymamış değildim; ama nereden, nasıl duyduğumu şimdi hatırlamıyorum. Her çeşit dergi okurdum, onlardan birinde veya birkaçında bu isme rastlamış olabilirdim.
Akşam köydeki evime geldim. (Tütüncüler Köyü) Dışarıda yer yer kar var. Yatma zamanı bekâr odama çekildim. O zamanki evimiz ahşap ev. Tavan ve döşeme tahtadan yapılmış. Odada soba yok. Hatta evde (köyde) henüz elektrik de yok. Gaz lâmbasını yakıyorum ve soyunuyorum. Ardınan pijamalarımı giyeceğim, yatağıma gireceğim ve isli lâmbanın ışığıyla “Bu Ülke”yi okumaya başlayacağım. Fakat düşündüğüm gibi olmuyor; üstümü çıkarıyorum, ama daha pijamalarımı giymeden ayak üstü, “Bu Ülke”yi açıyorum. Aman Allah’ım! Bu ne böyle? “Kavga, insanla KADER arasında değil artık, insanla KELİME arasında. Rüyaları bayraklaştırıyor. Yığınlar onun için yaşıyor, onun için dövüşüyor, onun için ölüyorlar. Mukaddeslerin rengine bürünen bir bukalemun kelime; semavi kitapların şeytanı. Ve en tehlikelileri, toprağımızda doğmayanlar. Sol’la sağ, bu karanlık kafilenin öncülerinden ikisi.”
Evet, ben, ayaküstü 170 sayfalık kitabı hiç kapatmadan ve kendimden geçerek okuyorum. Kitap bittiği zaman uyanıyorum, ama soğuk iliklerime işlemiş durumda. Uyuyamadan sabahlıyorum! Öğleye doğru bir karın sancısına tutuluyorum ki, anlatılır gibi değil. Adeta bütün vücudum uyuşuyor. Köydeki tek kamyonla hastaneye kaldırılıyorum; iğne, serum, atlatıyorum sancıyı. Fakat o günden beri “Cemil Meriç” adı ve eserleri sürekli beynimi sancıtıyor. Üstad N.Fazıl’ın: “İç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapattığı sahici münevver” dediği Cemil Meriç, fildişi kulesinde hep münzevi yıldız olarak kalacaktır.
Ülkemizin fikir hayatını yoğuran her iki üstada da rahmetler diliyorum.
D. Ali Taşcı
Vakit gazetesi: