Şirin mi şirin bir ev tutmuştular Ankara'nın güzel bir semtinde erdem hoca evin kapısından son kez girdiğinden habersiz içeriye girerken yüreği kuş gibi çırpınıyor, bakışları nemli Ayşe'ye ;
Özür dilerim anlatamadım derken başı önüne öyle eğilmişti ki içinden ölsem şimdi diye geçiriyordu. Yurtdışında eğitim için gittiği ilk yıllarda bir evlilik yapmıştı... çok kötü giden ve hayatı kendisine zindan eden narsist bir kadındı Emily. Bu evlilikten kurtulmaya çalışıyordu erdem hoca hukuk yoluna başvurmuştu ama henüz sonuçlanamayan mahkemesi devam ediyordu.
Ayşe; Bunları bana anlatmalıydın diyerek söze girdi...
Ayşe hata kabul etse bile geri dönemeyen bir kızdı, -zamana ihtiyacım var bir süre görüşmeyelim, nikah işlemlerini askıya alalım, eve de gelmezsen sevinirim... dedi ve sessizliğe gömüldü.
hoca çaresizce boyun eğerek oradan ayrılır, ayrılır da sanki içine kor oturmuştu, oradan ayrılırken aklında Ayşe'yi kaybetme korkusu içten içe beynini kemiriyordu adeta. Yapacak pek bir şey de yoktu çaresizce beklemeye başladı.
Erdem hoca bir an başından geçenleri düşündü... nasıl da emir eri gibi olduğunu, onun isteklerinin dışına çıktığında öfkeli ve agresif davranışlarına maruz kaldığını, onun hayatını nasıl hiçe saydığını, ilgi gösterdiğinde bile bunun ritünsel gereklilik olduğunu hissettirdiğini, hiçbir zaman da pişman olmadığını gözlerindeki birkaç damla yaş ile anımsadı.
Hikayeler yazmak için kendi birikimlerinizden, hayal gücünüzden faydalanmalısınız pisikanaliz yapmak uzman psikiyatrist ve hastanın arasında hastanın bilinçaltını çözmek kullanılan bir yöntemdir. Saçma bir şekilde yazılan birkaç kelimeden bir şeyler türeterek hikaye yazılmaz buna kalkışmayın. Bu hem etik olmaz hem de yasal değildir. Zaten bunu da psikiyatri uzmanı yapmaz. Böyle bir şey yapmak tam anlamıyla şarlatanlıktan başka bir şey değildir. Hikayeler bence sade bir dil ile yazılmalı sade dil kullanarak yazabilmek zordur. Yoğun ve metnin önüne geçen bir dil şahsen benim hiç tercihim değildir. Günlük ve her kesimden okurun anlayacağı gibi yazılmalıdır hikayeler. Mesela ilkokul mezunu da yazdığımı anlamalı. Hem sade dil akıcılığıda beraberinde getirir.
Aslı hanım Ayşe'nin hikayesinin size ait olmadığını, Pehlivan'n sizin hikayeniz olduğunu çok önceden söylemiştiniz ve ben tamamını okuduğumu söylemiştim.
Üzmek için yazmadım. Yazılarınıza devam etmeniz için desteklediğimi ifade etmek istedim Ata kızı. Biliyorum ki yaşananlar sayesinde şimdi ki ben var.
Amcaoğlumdan da halaoğlumdan da kendimi korudum. Sadece gözlerine aşık olduğum bir adamda kayboldum. Bu öyle bir his ki sadece o olursa hayatında herşey tamam olacak gibi hissediyorsun. Ve bilemiyorsun sen severken karşındakinin gerçek sevip sevmediğini. Dediğiniz gibi aile çok önemli. Resmi nikah olmadan kız vermeyenler resmi nikah yapmadan gelin alabiliyorlar. Uyanıklar biraz üç beş gün dener ayağına uygun değilse çıkarır atarlar. Argo kısmını yazmak istemedim.
Doğuda maalesef durum hala bu hayatımda hiç görmedim yaşamadım ama gözlemlerim, empati yeteneğim ve bildiğim bazı gerçek hikayeler. Bunları yazmaya itti beni… Türkan Saylan hocam bu konuda biliyorsun yıllarını harcadı. “Kardelenler” ülkemde yaşayan bütün kız çocukları birer kardelen. Onları yeterince koruyamıyoruz. Bireysel çabalar yetersiz kalıyor. Devlet eliyle ağır yaptırımlar caydırıcı olacak derken! Hiçbir önlem alınmaması ve aileleri yetiştirip kızlarını ( çocuklarını) nasıl yetiştirmeleri gerektiğini öğretecek eğitimleri hayata geçirecek projeleri hazırlama çabalarının olmayışı beni ilgilendiriyor. Ve tüm hemcinslerim de ilgilendirmeli diye düşünüyorum.
Sadece şunu söylemek istiyorum.
“ ön teker nereye gidiyorsa arka teker de oraya gider” sözünü değiştirmek isterdim. Yani; ailede itaat etmekten başka, her şeye boyun etmekten başka bir şey öğretilmeyen kız çocuklarının. Evlendiklerinde de aynı şeyleri yaşamalarından bahsediyorum. Bunu kırmanın tek yolu tüm kız ( erkek) çocuklarını okutabilmekten geçiyor. Eğitimlerin de kalitesinin artırılması ve bu ilkel anlayışın önüne geçilmesi gerekiyor. Bu halimizle biz tam gelişmişlik düzeyini asla göremeyeceğiz. Sevgili Tuba
Yazdıklarını yaşayan biri olarak ilgiyle takip edip kalemini kutluyorum sevgili Ata kızı. Pozitif yüreğin olayların güzel yönünü ön plana çıkarıyor. Harikasın:) Eleştirecek yeterlilikte değilim. İzninle bir kaç eksiği yazmak isterim.
Ayşe'ye okulda haksız yere müdür yardımcısının attığı tokat, öğretmenin sıra dayağı atarken mecburen diyerek o sopayı vurduğunda Ayşe'nin sadece elinin değil arkadaşlarına karşı yüzünün kızarması, sırf kardeşiyle tartıştığı için Ayşe'ye babasının vurduğu tokat, beş lira için kocasından yediği tokat.
Nedense hayal ürünü gibi gelmiyor, belki de yaşanmışlıkları biildiğimden, hep isyan ettiğim duyguları kaleminiz gün yüzüne çıkardı belki de ondan. Ama çok buruk, Kim bilir belki de ben yufka yürekliyim... Merakla okuyorum, ben de başka anılarda çağrıştırdı, kim bilir onları da buraya eklerim. Güzel yazıyorsunuz.
Haklısınız Aslı Hanım anı ama bıçak yarası gibi içimde kaldı; elinizden bir şey gelmez ya... anlarsınız anlatamazsınız... öyle içimi acıtmıştı ki o gün; hissettiğim duygu cam kırıkları batmasıydı sanki...
İşin güzel yanı Zeynep'le çok güzel dost oldular, Zeynep'e ördüğü el emeklerini hediye etmiş falan...
Ne güzel bir şey bir insanın diğer bir insana duyduğu sıcaklık beklentisiz...
15.06.2023 - 15:02 YÜREK GÖZÜYLE GÖRMEK (Yıllar öncesinden bir anı)
Çok güzel bir anı, zamanımızın etrafına fütursuzca sözler sarf eden meslek erbaplarını ve görevi ne olursa olsun insanları hakir görmemesi ve üstten süzerek bakmamasını hatırlatan bir anı teşekkürler.
Onun o vakur duruşunda saklı, hayata ne hediyeler verecek, ne faydalar sağlayacak fikirler saklıydı, bakışları çakmak çakmak olur bazen, gördüğü haksızlıklara daha şimdiden ses ve nefes veriyordu. Ayşe birinci yılını bitirmişti. Artık o mesleki öğretim hayatına geçmiş ve kutsal bir meslek olduğunun çok farkında olarak yola revan olmuştu.
İkinci yılın ilk günlerinde Henüz hocalığa yeni adım atmış genç bir adam gelmişti okula. Daha ilk karşılaşmalarında birbirlerinin dikkatini çekmiştiler, hayatında ilk kez içine ılık ılık bir şeyler akmıştı sanki hocasının gözlerinden.
İlk zamanlar sadece öğrenci ve hoca ilişkisi vardı aralarında ikisi de bu durumun olmaması gerektiğini düşünüyordu birbirinden habersiz. Ama günler ilerledikçe içlerinde karşı koyulmayacak kadar güçlü hisler uyanmıştı bile... Bir gün erdem hoca okuldan ayrılacağını söyler ve ayrılır. Ayşe'nin yüreğine tarifi mümkün olmayacak bir acı oturmuştu. Daha önce bu duyguyla hiç tanışmamıştı Yüreği hiç bu kadar diken batarcasına acımamıştı.
Erdem hoca ise daha olgun düşünüyor ama o da daha önce kimseyi böyle sevmediğini anlamış bu duyguyla baş etmeye çalışıyordu. O simsiyah gece gibi gözler hiç aklından çıkmıyor ne hikmetse sabah uyanır uyanmaz o aklına geliyor, kaçmak istedikçe tıpkı bir girdap gibi içine çekiyordu genç doktoru Ayşe'ye duyduğu sevgi. Bu duygunun zamanla geçmediğini ve Ayşe'ye olan sevgisinin sıradan bir arzudan çok farklı olduğunu anlamıştı.
Ayşe bir gün okul çıkışında sanki sadece onu bekler gibi dalgınca otobüse doğru yürürken. Erdem hocayı karşısında görünce öylece bakakaldı bir an rüya mı ki diyerek kendine bir çimdik attı. Erdem hoca gülümseyerek sanki daha önce birbirlerine açılmışlar gibi söze girdi:
Nasılsın Ayşe? beni bağışla senden kaçmaya çalıştım, bu duygudan kaçamıyorum, ben, seninle kabul edersen seviyeli bir birlikteliğe başlamak istiyorum. Benimle bu yolda yürümeni çok istiyorum. Ayşe çok düzgün ve gerçekçi asla yalana hayatında yer olmayan bir kızdı ve duygularını açıkça ifade ederek gerçek duygularını saklamadı. - aynı şeyleri hissediyorum inkar edecek değilim, dedi ve birlikte sakin bir yere giderek konuşmalarına orada devam ettiler. Ayşe; - hakkımda bilmen gereken şeyler var diyerek başından geçen olayları eksiksiz ve dürüstçe anlatmıştı. -Ayşe bunları bana dürüst olarak anlattığın için seni bir kez daha ne çok sevdiğimi söylüyorum ve teşekkür ediyorum diyerek, o gün güzel bir beraberliğe adım attılar. Ayşe hayatında hiç bu kadar mutlu olmamıştı. ruh ikiziydiler adeta. her gün biraz daha artan hislerle sıcacık bir sevda masalıydı yaşadıkları. birbirlerinin gözlerinin içine bakışları alev gibi işliyordu içlerine dünyada sanki sadece ikisi vardı. Ayşe'nin Saçlarını okşarken içi titreyen bir adama dönüşmüştü erdem hoca. Ve evlenme teklifiyle hayatları tam anlamıyla birleşmişti. İçleri içlerine sığmıyordu zevkli bir koşturmaca eklendi hayatlarına. Bir gün ; Ayşe bir telefon alır; - tanrım bu ses ne diyor! Bu nasıl olur? - Erdem benim eşim! Diyen bir ses yankılanıyordu telefonun öbür ucunda. Ayşe'nin başından aşağıya kaynar sular boşalıyor konuşamıyordu. yurt dışından arayan bu kadın Erdem hocanın eşi olduğunu ve Ayşe'nin onunla evlenemeyeceğini söylüyordu. elleri titriyordu telefonu yere düştü, sanki dünya dönmeyi bıraktı o an dağlar hallaç, pamuğu atar gibi devriliyor, denizler taşıp üzerine boşalıyor gibi boğuluyordu sanki. ve aynı gün acı telefon Erdem hocaya da gitmişti...
Liseye kadar tüm okul hayatımızı birlikte yaşamıştık, üniversitede ayrılmıştık; asla dostluğumuz, arkadaşlığımız başka bir evreye dönüşmedi. Yaşadığım şehre atandığını öğrenince onu yıllar sonra göreceğim için çok sevinçliydim, tüm günümü boşalttım Şehir hastanesine göz doktoru olarak atanmış, üstelik isminin önüne prof. eklenmişti. Gurur duydum. Hastanenin merdivenlerini ikişer ikişer çıkıyordum, onca yıldan sonra onu makamında ziyaret edecektim ki; merdivenlerde çok yaşlı bir köylü kadının ağladığına gözüm ilişti. Onca kalabalık içinde yapayalnızdı ve ağlıyordu. Yanına iliştim sordum neden ağladığını, ‘’kör olmuşum’’ dedi, ‘’kör olmuşum’’ Nasıl yani diye sordum, ağladığından anlatamıyordu, yanına taş merdivene oturdum seyyar satıcıdan aldığım suyu verdim, az sakinledi anlatmaya başladı. Köyde yaşıyormuş kazak, çorap, atkı, fanila, yelek, hırka, v.s örüyormuş komşusu Abdul pazarda satıyormuş, meyve sebzelerinin yanında. Biraz daha iyi görmek için şafak da hastaneye gelmiş sıra beklemiş Dr. Bunu görünce bu yaşta neyi göreceksin diye azarlamış kör olmuşun demiş boşuna başka hastaların vaktini alıyorsun demiş bunu kapı dışarı etmiş.
Şok oldum, yaşlı olunca bazı hakları kayboluyor mu ki insanın Ya da yoksul ve kimsesiz olunca. Oturduğu yerden kaldırdım, gel arkadaşım doktor sana bakar dedim. Zeynep’in odasına girdik birlikte, kısaca ve sessizce olanı biteni anlattım Zeynep’e. Yaşlı kadını incelikle muayene etti gözüne baktı, gözüne ilaç verip göz bebeklerini büyüttü, uzun uzun muayene etti sonunda çekmecesinden bir gözlük çıkardı, kocaman bir gözlük tak bunu dedi kadına kadın gözlüğü taktı Zeynep’e baktı ‘’kör değilim görüyorum görüyorum’’ dedi. Önce Zeynep’e sarıldı sonra benim ellerime sarıldı. Ellerimi güçlükle aldım elinden. Onu uğurladık. ‘’Gerçekten görüyor mu’’ dedim, ‘’Hayır, gözlükle daha iyi görebileceğine inanmış dedi ve ekledi ‘’Yürek gözüyle görüyor Umut’’ dedi…
Günler sanki yarış edercesine geçiyordu Ayşe için üniversite hayatı bambaşka bir dünya oldu. Sevecenliği ve zekasıyla toplumda kendisine saygın bir yer edinmeye başlamıştı bile. Nasıl da hayat taşları birer birer duvarlarını örüyor, hayalleri her güne bir iz bırakıyordu.
Yeter ki istensin, hayata verdiğimiz çakıl taşı bile karşılığında size armağan Olarak işlenerek geri dönecektir.
Evet; Hayat verdiğiniz kadar, aldığınız nefes gibidir. İyiliği de kötülüğü de birebir iade etmek gibi bir huyu vardır.
Ayşe’ de büyük gayretlerle hayata ödediği bedelin karşılığını alıyor. Öyle ya zahmet çekmeden, emeksiz yemek olur mu hiç?
Hep zor işlere talip olunuz; çünkü iliklerin en lezzetlisi, en sert kemikte bulunur. Bizzat kendiniz ilerlemek için uğraşınız; çünkü hiç kimse sizin adınıza bu konu ile uğraşmaz, çabalamaz ve yükselmenizi sağlamaz.
Kişiler ve olaylar gerçektir.
https://www.antoloji.com/hayat-tan-kesitler-3-siiri/
KARDELEN
Şirin mi şirin bir ev tutmuştular Ankara'nın güzel bir semtinde erdem hoca evin kapısından son kez girdiğinden habersiz içeriye girerken yüreği kuş gibi çırpınıyor, bakışları nemli Ayşe'ye ;
Özür dilerim anlatamadım derken başı önüne öyle eğilmişti ki içinden ölsem şimdi diye geçiriyordu. Yurtdışında eğitim için gittiği ilk yıllarda bir evlilik yapmıştı... çok kötü giden ve hayatı kendisine zindan eden narsist bir kadındı Emily. Bu evlilikten kurtulmaya çalışıyordu erdem hoca hukuk yoluna başvurmuştu ama henüz sonuçlanamayan mahkemesi devam ediyordu.
Ayşe;
Bunları bana anlatmalıydın diyerek söze girdi...
Ayşe hata kabul etse bile geri dönemeyen bir kızdı,
-zamana ihtiyacım var bir süre görüşmeyelim, nikah işlemlerini askıya alalım, eve de gelmezsen sevinirim... dedi ve sessizliğe gömüldü.
hoca çaresizce boyun eğerek oradan ayrılır, ayrılır da sanki içine kor oturmuştu, oradan ayrılırken aklında Ayşe'yi kaybetme korkusu içten içe beynini kemiriyordu adeta. Yapacak pek bir şey de yoktu çaresizce beklemeye başladı.
Erdem hoca bir an başından geçenleri düşündü...
nasıl da emir eri gibi olduğunu, onun isteklerinin dışına çıktığında öfkeli ve agresif davranışlarına maruz kaldığını, onun hayatını nasıl hiçe saydığını, ilgi gösterdiğinde bile bunun ritünsel gereklilik olduğunu hissettirdiğini, hiçbir zaman da pişman olmadığını gözlerindeki birkaç damla yaş ile anımsadı.
11. sayfa
Hikayeler yazmak için kendi birikimlerinizden, hayal gücünüzden faydalanmalısınız pisikanaliz yapmak uzman psikiyatrist ve hastanın arasında hastanın bilinçaltını çözmek kullanılan bir yöntemdir. Saçma bir şekilde yazılan birkaç kelimeden bir şeyler türeterek hikaye yazılmaz buna kalkışmayın. Bu hem etik olmaz hem de yasal değildir. Zaten bunu da psikiyatri uzmanı yapmaz. Böyle bir şey yapmak tam anlamıyla şarlatanlıktan başka bir şey değildir. Hikayeler bence sade bir dil ile yazılmalı sade dil kullanarak yazabilmek zordur. Yoğun ve metnin önüne geçen bir dil şahsen benim hiç tercihim değildir. Günlük ve her kesimden okurun anlayacağı gibi yazılmalıdır hikayeler.
Mesela ilkokul mezunu da yazdığımı anlamalı. Hem sade dil akıcılığıda beraberinde getirir.
Diyorum bu sabah.
Gerginlik hali olsa gülücük koymazdım Mehmet bey, şakaydı sadece.
Uyumayın ne diyeyim:))
Her ikisi de konu dışı…
İyi geceler
Uyumak?
Denizanalarına mı, yoksa karıncalara mı söylediniz; uyuyun artık...
Uyuyun artık zamanınız gelmiş.:)))
karıncaların hem kalbi hem de beyni vardır...
Denizanasının kalbi de yoktur...
Mehmet bey, biz denizanası mıyız? :)
Aslı hanım Ayşe'nin hikayesinin size ait olmadığını, Pehlivan'n sizin hikayeniz olduğunu çok önceden söylemiştiniz ve ben tamamını okuduğumu söylemiştim.
Pehlivan konusunu konuşmuştuk...
İşimiz çok yolumuz kısa…
Kır dizini otur
Çeyiz yap diyenlere inat;
Kalemim
Daha güzel işliyor güneşi..
“size ait olmadığını biliyorum”
Pehlivan, Yazmakta zorlandığım buna rağmen yazmaya çalıştığım bana ait içinde hiç hayal ürünü yok.
“Ayşe’nin hikayesi size ait olmadığını biliyorum “ demek mi istediniz?
Üzmek için yazmadım. Yazılarınıza devam etmeniz için desteklediğimi ifade etmek istedim Ata kızı.
Biliyorum ki yaşananlar sayesinde şimdi ki ben var.
Amcaoğlumdan da halaoğlumdan da kendimi korudum. Sadece gözlerine aşık olduğum bir adamda kayboldum. Bu öyle bir his ki sadece o olursa hayatında herşey tamam olacak gibi hissediyorsun. Ve bilemiyorsun sen severken karşındakinin gerçek sevip sevmediğini. Dediğiniz gibi aile çok önemli. Resmi nikah olmadan kız vermeyenler resmi nikah yapmadan gelin alabiliyorlar. Uyanıklar biraz üç beş gün dener ayağına uygun değilse çıkarır atarlar. Argo kısmını yazmak istemedim.
Biz göğe bakalım umut göklerdedir:)
Bunları yaşadın mı? :(
Doğuda maalesef durum hala bu hayatımda hiç görmedim yaşamadım ama gözlemlerim, empati yeteneğim ve bildiğim bazı gerçek hikayeler. Bunları yazmaya itti beni… Türkan Saylan hocam bu konuda biliyorsun yıllarını harcadı. “Kardelenler” ülkemde yaşayan bütün kız çocukları birer kardelen. Onları yeterince koruyamıyoruz. Bireysel çabalar yetersiz kalıyor. Devlet eliyle ağır yaptırımlar caydırıcı olacak derken! Hiçbir önlem alınmaması ve aileleri yetiştirip kızlarını ( çocuklarını) nasıl yetiştirmeleri gerektiğini öğretecek eğitimleri hayata geçirecek projeleri hazırlama çabalarının olmayışı beni ilgilendiriyor. Ve tüm hemcinslerim de ilgilendirmeli diye düşünüyorum.
Sadece şunu söylemek istiyorum.
“ ön teker nereye gidiyorsa arka teker de oraya gider” sözünü değiştirmek isterdim. Yani; ailede itaat etmekten başka, her şeye boyun etmekten başka bir şey öğretilmeyen kız çocuklarının. Evlendiklerinde de aynı şeyleri yaşamalarından bahsediyorum. Bunu kırmanın tek yolu tüm kız ( erkek) çocuklarını okutabilmekten geçiyor. Eğitimlerin de kalitesinin artırılması ve bu ilkel anlayışın önüne geçilmesi gerekiyor. Bu halimizle biz tam gelişmişlik düzeyini asla göremeyeceğiz. Sevgili Tuba
Yazdıklarını yaşayan biri olarak ilgiyle takip edip kalemini kutluyorum sevgili Ata kızı.
Pozitif yüreğin olayların güzel yönünü ön plana çıkarıyor. Harikasın:)
Eleştirecek yeterlilikte değilim.
İzninle bir kaç eksiği yazmak isterim.
Ayşe'ye okulda haksız yere müdür yardımcısının attığı tokat, öğretmenin sıra dayağı atarken mecburen diyerek o sopayı vurduğunda Ayşe'nin sadece elinin değil arkadaşlarına karşı yüzünün kızarması, sırf kardeşiyle tartıştığı için Ayşe'ye babasının vurduğu tokat, beş lira için kocasından yediği tokat.
Saygılarımla
Aslı Hanım sizin hikayeniz olan ''Pehlivan''ı okumuştum. size ait olmadığını biliyorum. Buna benzer yaşanmış hikayeler biliyorum. O yüzden...
Evet haklısınız binlerce Ayşe var.
Yani Umut bey gerçekten hayal ürünü ama etraftan duyduğum esinlendiğim aklımın bir köşesinde kalmıştır. Binlerce Ayşe var böyle şeyler yaşayan.
He illaki benim hikayemi okumak isterseniz “ pehlivan “ eksiksiz çocukluğumu anlattığım hikayemdir.
Eleştirecekseniz doğru düzgün eleştirin yazdıklarımı.
Tuna Ceylan neyime sabır ediliyor?
Nedense hayal ürünü gibi gelmiyor, belki de yaşanmışlıkları biildiğimden, hep isyan ettiğim duyguları kaleminiz gün yüzüne çıkardı belki de ondan.
Ama çok buruk,
Kim bilir belki de ben yufka yürekliyim...
Merakla okuyorum, ben de başka anılarda çağrıştırdı, kim bilir onları da buraya eklerim. Güzel yazıyorsunuz.
Tamamen hayal ürünü:)
Zaman ayırıp okumanız mutlu etti teşekkür ederim.
KARDELEN
Sessiz ve sakince yudum yudum okudum; bilemedim gerçek mi, hayal mi, dokunaklı duygu yüklü, sanki biraz buruk... merakla okuyorum Aslı Hanım.
Karşılıksız sevgi, tıpkı çocuklar gibi... çıkarsız en güzel haliyle.
Haklısınız Aslı Hanım anı ama bıçak yarası gibi içimde kaldı; elinizden bir şey gelmez ya... anlarsınız anlatamazsınız... öyle içimi acıtmıştı ki o gün; hissettiğim duygu cam kırıkları batmasıydı sanki...
İşin güzel yanı Zeynep'le çok güzel dost oldular, Zeynep'e ördüğü el emeklerini hediye etmiş falan...
Ne güzel bir şey bir insanın diğer bir insana duyduğu sıcaklık beklentisiz...
15.06.2023 - 15:02
YÜREK GÖZÜYLE GÖRMEK
(Yıllar öncesinden bir anı)
Çok güzel bir anı, zamanımızın etrafına fütursuzca sözler sarf eden meslek erbaplarını ve görevi ne olursa olsun insanları hakir görmemesi ve üstten süzerek bakmamasını hatırlatan bir anı teşekkürler.
KARDELEN
Onun o vakur duruşunda saklı, hayata ne hediyeler verecek, ne faydalar sağlayacak fikirler saklıydı, bakışları çakmak çakmak olur bazen, gördüğü haksızlıklara daha şimdiden ses ve nefes veriyordu. Ayşe birinci yılını bitirmişti. Artık o mesleki öğretim hayatına geçmiş ve kutsal bir meslek olduğunun çok farkında olarak yola revan olmuştu.
İkinci yılın ilk günlerinde Henüz hocalığa yeni adım atmış genç bir adam gelmişti okula. Daha ilk karşılaşmalarında birbirlerinin dikkatini çekmiştiler, hayatında ilk kez içine ılık ılık bir şeyler akmıştı sanki hocasının gözlerinden.
İlk zamanlar sadece öğrenci ve hoca ilişkisi vardı aralarında ikisi de bu durumun olmaması gerektiğini düşünüyordu birbirinden habersiz. Ama günler ilerledikçe içlerinde karşı koyulmayacak kadar güçlü hisler uyanmıştı bile... Bir gün erdem hoca okuldan ayrılacağını söyler ve ayrılır. Ayşe'nin yüreğine tarifi mümkün olmayacak bir acı oturmuştu. Daha önce bu duyguyla hiç tanışmamıştı Yüreği hiç bu kadar diken batarcasına acımamıştı.
Erdem hoca ise daha olgun düşünüyor ama o da daha önce kimseyi böyle sevmediğini anlamış bu duyguyla baş etmeye çalışıyordu. O simsiyah gece gibi gözler hiç aklından çıkmıyor ne hikmetse sabah uyanır uyanmaz o aklına geliyor, kaçmak istedikçe tıpkı bir girdap gibi içine çekiyordu genç doktoru Ayşe'ye duyduğu sevgi. Bu duygunun zamanla geçmediğini ve Ayşe'ye olan sevgisinin sıradan bir arzudan çok farklı olduğunu anlamıştı.
Ayşe bir gün okul çıkışında sanki sadece onu bekler gibi dalgınca otobüse doğru yürürken. Erdem hocayı karşısında görünce öylece bakakaldı bir an rüya mı ki diyerek kendine bir çimdik attı. Erdem hoca gülümseyerek sanki daha önce birbirlerine açılmışlar gibi söze girdi:
Nasılsın Ayşe? beni bağışla senden kaçmaya çalıştım, bu duygudan kaçamıyorum, ben, seninle kabul edersen
seviyeli bir birlikteliğe başlamak istiyorum. Benimle bu yolda yürümeni çok istiyorum. Ayşe çok düzgün ve gerçekçi asla yalana hayatında yer olmayan bir kızdı ve duygularını açıkça ifade ederek gerçek duygularını saklamadı.
- aynı şeyleri hissediyorum inkar edecek değilim, dedi ve birlikte sakin bir yere giderek konuşmalarına orada devam ettiler. Ayşe;
- hakkımda bilmen gereken şeyler var diyerek başından geçen olayları eksiksiz ve dürüstçe anlatmıştı.
-Ayşe bunları bana dürüst olarak anlattığın için seni bir kez daha ne çok sevdiğimi söylüyorum ve teşekkür ediyorum diyerek, o gün güzel bir beraberliğe adım attılar. Ayşe hayatında hiç bu kadar mutlu olmamıştı. ruh ikiziydiler adeta. her gün biraz daha artan hislerle sıcacık bir sevda masalıydı yaşadıkları. birbirlerinin gözlerinin içine bakışları alev gibi işliyordu içlerine dünyada sanki sadece ikisi vardı. Ayşe'nin Saçlarını okşarken içi titreyen bir adama dönüşmüştü erdem hoca. Ve evlenme teklifiyle hayatları tam anlamıyla birleşmişti. İçleri içlerine sığmıyordu zevkli bir koşturmaca eklendi hayatlarına. Bir gün ; Ayşe bir telefon alır;
- tanrım bu ses ne diyor!
Bu nasıl olur?
- Erdem benim eşim! Diyen bir ses yankılanıyordu telefonun öbür ucunda. Ayşe'nin başından aşağıya kaynar sular boşalıyor konuşamıyordu.
yurt dışından arayan bu kadın Erdem hocanın eşi olduğunu ve Ayşe'nin onunla evlenemeyeceğini söylüyordu. elleri titriyordu telefonu yere düştü, sanki dünya dönmeyi bıraktı o an dağlar hallaç, pamuğu atar gibi devriliyor, denizler taşıp üzerine boşalıyor gibi boğuluyordu sanki.
ve aynı gün acı telefon Erdem hocaya da gitmişti...
10. Sayfa
YÜREK GÖZÜYLE GÖRMEK
(Yıllar öncesinden bir anı)
Liseye kadar tüm okul hayatımızı birlikte yaşamıştık, üniversitede ayrılmıştık; asla dostluğumuz, arkadaşlığımız başka bir evreye dönüşmedi. Yaşadığım şehre atandığını öğrenince onu yıllar sonra göreceğim için çok sevinçliydim, tüm günümü boşalttım Şehir hastanesine göz doktoru olarak atanmış, üstelik isminin önüne prof. eklenmişti. Gurur duydum.
Hastanenin merdivenlerini ikişer ikişer çıkıyordum, onca yıldan sonra onu makamında ziyaret edecektim ki; merdivenlerde çok yaşlı bir köylü kadının ağladığına gözüm ilişti. Onca kalabalık içinde yapayalnızdı ve ağlıyordu. Yanına iliştim sordum neden ağladığını,
‘’kör olmuşum’’ dedi, ‘’kör olmuşum’’
Nasıl yani diye sordum, ağladığından anlatamıyordu, yanına taş merdivene oturdum seyyar satıcıdan aldığım suyu verdim, az sakinledi anlatmaya başladı. Köyde yaşıyormuş kazak, çorap, atkı, fanila, yelek, hırka, v.s örüyormuş komşusu Abdul pazarda satıyormuş, meyve sebzelerinin yanında. Biraz daha iyi görmek için şafak da hastaneye gelmiş sıra beklemiş Dr. Bunu görünce bu yaşta neyi göreceksin diye azarlamış kör olmuşun demiş boşuna başka hastaların vaktini alıyorsun demiş bunu kapı dışarı etmiş.
Şok oldum, yaşlı olunca bazı hakları kayboluyor mu ki insanın
Ya da yoksul ve kimsesiz olunca.
Oturduğu yerden kaldırdım, gel arkadaşım doktor sana bakar dedim.
Zeynep’in odasına girdik birlikte, kısaca ve sessizce olanı biteni anlattım Zeynep’e. Yaşlı kadını incelikle muayene etti gözüne baktı, gözüne ilaç verip göz bebeklerini büyüttü, uzun uzun muayene etti sonunda çekmecesinden bir gözlük çıkardı, kocaman bir gözlük tak bunu dedi kadına kadın gözlüğü taktı Zeynep’e baktı
‘’kör değilim görüyorum görüyorum’’ dedi.
Önce Zeynep’e sarıldı sonra benim ellerime sarıldı. Ellerimi güçlükle aldım elinden. Onu uğurladık.
‘’Gerçekten görüyor mu’’ dedim,
‘’Hayır, gözlükle daha iyi görebileceğine inanmış dedi ve ekledi
‘’Yürek gözüyle görüyor Umut’’ dedi…
KARDELEN
Günler sanki yarış edercesine geçiyordu Ayşe için üniversite hayatı bambaşka bir dünya oldu. Sevecenliği ve zekasıyla toplumda kendisine saygın bir yer edinmeye başlamıştı bile. Nasıl da hayat taşları birer birer duvarlarını örüyor, hayalleri her güne bir iz bırakıyordu.
Yeter ki istensin, hayata verdiğimiz çakıl taşı bile karşılığında size armağan Olarak işlenerek geri dönecektir.
Evet; Hayat verdiğiniz kadar, aldığınız nefes gibidir. İyiliği de kötülüğü de birebir iade etmek gibi bir huyu vardır.
Ayşe’ de büyük gayretlerle hayata ödediği bedelin karşılığını alıyor. Öyle ya zahmet çekmeden, emeksiz yemek olur mu hiç?
Hep zor işlere talip olunuz; çünkü iliklerin en lezzetlisi, en sert kemikte bulunur. Bizzat kendiniz ilerlemek için uğraşınız; çünkü hiç kimse sizin adınıza bu konu ile uğraşmaz, çabalamaz ve yükselmenizi sağlamaz.
Herbert N. Casson
9. Sayfa