Kültür Sanat Edebiyat Şiir

can dündar sizce ne demek, can dündar size neyi çağrıştırıyor?

can dündar terimi Simge Şahin tarafından tarihinde eklendi

  • Nalan Bayur
    Nalan Bayur

    SAATE bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
    'Nereden çıktın bu vakitte' dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
    'Gözünün dilini' bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...
    Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.
    Kucaklamalı seni güvenli kolları,
    ...dalları, bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
    En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
    Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
    Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
    Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, 'hak ettim' diyebilmelisin.
    Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi...
    Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş...
    Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
    Ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş...
    Can DÜNDAR

  • Didar Seçkin
    Didar Seçkin

    Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. 'Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse'..
    [Can Yücel]

  • Didar Seçkin
    Didar Seçkin

    Enstrüman seçmek için bir karar almam gerekiyordu.
    Ya keman çalacaktım ya piyano; ya flüt çalacaktım ya da akordeon....
    Olmadı, hepsini istedim, hiç birinden vazgeçemedim.
    Yıllar geçtikten sonra her enstrümanı iyi çalabiliyorum; ama hiç birinde virtüöz değilim.
    Bir enstrümanla isim yapamadım. Ne kemanla tanınan bir eserim var, ne de piyanoyla..
    Bütün enstrümanları iyi çalıyorum, ama kimse tanımıyor beni.
    Başarılı olmak için her şey değil, bir şey lazımmış.
    Başarı bir verişmiş; bir şeyi alabilmek için bir şeyi vermek, diğerlerinden vazgeçmek gerekiyormuş.
    Keşke kemani seçseydim ve diğerlerinden vazgeçseydim.
    Karıma da hayati zindan ettim, sevgililerime de...
    Hiç birinden vazgeçmedim.
    Yani... Evlilik sadece birisi için karar almak ya, diğerlerinden vazgeçmek...
    İşte evlenirken ben bunu anlamadan evlenmişim.
    Evlendikten sonra başka kadınların da olduğu bir hayati yaşamaya devam ettim.
    İçlerinden bazılarını daha çok sevdim; ama ne onlardan birinde, ne de karımda karar kılabildim.
    Yıllar sonra şimdi yapayalnızım...Ne karım kaldı, ne de diğerleri...
    Keşke birini gerçekten seçebilseymişim, ama, yapamadım.
    Tıpkı enstrüman seçimi gibi hepsini istedim ve sonuçta elim bos kaldi.
    Almak için bırakmak gerekiyormuş. Dolu bos yaşamak.
    Hayatim boyunca yapacak çok isim oldu; hepsini yapmayı istedim.
    Hangisinde 'en iyi' yim? Şimdi bakıyorum, kazananlar, başarılı olanlar hep bir tek şey yapmışlar.
    En iyi olmak için önce seçmek ve diğerlerini bırakmak gerekiyor.
    İşte de böyle, özel yaşamda da...
    Bu seçimi yapmamız gerekiyor; çünkü mutlaka bazıları daha uygun...
    Bir ara ekonomik sıkıntıya düştüm. Tasarruf gerek.
    Başladım her şeyden %10 kesmeye, ne anlamsız bir uğraşmış bu. %10 daha az peynir yemek, cay içmek..
    Bu tasarruf çok acı verdi bana, her an hissettim. Her şeyden %10 kesmek tabiatıma uygundu tabii. Çok sonradan anladım; sadece taksiyle dolaşmayı bıraksam yetermiş!
    Her kalemden %10 değil, etkili kalemi bulmak gerekiyormuş.
    Yani, orada da secim yapmak gerekiyormuş...
    Her seçim bir kaybediştir' Her tercih bir vazgeçiştir çünkü...
    Sabah işe gitmekle, yatakta nefis bir miskinlik fırsatından vazgeçmiş olursunuz.
    Kalkar kalkmaz hayat bin seçeneği dayar burnunuzun ucuna...
    ’Ne giysem' telaşından, öğle yemeğinde 'Ne alırdınız? ' diye başucunuzda biten garsona,hangi kanaldaki filmi izlesem' kararsızlığından, ‘bize oy verin' diye bağrışan partilere kadar her şey, herkes, her an sizi ısrarla bir tercihe zorlar.
    Yastığınıza teslim olmuşsanız, belki dışarıda ışıl ışıl bir günden vazgeçmiş olursunuz.
    Bahar esintileri taşıyan bir elbise belki o gün yaşamınızı ışıldatabilecekken, ağırbaşlı bir sadeliğe karar vermekle muhtemel bir tanışıklığı tepersiniz.
    Belki yemediğiniz musakka, ısmarladığınız İzmir köfteden daha lezzetlidir.
    Ya da öbür kanaldaki film, o anki ruh halinize daha uygundur.
    Ama yasam, vazgeçtiğiniz şeye ilişkin ipucu vermez.
    Geri dönüp, o günü gökkuşağı desenli bir elbiseyle yeniden yasama şansınız yoktur.
    Bu secim oyununda vazgeçtiğiniz şey, seçtiğinizden daha değerliyse pişmanlık kaçınılmazdır.
    Ama neyin değerli olduğunun kararı da yine size aittir.
    Ve vazgeçtiğiniz şey bazen bir saray, bazen şöhret sahnesinin parıltılı neonları da olsa, çoğu zaman gözünüz hiç arkada kalmaz. Çünkü duvarlarına sevdiğinizin kokusu sinmiş bir ev ya da sevdiğiniz kadınla paylaşamadığınız bir saray sizin borsada kolay feda edilebilir değerlerdendir.
    Hayata bir başka gözle bakmayı öğrendiyseniz, bu seçimde kazandıklarını sananlara yalnızca acıyarak gülümsersiniz.
    Her şeyin sıradanlaştığı bir dünyada bazen kaybetmek en doğru seçimdir.
    Ve o dünyada en yerinde tercih; vazgeçiştir.

    Can Dündar
    yazılarını severek okuduğum ender yazarlardan ve gazeticilerden.

  • Kamusal Alan Olimpiyatları
    Kamusal Alan Olimpiyatları

    Bir Can Dündar Yazısıdır…

    O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz…
    Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz… ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin…
    O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain…
    sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
    ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa…
    dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse…
    hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse…
    elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
    kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar…
    her şiirde anlatılan O’ysa… her filmin kahramanı O… her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa…
    bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
    iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa…
    iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa…
    eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız…
    mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken “keşke O anlatsa” diye iç geçiriyorsanız…
    kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü…
    özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu…
    hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız…
    O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse…
    ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse…
    gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
    bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine…
    uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa…
    dışarıda yer yerinden oynuyor ve “içeri”de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
    nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız…
    kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim…
    gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa…
    Her gidişte ayaklarınız “Geri dön” diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla…
    …o halde bugün sizin gününüz! ..
    “Çok yaşa”yın ve de “siz de görün”üz.

    Can Dündar

  • Uğur Tapban
    Uğur Tapban

    İlkeli; dürüst; çalışkan gazeteci...Adam gibi adam!

  • Sultan Şeker
    Sultan Şeker

    yazılarınıo severek beğenerek okuduğum gazeteci ve yazar.ayrıca çok kaliteli belgesellere imza atmıştır özellikle atatürk'le ilgilive mustafa çok ses ve tartışma yaratmıştı.izleyemediğim için yorum yok:

  • Fikriye Çabuk
    Fikriye Çabuk

    Kayıpsınızdır.
    Açık denizlerin sisli karanlığında pusulasız;
    bir ışığa,bir sese hasret,gezinir durursunuz;
    yalnız...umarsız...
    Kalabalığın ortasında bir başınasınızdır.
    Sonra birden,bir gong sesi yırtar karanlığı...
    Uzak bir fenerin ışığı aydınlanır önünüz
    sıra...
    Gözbebekleriniz o ışığı kitler,
    gözkapaklarınızı kırpmadan ışığın çağrısına
    koşarsınız.
    Sisler dağılmaya başlar yavaş yavaş...
    neşeli pervane böcekleri gibi ışığına
    yöneldiğiniz büyülü fener,rengarenk
    vaatlerle sizi kendine çeker.
    O an ne yalnızlığınız kalır,ne de kayıplığınız...
    Artık düşler dünyasının geniş ailesine
    mensupsunuzdur.
    Sonra birden fenerin ışığı söner.
    gerisi yeniden karanlık...yalnızlık...
    CAN DÜNDAR
    büyülü fener arka kapak tanıtım yazısından alıntıdır.
    günümüzde aydın grup içerisinde bulunduğunu düşündüğüm çok değerli bir aydınımız.Milliyet gazetesindeki köşesinden de yazılarını takip edebilirsiniz.

  • Nirvan Özçelik
    Nirvan Özçelik

    Bavulları hep toplu durmalı insanın...

    Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...

    Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...

    İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...

    Yalnızlığa alışmalı...



    * * *



    Çünkü 'omuz omuza' günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...

    Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.

    Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.



    * * *



    İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa...

    Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...

    Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...

    'Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz' dizeleriyle başlamalı güne...

    Telesekretere 'şu anda size cevap verebilecek kim­se yok' denmeli, '... belki de hiçbir zaman olmaya­cak...'

    Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...



    * * *



    Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.

    Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.

    O yüzden en sessiz gecelerde 'doğruydu, yaptım'la teselli bulmalı insan...

    Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...

    Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol­malı...

    Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...

    Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...



    * * *



    Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...

    Yollarla barışmalı...

    Yalnızlığa alışmalı...

    Can Dündar

  • Masalin Perisi
    Masalin Perisi

    Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.
    ..........

    Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım....


    him bendeki onu cookk güzell anlatmissssss :))

  • Ayça Çavaş
    Ayça Çavaş

    uzaklar..

  • Asi Kardelen
    Asi Kardelen

    çok sevdiğim ve takdir ettiğim, izlenesi belgeseller yapan, emeğine yüreğini koyduğuna inandığım, özellikle sarı zeybek adlı belgeseli ile akıllarda yer etmiş, suikasta uğramasından korktuğum kişi

  • Cmk
    Cmk

    Şair, yazar duyarlı insan

  • Duygu
    Duygu

    güzel şiirleri var...döktürüyor..kendini tam tanımasamda şiirlerini tanıyorum bu da yetiyor bana

  • Hülya Şengel
    Hülya Şengel

    öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki ne sewebilir ne terk edebilirsiniz.
    kör kütük bağlanmışınızdır aslında.
    en güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır.
    iç çekişmelerinizin nedeni, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
    gözyaşlarınız da, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır.
    korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
    sewdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır.
    sınırsız we nihayetsizdir.
    ölmek war dönmek yoktur.
    gün gelir anlarsınız, içten içe bir şeylerin kanadığını.
    tutkulu sewdaların gizli hançeri başlar parıldamaya...
    orasından burasından eleştirmeye koyulursunuz,
    şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa...
    başkalarını örnek göstermeye, 'bak onlar nasıl yaşıyor' demeye başlarsınız.
    hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız.
    aşkınızın gözü kör değildir artık.
    yanlışını görür düzeltmek istersiniz.
    'eskiden böyle miydi ya...' diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı.
    açıldıkça bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltınızdan.
    böyle sürmeyeceğini bilirsiniz, değişsin istersiniz.
    o, sewgisizliğe yorar bunu... ihanete sayar...
    tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
    'ya sew böyle ya da terk et' diye gürler.
    bir zamanlar bir gülücüğüyle, alacakaranlığı ısıtan o rüya,
    bir kabusa dönüşür birden...
    kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size...
    hoyrattır bakmaz yüzünüze, zehir akar dilinden, konuşturmaz.
    suçlar, yargılar, mahkum eder. mühürler dudaklarınızı. siler sizi defterden...
    'iyiliğin içindi hepsi, seni sewdiğim için...' dersiniz dinletemezsiniz.
    ayrılırsanız yaşayamayacağınızı bilirsiniz ama böyle de sewemezsiniz.
    ihanetten kırılmıştır kaleminiz, sewerek terk edersiniz...
    'madem öyle' nin çağı başlar ondan sonra.
    madem ki siz böylesine tutkun iken o hep başkalarını seçmiştir,
    madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde günah sizden gitmiştir.
    lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz.
    aşkın göçmenlik çağı başlar böylece...
    daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre.
    ne war ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni...
    etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur.
    delikanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çewresini.
    gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye.
    uğruna kan dökenleri sewer, yoluna gül dökenlerden fazla...
    'bana ne... kendi seçimi' diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre.
    ama sonra...
    ansızın kulağınıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından,
    süzülüp gelen bir korku hatırlatır onu yeniden.
    yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder, ağlarsınız.
    kokusunu özlersiniz, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi,
    yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh şarap içmeyi...
    karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız...
    sular kulağına fısıldasın diye..
    dönüp, 'seni hala sewiyorum' diye bağırmak gelir içinizden....
    dönemezsiniz.
    görmedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.
    anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu.
    ne onunla olur, ne onsuz...
    hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu,
    hem 'ne olacak sonunda' kuşkusu.
    böyle sewemezsiniz,
    terk de edemezsiniz.
    sürünür gidersiniz! ...

  • Lalaşkın
    Lalaşkın

    yaşadıklarınızı dışarı aktaramadığınız biranda kurtarıcı meleğiniz gibi yanınızda olacabilecek bir insan onda herşeyin tarifi o kadar kolay ve anlaşılır ki

  • Dilara
    Dilara

    heyyyy Can objektif ol biraz ;)

  • Ronahi Roni
    Ronahi Roni

    Can DÜNDAR... öyle sıradan bir gazeteci değil.. gazeteciliğin merdivenlerini hakkıyla tırmanarak bugünlere gelmiştir.. ve emeklerinin karşılığınıda almaktadır..
    Milliyet gazetesi ni aldığım zaman ilk açtığım sayfa, onun köşe yazısı olmakta.. zaten bir gazetenin içeriği gazetenin manşetinde değil köşe yazılarındadır..
    '''''''''''mükemmel insan Can Dündar...'''''''''''

  • Bay Grey
    Bay Grey

    Can DÜNDAR 'romantik isyankâr' mı 'romantik intihalci' mi?
    Türkiye'nin mümtaz medya organlarının intihal konusunda suç dosyaları epey kabarık (Bunları bir ansiklopediye sığdırmak bile epey güç) ... Bu nedenle Türk medyasından bir örnek olayı vereceğiz...

    Evet o 'Romantik isyankâr' namlı Milliyet Gazetesi yazarı Can Dündar...

    Ve de önce Can Dündar'ın 1996 yılında Show TV'de yayınlanan 'Aynalar-Türkan Şoray' belgeselinin, Prof. Dr. Seçil Bükey ve Yrd. Doç. Dr. Canan Uluyağcı'nın birlikte yazdıkları 'Yeşilçam'da Bir Sultan' adlı kitaptan izinsiz yapılan alıntılarla (intihal yani) hazırlandığı ortaya çıkıyordu.

    Hatta öyleki Yargıtay, bu intihal ile ilgili olarak Can Dündar aleyhine (tazminat ödemesine yönelik olarak) kara veriyordu.

    Fakaaaaat bu yüz kızartıcı suça rağmen 'romantik isyankâr', Milliyet gazetesinde köşe yazmaya devam ediyor ve hatta intihal konusunda duyarlılığı ile tanınan Çağdaş Gazeteciler Derneği'nde Başkan Yardımcılığı görevine seçiliyordu (2001) .

    Bu intihalin dumanı tüterken, Can Dündar hakkında bir iddia daha ortaya atılıyordu. Can Dündar'ın 'Yayına Hazırlayan' olarak imzasının bulunduğu 'Salih Bozok- Yaveri Atatürk'ü Anlatıyor' adlı kitabın da intihal ürün olduğu yolundaki söylentiler ayyuka çıkıyordu.

    Bunun üzerine Çağdaş Gazeteciler Derneği olaya el koyuyor ve bu konuda bir rapor hazırlıyordu. Dernek Onur Kurulu üyelerinden Ali Tartanoğlu'nun hazırladığı raporda, Can Dündar'ın 'Salih-Bozok-Yaveri Atatürk'ü anlatıyor' kitabının, 'Salih Bozok-Cemil Salih Bozok Hep Atatürk'ün yanında-Baba oğul Bozoklar'ın Anıları' adlı kitabın 'tahrifi' olduğu ve bunun 'Başkalarının eserlerini kendi eseriymiş gibi yayınlamak' anlamına geldiği belirtiliyordu.

    Eveeet, Türkiye'de Atatürk'ten nemalanan isimlerin başında gelen 'romantik isyankâr' Can Dündar, bir kez daa intihal suçlamasıyla karşı karşıyaydı.

    Fakaaaat ne hikmetse sözkonusu rapor bir süre sonra sümen altı ediliyor ve Can Dündar bu işten bir şekilde yakayı sıyırıyordu...

    Peki şimdi 'romantik isyankâr'a 'romantik intihalci' demek daha iyi olmaz mı?

    Keşke birileri Can Dündar'a 'anti-intihal' iksiri içirebilse...

    Mr. Grey'in notu: Bizde intihalci olmamak için bu yazının kaynağının Jontürk isimli bir site olduğunu belirtelim ama dimi... :)

  • Burak Kara
    Burak Kara

    fikirlerini çok net bilemiyorum zaten o kadar önemli de değil ama iyi niyetli bi herife benziyor...

  • Balım Ltuntop
    Balım Ltuntop

    can dündar yurdumun gördüğü göreceği en muhteşem belgeselci.ama ben onun görüş bildiren eserlerini tercih ediyorum.yağmurdan sonra,benim gençliğim,nereye,buyulu fener,yarim haziran en beğendiğim eserleri.onun kişiliği ve insani görüşleri beni kendine çekiyor.tanımak istediğim nadir kişilerden biri o......

  • Senem Aldemir
    Senem Aldemir

    Uğur Mumcu'nun mirası


    Şaşırmıştım duyduğumda:
    Uğur Mumcu ile Abdi İpekçi tanışmazlarmış meğer...
    Daha doğrusu çok geç tanışmışlar.
    27 Ocak 1979'da Etap Oteli'nde bir açık oturuma birlikte katılmışlar.
    Mumcu o günlerde üzerinde çalıştığı silah kaçakçılığı-terör ilişkisini gündeme getirmiş.
    Sonra İpekçi söz istemiş ve 'Uğur Mumcu'nun söylediklerine aynen katılıyorum, altına imzamı atıyorum' demiş.
    Masada el sıkışmışlar.
    Sonra İpekçi de terörün ardındaki silah kaçakçılığından söz etmiş.Lanetledikleri şiddete kurban verdiğimiz Mumcu ile İpekçi'nin buluşmasını, toplantıyı izleyen gazeteci Leyla Umar'dan dinlemiştim. Umar, hep mutedil görüşler savunan İpekçi'ye 'Hah şöyle, nihayet sert çıktın' demişti çıkışta...
    * * *
    İpekçi, bu toplantıdan 5 gün sonra öldürüldü.
    O gün, o salonda bulunan Mehmet Ali Ağca tarafından...
    Ağca, kurbanını 25 Ocak'tan 1 Şubat'a kadar izlediğine göre büyük olasılıkla o açık oturuma da gitmişti.
    Sonradan o açık oturumun ses bantları çalındı, çalan bulunamadı.
    Vurulmadan 15 gün önce de İpekçi'nin adres ve telefon defteri çalınmış, onu çalanlar da bulunamamıştı.
    * * *
    Uğur Mumcu, daha sonra hazırladığı 'Ağca Dosyası'nda (Tekin, 1982) bu ses bantlarını ve adres defterini sormuştu.
    Sadece onları mı?
    Ağca yakalandığında üzerinde bulunan adres ve telefon numaralarının neden araştırılmadığını da...
    O adres defterinde numarası yazılan kuruyemişçi Kemal Özbay'la Ağca'nın avukatı Turhan Özbay arasında ilişki olup olmadığını da...
    Ağca'nın askeri hapishaneden kaçtıktan sonra evinde kaldığı Toprak Tarım Reformu müsteşarlığı memurunu da...
    * * *
    Mumcu bugün yaşasa hangi soruları sorardı kim bilir?
    Belki Ağca'nın 'yanlışlıkla salıverildikten' sonra bindiği kara Mercedes'in ve kaldığı evin sahibi, Ağca hayranı oto galerici Turan Sümer'i inceler, evin bulunduğu 'Özbey Sitesi'nin Ağca'nın İpekçi cinayetindeki suç ortağı Yalçın Özbey'le ilişkisi olup olmadığını araştırırdı. Özbey'in de yakalandığında 'ihmal nedeniyle' salıverildiğini, istihbaratçılara verdiği ifadenin ses bantlarının da 'kaybolduğunu' hatırlatırdı.
    Belki de Ağca'nın Kartal Cezaevi'nden MİT Müsteşarı'na yazdığı mektuptaki el yazısını, Münih'ten Alpaslan Türkeş'e yazdığı 'Sayın Başbuğum' diye başlayan mektubundaki el yazısıyla karşılaştırırdı?
    Belki MİT'e yazdığı mektupta neden Kosta Rika devletinin davetinden bahsettiğini irdeler, Ağca'nın daha önce 'Türkiye'de olmazsa Kosta Rika'da yaşarım' demesinin, Çatlı dosyasında bu ülkenin adının geçmesiyle ya da CIA'nın 'contra' tetikçilerini Kosta Rika'da yetiştirmesiyle ilgisi olup olmadığını araştırırdı.
    *
    Bize düşen, onun ardından ağıt yakmak değil...
    Yapmamız gereken, onun Abdi İpekçi'nin ardından yaptığını yapmak, koruma kalkanını kırmak, canilerden hesap sormak, yarım kalan dosyaları tamamlamak, zor sorulara cevap bulmaya çalışmaktır.
    Çünkü görüldüğü gibi, Mumcu'nun ölümünden 13 yıl sonra bile o sorular hâlâ güncel...
    Yanıtlarsa hâlâ meçhul..

    CAN DÜNDAR

  • Teoman Yabgu
    Teoman Yabgu

    Komünist olup olmadigi ilgilendirmiyor beni, zira dünyada komünizm diye bir sey yok zaten.Ancak Türkiyenin kurtulusunun Avrupali olmaktan gectigini zirvalayan, ATA nin sözlerini bile kendi kisisel fikir sapikligina alet eden bes para etmez bir isbilikcidir.

  • Baycan Tetik
    Baycan Tetik

    Yunanlılar gibi, biz aklımızla hareket ederiz türkler ise yürekleriyle.yüreğiyle,silahıyla,bileğiyle yaşamıyan insan aklını kullanarak menfaati için bırak vatanı,bayrağı kendini satar.geçmişe bak kalem tutanların elindeki kalemleri bir yerlerine sokmuşlardır.elin yunanı, ingilizi karşına gelecek aklınla savaşıcan değilmi görüyoruz belimizdeki silahı ççıkarmıyoruzda ne hale geldik.işinize gelmediği için sizde ne arar yürek anlınıza silahı dayasalar vatanı anında satanlar siz olursunuz.zaten onun için bu hale geldik.sen daha söylediklerime cevap veremiyecek kapasiteye sahipsin.hayla işine geldiği gibi ötüyorsun.senin gibi düşünenler beğenmediğin insanların üzerinden meşhur oldu,prim kazandı adam oldular.nedense ne kadar kötüleselerde kimin ne olduğu belli.onları tarih yazmıştır.geriye bak kaç sene geçti yine unutulmadılar.ekranlara bak onlarla ilgili film yapılıyor.vatanı için savaştılar kalem tutupta salon kahramanlığı yapmadılar.yine diyorum.koministir kendisi yine diyorum.

  • Geron-imo
    Geron-imo

    şu an yine altımda kalan arkadaş;
    bu ülkede tkp diye bi parti var..yani herkes komünist olmakta özgürdür..saldıracaksan başka şeylerle gel..madem tartışılan can dündar,ben de onun yazılarını öne sürerek cevap veriririm tabii.senin gibi, üç beş çapulcuyu ağzımda geveleyerek değil..

  • Baycan Tetik
    Baycan Tetik

    can dündarın adresini vermeye gerek yok senin gibiler birisinin bir kaç yazısını okuyarak karar verir sonra çok bilmiş gibi ötersiniz.türkiye hangi güçlerin elinde,medya ve basın kimin elinde onları araştır.bürokratlar türkmü değilmi onları araştır.sizin gibiadamlar sabatayların kim olduğunuda bilmez.neden bu kadar zorunuza gidiyor bu insanları eleştirmek yoksa sizdemi onlardansınız.abdi ipekçinin öldürülmesi çok olay oluyorda hayla medyada ve ağca çıkınca bunlar tekrar meydana geliyor.ama nedense o dönemde öldürülen mustafa pehlivanoğlu,abdullah özdoğan gibi yazarlar o günde kalıyor.hayla 7 tip cinayeti konuşulup gidiyor.insanlar hukuktan bahsediyorsa 8 polisi öldürüpte 1 sene yatıp çıkanın kim olduğunu herkes çok iyi biliyor bak burda hatta 1 kişi fazla öldürülmüş sonuç ne.geçmişte yapamadıklarını,söylüyemediklerini şimdi meydanı boş bulup konuşuyorlar.bak soner yalçına çatlı yaşadığında önlerini ilikleyenler nedense şimdi karalıyor üç tane diziçekti yazdığı kitaplarda katil damgasını vurdu kendisi ne yapmış bu vatan için salon kahramanlığından başka birşey değil. bana site ismi verme açıklama yap kendi düşüncen yok senin galiba....can dündar koministtir ve bunun gibi bir çoğu....

  • Geron-imo
    Geron-imo

    şu an altımda kalan arkadaş sana bi adres vereyim ona bi bak..araştır da öyle konuşuver bir dahaki sefere..

    www.candundar.com.tr

    buraya bak.1994ten beri neler yazmış..ondan sonra gel...hadi bakim..

  • Baycan Tetik
    Baycan Tetik

    Koministin ta kenidisi.eskiden bukadar sesleri çıkmıyordu çıkamıyordu acaba neden? nedense son zamanlarda birçok yazar gibi can dündarda gündemde ve çok konuşuyor.buınların arkasında birileri var yoksa bunlarda o kadar cesaret yok tek başlarına bu kadar açıkkonuşabilsin.konuşabilselerdi geçmiştede konuşurdu.

  • Duygu Temel
    Duygu Temel

    yazın istanbuldan 'yüzyılın aşkları' kitabını almıştım..Çok güzel bir kitap.Özellikle Atatürk ile Latife veEren ile Bedri Rahminin aşkını mutlaka okumalısınız...

  • Geron-imo
    Geron-imo

    'kominist' değil abisi..yazmayı öğreniyoruz önce..sonra saçmalıyoruz...

    bu adam can dündar'ı tabi ki anlayamaz...
    can dündar iyi biridir(bu kısım da kurallara aykırı olmaması için yazılmıştır-anlam yazmalıyız :)))

  • Serkan Orhan
    Serkan Orhan

    31.günde bi tane adam vardıya hani, memedali birant, işte onun yamağı idi bir zamanlar...şimdi büyüdü kerata...adam olamadı ama...kominist'in teki..bir de konuşurken tükürük şıçratıyor...fazla yanına sokulmayın..tavsiye etmem..saygılar sunarım....hohoho yyy