Kültür Sanat Edebiyat Şiir

bediüzzaman said nursi sizce ne demek, bediüzzaman said nursi size neyi çağrıştırıyor?

bediüzzaman said nursi terimi K E tarafından tarihinde eklendi

  • Arzu Gök
    Arzu Gök

    Bediüzzaman: Zamanın Harikası anlamına geliyor. Dünyada yazdığı eseler şimdi tartışılıyor.

  • Fatih Günay
    Fatih Günay

    Ahirzaman Müceddidi. Maalesef Islam alemi tam manasiyla O zati ve eserlerini taniyamadi.. ALLAH`u teala ondan ve biz müslümanlardan ebediyen razi olsun....Vesselam

  • Erdal Başak
    Erdal Başak

    bedüizzaman kelime manası en mükemmel ve eşi benzeri olmayan manasına gelir.kendisi bitlis nurs köyünde 1876 yılında doğmuştur. zamanın en büyük islam alimlerindendir. gerçek adı said nursi olan bedüizzaman risale- nur kuran tevsirlerini yazmıştır. ayrıca bilinen nur cemaatinin üstadıdır. kuran okuduğu için ceza evlerine düşmüştür. uzun yıllar ceza evi hayatı olan bedüizzaman eskişehir. v.s. ceza evlerinde yatmıştır. kendisi 23 mart 1960 yılında...... palas otelinde (Şanlı Urfa) hakkı rahmetine kavuşmuştur. şanlıurfaya defnedilmesine rağmen mezarı bulunamamaktadır. Ruhuna El Fatiha

  • Mirac Erdurak
    Mirac Erdurak

    Son Osmanli-Turk tarihinin onde gelen din ve felsefe alimlerden biri, mufessir, eserlerinde ana tema imandir...

  • Cem Nizamoglu
    Cem Nizamoglu

    Bediüzzaman İslâmî düşüncenin son metin kalelerinden bir tanesidir. Hayatı ile düşünceleri arasında hiçbir tenâkuz olmayan gerçek bir fikir adamıdır.

    Cemil Meriç, Köprü, sayfa: 78, Kış 1995.

  • Mesut Kurt
    Mesut Kurt

    Bediüzzaman Said Nursî
    Bediüzzaman Said Nursî, Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde dünyaya geldi (1876) . Yenilikçi, atak, cesur bir mizaca, son derece parlak bir zekaya ve güçlü bir hafızaya sahipti. Bunlar katıksız iman ve ilim aşkıyla birleşince, normalde onbeş yıl kadar süren klâsik medrese eğitimi üç aya sığdı. Bu olağanüstü gelişmeyi kavrayamayanlar tarafından düzenlenen münazaraları (ilmî tartışma) kazanarak, kendini ispatladı. Bu yüzden 'Molla Said'e 'zamanın emsalsizi, benzersizi' anlamında 'Bediüzzaman' lakabı verildi.

    Dönem tüm dünyada maddeciliğin öne çıktığı bir dönemdi. İnsanlık kendi geleceğini tahribe yönelmiti.Bu değişimden müslüman milletler de etkilenmiş, meselâ yeryüzünün tek bağımsız İslâm devleti olan Osmanlı Devleti çoktan eski haşmetini ve kudretini kaybetmişti. Büzülme ve çözülme noktasındaydı.

    İnsanlığın ortak problemlerinin yanı sıra yaşadığı toplumun özel problemlerine de eğilen Bediüzzaman, açık bir gerçekle yüz yüze geldi: Batı maddeciliğe saplanmış, Doğu ise eskiyen kurumlarını yenileyip iman eksenli bir yapılanmaya dönüştürememişti. Osmanlı Devleti de aynı açmazda tükeniyordu. Devlet ve millet şeklen İslam'a bağlı olmakla birlikte, mânâ planında İslâmdan kopmuştu. Batıyı da anlayamamıştı. Asıl problemi buydu.

    Teşhisini bu şekilde koyan Bediüzzaman tedavi metodunu da geliştirdi: 'Tahkiki iman' geliştirdiği metodun özü ve özetiydi.

    Sıra 'tahkiki îman' ekseninde gelişip çağın teknolojisiyle zenginleşecek insanlar yetiştirmeye gelmişti. Bunun da yolu eğitimden geçerdi.

    Bu maksatla bir eğitim projesi geliştirdi. Buna göre Doğu ve Güneydoğu öncelikli olarak tüm vatan sathı 'Medrezetühzehra' adını verdiği eğitim kurumlarıyla donatılacak, bu kurumların ilk, orta, lise bölimleri olacak, ayrıca din ve fen dersleri bir biri içinde, bir bütün halinde okutulacaktı. 'Vicdanın ziyası(ışığı) , ulûm-u dîniyedir, aklın nuru fünûn-u (fenler) medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. İftirak ettikleri (ayrıştıkları) vakit birincisinde taassub (tutuculuk) , ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder(doğar) , diyordu.

    Görüşlerini Padişaha sunmak için 1907 yılında İstanbul'a geldi. Fakat İmparatorukla birlikte İmparatorluğun başkenti İstanbul da çürümüştü. Düşüncelerini gazetelere yansıtması sarayı tedirgin etti. Padişah ateşîn bir zekayı etkisizleştirmek için altınla ödüllendirmek istedi. 'Maarifi tehir, maaşı tacil nedendir? ' diye sorup ihsân-ı şahaneyi reddedince de akıl hastanesine kapatıldı. Fakat doktorlardan aklî melekelerinin sapa sağlam olduğuna dair rapor alarak görüşlerini açıklamayı sürdürdü.

    Bediüzzaman, Şark ulemasından sonra İstanbul'daki meşhur âlimlere de kendisini kabul ettirmekte zorlanmamıştı. Onunla görüşenler en girift sorularına cevap alıyor, 'Sen gerçekten Bediüzzamansın' demekten kendilerini alamıyorlardı. Meşrutiyeti İslam eksenine oturtan ve 'meşrutiyet-i meşrua' yı öneren hürriyetçi fikirleri özellikle dikkat çekiyordu. Bediüzzaman'a göre mutlakiyet İslamî dirilişin önünü kapatıyordu. Ancak meşrutiyete yumuşak geçiş yapılmalıydı. Bunun için de evvela 'üç büyük düşman' saydığı cehalet, zaruret ve ihtilafla mücadele edilip kazanılması gerekiyordu.

    '31 Mart Olayı' ismiyle tarihimize geçen (1909) keşmekeş esnasında yatıştrıcı rol oynamasına rağmen, Bediüzzaman'dan daha önce tedirgin olmuş yönetim tarafından tutuklanıp Divan-ı Harb Mahkemesinde yargılandı. Beraat etti. Van'a döndü. Birinci Dünya Savaşı sırasında gönüllü talebelerinden bir milis alayı kurup, doğduğu toprakları savundu. Bitlis savunması esnasında yaralanıp, Ruslara esir düştü. Yaklaşık, üç yıl süren esaret hayatını kaçışla noktaladı. Ordu adayı olarak devrin tek İslam akademisi Dâr-ül Hikmet-il İslamiye'ye üye oldu. İstiklal savaşı sürerken, Anadolu harekâtını 'isyan' sayan fetvaya, Anadolu ulemâsıyla birlikte karşı fetva verdi. İstanbul işgali sırasında İngiliz işgalcilere karşı yayınladığı bir eser yüzünden işgal kuvvetleri tarafından gıyabında ölüme mahkum edildi.

    Zaferden sonra Ankara'ya Büyük Millet Meclisi'ne dâvet edildi (1922) . Mecliste resmî karşılama töreni yapıldı. Fakat devletle millet arasında 'kıble farkı' oluşmak üzere olduğunu görüp, milletvekillerine hitaben on maddelik bir beyanname dağıttı. Tekrar Van'a döndü.

    Şeys Said isyanıyla bir ilgisi bulunmadığı, esasen her fırsatta 'Dahilde kılınç çekilmez' dediği halde bir çok mazlum gibi Bediüzzaman da önce Burdur'a ardından da Barla'ya sürüldü. Barla'da Risâle-i Nur Külliyatını telife başladı. Tek başına bir mekteb oldu ve 'cevher insan' yetiştirmek için insanüstü bir gayret gösterdi.

    1925'li yıllarda Türkiye'de uygulama alanına giren dini dışlama politikalarına karşı, Bediüzzaman Said Nursi, Risâle-i Nur adını verdiği eserleriyle İslam'ın temel alt yapısını oluşturan prensibleri açıklamay yönelik bir tarz geliştirdi.

    Bediüzzaman Said Nursi geliştirdiği bu Kur'anî tarz ile akıl, kalp ve duygu bütünlüğünü terkip ederek Müslümanlara yepyeni bir bakış açısı sunmuş, mektep, medrese, tekke ayrılığını ortadan kaldırmıştır.

    İslam uleması yüzyıllar boyu insanın temel soruları olan 'ben kimim, nereden gelip, nereye gidiyorum, vazifem nedir? ' gibi konulardan ziyade hep dış alem ve siyaset üzerine mesailerini teksif etmişti. Oysa 'iman ve temele ait' meseleler halledilmeden ve doyurucu cevaplar bulunmadan afakî meselelere yönelmek bunalımın derinleşmesini sonuç veriyordu. İslam dünyasının siyasi düzenleme ve projelerden ziyade ve fakat onları da ihmal etmeden zihniyet düzenlemesine ihtiyacı vardı.Problemin çözümü Kur'an'ın çağlar üstü mesajının günümüze bakan yönünü ortaya çıkarmaktı. Risale-i Nur Külliyatı ise bu mesajın açıklamasıdır.

    Bediüzzaman İslam dünyasının karşılaştığı en köklü ve yıkıcı krize (fen ilimlerinden kaynaklanan dinsizlik veya dinde laubalilik) karşı ilim ve mantık yoluyla cevaplar vererek milyonların imanının kurtulmasına vesile olmuştur.

    Risale-i Nur Külliyatını telif etmesiyle birlikte Bediüzzaman önceki hayatını Eski Said dönemi diye nitelendirmiştir. Bediüzzaman'ın hayatını Eski Said, Yeni Said diye ayırması bir değişiklikten ziyade bir tarzı ifade içindir. Eski Said daha çok imanın dışa vurumu olan kurumlar, davranışlar ve siyasetle ilgileniyordu. Yeni Said ise imanın tahrip edilmek istendiği bir ortamda imanı korumak ve güçlendirmek için gayretini bu temel meseleye tahşid etti.

    Bediüzzaman'a göre temel mesele, insanın kendisini, diğer varlıkları, kainatı ve hemcinslerini iman ekseninde algılamasıdır. En önemli görev bunu sağlamaktır.

    Bundan ürkenler onu defalarca tutukladılar. Eskişehir (1935) , Denizli(1943) , Afyon(1947) hapishanelerinde yatırdılar. Fakat inançlarını yaşamaktan ve yazmaktan vazgeçiremediler.

    1960 yılının 23 Martında Urfa'da Hakkın rahmetine kavuştuğunda arkasında bıraktığı tüm maddi servet bir demlik, bir kaç bardak, eski bir gömlek, yamalı bir cübbe, sarık, misvak, biraz çay-şeker ve on liradan ibaretti. Manevi miras olarak ise bütün asrın insanını aydınlatabilecek Kur'an tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı ile dünyanın her tarafında milyonlarca 'Kur'an talebesi' bırakmıştır.

    Allah ondan razı olsun.

  • Mm
    Mm

    bediüzzamanın müdafa ettiği inkılap tahran,kahire veya cezayir sokaklarında çığırtkanlık yapılan cinsten bir inkılap değildir...risale i nurun inkılabı zihinlerde,kalplerde,ruhlarda ve nefislerde inkılaptır...bu bir islam devrimi değil...iman inkılabıdır..(a.g.ş)

    not:risale i nurlar derhal sadeleşmelidr...sadeleşmelerinde geç kalınmıştır...

    iman inkılabı için...

  • Mm
    Mm

    ey müslümanlar:sizi Allah a ulaştıracak emin v eselametli bir yol arıyorsanız,açık bir zihin ve açık bir kalple risale-i nura yaklaşın...kaybedecek hiç bir şeyiniz yok...kazanacak her şeyiniz var...(dr.colin turner-ing.öğr.üye-yaklaştı kazandı)

  • Mm
    Mm

    açıklayıcı not:müceddid: yenileyen,yenileyiici...her yüz yıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük alim...peygamber varisi..

  • Mm
    Mm

    müceddid...

  • Mm
    Mm

    bediüzzamanil mazı + bediüzzamanil hal + bediüzzamanil istikbal = bediüzzaman


    açıklayıcı not:bedi' hayret verici güzellikte olan,kimseye benzemeyen,beğenilen,yeni bulunmuş ve görünmedik tarzda olan...

  • Ramazan Aktas
    Ramazan Aktas

    arkadaşlar; bütün hepsine katılıyorum da..aklıma takılan tek şey war
    bu mübarek insan ne için ewlenmemiştir_halbu ki Allah'ın bütün farzlarını ve Hz. Muhammed'in bütün sünnetlerini yerine getirmeye calışan ve bu dünya adına büyük hizmet etmeyi üstlenen,belkide seçilmiş kişi; ama neden Allah'ın itina ile farz ettiği evlenme şuurunu atlamıştır_sebep ne olabilir _?

  • Filiz Turan Ağaoğlu
    Filiz Turan Ağaoğlu

    Herkese seslenen, herkesle halleşen, herkese sevgi ve şefkatini yönelten bir insan..
    hepimizi düşünmeyi,yüreğine hepimizi sığdırmayı başaran bir güzel insan..
    bütün amacı insanların imanlarına hizmet ve yardım etmek olmuş...böylece herkesin hem dünyasını hem de ahiretini cennet etmeye çalışmış ve bu uğurda çok sıkıntılar çok acılar çekmiş eziyet görmüş müstesna insan..
    ölümünün üzerinden uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen hala ışığıyla insanlara yol gösteren ışığa hasret gönülleri aydınlatan güzel insan..

  • Cem Nizamoglu
    Cem Nizamoglu

    bazı azınlık çamur kafalar Türkiye için sadece ''tek insan tipi'' istiyorlar... muhalefete ya da karşı düşünceye direk düşman diye bakan bir anlayışın Bediüzzaman'ı değerlendirmesi faşist bir hareket olur...

  • Muhammed Ali Bir
    Muhammed Ali Bir

    Gerçek bir kahraman...

    Bugün onu karamalaya kalkışanlar bilmeliler ki bunu onların Ataları bile yapmaya cesaret edememişti...

    Bütün mahkemelerden beraat etmesine rağmen Ömrünün yarısı zindanlarda geçti... Bz yine onun gibi diyelim:

    :::::: ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM:::::::

  • F
    F

    nur talebelerinin diğer bir vazifeleri de nur risalelerini çoğaltıp dağıtmaktır. said-i nursi asayı musa adlı risalesinde nur risalelerini yazıp dağıtmayı ihmal edenlere sitem etmektedir. nurculuğun bilhassa ordu mensupları arasında yayılmasına önem verilmektir.

    said-i nursi risalelerin yayınlanması için dini duyguları da istismar etmektedir. sönmez adlı risalenin 3. sayfasında şu satırlar yer almaktadır. 'ahiret kardeşlerime mühim bir ihtar iki maddedir. birincisi risalei nura intisab eden zatın en ehemmiyetli vazifesi onu yazmak, yazdırmak ve intişarına yardım etmektir. onu yazan ve yazdıran 'risale-i nur talebesi' unvanı alır ve o unvan altında her 24 saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazen daha ziyade hayır dualarımda manevi kazançlarımda, hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymettar binlerce kardeşim ve risalei nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olurlar.

    ikincisi, risale-i nur’un amansız ve imansız cinni ve inni düşmanları onun çelik gibi, metin kalalarına ve elmas kılınç gibi kuvvetli hüccetlerine müdahale edemediklerinden çok gizli dosyalar ve haf’i vasıtaları ile sınırlı olmaksızın yazanların şevklerini kırmak, fikir ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde, şeytanca hücum edip darbe vururlar.

    said-i nursi, nur talebeliğini bırakmanın günah olduğunu, nur talebelerine ilişenlerin vatan ve millet haini olduklarını ilan ederek, ayrıca tehditler savurarak gizli bir teşkilatın taktiğine başvurmaktadır.

    nur talebelerinin bekar kalanları takip edilmekte, muhakkak evlenmesi lazımsa bir nurcu ile evlenmesi emredilmektedir.

    yine nur risalelerinden tiryak adlı risalenin 33.sayfasında 'mevt idam değil tebdil-i mekandır. kabir zulmetli kuyu ağzı değil, maneviyatlı alemlerin kapısıdır. dünya ise bütün şaşası ile beraber ahirete nazaran bir zindan hükmündedir.'

  • F
    F

    nur talebeleri (şakirtleri) ve görevleri:

    nurcular, kendilerine nur talebeleri adını vermekte ve hizbul kur’an olduklarını ileri sürmektedirler. nur şakirtlerinin nurculuğa girebilmeleri için o mahalledeki en büyük nurcuya karşı bazı taahhütlerde bulunmaları gerekmektedir. bu taahhütler nurculuğa ve nurcuların büyüklerine sadakat, nurcuların sırlarını açıklamamak, gayeleri için istişarelerde bulunmak, nurun gerçekleşmesi için faaliyetlerde bulunmak gibi şeylerdir. nurcuların bulundukları yerlerde nurculuk ile ilgili olayları nur büyüklerine bildirmeleri de mecburidir

  • F
    F

    Nurculuğun laik cumhuriyete ve atatürk’e karşı bir hareket olduğunu görebilmek için nur risalelerine bakmak gerekmektedir. barla mektupları sayfa: 53. atatürk’ü kastederek “tek gözlü deccal, ya iman et, ya bütün dünyanın maskarası olacaksın.” denilmiştir. bu husus metin toker’in 'sağda ve solda vuruşanlar' isimli kitabın 96 ncı sayfasında yer almıştır.

    'sönmez' adlı risalede (sayfa:21-22) , atatürk kastedilerek “ayasofya camiini puthaneye, meşihat makamını kızlar lisesine çeviren bu adamı sevmemenin bir suç olması imkanı var mı? ” denilmiştir.

    “mektubat” adlı risalede (sayfa:401) “türkiye kuruluşu itibariyle dinden uzak kalmış ve dine karşıdır. laiklik ile dinsizlik arasında hiçbir fark yoktur. hıristiyanlık dünyevi esaslara sahip olmadığı için, din ile dünya esaslarını birbirinden ayırır. reform hıristiyanlıkta mümkündür. türk inkılapları dahi hıristiyan reformlarının taklidinden ibarettir. zira islamiyet hiçbir reforma ihtiyaç göstermeyecek kadar mükemmeldir” denilmiştir.

    'tiryak' risalesinde (sayfa: 65) , “türkiye’nin siyasi rejimi nur saadetini söndürmeye çalışmaktadır. kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir” denilmiştir.

    'mesnevi-i nuriye' risalesinde (sayfa: 80-82) , “alem-i islam’da yapılacak inkılaplar, islam’i esaslara uygun olmak zorundadır. aksi taktirde gayri meşrudur, bu bakımdan meclis aynı zamanda hilafet görevi görmelidir” denilmiştir.

    'mucize-i kur’aniye' isimli risalede (sayfa:191-192) , 'müslümanlara kur’an dışında bir anayasa lazım değildir, 1347 yılında felsefenin tahakkümü ile bu dindar millete ehemmiyetli tahayyüşler düçar kılınmıştır ve anayasa’da devlet dininin islam olduğu yolundaki hüküm kaldırılmıştır. bu durumda gerçek kanuni esasi tatbik edilmediği gibi, kur’an da belirtilen şer'i inkılapta tahakkuk ettirilememiştir. halbuki kur’an, cumhuriyet anayasası gibi birkaç kişinin iradesi değil, ilahi bir iradenin sonucudur.” denilmektedir.

    'münazarad' risalesinde (sayfa: 90-100) , 'islam devleti için tek milliyet islam milliyetidir. islam devleti sonunda bütün dünyayı hakimiyeti altına alacak ve islam yapacaktır.” denilmiştir.

    'mektubat' risalesinde (sayfa: 403) , “islam dininde inkılap yapmak, şeriat aleyhtarlığı olduğu için, islamiyet dairesine aykırı, inkılaplar da islamiyete aykırıdır.” denilmektedir.

    'hanımlar rehberi' risalesinde (sayfa: 57) “çok kadın ile evlenmek islami olduğu gibi taaddüdü zevcat tabiata, akla ve hikmete muafıktır.” denilmektedir.

    bu durumda nurculuk:

    türkiye cumhuriyeti’nin tamamen şeriat esaslarına ve islami prensiplere göre idare edilmesini, hilafet ve saltanatın geri getirilmesini, inkılapların geçici olduğunu, kur’an dışında bir anayasaya ihtiyaç bulunmadığını savunmaktadır.

  • Ahmed Çetin
    Ahmed Çetin

    19. Asrın son çeyreğinde dünyaya gelen Said Nursî dokuz yaşına kadar bir öğrenim görmemiştir. Bundan sonra devrin âlimlerinden ilim tahsil eden Said Nursî kısa zamanda Allah'ın bahşettiği keskin zekâsıyla nazari ve din ilimlerinde ilerledi.

    Moskof'un doğu illerimizi tecâvüzü sırasında talebeleriyle birlikte vatanı muhafaza yolunda, ve mutlaka Allah yolunda esir düştü...

    İttihad ve Terakki komitacılarının kurduğu mahkemede kendisine:

    -Sen şeriat istiyormuşsun. denilince:
    -Şeriat'a bin Said feda olsun cevabını verdi...

    Değişik zaman ve devrelerde sürekli yargılandı, zindanlara hapsedildi ve Osman Yüksel'in deyimiyle zindanları nûra çevirdi.

    Ve milâdî kırk dört sene evvel 23 Mart günü vefat etti...

    Allah Razı olsun ve Rahmet eylesin...

  • Mesut Kurt
    Mesut Kurt

    23 Mart tarihi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin vefat yıldönümüdür. (1960)
    1. O kendisine zulmedenlere bile haklarını helâl edecek derecede bir sevgi ve şefkat insanıdır.
    2. O “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyebilecek kadar büyük bir hürriyetçidir.
    3. O bir eğitimcidir: Eğitimde din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte verilmesine taraftardır.
    4. O tam bir vatanseverdir: Talebelerinden oluşturduğu gönüllü alayın (Keçekülahlılar Milis Alayı) başında Ruslarla ve Ermeni çetecilerle savaşmış, yaralanıp esir düşmüştür.
    5. O son derece cesurdur: İnancı ve özgürlüğü için kaç kez ölümle burun buruna gelmiş, idamla yargılanmış, ancak asla dâvâsından taviz vermemiş, geri durmamış, Kosturma’da esir olduğu günlerde bile Rus Başkomutanının önünde ayağa kalkmamıştır.
    6. O hayatı boyunca tüm dünyevi varlığı bir bohçacığa sığmış, bir anlamda “dünyayı bohçaya sığdıran adam” olmuştur. Makam, mevki, şöhret, servet gibi zaafları asla olmamış, tüm enerjisini davasına hasretmiştir.
    7. O hayatında ne bir hediye, ne de maaş kabul etmiş, (Darül Hikme’den kısa bir süre aldığı maaş hariç) sırf düşüncelerini özgürce ifade edebilme uğruna, resmi görev almamıştır.
    8. O hayatının hiçbir döneminde “ırkçı” olmamış, hiçbir ırkı diğer bir ırktan üstün tutmamıştır.
    9. O şartlara teslim olmayan, sebeplere tıkanmayan, imkânsızlıklardan yılmayan adamdır: Sonuçlarına katlanarak, her devirde inandığı gibi yaşamıştır.
    10. O baskı ve zulüm görse bile “müspet hareket” yolundan asla ayrılmamış, talebelerini “müspet hareket” etmeye çağırmış, “dahile kılıç çekilmez” sözünü prensip edinmiştir.
    Listeyi uzatmak mümkün. Bunların arasında “şartlara teslim olmama”, “inancı ve özgürlüğü için ölümü hiçe sayma” ayrıca da “hediye ve maaş kabul etmeme” konuları üstünde ayrıca durulmaya değer. Çünkü başarısı bu prensiplerde yatıyor. Unutmayalım ki, mutlakıyet, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde, kimi insanlar korkutularak, kimisi de makam ve maaşla susturulmuşken, Bediüzzaman her devirde prensiplerine sâdık kalmış, inandığını söylemekten, yazmaktan, yaymaktan geri durmamıştır.
    Ölümden korkmayan, işkenceden, zindandan yılmayan, servet ve şöhrete dönüp bakmayan, bir “Devr-i Saadet Müslümanı”nı ne ile yıldırabilir, dize getirebilir, inançlarından vazgeçirebilirsiniz?
    Kendisini Padişah’ın gönderdiği altınlarla etkilemeye kalkışan Zaptiye Nâzırı Şefik Paşa’ya söyledikleri malûm: “Ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, memleketim için geldim. Hem bu bana vermek istediğiniz rüşvet, hakk-ı sükûttur. (susmam karşılığıdır) ”
    Ardından şunları da ekliyor (bugünkü dille) : “Neden eğitim konusundaki tekliflerimi tehir ettiğiniz halde maaşımı hemen ödüyorsunuz? Neden şahsi menfaatimi milletin umumi menfaatinin önüne alıyorsunuz? ”
    Nâzır Paşa’nın öfkeden kıpkırmızı suratına adeta haykırıyor: “Ben hür yaşamışım! Mutlak hürriyetin beşiği olan Anadolu’nun dağlarında büyümüşüm. Bana öfke fayda vermez. Nafile yorulmayınız...” Vazifesi tebliğ, güç kaynağı Kur’an... Hedefi: Kendi toplumu başta olmak üzere tüm dünyaya ulaşmak... Nazarında sürgün, “seyahat”, zindan “Medrese-i Yusufiye”, ölüm “terhis tezkeresi”...
    Hayatı böyle gördüğü içindir ki, padişahın temsilcisinin yüzüne gerçekleri söylemekten korkmamış, “Jön Türkler”in tehditlerinden yılmamış, “İttihadcılar”ın gözdağına karşı dağ gibi dikilmiş, cumhuriyetin “cumhur=halk” mânâsına ters uygulamalara direnmiş, İstanbul’u işgal eden İngilizlere meydan okumuş, 31 Mart Olayı sonrasında yargılandığı Divan-ı Harp’te (savaş mahkemesi) , Bayezid Meydanı’nda kurulu sehpaların ucunda can çekişenlere bakarak gürlemiştir:
    “Ahirete istekliyim; bu asılanlarla beraber gitmeye hazırım. Beni oraya göndermek bana ceza değil. Elinizden gelirse bana vicdan azabı çektirin. Ve illâ başka suretle azap, azap değil, benim için şandır. Bu hükümet, mutlakıyet zamanında akla hasımdı, şimdi ise hayata düşmanlık ediyor... Eğer hükümet böyle olursa yaşasın cünun [delilik], yaşasın ölüm! .. Zalimler için de yaşasın Cehennem! Hem de haksız yere idam olunsam, iki şehit sevabını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti sözden ibaret bulunan gaddar bir hükümetin en rahat yeri hapishanelerdir...”
    “Mazlumiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır! ”

  • Mesut Kurt
    Mesut Kurt

    23 Mart 1960 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşan büyük din âlimi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, vefatının 44. yıldönümünde rahmetle anılıyor. 83 yıllık ömrünün büyük bir kısmını Sibirya’da esaret, Türkiye’de de hapis ve sürgünle geçiren Said Nursi, 130 parçadan ve 6 bin sayfadan oluşan Risale-i Nurları sürgün dönemlerinde yazdı. Bediüzzaman Said Nursî, İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin önde gelen İslâm mütefekkirlerinden birisi. 6000 sayfaya ulaşan ve 130 parçadan teşekkül eden Risale-i Nur’un müellifi olarak tanınan Said Nursi’nin yüzbinlerce seveni bulunuyor. Bediüzzaman Said Nursi’nin geride bıraktığı eserler ve fikirleri bugün büyük kitlelere ulaşmış durumda. “Ölümüm hayatımdan daha çok hizmet edecektir” diyen Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini içeren Risale-i Nur Külliyatı; güncel meselelerin yanı sıra, sosyal, siyasal, ekonomik ve eğitim gibi birçok alanda insanlığa ışık tutmaya devam ediyor.

  • İbrahim Çıtak
    İbrahim Çıtak

    aziz kardeşlerim o kadar güzel şeyler yazmışlar ki.ben onların üzerine yazmayı fuzuli görüyorum.bende onun talebelerinden birkaçının (bizzat büyük -halen yaşayan -talebelerinden dinlediğim) hatıralarını yazmak arzusundayım.

    HAZRETİNİZE BURADAN AYRILIK SÖYLEMİŞTİM
    Haber aldım ki yarın yad olacakmış bize yar,
    Ne büyük yare ki, kimler buna derman olacak
    Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim,
    İşiten nalemi hep ben gibi nalan olacak.


    ...............................
    ..............................
    ............................,



    Sakınıp Feyzi-i biçareye bahs açma bugün
    Yine matem yine zari yine efgan olacak
    yine sen yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm
    bu hicran dolu kalbim yine hicran olacak.



    BU ŞİİRİ HASAN FEYZİ ABİ ÜSTADIN ' EMİRDAĞ'DAN AYRILACAĞINI(YANİ SÜRGÜNE GÖNDERİLŞECEĞİNİ) ÖĞRENMESİ VE ONUN YÜZÜNE KARŞI (ÜZÜLÜR DİYE) SÖYLEYEMEMESİ ÜZERİNE YAZMIŞ VE ÜSTADIN TRENİ HAREKET EDERKEN CAMDAN İÇERİ ÜSTADIN KOMPARTIMANIUNA ATMIŞTIR.VE CANLI ŞAHİTLERİN ANLATTIĞINA GÖRE ŞİİRİ YAZDIĞI KAĞIT AĞLAMAKTAN İYİCE ISLANMIŞ.BU NE SEVGİDİR BU NE AYRILIK ŞİİRİÇVAR MI BUNUN ÜSTÜNE.SEVGİ BUDUR SAYGI HÜRMET VEFA.MUHABBET BU.DEFALERCA AĞLAYARAK OKUDUM HALA OKUYORUM.OKUMAK İSTERSENİZ.(TARİHÇE-İ HAYATTA EMİRDAĞ HAYATINDA)






    YİNE BİR MAHKEMEDE ZÜBEYİR GÜNDÜZALP ABİYE SORAR HAKİM:SEN NUR TALEBESİ MİSİN? (DİKKAT EDİNİZ Kİ İDAMLA YARGILANIYORLAR VE BU SORUNUN CEVABI EVET OLDUĞUNDA YÜZDE DOKSAN İDAM OLACAK) O NE METANETTİR Kİ.ZÜBEYİR ABİ ARKAYA DÖNER(ÇÜNKÜ ARKADA ÜSTAD VARDIR) VE 'EĞER RİSALE-İ NUR KABUL EDERSE:ŞEREFLE SÖYLERİM Kİ 'EVET NUR TALEBESİYİM' DER.ÜSTADDA AYAĞA KALKAR VE 'EVET YÜĞZ TALEBE KUVVETİNDEDİR ' DER.ZÜBEYİR ABİ MÜTHİŞ BİR SAVUNMA YAPAR VE SONUNDA BERAAT KARARI ÇIKAR.

    ŞİMD, ACABA KAÇIMIZ İDAMLA YARGILANIRKEN CANIMIZ FEDA 'MÜSLÜMANIZ' DİYEBİLİYORUZ.

  • Ömer Faruk Aydın
    Ömer Faruk Aydın

    O, yirminci yüzyıla fikirleriyle bir güneş gibi doğdu. O, Allah tarafından biz insanlara gönderilen son büyük din adamı. O, milletinin imaın kurtarmak amacıyla yola çıkmış, eşsiz bir dava adamı...

  • Seyda Fatih
    Seyda Fatih

    Üç aylık bir tahsili bulunan ve kırk sene Kur'an-ı Kerîm'den başka bir kitabla iştigal etmeyen, yüzotuzu Türkçe, onbeşi Arabça olan eserlerini te'lif ederken hiçbir kitaba müracaat etmediği, henüz hayatta olan kâtibleri tarafından şehâdet edilen.. esâsen kütübhanesi de bulunmayan, yarım ümmî bir zat, öyle misilsiz bir ilânatla, ulûm-u cedide de dâhil mütenevvi ilimlerde, yüksek âlimler ve büyük mürşidlerle, genç yaşında yaptığı münazaraların hepsinde muvaffak olduğu meydanda bulunan, ittifaklı olan mes'eleleri tasdik ve ihtilaflı olanları tashih eden, kendisi için 'Bediüzzaman'ın cevab veremeyeceği bir sual yoktur' diye allâmeler tarafından tasdik edilen; ve Avrupa'nın bir kısım idrâksiz ve garazkâr feylesoflarının, müteşâbih âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflere yaptığı taarruzlarını, o âyet ve hadîslerin birer mu'cize olduğunu eserleriyle isbat ederek itirazlarını kökünden yıkan ve böylece evhama düşürülen bâzı ehl-i ilmi de kurtarıp, İslâmiyet'e olan hücumları akîm bırakan Said Nursî gibi bir müellifin, elbette dâhi bir müfessir-i Kur'an ve onun ilminin vehbî ve vasî olduğuna, eserleri olan Nur Risalelerinin bir hayat boyunca okumaya lâyık hârika bir şâheser olduğuna şübhe edilemez.

  • Bahri Apaydin
    Bahri Apaydin

    Bediüzzaman, Kur'an-ı Kerim'in Allah (CC) kelamı ve Hz.Muhammed'in (SAV) en büyük mu'cizesi olduğunu, Hz. Muhammed'in son peygamber olduğunu izah ve ispat eden, O'nu (SAV) vasıflarıyla, mu'cizeleriyle bizlere en güzel şekilde tanıtan ve sevdiren, diğer iman esaslarını da bu asrın idrakine uygun bir tarzda izah ve ispat eden, inandığı gibi yaşayan bir din alimidir.Onun ve talebelerinin kitabı Kur'an, Peygamberi Hz.Muhammed(SAV) , yolu sünnet-i seniye yoludur.

  • Ziya Korkmaz
    Ziya Korkmaz

    HAKSIZLIĞI HAK ZANNEDENLERE KARŞI HAK İDDİA ETMEK BİR NEVİ HAKSIZLIKTIR

    BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ

  • Ziya Korkmaz
    Ziya Korkmaz

    20.yy'ın mücedditi.Büyük islam alimi.Ehl-i dünya onun naaşından bile korktu.Bu yüzden türbesini vahşice yıkıp naaşını bilinmeyen bir yere nakletti.Ama bunu yaparken O'nun duasının gerçekleşmesine vesile olacaklarının farkında değillerdi.O öldü ama arkasında din düşmanlarının kıyamete kadar korkulu rüyası olacak 2 eser bıraktı.
    1-RİSALE-İ NUR
    2-yeni yatişen ALTIN NESİL..........

  • Mutlu Cebeci
    Mutlu Cebeci

    O zamanın mucedditi ve islam bilgini, o bizlere mukemmel lugatından

    imanı anlatıyor, islam uğruna çekmediği işkence kalmayan ALLAH

    DOSTU. Umarım insanlık onu anlar çunkü o bizlere gerçeği anlatıyor....

    Eğer mantığı olan biri iseniz onun kitaplarını alın okuyun ama defalarca

    çunku Risale-i Nur'lar Kur'anı Kerim'in tevsirleridir dolayısı ile ağırdır. Ve

    M.Fethullah Gülen'in kitaplarınıda okuyun....

  • Muharrem Demirci
    Muharrem Demirci

    Zalimler için yaşasın cehennem.BEDİÜZZAMAN

  • Muharrem Demirci
    Muharrem Demirci

    Haksızlığa karşı sükut etmek hakka karşı saygısızlıktır.BEDİÜZZAMAN