Bugün Ferhunde ile Sabahat'in yine İzmir'den misafirleri gelmişti.On beş ile yirmi yaş arasında dört küçükhanım. Öğleden sonra bir deniz gezintisi yapacak, sandalla Bayraklı'ya gidip gelecektik. Fakat tam sokağa çıkacağımız vakit, aksi gibi yağmur başladı. Arkamızda çarşaflarımızla, mahzun salona döndük. Küçükhanımlar bir parça piyonu çaldılar, biraz dedikodu yaptılar. Sonra, birer birer köşelere çekilerek, biraz gizli konuştular. Böyle baş başa gıdıklanmış gibi gülüşerek ne konuşalacağı malum. Sabahat, çok tatlı, çok şeytan bir kız. Misafirlerini eğlendirmek için, güzel maskaralıklar icat etti. Bir etajerin üstünde aile, ahbap fotoğraflarıyla dolu albümler vardı. Bunlardan bir tanesini çekerek masanın başına geçti. İşin zevki fotoğraflarda değil, Sabahat'in onlar için söylediği sözlerdeydi. Her birisiyle öyle eğleniyor, hayatları, tabiatları için öyle tuhaf şeyler söylüyordu ki, gülmekten bayılıyorduk. Mesela, göğsü nişanlarla dolu, heybetli bir paşa, dünyaya emredecek gibi görünen bu koca sakallı adam, karısından süpürge ile dayak yermiş. Akrabalarından kerliferli bir hanımefendi, fakat dışırlıklı olduğu belli, bir gün vapurdan Kokaryalı iskelesine çıkarken kaza ile denize düşmüş, memleketinin şivesiyle: Tatlı canlarım gidiyor, kurtarın!'' diye bağırmış. Reşit Bey'in Konyalı bir süt dayısı vardı ki, bakmakla doyulur şey değildi. Bu, sarıklı poturlu bir hoca efendi kıyafetinde görünüyordu. Onun karşısında duran fotoğrafını ise, mebus olduktan sonra frak ve tek gözlüklü çıkarmıştı. Hoca Efendi, hiddetle gözlerini açarak mebusa bakıyor, mebus, dudaklarını bükerek hocayı alaya alıyordu. Bu manzara, o kadar güzeldi ki, sayfayı çevirmemesi için Sabahat'ın elini tutuyor, deli gibi gülüyordum. Ferhunde, benimle şaka etmeye çalışıyordu; -Feride Hanım isterseniz sizi bu güzel zatla evlendirelim, şimdi münhaldir. İlk karılarını başadı, şimdi mebusa layık bir alafranga hanım arıyor, dedi. Ben, hala gülerek masanın başında ayrıldım, Ferhunde'ye: -Hemen mektup yazınız, ben razıyım, insan, başka saadet bulunmazsa bile, hiç olmazsa ömrünü tatlı tatlı gülmekle geçirir, dedim. -Feride Hanım, bu fotoğrafı görürseniz, mebusumuza varmaktan korkarım, vazgeçersiniz, dedi. Misafirler, hep bir ağızdan: '' Ah, ne güzel...'' diye haykırıştılar. Ellerini sallayarak beni çağırıyorlardı. -Nafile, ne olursa olsun, ben mebusumdan vazgeçmem diyerek yaklaştım, albümü üstüne, birbirine karışan dalgalı saç kümeleri arasından başımı uzattım. Ben de onlar gibi hafif bir feryadı men edemedim. Albümü yaprakları içinden gözlerime bakarak gülümseyen bu fotoğraf, Kamran'ın fotoğrafıydı.
Sabahat, bu fotoğrafın sahibiyle eğlenmedi bilakis, çok alaka ve hararetle arkadaşlarına şu tafsilatı verdi: - Bu bey, Münevver Teyzem'in zevcidir. Geçen ilkbaharda İstanbul'dayken düğünleri oldu. Kendini görseniz acaba bu fotoğraf bir şey mi? Bir gözleri, bir burnu var ki, görülecek şey! Size daha tuhafını söyleyeyim: Bu bey, teyzelerinden birinin kızını severmiş. Bu kız, ufak tefek gayet hoppa, şımarıkbir şeymiş, hatta bunun için ismine Çalıkuşu derlermiş. Çalıkuşu, bu Kamran Bey'i bir türlü istememiş. Gönül bu ya... Nihayet, evlenmelerine bir gün kala, bir başına evden kaçmış, yabancı memleketlere gitmiş. Kamran Bey, aylarca yemeden, içmeden kesilmiş bu vefasız kızı beklemiş. Hiç dönmeye niyeti olsa, gelin olacağı gece kaçıp gider mi? Münevver Teyzem, kaynanasının elini öptüğü vakit oradaydım, ihtiyar hanımefendi, o bir dalda durmaz, acayip Çalıkuşu'nu hatırlamış olacak ki, çocuk gibi ağladı. Bu tafsilatı, arkamdaki piyanoya dayanarak hiçbir şey söylemeden, hiçbir hareket etmeden dinlemiştim. Kamran, hala albümün içinde bana gülüyordu. Gayet yavaş bir sesle; '' Kalpsiz'' dedim. Sabahat, bana döndü: - Çok doğru söylediniz, Feride Hanım, dedi. Bu kadar güzel, bu kadar nazik bir gence vefa etmemiş bir kıza ''kalpsiz'' den başka bir şey denemez.
Kamran, ben senden nefret ediyorum. Öyle olmasaydı, bu haberi aldığım vakit ağlar, bayılır, matemini tutardım. Halbuki ben, ömrümde hiçbir gün, bugünkü kadar gülmedim, etrafımdakileri bu kadar neşe ve şenliğe boğmadım. Hatta, başımdan münasebetsiz bir kaza geçmeseydi bugüne, ömrümün en mesut günü diyebilecektim. Akşamüstüne doğru hava açmış, uzunca bir kır gezintisi yapmamıza müsaade etmişti. Bir sel çukuru kenarından geçiyorduk. Misafirlerden biri, çukurun öte yakasına kasımpatı gördü: '' A ne güzel! Koparmak mümkün olsaydı!'' dedi. Ben gülerek:'' İsterseniz onu size hediye edeyim?!'' dedim. Çukur, bir tehlike teşkil edecek kadar derin ve genişti. Hanımlar gülüştüler, birisi: - Köprü olasaydı, iyi olacaktı, diye şaka etti. Ben sadece: -Köprüsüz de geçilir zannederim, dedim ve birdenbire atladım. Arkamdan bir çığlık koptu. Öteki tarafa geçmeye muvaffak olmuştum. Fakat ne çare ki vaat ettiğim kasımpatını koparıp getiremedim. Çünkü ayaklarım çukurun tam kenarına basmıştı. Düşmemek için bir diken kümesine sarılmış, ellerimi yırtmıştım. Evet, bu kaza başıma gelmeseydi, avucuma batan dikenlerin sızısı beni, akşam karanlığı içinde köşke dönünceye kadar ağlatmasaydı, bugüne ömrümün en şen, en eğlenceli günü diyecektim. Kamran, ben senden nefret ettiğim için, yabancı memleketlere kaçtım. Şimdi, nefretim o dereceyi buldu ki, bu uzaklık kafi gelmiyor, senin yaşadığın, nefes aldığın dünyadan uzaklara kaçmak istiyorum.
Çalıkuşu; hayattan pek birşey beklemeyen çünkü beklediklerinden çok beklemedikleriyle karşılaşan, yüreği ezik. bir o kadar da mağrur, yaralı bir kuştur... :-)
Seneler önce okuduğum ama hafızamdan silinmeyen harika bir kitap. Çocukluk kahramanım Feride'yi nasıl unutabilirim. Dizisinde ise müziği kulağımdan silinmiyor
ıssız bir adaya düşersem,yanıma alıcam kitap bu işte. hiç bir kitaptan okuduğum ilk roman olan bu kitaptan aldığım zevki almadım.aşk,macera,kıskançlık,entrika,özlem,herşey var.daha ne olsun.
Kurtuluş savaşı zamanlarıydı,kimseler taşraya göreve gitmezdi hatta arslan görmüş yabaneşşeği gibi kaçarlardı,işte o devirde çıkıverdi çalıkuşu..bu kitaptan sonra bi çok kişi tayinini taşraya ister ve Anadoluya seferler başlar....işte böyle bi kitapmış Çalıkuşu..vesselam...
Benim hayatımda iz bırakan kitaplardan biri... Ankara'da yaşama şansım varken oturmuş Anadolu'nun her ilçesine gönderebilecekleri bir iş için çaba gösteriyorsam ve bunu gerçekten istiyorsam bunda Feride'nin ve yaşadıklarının etkisi büyük...
Bugün Ferhunde ile Sabahat'in yine İzmir'den misafirleri gelmişti.On beş ile yirmi yaş arasında dört küçükhanım. Öğleden sonra bir deniz gezintisi yapacak, sandalla Bayraklı'ya gidip gelecektik. Fakat tam sokağa çıkacağımız vakit, aksi gibi yağmur başladı. Arkamızda çarşaflarımızla, mahzun salona döndük. Küçükhanımlar bir parça piyonu çaldılar, biraz dedikodu yaptılar. Sonra, birer birer köşelere çekilerek, biraz gizli konuştular. Böyle baş başa gıdıklanmış gibi gülüşerek ne konuşalacağı malum.
Sabahat, çok tatlı, çok şeytan bir kız. Misafirlerini eğlendirmek için, güzel maskaralıklar icat etti. Bir etajerin üstünde aile, ahbap fotoğraflarıyla dolu albümler vardı. Bunlardan bir tanesini çekerek masanın başına geçti. İşin zevki fotoğraflarda değil, Sabahat'in onlar için söylediği sözlerdeydi. Her birisiyle öyle eğleniyor, hayatları, tabiatları için öyle tuhaf şeyler söylüyordu ki, gülmekten bayılıyorduk. Mesela, göğsü nişanlarla dolu, heybetli bir paşa, dünyaya emredecek gibi görünen bu koca sakallı adam, karısından süpürge ile dayak yermiş.
Akrabalarından kerliferli bir hanımefendi, fakat dışırlıklı olduğu belli, bir gün vapurdan Kokaryalı iskelesine çıkarken kaza ile denize düşmüş, memleketinin şivesiyle: Tatlı canlarım gidiyor, kurtarın!'' diye bağırmış.
Reşit Bey'in Konyalı bir süt dayısı vardı ki, bakmakla doyulur şey değildi. Bu, sarıklı poturlu bir hoca efendi kıyafetinde görünüyordu. Onun karşısında duran fotoğrafını ise, mebus olduktan sonra frak ve tek gözlüklü çıkarmıştı.
Hoca Efendi, hiddetle gözlerini açarak mebusa bakıyor, mebus, dudaklarını bükerek hocayı alaya alıyordu. Bu manzara, o kadar güzeldi ki, sayfayı çevirmemesi için Sabahat'ın elini tutuyor, deli gibi gülüyordum.
Ferhunde, benimle şaka etmeye çalışıyordu;
-Feride Hanım isterseniz sizi bu güzel zatla evlendirelim, şimdi münhaldir. İlk karılarını başadı, şimdi mebusa layık bir alafranga hanım arıyor, dedi.
Ben, hala gülerek masanın başında ayrıldım, Ferhunde'ye:
-Hemen mektup yazınız, ben razıyım, insan, başka saadet bulunmazsa bile, hiç olmazsa ömrünü tatlı tatlı gülmekle geçirir, dedim.
-Feride Hanım, bu fotoğrafı görürseniz, mebusumuza varmaktan korkarım, vazgeçersiniz, dedi.
Misafirler, hep bir ağızdan: '' Ah, ne güzel...'' diye haykırıştılar. Ellerini sallayarak beni çağırıyorlardı.
-Nafile, ne olursa olsun, ben mebusumdan vazgeçmem diyerek yaklaştım, albümü üstüne, birbirine karışan dalgalı saç kümeleri arasından başımı uzattım. Ben de onlar gibi hafif bir feryadı men edemedim. Albümü yaprakları içinden gözlerime bakarak gülümseyen bu fotoğraf, Kamran'ın fotoğrafıydı.
Sabahat, bu fotoğrafın sahibiyle eğlenmedi bilakis, çok alaka ve hararetle arkadaşlarına şu tafsilatı verdi:
- Bu bey, Münevver Teyzem'in zevcidir. Geçen ilkbaharda İstanbul'dayken düğünleri oldu. Kendini görseniz acaba bu fotoğraf bir şey mi? Bir gözleri, bir burnu var ki, görülecek şey! Size daha tuhafını söyleyeyim: Bu bey, teyzelerinden birinin kızını severmiş. Bu kız, ufak tefek gayet hoppa, şımarıkbir şeymiş, hatta bunun için ismine Çalıkuşu derlermiş. Çalıkuşu, bu Kamran Bey'i bir türlü istememiş. Gönül bu ya...
Nihayet, evlenmelerine bir gün kala, bir başına evden kaçmış, yabancı memleketlere gitmiş. Kamran Bey, aylarca yemeden, içmeden kesilmiş bu vefasız kızı beklemiş. Hiç dönmeye niyeti olsa, gelin olacağı gece kaçıp gider mi? Münevver Teyzem, kaynanasının elini öptüğü vakit oradaydım, ihtiyar hanımefendi, o bir dalda durmaz, acayip Çalıkuşu'nu hatırlamış olacak ki, çocuk gibi ağladı.
Bu tafsilatı, arkamdaki piyanoya dayanarak hiçbir şey söylemeden, hiçbir hareket etmeden dinlemiştim. Kamran, hala albümün içinde bana gülüyordu. Gayet yavaş bir sesle; '' Kalpsiz'' dedim.
Sabahat, bana döndü:
- Çok doğru söylediniz, Feride Hanım, dedi. Bu kadar güzel, bu kadar nazik bir gence vefa etmemiş bir kıza ''kalpsiz'' den başka bir şey denemez.
Kamran, ben senden nefret ediyorum. Öyle olmasaydı, bu haberi aldığım vakit ağlar, bayılır, matemini tutardım. Halbuki ben, ömrümde hiçbir gün, bugünkü kadar gülmedim, etrafımdakileri bu kadar neşe ve şenliğe boğmadım. Hatta, başımdan münasebetsiz bir kaza geçmeseydi bugüne, ömrümün en mesut günü diyebilecektim.
Akşamüstüne doğru hava açmış, uzunca bir kır gezintisi yapmamıza müsaade etmişti. Bir sel çukuru kenarından geçiyorduk. Misafirlerden biri, çukurun öte yakasına kasımpatı gördü: '' A ne güzel! Koparmak mümkün olsaydı!'' dedi. Ben gülerek:'' İsterseniz onu size hediye edeyim?!'' dedim. Çukur, bir tehlike teşkil edecek kadar derin ve genişti.
Hanımlar gülüştüler, birisi:
- Köprü olasaydı, iyi olacaktı, diye şaka etti.
Ben sadece:
-Köprüsüz de geçilir zannederim, dedim ve birdenbire atladım. Arkamdan bir çığlık koptu.
Öteki tarafa geçmeye muvaffak olmuştum. Fakat ne çare ki vaat ettiğim kasımpatını koparıp getiremedim. Çünkü ayaklarım çukurun tam kenarına basmıştı. Düşmemek için bir diken kümesine sarılmış, ellerimi yırtmıştım. Evet, bu kaza başıma gelmeseydi, avucuma batan dikenlerin sızısı beni, akşam karanlığı içinde köşke dönünceye kadar ağlatmasaydı, bugüne ömrümün en şen, en eğlenceli günü diyecektim.
Kamran, ben senden nefret ettiğim için, yabancı memleketlere kaçtım. Şimdi, nefretim o dereceyi buldu ki, bu uzaklık kafi gelmiyor, senin yaşadığın, nefes aldığın dünyadan uzaklara kaçmak istiyorum.
Sayfa.330,331,332,333,334
gençliğimizin romanlarından. klasik olarak öğretilmiş ve zevkle tarafımızdan okunmuş güzel bir roman..
bir reşat nuri güntekin romanı...feride ve kamran aşkı...nam-ı diğer çalıkuşunun hazin hayatı...
bir roman adı
FERİDE VE KAMURANIN AŞKI....
okumaktan çok zevk aldığım edebi eserlerden biri....
Feride ve Kamuran'ın ulaşılmaz aşkıdır...
Feride'nin öcü herşeye rağmen takdir edilesidir...
ilk okuduğum romanlardan biriydi.
AŞKIN TADI...
AŞKIN MELODİSİ...
AŞKIN İÇTENLİĞİ...
... VE AŞKIN TA KENDİSİ...
REŞAT NURİ ' YE ŞÜKRAN HİSLERİMİZLE...
gençliğimde seyrettiğim en güzel diziyi hatırlatıyor bana çalıkuşu feride kamurana aşıktım bende ne günlerdi yaaaaaaaa
Kâmran,kutunun altında,Feride'nin karışık yazısıyla yazılmış,şu dört mısraı gördü:
Pür ateşim açtırma benim ağzımı zinhar,
Zalim,ben söyletme,derunumda neler var;
Bilmez miyim ettiklerini,eyleme inkâr,
Zalim,beni söyletme,derunumda neler var!
_________
bence her yaştan insanın sıkılmadan okuyacağı bi roman,reşat nuri güntekin'in ilk göz ağrısı... ;)
Bütün olan,geçen şeylere rağmen, sen yine bir parça benimdin; ben bütün ruhumla senin...
Feride ve Kamuran...
ÇALIKUŞU BİR KİTAP FİLMİDE OLDU AMA ÇOK GÜZEL BEN FİLMİNİ İZLEMEDİM AMA İZLEMEK İSTİYORUM
Çalıkuşu; hayattan pek birşey beklemeyen çünkü beklediklerinden çok beklemedikleriyle karşılaşan, yüreği ezik. bir o kadar da mağrur, yaralı bir kuştur... :-)
ortaokul yıllarında grubumuzca bir solukta okuduğumuz roman...
ve sonrasında çocukça, romandan karakterleri kendimizle eşleştirmemiz...
feridenin duru güzelliği..
Çalıkuşu sıcaklık, belkı de Reşat Nuri´nin duygusallığı içinde sıcacık cocukluk günlerine kısa bir bakıştır.
Reşat Nuri Güntekin'in en iyi romanı ve bizimde izlediğimiz harika bir dizi olarak akıllarımızda kaldı.
Seneler önce okuduğum ama hafızamdan silinmeyen harika bir kitap. Çocukluk kahramanım Feride'yi nasıl unutabilirim. Dizisinde ise müziği kulağımdan silinmiyor
cd'leri almış olan muhterem zat'a sevgiler....
pür ateşim açtırma benim ağzımı zinhar
zalim, beni söyletme, derunumda neler var;
bilmez miyim ettiklerini, eyleme inkar,
zalim, beni söyletme, derunumda neler var!
ıssız bir adaya düşersem,yanıma alıcam kitap bu işte. hiç bir kitaptan okuduğum ilk roman olan bu kitaptan aldığım zevki almadım.aşk,macera,kıskançlık,entrika,özlem,herşey var.daha ne olsun.
yeterince iyi bir roman
Kurtuluş savaşı zamanlarıydı,kimseler taşraya göreve gitmezdi hatta arslan görmüş yabaneşşeği gibi kaçarlardı,işte o devirde çıkıverdi çalıkuşu..bu kitaptan sonra bi çok kişi tayinini taşraya ister ve Anadoluya seferler başlar....işte böyle bi kitapmış Çalıkuşu..vesselam...
ATATÜRK'ÜN CEPHEDE BİLE YANINDAN AYIRMADIĞI ROMAN
yanlış anlaşılmalar silsilesi... film müzikleri güzeldi..
Benim hayatımda iz bırakan kitaplardan biri... Ankara'da yaşama şansım varken oturmuş Anadolu'nun her ilçesine gönderebilecekleri bir iş için çaba gösteriyorsam ve bunu gerçekten istiyorsam bunda Feride'nin ve yaşadıklarının etkisi büyük...
Zevkler ve renkler tartışılır ama kitapları edebi değerine göre değerlendirmek gerektiğine inanıyorum.En azından diğer saçma kitaplardan değil! !
Al işte tıpkı Sefiller gibi yapılan övgüler sonunda okuyup hüsrana uğradığım bir kitap daha...
Feride adındaki arkadaşıma ben çalıkuşu diyorum..